SPOR GEYİĞİ reindeer3.gif (9123 bytes)

Dikkat çarpar!

Hapspor yenilmiş, Hapsporlu gençlerin kafası bozuk, sokaklara dökülmüşler ve "o... çocukları" gibi küfürlerle naralar atarak oraya buraya saldırıyorlar. Ankara'da gençler ellerinde bir spor takımının bayrağı arabaların içine dolmuş sokaklarda korna çalarak ve bağırarak dolaşıyorlar. Felekbahçe yenilmiş ve taraftarlar Felekbahçe yönetimine ve oyuncularına lanetler yağdırıyor ve ellerine geçen oyuncuları dövüyorlar. Bunu açıklarken, takımı kazandığında ve kaybettiğinde yaptıklarıyla gençlerin ezilmişliklerini ve cinsel yaşam bunalımlarını böylece giderdiği akla geliyor. Elbette sorun sadece psikolojik bunalımdan şiddet sergileyerek kurtulmanın çok ötesindedir. Sorun gerçekte, çağımızın ekmek ve sirk konusu ve sorun bu ekmek ve sirk ideolojisini ön plana çıkaran siyasal-ekonomik ilişkiler düzeni içinde yaşanan durumdur. Bu durum da bir ülkenin sınırları ötesinde egemen uluslararası ilişkiler düzeninin beraberinde getirip işlediği ve beslediği bir karaktere sahiptir.

Gençlerin spor ilişkisindeki taşkınlıklarının bu yapıdaki anlamı ne? Gençlerin ev, çevre ve egemen kültürel ilişkiler içinde duydukları ezilmişlik ve yenilmişliklerinde kendilerine psikolojik ezme fırsatı veren spor düzeninin egemen yapısını bilinçsizce desteklemek mi?. Gençlerin kazancı belki daha çok ekonomik, siyasal ve seks sıkıntılarından kaynaklanan "psikolojik boşalmadır". Gençliğin siyasaldan uzaklaşarak sporda şiddete yönelmesi ve bazılarının suç işlemesi meşruluk krizindeki bir siyasal ekonomik sistem için oldukça önemli bir kazançtır. Öfkelerin ve tatminsizliklerin gerçek nedenlerine yönelme yerine spor alanına yönelerek deşarj olmasında egemen düzenin kazancı kendi varlığını koruma, sürdürme ve geliştirmede önemli bir güç olan gençliğin bir kısmının siyaset meydanında etkinliklerini düzenlemesidir. Hapsporluların Hapsporu tutup HS amblemi ile övünç duymaları ve gençlerin sokaklara dökülüp kudurmaları, Roma arenalarında gruplaşmış kölelerin ve köle-köylü-seyircilerin zafer çığlıkları ve övünç\gurur hislerine benzer. Bu benzemenin ve Hapspor Kulübü’nün Hapladıkları kente getirdiğinin anlamını ise, örneğin İngiliz emperyalizminin Afrika’ya getirdiği ve Afrika’dan götürdüğüne bulabiliriz: İngiliz emperyalizmi Afrika'ya tanrının kitabını ve düzenini getirdi ve Afrikalılar tanrı aşkı ve hissiyle doldular ve kendilerinden geçtiler. Afrika'ya bu soyut hisleri getiren İngiltere ise Afrika'nın altınını ve maddi zenginliklerini alıp götürdü.

Spor kulübü örgüt olarak sadece oyunculardan oluşmaz: Sahibinden başlayarak aşağı doğru inen geniş bir yönetim ve günlük yürütüm kadrosuna sahiptir: Bu yönetim kadrosunu oluşturanlar İstanbullular, Ankaralılar,  Trabzonlular mı? Fenerbahçe’nin, Galatasaray’ın ve Trabzonspor'un sahipleri kimler? Beşiktaş semtinin, Ankara’nın ve Trabzon’un adını kullanarak elde ettikleri milyarlarla bulundukları kentin ekonomisine ve insanına ne gibi bir yarar sağlıyorlar? Eğlence, doyum, rahatlama, şan ve ün mü veriyorlar? şeklindeki sorular önemle üzerinde durulması gereken konuları vurgular. Materyal güçten yoksun doyum, şan ve ünle değirmenin dönmeyeceği açıktır. Türkiye gibi ülkelerde kapitalist ideoloji, kapitalistin (sermayedarın) kapitalist olarak davranışını desteklerken; halkın kapitalist davranış kalıplarıyla çıkar peşinde koşmasını yerer ve halka soyut olanla tatmin olma ve soyuta dayanan didişme/kavga biçimini aşılar.

Örneğin, Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş veya Trabzonspor örgütsel ve ekonomik çıkar yapısı bakımından bulundukları kenti veya semti mi temsil etmektedir? Bu kulüpler bulundukları veya adını aldıkları yeri örgütsel yapı ve ekonomik çıkar bakımlarından temsil etmez; aksine sömürme aracı olarak kullanırlar. Çünkü profesyonel sporun egemen yapısı bu yönde biçimlendirilmiştir. Spor ticarettir ve seyirci bu ticarette hem müşteri hem de büyük para kazandıran değerli bir emtiadır. Günümüzde spor sermayesi ulus içi ve uluslar arasında iş yapan büyük sermayedir ve bu sermayenin vatanı, sahiplerinin nüfus kağıdı ötesinde, gerçekte yoktur. Bu nedenle, bu sermayenin kısıtlanması, sömürdüğü yerel ve ulusal yere karının bir kısmını yatırması için yasal müeyyidelerin getirilmesi gerekmektedir.

Spor endüstrisinde büyük takımları sadece ulusal ve uluslararası müsabakalar değil, aynı zamanda oyuncu kompozisyonu da yerel karakterden çıkarmakta ve uluslararası şirket karakteri kazandırmaktadır. Örneğin Beşiktaş Spor Kulübü, İstanbul kentinin kulübü ve spor branşlarındaki (futbol, basketbol, hentbol vb.) takımlarının oyuncularının da çoğunluğunun İstanbullu olması gerekir. Halen Beşiktaş kulübü futbol, basketbol ve diğer takımlarında bırakın İstanbulluyu, Türk oyuncu sayısı bile yabancıların gerisinde kalmak üzeredir. Trabzonspor’da kaç tane Trabzonlu oyuncu var? Oyuncular nereli ve nereden transfer edilmiş? Transfer ne demek? Sende olmadığı, sen üretmediğin veya üretemediğin, yetiştirmediğin veya yetiştiremediğin için "ithal" etme demektir. Anadolu’nun kentleri kendi sporcularını yetiştiremeyecek kadar beceriksiz mi? Eğer bu doğru olsaydı Trabzonspor kuruluşunun ilk yıllarında başarıya ulaşamazdı. Trabzonsporun oyuncu yapısına bakarsak, Trabzonspor’un sadece örgütsel mekanının ve adının Trabzon olduğunu gözlemleriz.

Bir spor kulübünün o şehrin adını veya o şehrin bir semtinin ismini kullanarak o şehri veya semti temsil ettiğini iddia etmesi ticari ideolojinin ticari uyutmaca ve sahtekarlıklarından biridir. Gençlerin ve sporseverlerin o spor kulübüyle kendilerini eş tutup kudurması ise bu ticari ideolojinin başarısının göstergesidir. Kapitalist düzende, hiç değilse kapitalist gibi davranmak gerekir. Seyircilerin sahipler gibi, kapitalistçe davranmasının yolu, başkalarının çıkarlarını gerçekleştiren ve onlara güç sağlayan hastalıklı soyut psikolojik doyumlardan vazgeçip; somut çıkarlar elde etmeye çalışmasından geçer. İşte bu şekilde davranan insan kapitalizmin akıllı bireyidir. Diğerleri ise bu akıllı bireyin çıkarını gerçekleştiren ve ne olduklarını bilmeyen, kendilerine ve kendi gibilere karşı tehlikeli olan ücretli/maaşlı kölelerdir. Kapitalizmin akıllı seyircisi, örneğin Zap Spor Kulübünün, Zap kentinin adını kullanması ve Zap kentinde yerleşmesinden, kenti için ekonomik faydalar elde etme yollarını arar. Bunu yaparken de şu tür sorulara cevap vererek kendisi ve toplumu için girişimlerde bulunur: Zapspor her yıl milyonlarca dolar para harcıyor. Bu paranın ne kadarı Zap kentinin ekonomisini geliştirmede kullanılıyor? Ne kadarı Zap kentınde yatırılıyor ve Zapın gelişmesine faydalı oluyor? Zap kentini ve halkını kullanarak para kazanan Zappor’un gelirlerinin Zap kentinde harcanması gerekmez mi? Oyuncuları Zaplı olmayan bir takımı Zaplı seyircinin “Yaşa Zapspor...” diye çağırması doğru mudur? Her spor kulübü gibi, Zapspor da ticari bir örgüttür ve Zapın adını kullanıyorsa ve mekanı Zaptaysa, o kentteki gençlerin sporculukta gelişmesine ve takımda yer almasına öncelik vermesi gerekmez mi? Zapın gençliği sakat mı yoksa becerilerinin gelişmesine önem verilmiyor ve becerili olanlar kullanılmıyor mu? Zapspor kulübü, sporun teşviki ve gençlerin gelişmesi için okullara, parklara ve kamu spor alanlarının açılması ve yürütülmesine ne kadar yardım ediyor? Kapitalizmde kimse kimsenin ismini, göz yumulmazsa, bedavadan kullanarak milyarlar vuramaz.

Spor ticarettir ve her ticari örgüt gibi spor takımı ve her mal gibi sporcu da alınıp satılır. Ticari örgüt olarak takımın ticari ilişkideki kazancı başarısına bağlıdır. Başarısı da kaliteli mal (= oyuncu) alışverişine... Bu nedenle "alış veriş" sezonunda alıcı ve satıcılar pazarlıklarla vakitlerini geçirirler. Yıldız düzeninin sporcuları ücretli\maaşlı emekçi olmaları yanında, alınıp satılan ve gerektiğinde atılan mal durumundadırlar. Yıldızlar yıldızları sönmeden ve söndükten sonra kendilerini ticari düzenin çıkar sağlama gereklerine göre ayarlamazlarsa, sokakta, kahvede veya meyhanede geri kalan yaşamlarını geçirirler. Diğer sporcular ise toplumdaki her emekçinin karşılaştığı ve güreştiği sorunlarla didişerek yaşam sürdürmeye mahkumdurlar. Sporcuların durumları reklamcılık ve kitle iletişimiyle satışın çapı genişledikçe, Amerika'da ve Avrupa’da olduğu gibi, daha da iyiye gider: Spor örgütü ve emekçi mallar (= sporcular) ticari malları sergileyen ve “reklamla satan” etken bir araç olurlar.

Sadece Türkiye’de değil, gelişmiş kapitalist ülkelerde de, örneğin kibar (!) İngiliz medeniyetinin ve Avrupa’nın diğer ülkelerinde de, insanlar neden maç öncesi, maç sırasında ve sonrasında etrafına saldırıyor? Bunun belki de en önde gelen nedeni insanın yaşadığı ve kontrol edemediği yenilgiler dünyasında, yenme umuduyla geldiği maçtaki yenilgiyi kabul edememesi ve yendiğinde de güçlülüğünü şiddete kadar varan coşkuyla ifade etmesidir. Taşkınlık yapan taraftar tek başına olsa elinden hiç bir şey gelmezdi. Hiç bir taşkınlığa girişemezdi. Ama sürü veya grupla olmanın verdiği güvenle hareket olasılığı artar. Maçla ilgili bu durum, ücretli-köleliğin getirdiği iş dünyasındaki (fabrikadaki, iş yerindeki) yenilgiye boyun sunmaya benzemez. İşten atılma ve işsiz kalma korkusu yoktur. Bu "takım tutma", yenilgide (kazandığında) öfkeyi (sevinci) içine atmak zorunluluğunu doğurmaz. “Okulumuza öğretmen istiyoruz” diye pankart açan küçük çocukları terörist diye mahkemeye veren garip bir düzen için, taşkınlık gösteren taraftar tehlikeli değildir. Baskı altında engellenmişliklerinden deşarj olmanın risksiz olasılığıyla şiddete ve sürüleşmeye yatkındır; sürüleşir ve hemen kitleden biri olur. Benzer psikolojiyle dolu bu sürü içinde, birikmiş öfkelerini çıkartabilecek ve sıyrılıp gidecek güçte hisseder kendini. Bu nedenle, kudurmuş sürü gibi gruplar halinde örneğin şehrin sokaklarına dökülür; "takımı" yenildiği için küfürler yağdırarak salyalarını saça saça dolaşır; Avrupa'da İngiliz seyircisi olarak, sokaklarda rezalet çıkartır; ABD’de maçtan sonra gruplar halinde saldırılar yapar (Amerika’daki saldıranların psikolojisinde "spor takımı tutma psikolojisi" hiçbir rol oynamaz. Amerika'da, Amerikan takımlarının arasındaki maçlarından veya konserlerden sonraki olay, kendini birden bire bir grupta bulan ezilmişin ırkçı kuduruşudur. İngiliz, Latin Amerika, Avrupa ve Türkiye’de ise seyircilerinin kuduruşu, milli maçların dışında, ırkçılıktan çok dini inanç gibi (parti tutar gibi) takım tutma ve ezilmişliğin öfkesiyle ile bağıntılıdır). Sanki o takım onun veya babasının takımıydı da yenildiği için para kaybetti, babasının ekonomik çıkarına zarar geldi, nafakası azaldı... Burada sürülüğün nedenini sürüde bulan ve beslediği sürüden bile ödü kopan kapitalist sürü psikolojisi anlayışından bahsetmiyoruz. Faşist\kapitalist düzende faşistçe ezilenlerin faşistçe ezilmelerinin öfkesini faşistçe davranışla, yapabileceklerini anladıkları durumlarda, faşistçe ifade edip geçici rahatlık sağlamalarından bahsediyoruz. “Efendi, centilmen spor seyircisi” burjuva seyir tarzını da savunmuyoruz. Ezilmişin öfke dolu psikolojisini ve bu öfkesinin egemen düzene tehlikeli olmayacak bir şekilde (gerçekte faydalı bir şekilde) ifade alanını ve tarzını açıklamaya çalışıyoruz. Özlüce bir bilinç yönetiminin başarısını açıklıyoruz. “Fenersaray! Fenersaray!” diye bağırıyor, kendinden geçiyor ve saldırıyor. Fakat kafasından bir kez şunlar geçmiyor: Fenersaray’ın her yıl ülke içi ekonomiye katkısı ne? Sahiplerinin cebini doldurma, dev iç ve dış firmaların reklamını yapmada araç olma, ve "küvette kürek çektiğinden haberi olmayana" kudurgan sevinç vermeden öte bulunduğu kente faydası ne? Fenersaray’daki yabancı oyuncuların anlamı ne? Sporun mu uluslararasılaşması yoksa sermayenin uluslararası reklam sermayesiyle işbirliği mi? Fenersaray kimin ve kime ve neye hizmet ediyor? Zaplı gençler neden, "Zapın adını kullandığı için Zapspor'dan fukara okullara spor yardımı yapmasını isteriz!", "Zapspor’un kazandığı paranın hiç değilse bir kısmının Zapı geliştirmek için Zapta kalmasını isteriz!" diye sokağa dökülmesi gerekmez mi? Hiç değilse, kapitalist sömürüde kendi çıkarını arayan kapitalistin düşünü tarzıyla hareket et; ne ve kim olduğunu bilmeyecek kadar beyinleri esir alınmışlardan ne yazık ki sadece egemen bilinç yönetiminin gereklerini yerine getirmekten başka bir davranış sergilemesi beklenemez.

Spordaki kapitalist örgütlenme biçiminin çıkmaz çemberi tamamlarsak; kazansa da kaybetse de parayı başkası cebine indiriyor ve taraftarlara da soyut duygularla bazen böbürlenmek bazen de kudurmak kalıyor. Ekmek, sirk ve umut meselesinin en açık örneklerinden biri bu: Paylaşılması gereken ekmeği biri alıyor ve zimmetine geçiriyor, diğerlerine de, ekmeğin üstüne yatılma sürecinde yapılan hizmetin karşılığı olarak biraz kırıntı ve en önemlisi umut veriliyor gevelemesi için. Taraftar sirkte bazen gülerek, bazen heyecanla soluğu kesilmiş vaziyette, bazen kızgın, bazen üzgün ve bazen gözlerinde yaş kemirip duruyor umudu… İnsanlar üzerindeki baskıcı bir egemenliğin sonuçlarından biri.

Eğer bir siyasal ekonomi incelemesinin nasıl yapıldığını bilmek isterseniz, BU YAZININ AKADEMİK ŞEKLİNİ OKUYUN.

BU AMAÇLA TAM BURAYA hafiiifçe basın. Ayağınızla değil tabii...