Siz tavuktan mı
   yoksa
   yumurtadan mı geliyorsunuz?

 

BAŞLANGIÇ? 

Başlangıç haç çıkartarak, Buda’nın göbegini sıvazlayarak, duvara huu çekerek, English Breakfast çayıyla, Havana purosuyla, Bismillahla veya Coca Colayla olabilir. Hatta sağ veya sol ayakla da… Hepsiyle birden olursa demokrasiyi özgürlüğü, hoş görüyü ve barışı desteklediğiniz için (meali: sermayenin cebine para koyduğunuz için) size "Boyunuzca Kazık Yarışmasına" katılma davetiyesi veririz.

Başlangıcı merak etmeyen yoktur. İşte bu merak nedeniyle insanın başına bir sürü şeyler gelmemiş, getirilmiş. Başlangıç olarak birileri Havva’nın Ademi kandırarak elmayı afiyetle yedirmesi ve birlikte “Yeni Evlendik Mutluyuz” plakalı BMW’leriyle cennetten atılmalarını verir. O tarih sıfır yılı olmalıydı aslında. Her yıl başında Cennetten kovuluş ve dünyaya atılış partileri verilmeli, ayinler okunmalı, tombala oynanmalı, orijinal günahı taşıyanlar suçları nedeniyle yüzlerini karaya boyayıp miting yapmalıydı. Onları gören polis “ça ça ça” yaparak gelip panzerlerle onlara bedavadan soğuk duş vermeli ve istemeyenlere coplarıyla hatıra imza atmalıydı. Bunu gören televizyonlar da göstericilerle polisin anlaştığını ve birlikte maaşlarının artması için yürüyüşe geçtileri haberini vermeliydi. Olmadı. Olmadı, çünkü düzeni koruma meleği uçarak geldi ve “hey millet nereye böyle” diye sordu. Millet de “hakkımızı almaya” dedi. Melek “hadi bakıyım, dönün evlerinize ve işlerinize, serbest pazar ilkelerini çiğneyip günah işlemeyin” diyerek onları geri döndürdü. Olmadı. Yolda onlara Tevrattan “yaradılış” ve ardından da “yürüyerek çıkış\exodus” bölümünü anlatmaya başladı  ve sonucun da ne olacağını yaşlı gözlerle ve geri planda MTV'den rock müziğiyle beyan etti. Böylece kitleler rahatlarken, birileri daha da rahatladı.

Başlangıç için Fransa'dan ve Almanya'dan bazıları da “ne başlangıcı kaardeşim, geldik gidiyoruz işte” diyerek varoluşçu bir açıklama getirdi. Bunlardan esinlenen bazıları intihar etti; bazıları “tanrı yapıp tanrı satan” sahtekar politikacı ve bilim adamı oldu; bazıları “ha varım ha yokum, anlamı ne ki” diyerek deprasyona uğradı ve aldığı tedaviler ve haplarla ilaç ve sağlık satan endüstrileri zengin etti. Bazıları da “Coca Cola hayatın tadı” diyerek yeni bir tanrı buldu ve en yorgun zamanında televole seyrederek ve pizza yiyerek hayatını zenginleştirdi.

Başlangıç için bazıları da şirketinin kuruluş tarihini aldı. O tarihten sonra namaz kılmaya veya laiklik türküsü söylemeye başladı. Metro'daki ayinlere bile gitti. Hatta New York'un Astoria Parkında her hafta sonunda topluca namaz kıldıktan sonra maç yapan çocukları sahadan atıp maç yaparak dinlendiler. Bu sırada çocukların maçının bitmesini bekleyenler de trene bakan durumuna düştüler.   

Bu başlangıç olmadı. Yeniden başlayalım: Başlangıç konusuyla ilgili olarak oynanan ilginç oyunlardan biri tavuk ve yumurta meselesiyle getirilen çıkmazdır. Bu çıkmaza çözüm birine inanacaksın ya da görecelik (e görelik) düşüncesini benimseyeceksin. Hikaye şöyle:

Başlangıçta tavuk vardı ve durup dururken birden yumurtladı. Yok yaa, önce yumurta vardı,civciv çıktı tavuk oldu. Yumurta nereden geldi? Horoz neredeydi? Başka yumurtayla, pardon tavukla mı uğraşıyordu? Pkei neden soruyu şöyle sormuyoruz: Başlangıçta tavuk ve yumurta neredeydi? Kimin tavuğu veya kimin yumurtasıydı? Horozla ilişkileri neydi: Gayrimeşru muydu yoksa lisanlı mı? Sonra tavuğa ve yumurtaya ne oldu ve şimdi ne oluyor? Milyonlarca insanı tavuk yemekten yoksun eden ve milyonlarca Mudurnu tavuklarını ölüme terkeden ne? Yani,. sorular  neden böyle sorulmaz dersiniz?

Neyse yukarıdakileri unutun. Başlangıcı normal insan gibi yapalım: Nasılsınız? Köleliğinizin, pardon özgür köleliğiniz,  gene pardon tüketemediğiniz tüketim köleliğiniz nasıl gidiyor? Ah! Gene yanlı ve de yanlış oldu: post-modern “endless semiosis” içinde nasıl yüzüyorsunuz diyecektim… yüzüyor musunuz? Yüzdürülüyor musunuz? Okumanın ve okur yazarlık kampanyalarının amacının ne olduğunu sanıyordunuz ki! Yüzdürülürken yüzdüğünü sanmak gibi bi şiiileri beyninize ekmek falan deeel mi? Televizyon icat oldu okumak bozuldu ve Milli eğitim bakanlığı "kimse sınıfta kalmayacak" dedi. Neden dersiniz? Nasılsınız?

Yüzerken (yüzülürken mi desek acaba?) televizyonun önünde “karşıt ve mücadeleci çözümlemeler” yapıp gene televizyonun önünde mücadele veriyor musunuz? Devam edin; iyi gelir. Neye ve kime?

Tüh be, bir türlü ekonomik indirgemecilikten sıyrılıp nesnel olamıyorum

Ama yukarıdakinin ekonomik indirgemecilikle ne alakası var? Var var, sen kapa çeneni! Bölücülük yapma!

Dur bi kez nesnel oluyum: Bayram-ı mübareğinizin söylem-i semiyotiği nasıldı? Gene olmadı. Bu sefer de, en eski şey çiğnemeyle en yeni ve en akıllı moleküllü bi şekilde şey yemeyi birbirine kattım.

Yooo, islam Türk sentezine islam kapitalist post-kültürelci sentezi ekleyerek kendimi yeniledim. Mi acaba dersiniz?

Yani kardeşim özgürlük zincirinizi_sulama işi nasıl gidiyor? (özgürlüğün zinciri olur mu? Elinizdeki iğrenç sigarayla kendinizi ve herkesi zehirleme işini bireysel özgürlük olarak nitelediğinizde ne olur? Bi sürü şey olur: Devlet denen kimlerse onlar ve tütün endustrisi firmaları zenginler, sen özgürlük falan taslayarak hindi gibi kabara kabara dolaşırsın, evine ekmek yerine sigara alırsın, kanser saçarsın, kanser olur gidersin, ben buna yanmam da, kanser ettiklerine yanarım.)

Elbette sen, benim gibi, ne sigarayla kendini ve milleti zehirler ve kendin ve ailen yerine uluslarası şirketleri beslersin ne de kölesin. Sen başkasın..... mı acaba? Ne kadar başkasın? Aşağıdakileri okuyun ve düşünün. Ve sonra sorun kendinize: ne kadar başkayım? Ben okudum, düşündüm ve pek de farklı olmadığımı gördüm; herhalde sorun bende olmalı. Öyle mi?

NOT: Aşağıdaki parça "insanın zincirine vuruluşu" kitabımdan alıntıdır. Bu kitap solcuyu solculukla soyan bir solcu-sermaye tarafından basıldı. Ben de sonunda solculuktan istifa ettim. Şimdi simit satıyorum. Geç başladım ama, biriktirirsem yakında fabrikalar falan açar, zengin olurum. Kendime surlarla çevrili bir villa yaparım. Başka? Manu Balkan gibi acaip göbekli ve de boru gibi birine (boruya hakaret etmeyelim lutfen) afrodit diyerekten bir de afrodite hakaret edenlere bi’şi göstermek isterim. Vay be, ulan milletin gözü göz degil, valla budak deliği… Herhalde, “bu senin babandır” diye sarı çizmeli memed ağayı televizyon haberinde gösterseler, herkes “babaaaaa!” diye sarılır (Manu Balkan durumunda “anaaaa” diye saldırır. Zaten analara hem evde hem de onların olmadığı her yerde durmadan lafla saldırılır)

   

SORUN

Yanarım yanarım tutuşur yanarım

kavurur ateşim senide beni de...

Perişanım, paramparça

darıldım kırgınım sana

kahroldum sen gidince...

Kalbim duraksız haykırışlarda

ne yapsam ayrılamam senden asla

hafife alma aşk vurur insana...

Vurulduk ince ince....

Vurulmuşum sana...

Bunlara benzer sayısız türkülerimiz, şarkılarımız, öykülerimiz ve ağıtlarımız vardır.

Vurgunun vurgunluk türküleri... mi bunlar?

Bunlar egemenlik kurmak isteyenin egemenliğe giden yolda uyguladığı stratejiler mi?

Yıl 2001. Beşiktaş durmadan yeniliyor. Taraftar çok şikayetçi. Futbolcular tartaklanıyor. Adamın oğlu evde hep ağlıyormuş. Evde huzurları kaçmış. Yemek yiyemiyorlarmış. Sabır kalmamış. Her yenilgiden sonra moral yıkıntısına uğruyorlarmış.

Vurgunun vurgunluk ağıtları. Vurgun hasta, vurgun kederli, vurgun öfkeli. Vurgun "kudurmaya az kaldı" diyor.

Türkülerde, şarkılarda, maçlardaki arayış ne tür bir arayış?

Kendini adama, bağlama, boyunsunma, kaçma, yenme, boşalma, kendini verme arayışı mı?

Başkasının elde ettiği hakkında bol bol konuşma ve elde edemeyeceğinin hayalleriyle yaşama neden?

Elde edemeyeceği için kılınma neden?

Yenilmişin hayattaki yenilgisinin maçlara taşınmasının anlamı ne? Köle maçlar, sirkler, parklar, panayırlar ve Migroslarda neyi ne için yapıyor?

Kul olma, vuruluşa, vurgunluğa öykü yakma neden? İlle ki kul olmak veya kul edinmek mi gerek? Kulluğun ve köleliğin romantikleştirilmesi neden?

Fikirler mi? Fikirlerin doğup geldiği ilişkiler mi? Bu ilişkilere fikirlerle karşılık verme biçimleri mi? Kendi yaşamını ve geleceğini tayin ve kontrol olanakları çok az olanın veya elinden alınanın yakınması mı?

Bu soruların kölenin zincirine vuruluşuyla, vurgunlukla olan ilişkilerine baktığımızda, cevabın çokluğu ve birbirine bağıntılılığını görürüz.

Okuyarak, okuldan geçirilerek veya okutmaksızın cahilleştirilmişler sokağa dökülmüş, ciğerleri patlarcasına haykırıyorlar:

Muhammed'in ordusu                 Bush'un ordusu

Kafirlerin korkusu                       Müslümanlarin korkusu 

Bush kim ve kimin için? Ordusu kimin ve ne için? Haykıranların kudurmaları neye ve kime karşı? Bu dünyada rızkları ellerinden alınanlar neden rızkları gasp edenlere huşu ile bakıyor ve rızk hırsızlığını destekliyorlar? Neden kendi olmayanlarla (rızk hırsızlarıyla) kendilerini bir tutup, kendi gibilerine düşmanlık yoluyla kendilerine düşman kesiliyorlar?

16.000 işçi sözleşmelerini "işverenler" yenilemediği için tek çare olarak, demokratik haklarını kullanıp greve gitmişler. Kitle iletişim araçları grevin milletin huzurunu bozduğunu, trafiği aksattığını, kentteki günlük akışı engellediğini tekrarlayıp duruyor. Taksi şoförleri şikayetçi. Bu sırada işverenler grev kırıcı tutarak çalıştırıyor. Bunlardan biri “Ben çalışmasam nasıl olsa başkası çalışacak, hiç değilse, biraz fazladan para yapar kızımın okul masraflarını karşılarım” diyor. On milyon işsiz insan iş bulma ve işi olanlar da işini tutma yarışında...

Bilinç? Hangi bilinç, neyin ve kimin bilinci? Kendinin ve kendi sınıfının sömürüsüne, ezilmesine ve katliamına katılma neden? Örgütlü baskı, insanın yaşam olanaklarının ve yaşamını üretme araçlarının elinden alınması, alternatiflerin ezilmesi ve egemen ilişkiler düzenine kurtarıcı olarak sarılma durumunda bırakılması mı?

Silvan. Kısa dönem askerlik yapan üniversite mezunları kahve gibi yerde gruplar halinde oturmuş konuşuyorlar. İşkenceci bir polis ağzının suyu akarak nasıl işkence yaptığını anlatıyor. Bu polis fukara sınıfın çocuğu. Okumuş, üniversite bitirmiş ve polislik mesleğine kapaklanmış. Yasalar bu polise yasaları uygulama yerine çiğne, kendini adalet san ve adaletin kendisi olarak hareket et mi demiş? Bu “deme” nereden kaynaklanıyor? (Elbette, ilk sorulacak soru: Yasalar kim tarafından, kimin için yapılmış ve kimin çıkarını koruyor?). Kraldan daha kralcı olmanın nedenleri ne?

Vurgunluk ideolojisinin (ve psikolojisinin) materyal temeli ne? Sahip olduğunu kaybetme korkusu, önünde örnekleriyle sürekli dikilip duran yarınlar kabusu mu?

Fabrikanın birinde, işçilerin başındaki genç, işçi-başı işçi diğer işçilere daha hızlı çalışmalarını söylüyor. Bu işçi-başına kapitalist “şunlara daha hızlı çalışmalarını söyle” mi demiş? Kendini kendinden olandan ayırarak ve üstünlük hissederek, kendini, kendini köle eden güçle özdeştirmenin nedeni ve anlamı ne?

Benim komşum veya arkadaşım iş yerinde neden beni ezen bir canavar kesiliyor?

Ezilirken ezme arayışları neden? Evdeki kediyi tekmelemenin anlamları neler?

Ağa, büyük kapitalist veya akraba çocuklarını döverek, söverek ve şikayet ederek çalıştıran küçük-esnaf, nasıl oluyor da sömürgenliği ve ezmeyi değil de, büyüklüğü, babalığı, değerliliği, iyiliği ifade ediyor?

Nasıl oluyor da mafya denilen bir baskı-şantaj-katillik örgütünün lideri “baba” olarak niteleniyor? Bu babalar, ağalar ve devlet nasıl oluyor da işbirliğindeler? Mafya , devlet ve ortakları, kimden çalıp kime ne ve ne kadar veriyor?

Kapitalist ideolojik egemenlikte, nasıl oluyor da, insana örnek olarak insanlıkla ilişkisi insanı soymak veya soyguna katılmak olan popülerleştirilmiş-kişiler alınıyor?

Nasıl oluyor da kölelik ve kullukta sevgi, anlayış ve saygı aranıyor?

Filmler neden hep "mülkiyet hakları kutsaldır" tabanı etrafında dönüp duruyor ve sonunda “hak” yerini buluyor?

Neden hemen her seferinde kadın ve mal üzerindeki mülkiyet hakkıyla, bu hakla meşrulaştırılmış egemenlik arasında olumlu\destekleyici bir ilişki kuruluyor? Bu ilişki düzeninin bir parçası bozulduğunda, neden bu ilişkiyi bozan kişi, baktığında, karşısında burnundan soluyarak boğa gibi kızgın soluklarla dikilen kendinden olanları görüyor?

Bizden olmadığı gibi, bize karşı olanı bizden sanıp korumak neden? Gerçekten bizden sanış mı? Kendini bizden olmayanla bir tutma mı? Onların bizim üzerimizde bizi bizim için yönettiklerini sanma mı?

Nasıl oluyor da bizimle ilişkisi bizi soymak olan veya bizim soyulmamızı siyasi ve adli mekanizma ve güçleriyle destekleyerek soyanlarla ortaklık kuranlar BİZ'den oluyor ve BİZİM her soygunda alkışımızı topluyorlar? BİZDEN OLMAYAN BİZE vurgunluk neden?

“Davadan döneni vurun” diyor kendi gibilerin vurulma olanağının çok az olduğunu tarihsel gerçeklere bakarak bilen bazı liderler. İzleyenler de dua gibi tekrarlıyor: Davadan döneni vurun!". Batı demokrasisinin Makyavelci hipokratlığının ve beyin yönetiminin faydası anlaşıldığından ve, dolayısıyla, siyasal gaddarlık dost ve gülen maskeler takmaya başladığından beri, katiller insan haklarını ve demokrasiyi savunur oldular. Mozaik diyenler insan hakkı savunuyor. Bin bir desenli halıyız diyenler insanlığı savunuyor. "Memleketimizde her türlü insan var, Kürtçe konuşan da var, Lazca konuşan da var, Arapça konuşan da var, ama mozaik de ne demek lan, hepimiz Türk milletinin bir parçasıyız, bölücülük olmaz" diyerek insanlık ve demokrasi dersi verenler var. Vurun diyenlerin dili daha da çatallaştı: Dava darlıktan çıkıp genişledi mi? Hayır, dava\amaç sadece kapitalist reklamcı beyin-yönetiminin (ideolojik ve siyasal propagandanın) paketleme endüstrilerinin çeşitli paketleme ve ambalajlamalarıyla renklendirilip, çekici ve daha yanıltıcı biçime sokulup sunulmakta... Vuranlara daha çok vurma nedenleri yaratılmakta.... Vuruyorlar. Vuruyoruz. Gerçi burada daha çok vurguladığım kölenin kendini vuruşudur, fakat bu vurmalarda hem ekonomik vurgun (hırsızlık) hem de fizikselden psikolojik alana kadar giden çeşitlenmeleri de unutmamak gerekir.

Kölenin kendini vuruşu!.. Dava ne? Kimin davası? Kendinin olmayan davayı kendine mal etme neden? "Davadan döndü, Vatanı sattı, mozaik istedi, federalist diye bölücülük yaptı, dinimize dil uzattı” diye vuranlar kim ve vurulanlar kim? Davadan dönen neden dönüyor vuran neyi ve kimi vurduğunu sanıyor? Fikirlerin çıkıp geldiği tabana olan tepkisinde, ideolojik süreçlerden geçerek yaratılan sahte-imajların günlük yaşamda getirdiği bir sonuç mu bu?

Egemenlik, kölelik ilişkileri ve kölenin zincirine vuruluşu. Ve, elbette, egemen düzenlerin başkaldırıya karşı yarattığı denetim mekanizmaları ve bu mekanizmaların çalışma biçimleri...

Başkaldıran, başkaldırılan ve başkaldırıyla elde edilmek istenen arasında çoğunlukla bir uyuşum vardır. Fakat başkaldırıyı ezmek için pozisyonlandırılmış insanlarla (polis, asker, öğrenci, işçi, işsiz, köylü, baba, anne) bu ezişin sonucunda elde edilenler arasında, belli grupların (egemen güçlerin) dışında, önemli oranda bir çelişki, büyük uyumsuzluk vardır: Neden benzer koşullarda yaşayan (kardeş, akraba, kuzen, komşu gibi) iki kişiden biri “insanlık isteriz, eşitlik isteriz, işkenceye son, savaşa son” gibi sloganlarla gösteri yaptığında, diğeri kudurarak tepki gösteriyor? Mide ve bilinç arasındaki bağıntı mı?

Sahte-bilinç? İdeoloji? Sahte bilinç ve ideoloji olarak kullanımda çok dikkatli olmak gerekir. Bilincin sahteliği nereden geliyor: çıkarlarla davranışın uyuşmazlığından mı? Bilinçle bilincin ifadelerinin dayandığı materyal ilişkiler gerçeği arasındaki uyumsuzluktan veya zıtlıktan mı? Hangi materyal ilişkiler gerçeği: Kişinin birey olarak yaşayıp deneyimlediği ve kaybetmemek için sıkı sıkıya sarılmaya zorunlu bırakıldığı durum mu? Kişinin birey olarak yaşayıp deneyimlediğiyle egemen toplumsal veya insanlık durumu mu? Her ikisi de mi? İşkence odasında veya hapishanede siyasal-tutuklu yakın akrabasını tanımamazlıktan gelen ve hatta ona karşı hınç besleyen bir polisin bilinci sahte bilinç mi? Polisin bilinci ile pozisyonlandırıldığı, konumlandırıldığı, yerleştirildiği yerdeki materyal ilişkiler arasında bir çelişki mi var, yoksa uyum mu?. Polis, tanımamazlıktan gelerek veya hınç besleyerek ilettiği iletişim biçimiyle, sadece kendini değil aynı zamanda kendini özdeştirdiği bir kurumu ve bu kurumu biçimlendiren genel egemen yapıyı korumuyor mu? O zaman polisin sahte-bilinci nerede başlıyor? Seçeneklerin yok edilmesi ya da elde edilmesinin yok denecek kadar zorlaştırılması sonucu, verilene sıkı sıkı sarılma ve onu koruyarak kendini koruyor durumuna düşürülmesinde mi? Bu bilinç, polisliğin meşru bir örgüt ve faaliyet olarak anlamlandırıldığı bir materyal yapıdaki insan faaliyetlerinin ideolojik değerlendirmesini yapan, haklıyı ve haksızı, doğruyu ve yanlışı, yasalı ve yasa dışılığı saptayan egemen ideolojinin ve bu ideolojin yaratıcısı örgütlü materyal ilişkilerle, insanları “meşrulaştırılmışın” yanında ve “gayrimeşrulaştırılmışa karşı” kurarak örgütsel tümlüğünün dokunulmazlığının insanın pozisyonlandırıldığı, yerleştirildiği (veya kendini özgürce kendi eliyle yerleştirdiğini sandığı) yerdeki yansıması ve bu yansımanın kişiden geçerek ifadesi mi? (Adalet örgütleri için sunduğum bu durum ve sorular, ekonomik, siyasal ve kültürel örgütlenmelerdeki pozisyonlandırmalardaki örnekler ve sorularla genişletilebilir.)

Kısaca özetlersek, köleliğin getirdiği anlayış ve davranış biçimlerinin ifade ettiği gerçekler neler? Bu gerçekler, insanlığın genel bir karakteri mi yoksa yaşam boyu egemen ilişkiler içinde yapılmış, yapısallaşmış, değişmez gerçek olarak kabul edilen durumların özel yansımaları mı?

.................. BAZI CEVAPLAR İÇİN BURAYA BASIN ...................................