CÜCELİĞİ GÖRMEYEN GÖZLER VE GÖZLERDEKİ İT DİRSEĞİ:

EGEMENLİĞİN HİTLERLE SÖYLEŞİYLE İLETİŞİMİ VE ELEŞTİRİSİ

İrfan Erdoğanreindeer3.gif (9123 bytes)

 

İletişimde, gönderen bir mesaj hazırlar; Bir iletişim aracı seçer göndermek için; Mesajını bozulmasın diye güzelce dioksinle veya benzeri herhangi bir zehirli kimyasal maddeyle yıkar, güzel koku vermesi için biraz karbon dioksit veya LOVE POISION saçar, fiyatına “hava kirletme" vergisini ve bilmemne fonunu ekler; bazen laiklik ilkesini katar ve laiklik derken bile din sömürüsü yapar; bazen de Tanrıyı ekleyerek paketleyip   “inşallah arzuladığım etkiyi yapar" diye seccadesini serip duaya başlar veya bazı dinsiz imansız polıtıkacılar gibi  abdest bile almadan   dua yapıyor taklidi yapar.

Vurgun ve sahtekarlığın egemen olduğu yerde, taklit, vurgun ve sahtekarlık kışkançlıkla kuduraraktan eleştirilir, alkışlanır, oy alır.

Post-modern düşlerle bizi sersemleten aydınlara göre, iletişimde mesajı alan alıcı öyle pasif, her eline verileni güp diye yutan biri değildir; aldığı mesajı ölçer, biçer, kırpar, kendi arzu ettiği bir kuşa çevirir, kolestrolu bol bir yağda “ölüm Alla’n emri, ah şu ayrılık olmasa; Sanki dünyaya kazık mı dikeceğiz" diyerekten iyice pişirir; sogan ve salça, bol tuz ve ekmekle midesine indirir. Ardından da bir malboro yakar ve dumanını yeşilaycıların suratına üfleyerek zevk çıkartır. Bu sırada mesaji gönderen duasını bitirir, purosunu tüttürerek dostuna kocaman bir öpücük kondurur. Kadın mok gibi kokan puronun tadını dudaklarında hisseder, içi bulanır, fakat hayatının gerçekleri bu bulantıyı bastırır. Kadının kusması zevkle inlemeye döner. Böylece iletişim tamamlanır.

Valla, bu iletişim tanımı bana öğretilenden çok çok daha anlamlı geldi. Amacım, iletişimi bize anlatanların “kelekliğiyle" veya “bizi kelek yerine koymasıyla" (veya her ikisini) bir aydına yakışmayan “gırgırcı" dille eleştirmek ve iletişimde gönderenin önce devesini çok sağlam sırıga bağlamak için her türlü daleverayı yaptığını ve sonra bu daleveraya bir diğer dalevera eklemek için dua pozisyonuna geçtiğini anlatmaktı. Anlattım mı dersiniz? Benimki de oyun bozarlık yani. Dün yolda H-itleri gördüm. “Eyil, Hitler (Heil Hitler)" dedi. “Bende eyilecek göz var mı? Duymamazlıktan geldim, eyilmedim. “İşler nasıl?’ diye sordum.

reindeer3.gif (9123 bytes) “Bir milletin burjuvalarının bütün dünyadaki burjuvalarla baş edemeyeceğini, bu nedenle, bi dahaki sefere, başlangıçta kendi resmini masalarından eksik etmeyen dünyanın büyük-burjuvalarının ceplerine elini soktuğu için elini ve belini kırmasına meydan vermeyeceğini, onlarla öpüşüp koklaşarak, Makyavelli amcanın taktiğini kullanarak işbirliği içinde rekabete sağdık kalıp aryan ırkının üstünlüğünü sağlayacağını “ söyledi.

“Aferim"dedim, “eline bir çukolota verdim" ve “Ama Hav-itler amca, sen hiç de Alman’a benzemiyorsun, kısa boylusun, benim gibi esmersin, piçleşen aryan-ırk olarak nitelediğin Fansızlara benziyorsun" dedim.

Çok bozuldu ve “gözüne gözlük, başına tarak..." diye bağıra bağıra stadyumun yolunu tuttu. Maça gidiyormuş.

Ardından koşup yetiştim, önüne geçtim ve gözlerimi göstererek “bunlar budak deliği değil, göz, göz" diye çıkıstım. Çıkışırım elbet, adam gururumu incitti.

H-itler, “gözlükcüye git!" demez mi!. Daha ben karşılık vermek için ağzımı açmadan, paltosunun düğmelerini çözmeye başladı.

Ben şaşkın donakaldım: “Herif hasta valla, bana şeyini gösterecek" diye düşündüm.

Anladı düşündüğümü, aptal değil ya... Sahtekar tüccarlar gibi gülümseyerek Paltoyu açtı, içini gösterdi ve “bende bir sürü gözlük var: Hangi marka istersin, BMW?, MERCEDES?, KRUPP?, SIEMENS? BOSCH? Çoğulcu double-vision?, Daha daha çoğulcu demokratik ve post-modern triple vision? Sana tavsiyem benim kullandığım Tek vision’ı al. İstersen indirim yaparım. Hatta ek olarak temizlemek için çok ucuza EXXON gazını veya 25 kurşun atan 9 mm’lik Parabellum’u veririm. N’olur Amerikalılardan alma. Alırsan enayisin, çünkü herifler mallarını Korede, Çinde, Taiwanda, Türkiyede falan yaptırıyorlar; Malları çürük, üstü iyi olanların bile altı hoşaf gibi... Amerikan firmaları bile Amerikan firması olduğunu müşteri kaybederim diye kabul etmiyor artık; Uluslararası firmayız diye yutturmaya çalışıyor. Ama istersen bende Almanlaştırılmış epey Amerikan eğlence show’ları ve filmleri var, Amerikalılardan daha ucuza veririm sana. Zaten biz eski dostuz. Birinci dünya savaşını hiç unutma!"

Adamın çenesinin duracağı yok. Sussun diye, bir Parker kalemi satın aldım. Kalemi verirken “bak, n’ap biliyon mu, bana verdiğinin on misline ARYAN MALI AL, AMERIKAN MALI, pardon, ulan, bu Amerikalılar dilime bile girdiler, kahrolsun Amerika, ARYAN MALI KULLAN VE ARYANININ NASIL YAŞADIĞINI TECRÜBELE diyerekten kakala."

"Ama H-itler amca, bu sadece bir kalem."

"Ne kalemi lan, sende de hiç ticaret ahlakı kalmamış! O kalemin aynısını dünyanın zengin insanları ve en seksi genç kızları kullanıyor. Banyoda tatlı vücudunu, elinde PARKER ile, ılık suyun şehvetli dokunuşları altında okşayan seks-sembolu yıldıza bak! Ne diyor “PARKER, ablan kurban olsun sana!"... PARKER seks demek, parker sahiplik, parker gençlik ve güzellik demek...

"Parker otuzbir çekmek..."

"Hayatııın tadııı, Parkeeer"  

"Elbette, satış bu, ticaret, serbest pazar, özgürlük, arz ve talep. Sana Siyasal Bilgiler Fakültesinde Samuelson’un kitabından ekonomiyi öğretmediler mi? Sen Kayserili bile olamazsın!"

"Ben Kayserliyim valla!. Ama İsmet İnönü’nün trenini durdurma zevkini tadamadım. Ortanın solcuları iktidara geldiğinde epey peynir, şeker ve yağ sakladım, hem epey para yaptım hem de Ecevit’i falan tepetaklak etmeye yardım ettim. Ticaret ve siyaseti birlikte yürütmek diye buna denir! Herkes kuyrukta bize yalvarıyordu. Ne iyi oluyordu valla. Ankara’nın ve İstanbulun esnafları da aynı numarayı bizden çalınca zevki kalmadı. Şimdi uluslararasılaştık. H-itler amca, ticaret damarım tuttu, birkaç bin tane daha parker satar mısın?"

‘Aslan vatanperver oğlum benim, istediğin kadar var. Ama, beş dakka evvel, köle işçilerin yarısı inat edip açlık numarası yaparak öldüler; Yabancı işçiler de işyeri şartlarının mükemmelliğine dayanamayıp, bizim evde bu koşulları isteriz diye hüzünlenip hastalanmışlar; Türk işçilerinin de karılarını döverken elleri incinmiş; Ayrıca, tutmuşlar bir de ücret artışı istiyorlar. Vatan zor durumda, onlar kendi sevdasında! Yahudilik! Komunist komplosu!! Enflasyon yaratıyor bu vatan hainleri!! Kusura bakma fiatları artırmak zorundayız. Tanesi on bine."

"Ama H-itler amca, beş dakka evvel beş bindi?"

‘Tatlı oğlum kafana gerçeği illeki kafanı kırarak mı sokmam gerek, neden ta baştan anlamıyorsun: Enflasyon, Yahudiler, komunistler, bölücüler, AKPler, KKP’liller..."

"Fakat beşten ona çıkış biraz fazla değil mi?"

"Onbeşe çıkarmadığıma dua et lan!. Ben sana iyilik yapıyorum, anlamıyorsun."

"Çok pahalı gibi geliyor bana"

"Kafana şimdi yiyeceksin sopayı! Sen yoksa bölücü falan mısın?"

"Fesuphanallah H-itler amca, cin çarpsın ki değilim, senden ona alırsam ben yüze millete nasıl kakalayacağım."

"Sen üzülme kakalarsın. Kakalanmaya alışmışlara, kakalanmayla kakalama umudları ve hayalleri verirsen, kakalanmalarından zevk duyarlar. Kakalamazsan bozulurlar bile. Benden ibret al, bak ben nasıl kakaladım: 50 yıldan fazla zaman geçti kakalananlar kakalama hayaliyle kafalarını kazıyorlar. Berberlere iyi iş çıkıyor. Traş ve Kesme endüstrisine yatırım yapmanı tavsiye ederim."

"On bine olmaz, yüz bine satamam H-itler amca. Bak, millet para yok diye ağlıyor; Bak memurlar mendil yerine ağlama-havlusu taşıyor. Böyle giderse sel gelecek valla."

"Sen onlara bakma oğlum, onlar hep numara; Kalleşlik yaparak beni iki çocukla yüzüstü bırakıp Amerikalılarla haşir neşir olan dönek bir arkadaşımın dediğini duymadın mı: Benim meeemuruum ne yapacağını bilir. Bu sözü ne mutlu bilmemneyim diyen yazının altına eklemek gerek!.. Herkes bi’şi yapıyor, Sen ne yaptığını bilmi’yon!. Çuvaldız mı yoksa sopa mı istersin?"

"Hav-katten de hav-itler amca, sen tanesi on bine beş bin Parker verir misin?"

"Bir dakka, şu notebook bilgisayarımla hem hesaplayım hem de internet’le % 5 hisseyle yönetimini kontrol ettiğim SS-KRUPP INC.’den son durumu öğreneyim.

"Ama, H-itler amca, senin H-itler Corporation’a n’oldu?"

"Oğlum sen hangi çağdasın?!. Sen monopoly kapitalsizmde desentralizasyon, diversifikasyon, paralel ve dikey entegrasyon ve re-entegrasyon, synergy, convergence/yöndeşme  gibi şeyler duymadın mı?

"Valla bir kelime bile anlamadım"

"Oğlum bugün biz bir altında bin, bin altında biriz. Diklemesine büyüğüz, yanlamasına büyügüz, çaprazına büyüğüz, yatay ve sandalyede falan büyüğüz. Mesela, Helga yengenle bir film yaparız ve bunu bizim olan ayrı isimdeki dağıtım şirketleri bizim olan çeşitli isimdeki sinemalara dağıtır. VCR teypleri çıkartan ve dağıtan firmalarımız vardır. Filmin müziğini plak ve CD basan ve dağıtan farklı firmalarımız dünyaya yayılmış ve ortaklıklar kurmuştur. Benim Helga yengenle haşne fişne resmimin olduğuT-Şhirtlerden para yaparız. Aynı zamanda, Helganın elinde oklava benim elimde gırtlagını sıktığım çaltak bacaklı bir yahudi mankenlerimiz ve oyuncaklarımız çıkar çocuklar alır zevkle RAMBOCULUK...yok, ulan gene dilime Amerika saplandı, ARYANCILIK oynarlar. Bunlardan da para yaparız. Spor ayakkabıları, parfümler, kolonyalar HELGA-H-İTLER adıyla pazarları kaplar. Kadınlar Helga erkekler de H-itler modası peşinde koşarlar. HELGA çiftliğinde HELGA tavukları büyütür, HELGA yumurtaları satarız. HELGA inekleri en sütlü inekler olur. H-İTLER füzeleri, nükleer ve kimyasal silahlar savaş endüstrisi pazarlarında HELGAYA benzer seksi kızlar tarafindan reklamı yapılıp satılır. Kısaca, ayrı isimler ve kılıklarda yapmadığımız hiçbirşey yok bizim: Bebek maması ister misin? Inter-conitinental balistic füzelere ne dersin? Çevre koruma teknolojimiz bile var. Düşmanının hayatını zehretmek ister misin?"

"Elbette; n’apaca’z?"

"Kaynanasını recycle ederiz. Geri-dönüşüm (recyle) teknolojimiz çok ileri."

"İnternet bağlandı mı?"

"Sizin telefon hatları da çok moktan, bir sürü gürültü var."

"Daha dün yaptırdık Amerikalı ve kuzey Avrupalılara."

"Dün mü?’

"Evet."

"Ulan, bu dün yaptıkları teknoloji geçen haftanın teknolojisi. İyi kakalamışlar valla. Birkaç kişi milyarder olmuştur. Kıskandım valla, çatlayaca’m hırsımdan!. Değiştirin bunu be!. PTT’nizi özelleştirmezseniz olmaz."

"Ama H-itler amca siz devletci de’el miydiniz, niye Amerikan sakızı çiğniyorsunuz?

"Ne Amerikan sakızı be, bu Helganın dili! Güldürme beni!. Devlet dediğin ne? Benim ortaklarımın kim ve ne olduğunu sanıyorsun?

"Ne biliyim, devlet ne ki?"

"Devlet demek ben ve benim ortaklarım ve ortaklarımın ortakları demek.

"Peki vatana ve millete ne oldu?"

"Benim ve benim ortaklarımın ve ortaklarımın ortaklarının malı.

"Ya Vatanın bölünmezliği ve bütünlüğü?"

"Benim ve benim ortaklarımın ve ortaklarımın ortaklarının malı bütündür, kutsaldır, bölünemez, bölmek isteyeni önce beşle çarpar, sonra kırkdörde böler, ardından da çıkartırız!.

"Millete ne düşer?"

"Adam gibi çalışıp ekmek parasını kazanıp oturmak, bize rızkını verdiğimiz için dua etmek, ve, en onemlisi, vatanın bütünlüğünü canla başla korumak.."

"Oturmazsa?"

"Vatan ve millet adına oturturuz."

"Onlar otururken ve korurken siz n’aparsınız?"

"Nutuklarla şevk veririz, canlandırırız, doldurur ve taşırırız, titretip kendilerine getirtiriz. Sen onu bunu bırak da PTT’yi, TEK’I, Türk Petrolü falan özelleştirin ki demokratikleşip bizim olsun."

"Özelleştiriyoruz. İkinci cumhuriyeti bile kuruyoruz: Atatürk öldü, yaşasın Atatürk. Okların altısı da bir bir kırılıyor, eskidi, köhnedi. Yeşil görünüyor. Değişen dünyaya ayak uydurarak ve uydurularak özelleştiriyoruz. Avrupa, Amerika ve Japon sermayesiyle ortaklığımız arttı; Bizim için sistemler kurup çalıştırıyorlarlar, herşey bittikten sonra bize teslim edecekler. Ne iyi kalpliler değil mi? Para bizden çıkacak, kârı onlar ve birkaç hissedar işbirliçi alacak. Oluyor. Olacak. Hele Dünya Bankasına ve IMF’e tefecilikte geliştirdikleri en hünerli cambazlıklarla, gelecek yetmiş neslimizi köleleştirecek kadar borcumuzun borcunun faizinin faizini daha az faizle beş sene uzattığı için minnettarız. Ellerinden öperiz. İnbeleri Şeytan çarpar inşallah da kurtuluruz (NOT: Şeytanın varlığına inanan bile inanmadığı ve bu nedenle bir elinde yeşil bayrak veya haç diğer elinde modern öldürme araçlarından biri bu inşallahı gerçekleştirmeye çalışıyorlar, ki eğer kapitalistin soymaya hakkı varsa, okuyup üfleyenlerin de okuyup üflemeye hakkı vardır. N’olur bu tarafa doğru üfleme, çok sarımsaklı! Ayrıca, senin üfleme hakkının başladığı yerde, benim üflenmeyi isteyip istememe hakkım başlar. Laf!)

Dedim ya, özelleştiriyoruz, işbirliğindeyiz.

"Aferim, öğreniyorsunuz, işbirliği iyidir. Bak ben 1930'larda ve kırklarda dik kafalılık ettim, benim anamı ağlattılar."

"Benim dik kafalılık edecek halim yok, H-itler amca. Herif ürünlerini dayayınca kapımıza; yardım diye, hibe diye, borç diye ülkeye yağdırınca; bize ya yok olmak ya da işbirliğine girerek yardımı, hibeyi, borçları, fonları, rüşvetleri falan cebimize indirmek kalıyor."

"Hah, dur, internetten SS-Krupp Inc.’dan mesaj geliyor. Eyvaaah, fabrikalardan birinde yangın çıkmış. Önleme tedbirleri alınmamış da ondan diyorlar. Yalana bak! bölücüler sabotaj yapmış olmalı... Kusura bakma ama, durum fena, on bine zarar ederim, on beş bine ne dersin?

"Soygun var derim."

"Yangın var oğlum, soygun değil. Şaşırdın gene. Aklını başına topla: Kafana bir sopa ister misin?"

"Deli misin sen?"

"Oğlum, sen yardımdan da anlamıyorsun. Amerika akılları başa getirmek için tutup bir sürü silahlar, işkence aletleri, helikopterler, tanklar, F-16'lar falan satıyor, eğitiyor ve bir sürü para yapıyor. Çatlayaca’m valla!! Ben kendi elimle kendi sopamı sunuyorum, sen kafanı çekiyorsun. Bu kadar kafasızlık olmaz valla.. Yok, ben sana birşey satmayacağım. Maça gidiyorum. Peşimi bırak."

"Kafam ağrıdı."

"Vurmadım ki ağrısın"

"Vurmadan da beter ettin."

"Bayer ister misin?"

"Yok bende Amerikan Excedrin’i var. Daha güçlü."

"Bayer kalbe iyi gelir, kalpten nalları dikmeni önler."

"Excedrin mideme daha iyi geliyor."

"çatlayaca’m valla. Ben maça gidiyo’m."

"Maç bitti."

"Sen öyle san. Daha yeni başladık."

"Sizin takım hakemlerin uyguladığı kuralları yapanların ayağına bastığı için bir sürü penaltılardan sonra ayağının altındakileri perişan ederek perişan oldu."

"Turnuvadan atılmadık henüz. Atılacağımızı da sanma. Bak, Oklahoma maçına: Ayağımıza basıyorsun diye ayağımıza basanların ayağına nasıl bastık. İkiyüze yakın gol. Biz böyle basarız.

"Sizinki de, kapitalistler tarafından laiklik ilkesiyle, poposuna tekme vurulup siyaset ve ekonomide egemenliklerine son verilen örgütlü dinin tekmenin acısını çıkarmak için egemenlik arayışına benziyor biraz... Onun da arabasıı vaar, pardon duasııı var, gider miii gider.."

"Örgütlü din mi? Güldürme beni, şimdi kafana sopayı yersin valla."

"Sonra ne olur?"

"Katolik kilisesi gelir sopayı tasdik ve takdis eder."

"Peki benim kafam?"

Kafanda haç çıkarır ve "zavallı kilisemizin paraya ihtiyacı var, Tanrı veren elleri boş bırakmaz, ver ki ellerin dolsun, vermezsen başına güneş vursun" der.

"Hitler amca"

"Yah!"

"Kiliseye bugün onmilyon bağışlasam, az mı gelir? ayıp mı olur dersin?"

"Deli misin sen bin bile çok. Yarısını bana ver istersen."

"Anlamadım!"

"Sen şaka bile anlamıyorsun valla. Kafana sopa ister misin?"

"Hah, hah, haa.."

"Bak akıllanıyorsun ve daha duygulu, daha ince, daha anlayışlı hale geliyorsun. Neyse, sen on bini örgütlü din tüccarına ver. Mallarının satış fiyatına ekle. Vergiden düş. Televizyoncu Cevriye Civeleği çağır, kameralarıyla gelip senin ne iyi bir insan olduğunu anlatsın. Bu sırada da PARKER kalemini göstermeyi unutma. Millet senin PARKER ve seksi Cevriyeyi kullandığını görüp, hiç değilse PARKER alarak rüyalarının yarısına erişmiş hissetsinler. Ne iyi, bak biz millete iyilik yapıyoruz. Hizmet bu işte! Biz olmasak aç ölürler valla! "

"Doğru, boru değil, hizmet yapıyoruz."

"Lafı çok uzattın. Alacaksan al, yoksa, maça gidiyo’m."

"Bizim takım geçen gün kaybetti, beş milyar yerine iki milyar alabildik."

"Oyuncuları satın, iyilerini satın alın sizde. Benim takımdan transfer ister misin? Yetmişlik Hans valla hala dipdiri!"

"Yemez, o dündü, bugün 18'liklerin ardındayız hem de uzun boylular. Senin boyun niye kısa H-itler amca?"

"Boyum mu kısa? Gözüne gözlük....."

H-itler bunu dedikten sonra, küstü ve maça gitti. Ben de göz doktoruna telefon ettim ve "ben kör müyüm?" diye sordum. Doktor "iki milyon gönder ve gelecek hafta telefon et söylerim" dedi.

Gelecek hafta H-itlere inat doktora telefon edip kör olup olmadığımı soracağım. Sonra stadyuma gidip, hakeme küfreden H-itlere bir daha yakından bakacağım. Cüce gibi geldi bana. Neticeyi o zaman yazarım size. O zamana hadar, yerinizde uslu uslu oturun; sıkılmayın televizyon seyredin; işverene sizi aç bırakmadığı için dua edin; insanlık, eşitlik, özgürlük, soyguna ve sömürüye, azınlıkları ezmeye son diye yaygara yapan vatan hainlerine ve bölücülere hak ettikleri dersi veren devlet güçlerini alkışlayın, gerekirse ders vermeye siz de katılarak vatana olan borcunuzu ödeyin. Kennedy ne dedi bir zaman: Bu vatan benim için ne yaptı deme, ben vatan için ne yaptım de!! En son ne yaptın senin sanıp senin olmayan ve başkaları tarafından sahip olunan, bölüşülmüş ve sana çalışırsan biraz ekmek, biraz, sirk ve koruma görevi verilmiş vatan için?

Ne zaman ki Kennedy’lere "bu sefer siz önden gidin, biz arkadan sizi destekleriz" dersek, işte o zaman kapitalist demokrasinin ne olduğunu anlamış ve kapitalizmin gerçek kartlarıyla oyuna katılmaya başlamış oluruz. Çünkü bu tür cevap kapitalist materyal ilişkilerin ve bu ilişkilerdeki vatan ve millet anlayışının gerçek yansımasıdır: Kapitalistin, beş vakit namaz kılsa bile, ne tanrısı ne de vatanı vardır: Kapitalist, diğer sermayeler gibi, amacına ulaşmak için tanrıyı ve vatanı sermaye olarak kullanır. Kapitalizmin vatana, insana ve insanın yaşadığı çevreye ne denli saygısız ve duygusuz olduğunu anlamak için uzağa gitmeye gerek yok: Sokağa çık ve bak etrafına. Etrafına baktıktan sonra, "eğer, İrfan, gözüne gözlük gerek’ dersen. Haklısın derim: Pislik içinde yaşayan bazılarının, pisliği görebilmeleri için, temizliği tecrübeleri zorunludur. Fakat, unutmayalım, temizliği görenin, bunu da kirletme olasılığı her zaman vardır: Kapitalizmin dünyaya yaptığı gibi...

Post-modern H-itler maç seyrediyor. Takım onun takımıymış. Oyuncular da... Seyircilerse deşarjda... İletişim deyip geçmeyelim...

Irfan Erdogan

Mayıs 3, 1995

2004' de Not:  Hitler hiç değilse iki yüzlü sahtekar biri değildi. Tarih boyu yapılan katliamlara yenilerini ekledi. Onu suçlayan ABD bir atom bombasıyla bir anda insanları yok etti. Bunu yaparken de sahtekarca özgürlük ve insanlık tasladı ve taslıyor. Dost/arkadaş kılığındaki iki yüzlü bir yılan yanında Hitler daha değerli değil mi? O Hitler şereflice intihar etti. Yüzümüze arkadaşımız gibi gülen Post-modern Hitlerlik revaçta şimdi.