text="#000080" link="#006666" vlink="#004040" alink="#008080" class="text1">

(Bu çerçeve içinde şaşı bir geyik düşünün)reindeer.gif (9123 bytes)

Sakın şaşılığını genetik nedene bağlamayın; bu geyik post-modern duyarlılıkların ve durumun sonucu böyle olmuş. Üzülmeyin geyik, hayatından memnun.

Geyiği daha da memnun görmek ister misiniz?

O zaman bir eline Coca Cola ve diğerine “pop corn,” gözüne en son moda bir gözlük, yüzüne, dudaklarına ve gözlerinin etrafına Fransız veya Amerikan boyası, altına Levi’s giydirin ve bir sinema kotuğuna oturtun. Yanına ağzında yanmamış bir Marlborosu, jöleli saçları ve küpesiyle ve uniseks giysileriyle bir erkek geyik koyun. Alt-yazılı Amerikan filmi seyretsinler.

Kullanımlar ve doyumlar, işte sevgilim!!! Her ikisinin de dudakları kulaklarında… kulaklarında beşer delik.

Bu resimde olmak istemez misiniz?

O zaman:

Biri Sizi Denetliyor, Şişli, İstanbul adresine gelin. Siz de gülün.

Post Modern duyarlılık, Post modern Ötekilik
Post modern kültürel farklılıklar
ve
bu kültürel farklılıklarla saygıyla yaşama üzerine
Daha doğrusu
Günümüzde egemen bilincin gaddarlıkları saklayan
duyarlılık sahtekarlığı üzerine

Ben özgürüm diyerek, satın aldığı Coca Colayla midesinde bu özgürlüğün yarattığı gazlı gerginliği hissederek doyum bulan, tarlı ve nikotinli kanserle özgürlüğünü kutlayan Post modern duyarlılıkta “paylaşılana ve ortak insan doğası” kavramına ve duyarlılığına yer yoktur. Onun yerine merkezde “ötekilik” ile “benin” (benlerin) farklılığı vardır. Dolayısıyla aynı sınıf içindeki farklı gruplar, azınlıklar ve cinsiyetler arasındaki ortaklıklar –örneğin sömürü ve işsizlik gibi aralarında ortak olan yaşam koşulları—ya hasır altı edilir ya da doğrudan reddedilir.

Böylece “özgür çözümlemeler” yapan alımlayıcı dedikleri birey, kültürel farklılıklardan geçerek ötekiliklerle kutsamalar içinde özgür ve çoğulcu bolluktaki post-modern durumu yaşar. Bu durumun egemen bilincinde ortaklıklar yerine farklılıklar vurgulanır ve insanların ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal ortak sorunları, özellikle ücret\maaş köleliği koşulları ve bu koşullardan kurtuluş böylece “her koyun kendi bacağından asılır” diyen cellatlarla, kurban olduğunun farkında olmayan “özgür” bireyler arasındaki rekabete indirgenir.

Bu rekabette bireyin başarısı ancak televizyon önünde Galatasaray’dan, dizilerden, Reha Muhtar’dan ve televole’den, ve Supermarketlerde alışverişlerden geçerek özgür çözümlemelerle katılmalar ve direnişler yaparak mümkün olabilir. Sonuç kölelik koşulunun bilincinde olmayan köleliktir. Sonuç Güney Doğu Anadolu’nun çöllerinde “ben özgürüm” diyen “cep telefonu kullanımı özgürlüğüdür. Bu özgürlük sadece tüketim demokrasisi deneni yaşayanın “iyi saman yiyen, kaliteli sıvı içen, kaliteli giyinen ve ahırı kaliteli eşyalarla dolu olan öküzün\ineğin” bunlardan yoksun olana caka satışı ve kendi aralarında gösteriş yarışı değil, aynı zamanda zenginlikleri nereden ve nasıl elde ettiği belli olmayan ahır ve hayvan sahiplerinin özgürlüğünü yaratan ve destekleyen özgürlüktür. (Belli aslında)

Derin farklılıklardan kaynaklanan ortak sorunları ortak eylemler ve etkinliklerle çözme gayri-meşrulaştırılınca, global pazarın çıkarlarına aykırı düşünce ve panzerlerle ve hapislerle karşılaşınca, sindirme artınca ve susturma azgın bir şekil alınca, her şeyden olduğu gibi bu sessizliğin korkusundan da tedirgin olan egemen güçler ve onların kültürel incelemecileri post-modern durum uydurusuna sığınarak rahatlarlar.

Eğer sınıf gibi farklılıklar ve bu farklılıkların önemi vurgulanırsa, o zaman bireye inme ancak sınıf aitliği veya sosyal tabakalaşma içinde olacaktır ki bu da kaçınılmaz olarak sınıfsal farklılıkların, aynı sınıf veya grup içindeki ortaklıkların, ortak karakterlerin ve ilişkilerin üzerinde durulmasını getirecektir. İşte bu farklı sunumla ve farklılıklarla yaşanmaz!

Post modernizmin getirdiği “çoğulculukta farklılıklarla yaşama” çağrısı liberal ve insancıl duyguların gıdıklanmasını ve daha kötüsü bu çağrıya katılanların insanca duyarlılıklarla dolu olduğu hissinin oluşmasını teşvik eder.

Küçüğü, bölünmüşü, güçsüz bırakılmış birey veya cemaati soymak çok daha kolaylaşır. Bir yerel belediyeyi rüşvetle satın almak, rüşvetçi bir merkezi devleti satın almaktan çok daha ucuza mal olur. Sendikaların olmadığı veya sendikaların “yerel yönetimlere” ayrıldığı bir sendikalaşma sisteminde “esnek üretim” çok daha kolaydır.

Sınıfların ve grupların niteliksel farklılık ve ortaklıklarına eğilme, kaçınılmaz olarak özgürlük ve çoğulculuk uydurusu etrafından laf ebeliği ederek özel teşebbüsün dualarından (sadece duygusal valla!!) mahrum eder ve “devletin baskı aygıtlarının” gazabından arınmışlık ve rahatça yaşama durumunu tehlikeye sokar.

Güçlünün kültürünün güçsüzünkini yolluk yapıp üzerinde seks dahil her şeyi yaptığı global egemenlikte gasp, iğfal, baskı ve sömürü siyasetinin adı “diğer kültürlere saygı ve ötekiliği hoşgörüyle anlama” biçiminde sunulur.

İki yüz gram ekmeğin iki yüz bine çıkması, beraberinde sürekli her şeyin pahalanmaya devam etmesi, insanların saatlerce belediyenin ucuz ekmek kuyruğunda beklemesi, zenginin daha zengin fukaranın daha fukara olması gibi gerçekler karşısında ‘kültüre” saygı da ne demek? Farklılıklarla yaşamak da ne demek?

Vurgun ve hortumlama kültürüyle gece yarısı kalkıp sokakta titreyerek ucuz ekmek alma yarışı kültürü ve ötekilikler arasında ne tür bir saygı olabilir? Bu farklılıklarla nasıl yaşanabilir?

Bal gibi de yaşanıyor değil mi?

Yok, bal gibi yaşatılıyor.

Nerede?

Bizim silahlarımızın gölgesinde terlerinin kurutulduğu ötekilerin farklılıklarla yaşadığı ve ücret köleliği koşullarından geçerek sağlanan “ortak rıza, ortak katılma, karşılıklı bağımlılık ve insan haklarının olduğu yerlerde.

Gece kondularda aileler bir odada yığılmış uyurken, işsiz dolaşırken, kışın yakıtsız yaşarken ve bu sırada her gün televizyonlarda lüks, zevk ve eğlence kültürüyle umutsuzca iştahlanırken “farklılıklarla yaşayalım, kültürel farklılıklara saygı duyalım” diyebilir miyiz?

Niye demiyelim ki?

Avrupa sömürgecilerinin antropoglarının bazıları da Afrika’yı işgal eden ordularıyla veya onların hemen ardından gelerek Afrika kabilelerinin kültürünü incelediklerinde onların kültürüne saygı gerekliliğini belirtmişlerdi.

Eğer bir köle, özellikle kendini akademik hayatın rölatif rahatlığında bulmuş bir köle, kültürel saygıdan, ötekilikler, bireysel özgürlüklerden ve çoğulculuktan bahsediyorsa, bu aslında dişini geçiremediği efendisine diş bileyen kölenin efendisine imrenişi ve düşmanlığıyla dolu bir saygıdır. Bu saygıyla köle efendisi için üretim yapar.

Toplumda birinin (ötekinin) zenginliği diğerinin (ötekinin) aç kalmasına neden oluyorsa (üretilen zenginliklerin bölüşümünde derin adaletsizlik yaratılmışsa), biz nasıl kültürel farklılıklarla huzur içinde ve saygılı bir şekilde yaşayabiliriz?

Soyguna ve vurgunun kültürüne saygı ancak kıskançlıkla kuduran bir diğer soyguncudan ya da soygun rüyalarıyla ıslanan umutlu-köleden gelir. Şirketlerin ve devletteki ortaklarının ücret politikaları ve bu politikaların uygulamasıyla oluşan şirket ve kamu politikaları kültürüne nasıl saygı duyabiliriz?

İletişim fakültesini bitirdikten sonra işsiz kalan veya Aria’da satıcı olarak iş bulan bir gençten kendine ve toplumuna nasıl saygı bekleyebiliriz?

- Ah, teşekkür ederim, senin asgari ücretin olmasaydı, ben sokakta işsiz kalırdım, istersen bugün on beş saat çalışayım diyerek mi?

Kültürün ne olduğunu bilmeyenler, kültürün tanımını bile yapmadan aciz olanlar ya da tanımını kasıtlı olarak belli insan düşüncesine ve pratiklerine indirgeyenler için bu sorular ve sorunlar kültürün dışındadır. Emperyalizmin kültürel antropologları yüzlerce yıldır “kültürel ve etnografik” incelemelerle var olanı betimlemişler ve en “humanist” olanları yerel kültüre dokunmayın, farklılıklar demokratik zenginliktir gibi iddialarla gelmişlerdir. Elbette farklılıklar anlaşılmalı ve farklılıklara saygı gösterilmeli. Ama hangi farklılıklara?

Post modern veya liberal çoğulcu ideolojinin sunduğu kültürel farklılıklara saygı ve onları kabul etmeyi Guardian yazarı Julie Burchill’in cümlesiyle açıklayalım:

Ama önce bir iki saygı örneği verelim de Julie’nin ne demek istediğini açıkça anlayalım. Benim İnsanın Zincirine Vuruluşu kitabımda kadınlar ve çocuklarla ilgili bölümlerde bir çok örnek var. (bu kitabı okumanıza gerek yok, siz Huntington’u, Fukoyama’yı, Fiske’yi, Mc Quail’i falan okuyun ve okutun; deli misiniz, okumayın; bildiğinizi ima eden işlevsel klişeleri öğrenin yeter): Bir tanesi saygı göstermemiz gereken Kuzey Afrika’daki bir kültür hakkında: Bu kültürde kadınlar sünnet ediliyor, yani klitorisi alınıyor ve hatta vaginasının kapağı dikiliyor. Saygı duymak gerek!!

Saygı duymamız gereken bir diğer farklılık: Avrupa’da orta çağda kadınlar cadı diye meydanda yakılıyor.

Daha da saygı duymamız gereken bir başka farklılık: Türkiye’de polis teşkilatının iş kültüründe ne fazla mesai ne de hangi saatte işi bitirecekleri belli değil. Günlerce çocuklarını görmeyenler var. Vatan hizmeti mi diyelim bu kültüre? Vatan uğruna sıkıntı veren kültüre dua gerek!! Siz polis olsaydınız ne kadar farklı olurdunuz? Eh! Vur copu seni gece gündüz uyutmayan göstericilere! Coplama kültürü “üniversiteye girememiş ve kendini polis teşkilatı içine atmış “geri zekalı” Anadolu gencinin doğasından mı geliyor? Sen duyarlı kentli çocuğu, sen polis ol bakalım, farklılıklara nasıl saygı gösterebileceksin? Panzerlerden üzerlerine su sıkılanlar bu farklılıkla nasıl yaşar?

Anadolu’ya yayılmış firmalarda saygıyla anmamız gereken bir kültür: Çalışanlara sosyal sigortayı vermemek için defterlerde gösterilen girdiler ve çıktılar.

Elbette en alçakça olanlardan biri de, çoğulculuk ve özgürlükten bahsedenlerin bazılarının çevreye kendilerinin zehir saçmasına gelince, kültürel saygıyı bırakıp, egemen çirkefliği seçmekten kaçınmaması: Egemen çirkeflik kendi yarattığı farklılığa saygı isterken, bu farklılıkla ezilen, yoksun bırakılan, bir nefes temiz hava ve bir ekmek diyenlere bu saygıyı neden göstermiyor dersiniz?

Ötekilik işte saygı gerek.

Ha s……. lan!

Saygılı ol biraz. Diline dikkat et.

Valla bu dille ne seni ne de başkasını temel yaşam koşullarından yoksun edip, ücretli kölelik durumuna düşurmedim.

Ama kabasınız, yontulmamışça laf ediyorsunuz, küfürbazsınız.

Ah, canım beniiim, ne de çok duyarlısıııın. Sömürgen olmadan sömürgenin duyarlılığını taşımaya ne derleeeer?

Ne derler?

Cevabını sen bul, söylersem gene küfrediyor diye moralin bozulur. Ben efendine küfrediyorum, sen kendi üzerine alınıyorsun, niyeee? Ben sadece küfredebiliyorum, o kadar. Benim sıkıştırıldığım farklılık bu. Ben bu farklılıkla senin efendilerinin her gün ekonomik ve ideolojik olarak düzdüğü ötekiyim. N’olur bana saygı duy biraz?!!! Bırak hiç değilse, futbol maçları dışında da küfredeyim de rahatlayım biraaaz!!! Yani, n’apıyım, “işletmeci insan kaynakları şarlatanlarının” dediğine uyup kendime mi küfredeyim; tembelim, Kuzeyimi bilemiyorum, kendime bir misyon seçmedim, iş bulamıyorum diye… Hem (ipe) düzülüp hem de (ipe) düzene saygı mı göstereyim. Düzüldüğüme “ah iş buldum” diye seviniyim mi? Bulamazsam, beceriksizliğime yanıp, kendime mi küfredeyiiiim?

Ben Sayın Şey olarak diyorum ki, kendine küfretme, bana da etme, ötekilere de etme. Farklılıklarla saygı içinde modern yaşamı öğren.

Pekiii, ötekilik figürlerine na’pıyım?

Birkaçın dışında herkesin yaptığı gibi, o figürleri seyret, iştahlan, seyret, iştahlan, ağzının suyuna dikkat et, yere akmasın. Big Mac ye aynı tadı alırsın (mı acaba?).

Özlüce, her gün gördüğünüz ve yaşadığınız kültürel farklılıkları düşünün ve ardından Lucie’nin söylediğini:

Accepting cultural differences all too often means letting a cruel bastard off the hook. The Guardian July 11 1998)

Yorumu (tercümesi değil):

Kültürel farklılıkları kabul etme çoğu kez var olanı meşrulaştırma ve sorumluları sorumluluklarından arındırmayı getirir.

Elbette farklılıklarla yaşayalım ama hangi farklılıklarla? Kapitalizmin yarattığı doğal çevre, yoksulluk ve yoksunluğun kültüründeki insanlık durumuyla gelen farklılıklarla mı?

Neden senin farklılıkların bizim oluyor da benim farklılıklarım olmuyor?

Hangi farklılıklarla? Örneğin Cebeci’nin ve bu okulun içini dolduran iğrenç havayla yaratılan farklılıklarla mı? (havayı sadece fiziksel anlamda almayın)

Hangi farklılıklarla? Maaşımızın yüzde yüz azaldığı ve bu sırada, örneğin Kalaba’da bizim apartmanın karşısındaki sokakta kriz sırasında kurulan villaların mimari ifadedeki post-modern kültürelliğini çözümleyerek elde ettiğimiz farklılıklarla mı?

Ben insanların insanca yaşamasını gerçekleştiren farklılıklarla yaşamayı ve buna saygı duymayı isterim. Zaten bu doğal olarak gelir. Ama günümüzde globalleşme ve post-modern denenle gelen farklılıklar asla saygıya değer bir karaktere sahip değildir. Kapitalizm psikolojik bakımdan ciddi hastalık yaratan insanlık dışı bir sistemdir: Bir insanın diğer insanları yaşam gereklerinden yoksun bırakması ve onları ücretli köleliğe mahkum etmesi, ardından da o insanları beslediğini söylemesi, adını bilemediğim iğrenç bir psikolojik durum değil mi?

Böyle bir insana, böyle bir insanlığa, böyle bir sisteme ve bunların kültürüne saygı duymak insanlığını yitirmenin göstergesidir. Ben iğreniyorum. Siz?

 not:

Bunu okuyan ve beni önyargılı, ideolojik, popülist ve hatta komünist gibi nitelemelerle değerlendiren bazı geri zekalılaştırılmış ve kendini geri zekalılaştırmışlara ufak bir not:

Kimliğini ve kimlikleri kendini ve başkasını senin ve seninle olmayan bir yere yerleştirerek değil, önce “kendine ve diğer insanlara değer veren insan olma” noktasına yerleştirerek tanımlamaya çalış. Geri-zekalılık suç değil; ben de, örneğin, işverenlerden her yıl 100 dolar hediye alan bir sendika yöneticisinin yüzüme söylediği gibi kendi çıkarını (kapitalist düzende) gerçekleştirmeyi düşünemeyen bir geri-zekalıyım. Anneme göre de 30 senede Amerika’da zengin olamayan beceriksiz bir geri zekalıyım. Ben toplumdan geçerek kazandığım bireyciliğimle ve bu bireyciliğimi toplumsal sorumluluğa yansıtma biçimimle, yani toplumda birilerini veya toplumun zenginliklerini  soymadığım için geri zekalıyım ve bunun genellikle farkındayım. Sen?