Image7.gif (23857 bytes)
reindeer3.gif (9123 bytes)

 

 

İdeolojide Haklı Çıkarmalar I:
Beş Parmağın Bir Olmadığı Oyunu

Öfkeliydi. Sesi bütün evi titretiyordu. Sözünü kanıt için elini kaldırdı ve beş parmağını gererek: "Bak, Tanrı beşparmağı bile bir yaratmamış!" diye haykırısına devam etti. Beş dakika evvel insanların birbirini kırmamasını, birbirine saygı göstermesini, anlayışlı olmasını söyleyen bu öfkeli kişi, ardından, bir diğer Müslüman'a "o halde sen Allahsızsın" diye çıkıştı. Fikirlerinin kabulü için geleneksel bağırmayla sindirmeye yönelik iletişim biçimine başvurarak coşmuş bu insan, beş parmak karşılaştırması yaparak bir savı (eşitsizliği) doğru çıkarmaya çalışıyor. Bunun doğruluğu ve yanlışlığı ne?

Karşılaştırmanın Doğru Olma Koşulu

Beş parmağın bir olmadığını ileri sürerek savunulan belli konuların haklı çıkarılması çok sık yapılan bir karşılaştırmadır. Bu karşılaştırmanın ve karşılaştırmayla desteklenen fikrin doğruluğu, kapitalizmin pozitivist-deneyimci bilimine göre, karşılaştırma yapılanlar arasındaki mantıksal ve yapısal uygunluğa bağlıdır: Bilimsel inceleme ve nedensellikler yanında, aile toplantılarında bile, neden aynı cinsten iki ağacın birbiriyle aynı boyda olmadığını, başka ağaçların da böyle olduğunu ileri sürülerek , bunun doğanın bir özelliği olduğuna veya Tanrının çeşitlilikten hoşlandığına bağlayabiliriz. Bu oldukça anlamlı ve mantıklı bir karşılaştırma ve sonuç olabilir. Tanrının insanları aynı boyda yaratmadığı tartışmasını da, beş parmağın bir olmadığını ileri sürerek destekleme yolunu da seçebiliriz. Bu karşılaştırma da ilk bakışta geçerli görünür. Fakat bu karşılaştırmaların doğruluğu desteklenen kuramsal yapının (örneğin yaradılış teorisi veya evrim teorisinin) doğruluğu anlamına değildir. Örneğin ağaç karşılaştırmasında, sonucu doğanın özelliğine bağlama gözlemlenebilir gerçeklere dayandığı için doğrudur. Fakat bunu Tanrının çeşitlilikten hoşlandığına (veya Tanrının eşitsizliği desteklediğine) bağlamak, pozitivist-bilim koşullarına göre yanlıştır; çünkü, pozitivist-deneyimci bilim gözlemlenemeyen veya özellikleri gözlemlenerek kanıtlanamayan ifadeleri (varsayımları ve hipotezleri) metafizik olarak niteler ve bilimin ilgi kapsamı dışında tutar. Tanrının varlığını veya yokluğunu da ispatlamak, kavramın metafizik karakteri nedeniyle, bilimin koşulu dışındadır. Fakat yaratıcı-teorinin bilim adamları elbette kanıt gösterme peşinde giderler. Elbette kitle medyası kültürünün egemenliğindeki popüler "bilim" örneğin Nuh'un gemisinin parçalarını araştırarak, Tanrının varlığını ispata yönelir. Nuh'un gemisinin parçalarının bulunması, pozitivist bilime göre, ancak Tufan teorisini kanıtlayabilir. O kadar.

Özlüce, karşılaştırmanın doğruluğu karşılaştırmada kullanılan materyal ile (örneğin beş parmak) karşılaştırılan arasında bu karşılaştırmayı geçerli kılacak yapısal benzerlik veya ilişki olması gerekir. Limonun sarılığıyla sararmış insanın sarılığı arasındaki karşılaştırmada, kurulan ilişki ancak o kişinin "limon gibi" sarı olduğunu vurgulamada limonun sarılığını kullanmadan öte gidemez. Örneğin şöyle denemez:

Aaa, sen sararmışsın
Ağaçtaki Limon da sararıyor.
---------------------------------------------------------
O halde, sen ya limonsun ya da limona dönüşüyorsun.

Hele hele, bu iki sarılık karşılaştırmasını "sararmayı veya sarılık hastalığını, Tanrının vergisi olarak kabullenmeyi" savunmada haklı çıkarma veya doğrulama olarak kullanıyorsak, cehaletin kendini haklı çıkarmasında oynadığı beş parmak oyununa başvuruyoruz demektir. Bir örnek verelim:

Namazında niyazında
Yüzü parıl parıl nurla parlıyor
-----------------------------------------------
Tanrı inananın yüzüne nur verir

Eşitsizlik ve Tanrı: Çelişki çözümü

Tanrının insanları eşit yaratmadığı görüşü bazen açıkça bazen de kapalı bir şekilde çoğunlukla en az iki alanda belli amaçlar için kullanılır:

Birincisi fizyolojik organizma'daki eşitsizliktir: İnsan etrafına bakar; kör, kolsuz, ayaksız, kısa, uzun, şişman, zayıf insanlar görür. Hepsi Tanrının kulu. O halde neden Tanrı hepsini sıhhatli yaratmamış? Bu çelişkinin giderilmesi gerekir. Çelişki ya Tanrının adaletinin Adaletsiz olduğuyla sonuçlandırarak "isyankar" olmayla; ya Tanrının adaletini "feleğin vurmasına" dönüştürerek, Tanrının yerine feleği getirerek; ya şeytana veya şeytanlığa atfederek; ya da cehaletin herhangi bir diğer ideolojisine başvurularak çözümlenir. Metafizik başvuruda cahilleştirilmişler tarafından cahilleştirenlerin sunduğu ve aralarında iletişimle yaygınlaştırıp sürdürdüğü klişeler kullanılır ve böylece çelişkideki insan cevap bularak rahatlar. Düşünün, hastahanedesiniz, çocuğunuz ölü doğuyor veya sakat doğuyor. Ya da eşiniz, kardeşiniz, anneniz veya babanız genç yaşta ölüyor. Yumruklarınızı sıkıp havaya doğru "neden ben?"diye sorarsınız. İsyankârlık.

İnsan daima neden aramış ve kendini tatmin eden veya edemeyen kendince, metafizik dahil, cevaplarla gelmiştir. İnsanın varlığına ve varlığın durumuna cevap arayışına, insanı hem ruhsal hem de materyal bakımdan soyan örgütlü dinler burnunu soktuğunda, cahilleştirme ve cehaletin ideolojiyle insanları kontrol etmeye güçlü bir öğe katılır: İnsanın varlığa cevap arayışına örgütlü din tarafında verilen cevap diye verilen kitlelerin afyon... Bu öğeye tarihin dah sonraki dönemlerindepopüler resmi eğitim eklenmiştir.

Cahilleştirenler her şeye cevap hazırlamışlar ve yaymışlardır: Güce veya Tanrıya isyan edemezsin. Onlar (güçlüler, liderler, hocalar) veya Tanrı ne yaptığını bilir. Sevdiğin insan "zamanından önce mi öldü diyorsun?" "Neden ben" mi diyorsun? Tanrı büyüktür. Tanrı bilir. Tanrı acıyandır. Tanrı "rahim ve rahmandır." (Rahim ve rahmanın ne demeğe geldiğini anlayandan çok daha fazla anlamayan üzerinde büyük etkisi olur.) Her şeyde bir hayır vardır. İsyankar olma, günaha girersin. (Duygularını yatıştırmaz, kabullenmez ve isyana devam edersen, güçlülerin devletinin hapsine tıkılır ya da güçlülerin emrindeki aylıklı\ücretli köleleri tarafından katledilirsin).

Çelişki giderimi ve çözümü oldukça ciddi sonuçlara gebedir: Düşünün çocuğunuzu veya sevdiğiniz birini kaybetmişsiniz. İsyankar olmamak elde değil. Tövbe ediyorsunuz. Çıkar yol? "Kader" diyerek boyunsunmak. Ya da Tanrının adını değiştirip "felek" yaparak feleğe nameler yağdırmak: Felek koymaz güleyim!! Çelişki giderilmeli; bu giderilme de hem kendi benliğiyle uyumsuzluğa düşememeye, hem de yaşanan çevreden gelecek potansiyel zorbalığa, ezmeye, kine ve nefrete, kötülemeye ve suçlamaya meydan vermemeye dikkat ederek yapılmalıdır. Aksi taktirde egemenlik ilişkilerinde egemen olanın yanında veya egemenliğe boyunsunarak değil, başkaldırı ve mücadeleye girerek çözümleme sorunu ortaya çıkar. Dolayısıyla, hem çelişki hem çözüm insana ait ve insanın toplumsallığıyla belirlenir. Bu belirlemede hem egemenliğin hem de mücadelenin ifadeleri vardır.

Çelişkiye düşürme ve gülen maskenin altı

Sadece çelişkiye düşme değil, çelişkiye düşürme de çok ciddi sonuçlar çıkartabilir: Doğruyu söylemiş olmak önemsiz; önemli olan birey denen bir psikolojik bütünü şaşkınlığa uğratman, onun kendi psikolojik ve çıkar dengesini kurduğu içsel ve dışsal dünya düzenine uygun olmayan, o düzeni altüst eden bir ifadede bulunmandır. Bu durumda, barış ve insanlık nutukları durur; gülen çehreler asılır; tatlı dilin yerini cehaletin ideolojisinin kendini koruması için harekete geçmesi alır: Dik bakışlar, bağırışlar, "Sen Allahsızsın!. Sen döneksin!. Sen de Müslüman mısın?" gibi çıkışmalar, küskünlükler, kırgınlıklar, kavgalar ve hatta öldürmeler alır. Efendilerinin onlara taktıkları zincire kurtarıcı olarak sarılma durumuna düşürülmüşlerin sarıldıklarını ellerinden alamazsın: Sarıldıkları (örneğin polisin mesleği) köleleştirilmişlerin materyal varlıklarının örgütlü tutsaklıktaki varoluş koşullarıdır; ve sarıldıklarıyla gelen imajlar da, hayallenerek vakit geçirdikleri umutlarıdır.

Toplumsal eşitsizlik ve Tanrı: Çelişki çözümü

Gelelim fizyolojik alan yanında, toplumsal alandaki eşitsizliğe: Okulu bitirir iş arar. İşe alma sınavları olur. Kuyruklar, bir sürü sahtekarlıklar, adam kayırmalar, seksle ilgili umut ve kullanmayla işe almalar ve çıkartmalar. Bazıları bir işe kapaklanır. Kendine yapılan ezayı yapabildiklerine yapmaya başlar. Kimisi kendine ve çevresine bakar; yiyemeyeceği kadar zengin, çok zengin, zengin, orta, fukara, çok fukara, sefillik içinde aç, susuz, evsiz, işsiz insanlar görür. Hepsi Tanrının kulu. O halde Tanrı hepsinin rızkını neden adaletli olarak vermemiş? Neden Afrika'da kitlelerle aç ölenler var? Neden Ankara'da ve İstanbul'da çocuklar sokaklarda yatıyor? Neden zenginliklerin üzerine bağdaş kurmuş oturanlar "bilmem kaç bin işçinin karnını doyuruyorum, ben olmasam aç kalırlar" diye başrolde Tanrıyı oynuyor? Egemen ideolojide bu çelişkilerin de hem örgütlü dinin hem de kapitalizmin ideolojisinin bütünleşik parçası olan cehaletin ideolojisine başvurularak giderilmesi gerekir. Aksi taktirde egemen güçler için "bölücü" düşünceler artabilir. Bu giderilmede de, cahilleştirenlerin sunduğu ve cahilleştirilmişlerin aralarında iletişimle yaygınlaştırıp sürdürdüğü ideolojik açıklayıcı masallar kullanılır. Çelişkideki kişi aradığı cevabı bulur ve rahatlar: Siyasal cambazlık yapan örgütlü dinin tüccar ideolojisiyle, sefalet ve yoksullaştırma "Tanrının herkese rızkını farklı farklı dağıttığı ve her şeyde bizim bilmediğimiz fakat Tanrının bildiği bir neden olduğu" öne sürülerek açıklanır. Örgütlü dini egemen koltuktan eden ve Dünyayı soyma yarışında özgürlük ve eşitlik söylevleriyle coşan kapitalist ideoloji ise, ya Darwinci 'orman kanunu" savıyla ya da liberal çoğulcu "kaçınılmazlık" ve bu kaçınılmazlığa karşı sosyal yatırımlar, yardımlar, aş evleri, Kızılaylar, Kızılhaçlar, davetiyesi bin dolara yoksunlara yardım baloları ve tabağı beş yüz dolara yardım yemekleri çözümleriyle gelirler: Çark döner. Dönüşe aksi gidenler raya konur, döndürülür veya öldürülür. Yoksulluk ve yoksullaştırma devam eder. Kapitalizmin kullandığı destek ideolojisinde, yoksullaştırılmış insan kitleleri tembel, beceriksiz, oyunda kaybetmiş olarak nitelenir; ve kapitalist düzeninin yoksullaştırma sürecinin nedeni bireyin psikolojik-yapısına ve kültürel geri-kalmışlığına, motivasyondan yoksunluğuna yüklenir. Cehalet "bana neden olan, benim" diye kendini ucuz şarapla, ispirtoyla, sigarayla ve futbol takımı tutarak döver. (Belki de kendini ezen örgütlü güce karşı tek kalışının ve güçsüzlüğünün acısını böyle hem kendinden hem de kendinden olanlardan çıkartır).

Çelişkiyi toplumsal-kendine ve egemen çevrene karşı "düzen bozuculuğu" yapmadan gidermek daha sağlıklıdır: Olanı sürdürürsün. Peki bu "beklenen" biçimde gidermezsen? Ne "devlet başa, kuzgun leşe" egemenliğine, ne de Tanrı yapıp Tanrı satan ticari ve sanayi güçlerine dil uzatabilir veya baş kaldırabilirsin. İsyan edemezsin. O hak sana verilmemiş. Büyükler ve Tanrı ne yaptığını bilir. Her şeyde bir hayır vardır. Başkaldırma, günaha girersin; soruşturursan ve başkaldırmaya devam edersen, güçlülerin örgütlü ve meşrulaştırılmış gazabına uğrarsın.

Karşılaştırmanın sahteliği

Önerme bir:

"Beş parmak bir değildir" dediğimizde bir organizma yapısındaki farklılaşmayı anlatıyoruz. Bunu ister Tanrının beş parmağı bir yaratmadığına bağlayalım isterse pozitivist-deneyimci yaklaşımın duyu-tecrübesiyle görerek belirlemesine dayatalım, her ikisinde de, parmakların eşit olmadığı nesnel bir gerçektir. Fakat bu farklılığın temeli olarak öne sürülen nedenin (bağımsız değişkenin) Tanrı olup olmaması bilimin ötesinde metafizik inanma ve ya inanmamayla ilgilidir: Geçersizdir.

Önerme iki:

İnsanlar bir değildir. Fukarası var; zengini var; yakışıklısı var, çirkini var; sakatı var, sağlamı var. Bunu da ne tür metafizik, idealist veya materyalist kurama bağlarsak bağlayalım, doğru olmadığını savunamayız, çünkü apaçık bir gerçek. Geçerlidir.

Önerme Sonucu:

Tanrı adını kullanarak ve yukarıdaki iki önerileri alıp karşılaştırma yaparak ve birleştirerek, toplumsal eşitsizliği meşrulaştırmak ve doğrulamak için şu sonucu çıkaramayız:

Elin beşparmağı bir değil; Tanrı herkesi ayrı ayrı yaratmış"

Karşılaştırmayla varılan sonuç yanlış temelli sahte bir sonuçtur. Çünkü beş parmağın bir olmadığı fizyolojik veya organik yapıdaki farklılıklara bakarak, toplumsal eşitsizlikler haklı çıkarılamaz: Organik\fiziksel yapının farklılaşması, biyolojik büyüme ve görevselce farklılaşarak bütünleşmesi, (entegrasyonu) doğal kanunların sonucudur. İnsanların sefaleti, yoksulluğu ve açlığının kanunları doğal değil, insan yapımıdır; toplumsal-örgütseldir. Ayrı iki kanuna bağlı iki oluşumu, yukarıdaki şekilde karşılaştırıp yukarıdaki şekilde sonuç çıkarmak tamamiyle yanlıştır. Beş parmağın bir olmayışını gösterip, bunu Tanrının hiçbir şeyi benzer veya aynı yaratmadığına dayatarak, insanlar arasındaki toplumsal eşitsizliği meşrulaştırmak cehaletin ideolojisinin bilgiçlik taslayışındaki sahte temellere dayalı ucuz-mantık oyunudur. Bu oyunda sonucu veya savunuyu Tanrıya dayatma, karşıtlığı Tanrıya karşıtlık biçimine sokarak karşı geleni ortadan kaldırma da amaçlanır. Bu amaçlama daha da öte giderek meşrulaştırılmış güç kullanımı ve gaddarlığı da beraberinde getirir: 'Refah Partisine ve Hizbullah'a karşıtlık, Tanrıya (veya Tanrının istediğine, Şeriatin egemenliğine) karşıtlık biçimine döndürülür, ve gerekirse Tanrı adına kafası kesilip "cehenneme" gönderilir.

Beş parmağın farklı boyutları toplumsal eşitsizliğin veya insanlar arasındaki fiziksel farklılık ötesindeki farklılıkların hiçbir şekilde ölçüsü veya kanıtı olamaz. Tanrının beş parmağı farklı yaratışıyla, aynı tanrının toplumsal eşitsizliği yaratışı arasında kurulan bu ilişki alakasız, "ilişki-olmayan" bir ilişkidir.

Gelelim kapitalist sermayenin biliminin dengeyle (homeostasis, veya görevsel fonksiyonalizmle, ya da post-fonksiyonalizmle) insan sömürüsüne katılmasına: Beş parmak örneğiyle teoriyi inceleyelim. Beş parmak, eşitsizliğinde, beşi de birlikte görevsel bir bütünü oluşturur. Beş parmağın her biri görevsel bir bütün olan vücudun alt-sistemlerini oluşturur. Yani eşitsizlik doğal görev farklılaşmasının normal bir sonucudur. Toplum da, benzer biçimde, yatay ve dikey farklılaşmaya (iş bölümüne) uğrar; görevsel eşitsizlik kaçınılmaz olarak ortaya çıkar. Bu mantıkta, görevsel bakımdan, beş parmağın eşitsizliği ile toplumdaki görevsel eşitsizlikler arasında paralellik kurulabilir. Fakat bu paralellik fiziksel görevsel çeşitlenmenin, farklılığın, büyümenin ve entegrasyonun sosyal bilimlerde topluma uygulanması yanlışlığının sonucudur. Fiziksel görevsel-bütünlük bir organizmanın yapısallığıdır. Bu yapısallık, organizma olmayan, materyal ilişkilerin egemenliğindeki örgütlü insan faaliyetlerinin (egemenlik ve mücadelenin) oluşturduğu topluma uygulandığında değişime şiddetle direnen bilimsel tutuculuk ve gericiliği getirir.

Sonuç? Beş parmak görevsel farklılığa sahip elbet; böylece bir organizma kendi bütünlüğüne sahip olur. Toplumsal eşitsizlik bir organizmanın tümceliğiyle değil, toplumsal örgütlenmenin yapısının özellikleriyle açıklanmalıdır. Beşparmak, insanlar arasındaki eşitsizlik ve Tanrı ilişkisi hem minareye kılıf hem de kılıç kullanmaya giden meşrulaştırmadır.

New York, Mart 1997