"BardağIn yarIsI dolu" propagandasI

 

Numaraya bakın: Sözde, sizin pozitif olmanız, her şeye olumlu bakmanız, umutlarla dolu ve atılgan bir insan olmanız için  “bardağın yarısı dolu” demeniz gerektiği söylenir hep. Amerika’da zencilere “Push”  propagandasıyla “I can do it” demesi ve daima pozitif olması söylendiği gibi.

Geçen gün iş yerinde ayağıma koca bir demir düştü. İki parmak pestil oldu gitti. Nasıl pozitif düşünüyüm?

Pozitif ol! O demir başına düşebilirdi. Kafadan olabilirdin. Bardağın yarısı dolu de! İki parmak gitti deme, koca vücudun var geride; ona bak.

Bardağın dolu olması, pozitif ol gibi işlenmeye çalışılan bilişler akıllıca yapılan beyin ve davranış yönetiminin parçasıdır. Böylece, birilerinin çıkarına uymayan ve belli çıkarlara işlevsel olmayan gerçekler pesimizm ve negatiflik gibi olumsuz kavramlarla ilişkilendirilir; bu gerçekler yok sayılır; negatif, olumsuz, kötü bile olsa “bardağın yarı dolu olduğunun söylenmesi gerektiği öne çıkartılır. Akıllıca yapılan bir oyundur bu.  Bu oyunla, örneğin, asgari ücretle ve haftanın altı günü çalışıyorsan, şanslısın; iyi ki işim var, para kazanıyorum,  işime dört elle sarılayım gibi düşünceleri düşün ve besle. Böylece etrafına pozitif enerji yay.  Negatif enerji veren insanlardan kaç; onlar zaten iyi değildir. Unutma bardak yarı boş değil, yarı doludur.

Bardak yarı doludur diyen ve bu fikri yayan insanlar (a) zavallı geri zekalılaştırılmış, bilinçleri dumura uğratılmış, senin ve benim gibi insanlardır; bu  nedenle, içtenlikle, bu fikri yayarlar; veya (b) bize kuru ekmeği, parkları ve arenada ve televizyonda eğlenceyi veren ve okul ve medya gibi mekanizmalar yoluyla “kemirmeyi, kudurmayı ve rahatlamayı” öğreten akıllı ideologlardır.

Sen gerçeğe olumsuz bakıyorsun. Bölücü müsün nesin!

Yoo, hiç de değil. Zaten bölünmüş bardak: boş ve dolu. Boş ile dolu çizgisine yakın olanlar ve uzak olanlar var. Bölünmüşe, bölünmüş demeyelim mi?

Bölücülük yapma; bardak dolu de. Hem sen rahatlarsın hem de biz. Gerginlik olmaz.

Gerçek gerçektir: Bardak hem yarı doludur hem de yarı boş. Boş diye ağlamak veya dolu diye sevinmek için önce o bardak ve içindekiyle ilgili olarak mülkiyet ilişkilerine, bu ilişkiler içinde bardağın yarı dolu/boş olmasının kime neler sağladığı ve kimden neler aldığına bakmak gerekir. Sen 12 saat çalışmışsın ve fazla mesaiyi bırakın asgari ücret bile alamamışsın, “zenginlik yaratma bardağını” dolduran en önemli faktörsün; ama, yaratılan zenginliğin dağıtımının nasıl olacağında söz sahibi değilsin; “ücret politikası bardağını” birileri kendi çıkarlarına göre dolduruyor; Sana verilene bakıyorsun, “ah ne iyi, bak benim bardağım yarı dolu. Allah senden razı olsun, iyi ki bu işi bana verdin, senin sayende çoluk çocuk aç, pardon dilim sürçtü, ekmek yiyor” diyorsun. Affedersin, ama sen aptal falan mısın?

Yoo, çok akıllıyım: İyi bir dindar olarak biliyorum ki “zenginin cennete gidebilmesi, bir devenin bir iğne deliğinden geçmesi kadar zordur,” ben saltanatı öbür dünyada süreceğim. Bu dünya onların, öbürü benim.

Şey, affedersin ama, bardak boş olsa da şikayet etmeyelim mi?

Etmeyelim; günahtır; isyandır; Nankörlüktür. Evet, pozitif olalım; çabalayalım; bol motivasyonla “bizim firma ve kurum, ve devlet ve de vatan millet” için çalışalım ki kalkınalım. Pozitif ve yapıcı olalım.

Ama bendeki bardak hala küçük ve hemen hemen boş, hala dolmuyor. Birilerine bir sürü bardak yapıyoruz ve bardaklarını dolduruyoruz. Bizimki durmadan boşalıyor.

Bölücü ve yıkıcı olma! Sen “bardağım var, içinde de bir şeyler var” de, kendini daha iyi hissedersin, daha mutlu ve bahtiyar olursun. Bardağın da olmaya bilirdi. Bardak seyrettiğin bardak olabilirdi.

Bu bilinç ve söylem kapitalizmin ruhuna aykırı değil mi?

Bii  dakka. Söylem kapitalizmin ruhuna çok uyuyor; kapitalist misin sen? Değilsin. O zaman sen pozitif düşüneceksin ki kapitalizme zarar gelmeyecek, kapitalizm huzur içinde olacak.

Peki kapitalistsem ne diyeceğim?

Durmadan “hala yarı boş” diyeceksin ki doldurmak için elinden gelen her şeyi yapmaya gerekçen olsun. Kriz var diye yaygara koparıp kuru ekmeği kemirenlere kriz yaratan düşmanları gösterirken, örneğin Ankara’da Kalaba semtinin banka evleri denen yerdeki villanı yıkıp yerine daha muhteşem olanı dikeceksin. 

Kapitalistken dolu  dersem ne  olur?

Diyemezsin; dolu dersen, Allaha şükreder yatarsın; o zaman küreselleşme falan olmaz; ya da başkaları küreselleşmeyi senin sırtından ve senin sırtında olduklarının sırtından yapar, sen yaya kalırsın. Ya da kolayına kaçar; özelleştirme adı altında, küreselleşenlerle birlikte kitlelerin sırtına binerek yoluna devam edersin.

  Yani aç gözlü mü olmak gerekir?

İstersen olma, bak sana ne oluyor.

Ne olur ki?

Elindeki bardak ve içindeki de gider.

Neden?

Yaratılan zenginliklerin nedeni yaratılan yoksulluklardır da ondan.

Yani herkes zengin olamaz mı?

Zenginin zenginliği fakirin fakirliğindendir. Fakirin fakirliği zenginin zenginliğindendir.

Zenginlik düşmanlığı yaparak herkesi eşit ve yoksul yapmak mı istiyorsun?

Ah, ileri zekanıza hayran kaaaldım, nasıl da biiildin! Kırk odalı bir konağı, konaktaki beş kişiyi ve bu konağı yapan 35 kişiyi düşün. O kırk odalı konakta (yani yaratılan zenginlikte) 35 kişi de kalsa, yoksulluk mu olur? Yaratılan zenginlik, orada duruyor; 35 kişi orada kalırsa sadece zenginliğin bölüşümü değişir ve o beş kişinin 35 kişiyi yoksun bırakması ve üretilen “hasta psikolojili zenginlik bilinci” ortadan kalkar; başka bir zenginlik psikolojisi ve bilinci onun yerini alır.

Sen komüncü müsün?

Hayır, buna komüncülük denmez, buna adalet, normallik, insanlık denir. Buna hasta ruhluluğun egemenline son verme denir.

Bu, bu dünyada olur mu?

Hayır, olmaz; öbür dünyada olacak.

Neden o zamana kadar bekletiliyoruz ki?

Sınanıyoruz.

Dikkat edilirse, başlangıç ve içini doldurma ve bitiş, laf ebeliği olsa bile, bardak ve içindekiyle yakından ilişkilidir. Dolayısıyla, kılıfı ona göre iyi düşünmek gerekir. Düşünülüyor da.

Siz gene de bardak yarı dolu deyin. Rahat eder, rahat ettirir ve rahat ettirilirsiniz.

Sakin bardak yarı dolu diye protestoya falan kalkmayın.

Ne olur ki?

Diğer kuru ekmek kemirenleri üzerinize salarlar.

Neden?

Materyal ilişkilerin doğasına uygun düşünsel gerçekler yaratılır. Bu yaratılmış gerçeklere uygun düşünmeyen ve davranmayanlar, hizaya getirilmelidir de ondan. Doğruyu söyleyeni neden dokuz köyden kovarlar dersin?

Neden?

Çünkü dokuz köyde doğru olmayan egemen de ondan.

Eğer doğru bir şey söylediğinde (veya yazdığında), bilişsel rahatsızlık, tedirginlik, hoşnutsuzluk, öfke, savunucu karşıtlık, kabullenememe, irrasyonel direnme, Makyavelci tepkiler yaratıyorsan, eminim ki o söylediğin (veya yazdığın) büyük olasılıkla  doğrudur. Bu durum eğer önemli bir çoğunluğu kapsıyorsa, orası yanlış ve haksızlığın egemen olduğu doğruyu ve haklıyı ezen dokuz köyden biridir.