Akademik Dergilerde Saray geleneği:
Paşaların Atıl Saltanatı

Yala yala reindeer3.gif (9123 bytes)

İletişim insanın biyolojik ve sosyal varlığını kurmasının, sürdürmesinin ve değiştirmesinin zorunlu bir koşuludur. İletişim olmaması demek biyolojik varlığın ve sosyalin yokluğu demektir. Bu gerçek bize iletişim alanının psikolojiden antropolojiye, kültürden örneğin tarihe kadar çok disiplinli bir alan olduğunu gösterir. Bunu hepimiz biliyoruz. İletişim alanının çok disiplinli olması iki tane uyduruk kitap okuyarak iletişimi vücut diline indirgeyen bir işletmecinin veya siyasal katılımı seçim süreçlerine indirgeyen ve hatta otoriteyi sadece siyasal otorite sanan bir siyasal bilimcinin ya da iletişim eğitimini sözü ve vücudu kullanarak etkili iletişim yapma ve eğitimi davranış değişikliği sanan bir eğitim fakültesi profesörünün iletişimde akademisyen olamayacağını anlatır.

Türkiye’de İletişimle ilgili akademik dergilerdeki danışma kurulu vb olarak verilen isimlere bakıldığında, padişahlık geleneği yanında görünen ve desteklenen gerçeklerden biri de Amerika’da başlamış ve çoktan bitmiş olan bir şeydir: İletişim alanının (ve fakültesinin) diğer alanların sömürgesi olması ve diğer alanlarda çalışan bazılarının hobi alanı olmasıdır. Bizim iletişimi sosyal bilim içinde ele alan ve iletişime katkısı olan insanlara ihtiyacımız var. İletişimi söz söyleme, okuma, yazma, dinleme, izleme vb sanan ve hiç bir katkısı olmayan, alanımıza sömürgeci olarak girenlere değil. İletişimi bilmeyenleri, bizi asla kendi aralarına katmayacakları neden dergilerimizde danışmanlıkla, editörlükle vb onurlandırıyoruz? Sadrazamlara ve paşalara ödün dağıtılıyor! İletişim alanında bizim kendi içimizde değerli olan kendi tutucularımız var, kendi eleştirel olanlarımız, kendi post modernlerimiz var. Bizim alanımızda en iyi şekliyle tutucu söylem analizi şarlatanlığına dönüştürenlere, bize hiç bir katkısı olmayan ve olmayacaklara, bize kıymet vermeyen ve vermeyeceklere neden dergilerimizde göstermelik de olsa yer verelim ki? Dergilerde danışmanlık vb listesinde olanların önemli bir kısmı hiçbir katkısı olmayacak kişiler.

Biz ne zaman bizden olmayanla ve bizi sömürenle psikolojik ortaklık kurarak bizliğimizi tanımlamadan ve kurmadan vazgeçeceğiz? Biz ne zaman birbirimizi destekleyeceğiz ve kendimize bakarak kendi değerimizi bulacağız? Bir iletişim dergisinde iletişim alanına katkıda bulunmuş, bulunan ve bulunacak, Biz’den olan insanların isimleri olmalı. Osmanlı Sarayındaki gibi Başvezirden başlayarak yalakalık yapma ve ödül dağıtma ne zaman duracak? Elbette tarihçiler, kültürle ilgilenenler, sosyologlar, psikologlar, siyasal bilimciler, ekonomistler olmalı. Ama o kişiler Profesörlük payesini ölçü alarak yapılan bir değerlendirmeyle oraya konmamalı. İletişim alanına olan veya olabilecek katkılarına göre konmalı. Hiç bir katkısı  olmayacak birinin ismi konmamalı. Çalışan ve çalışmayı  teşvik edenlerin değerli olması gerekir: Akademide padişahlık son bulmalı. Ayrıca “junk/çöp” üretiminden geçerek özel çıkarlara ve bilinç yönetimine katkıda bulunan endüstrinin şarlatanları asla onurlandırılmamalı. Ama şarlatanlar davet  ediliyor ve salon  doluyor. Değerli  yerli ve yabancı bilim adamları geliyor. salonlar boş. Bu durum  bizim nerede ve nasıl olduğumuzun bir göstergesidir.

Uf be, yoruldum valla. Kamusal alanda tartışma yaratarak demokrasinin gelişmesine katkıda bulunmak ne zormuş?!! Sağol Habermas amca. Bak ben de kamusal alana katılarak demokrasiyi gerçekleştirdim. Nah gerçekleştiririz: karar verme olanakları ve koşulları mülkiyetinde olmayanlar ancak kamusal alanda (ılık su dolu küvette) kürek sallayarak şehvete gelir ve şehvetle gelerek kendini tatmin eder. Ben işte böyle yaptım, çünkü Osmanlı saray geleneği (yozlaşmışlığı, yalakalığı, adam kayırmaca, haklıyı ezme, bireysel çıkarla doğruyu tanımlama vb) devam ediyor.

Padişahım sen çok yaşa!!

Sen de çok yaşa  yalaka ve de malaka!