TURİZM:
KÜLTÜREL DOKUNUŞLARLA ASALAK KÜLTÜRE GEÇİŞ

irfan erdogan

Ayrıntılı bilgi için bknz:
Nazmiye Erdoğan (2003) Çevre ve ekoturizm. Ankara: Erk.

Turizm ulus için ve uluslararası ilişkiler ve iletişimde belli ölçüde örgütlü bir biçimde yürütülen fakat büyük ölçüde örgütlenmemiş insanların ülke içi ve ülkeler arasında kısa dönemli gidiş gelişleri ve bu sırada oluşan iletişimlerdir. Turizm iletişimi planlama safhasından tamamlanış safhasına kadar örgütsüz bireylerin (a) örgütlü turizm ve ulaşım firmalarıyla ekonomik ilişkilerini, (b) kendi ve gittikleri çevreyle iletişimlerini içerir. Turizm de, dünyadaki ekonomik ve iletişim düzeni gibi, nicelik ve nitelik bakımlarından dengesiz ve hegemonyacı bir yapıya sahiptir. Turizmle hem belli ekonomik hem de belli kültürel ilişki biçimleri oluşur, üretilir ve yeniden üretilir. Turizm iletişimi iki zıt görüşle anlamlandırılır: Her ikisi de kültürel kontak temelinden hareket ederler. Fakat hareket noktasından itibaren ayrı yönlere giderler.

Turizm de spor gibi siyasal anlamdan uzak sadece "rekreasyon” faaliyeti olarak görülür. Turizm faaliyeti "eğlence, iyi vakit geçirme, dinlenme, seyahat' olarak nitelenir ve değer yargısız olarak gösterilir. Bu zararsız turizm faaliyetleri, kapitalist kültürün temel şizofrenisinin kendini gösterdiği kompleks sembolsel temsilleri içerir (MacCannell, 1976). Turizm ilişkileri kültürel, ekonomik ve siyasal egemenlik ilişkileridir. (Bakhtin, 1981; Voloshinov, 1973; Schiller, 1976).

Turizm reklamlarında, özellikle devlet turizm kurumlarının ve özel teşebbüsün broşürlerinde bir ülkenin sadece doğal güzellikleri, bu güzelliklere sahip olmayanlar tarafından, pezevenkçe satılmaz, aynı zamanda ülkenin kültürü ve insanları (özellikle seksi resimlerle veya çekici resimlerle genç kızları) satışı yapılır. Turizm seks endüstrisi dünyada bugün komputür şebekeleriyle idare edilen gelişmeye ve yaygınlığa sahiptir. Amerikan ve Avrupa’nın seks arayan iş adamlarına çocuklar yüksek ücretli lüks otellerde satılmaktadır. Turizmde seks ticareti önemli bir yer kaplar (Erdoğan, 1996b). Zengin tarihli Anadolu, güzel kıyıları ve mavi denizi, yerel halkın elinden alınır, para karşılığı "kullanılmaya" sunulur. Böylece ülkenin hem materyal varlıkları hem de tarihi ticari mal olarak kullanıma arz edilir.

Turizm iletişiminde turist "görmeye” ve "tecrübelemeye" gelir. Fakat kendi "yaşamasını "kendi yaşam tarzı içinde kendi için ayırır. Lüks oteller "görmek" ve tecrübelemek için gelenleri gördüklerinden ayıran "yaşadıkları" yere dönüş olur. Yerel olan her şey kullanılmak, seyredilmek, tecrübelenmek ve hizmet için vardır.

Siyasal güç bu egemenliği kolaylaştıran, teşvik eden ve sağlanmasına yardım eden görevi yapar. Birçok ülkedeki turizm bakanlıklıları bir çeşit modern-pezevenklik kurumu rolündedir: Broşürlerle, reklamlarla "kullanılacağın" tanıtımını yaparlar ve "kullanacakları" teşvik ederler, bunun karşılığında da maaş alırlar.

Turizm olmamalı mı? Turizm elbette olacak, fakat turizm iletişimini bir ülkenin kalkınması biçiminde sunmak, kalkınmayı turizme bağlamak ve ülkenin insanını, değerlerini ve zenginliklerini asalak bir servis endüstrisinin çıkarlarına sunmak, en azından ticari sahtekarlıktır. Çünkü turizmle ne ülke kalkınır ne de kalkınan ülkedir (kalkınan sadece seyahat, otel, ve diğer turizmle ilişkili sermayedir.).

Turizmin ve turizm sermayesinin hücum ettiği yerel peyzaj ve kültür kendi özelliklerini yitirmekte, yozlaşmakta, piçleşmektedir. Turizm denen asalak mevsimlik ekonomiyle birlikte asalak bir kültür yaratılmaktadır. Bu asalak kültürün insanının bir zamanlar ecdatlarının kullandığı doğa ellerinden alınmıştır. Bu insanlar bir zamanlar kendilerinin olandan özel turizm ve kamu tesislerinin kurulmasıyla yoksun edilmişlerdir. Kendilerinin kışın yatıp yazın sömürüye ve kendi sömürüsüne katılmak yapısal ilişkiler içine sokulmuştur. Ankara'da 1995 yılı sonbaharında Fen Fakültesinde katıldığın çevre ve biyoloji kongresindeki sermayenin sözcülüğünü yapan veya sözcülük yaptığının farkında bile olmayan bilim adamlarının önemli bir bölümünün yaptığı gibi, bu insanlar hem kendilerinin olandan mahrum edilmeleri yetmiyormuş gibi, gelişmeye ve değişime tutumlarıyla ve davranışlarıyla engel olanlar olarak suçlanmaktadır. Üniversite çevresinin de katıldığı sermayenin sürdürülebilir kalkınması faaliyetlerinde, geleneksel yerel üretim biçiminin kalkışıyla, geleneksel kültür ve iletişim biçimleri de sahneden silinmektedir.

Turizm sanayinin ve ekonomisinin yerel olduğu sahtedir, çünkü bu sanayinin yerellilikle ilişkisi yereli ham madde ve ucuz işgücü olarak sömürmesi biçimindedir. Turizmle yerelde değiştirilen doğal, çevresel ve ekonomik peyzaj, yerelin dışından gelen güçlerin, uluslararası ticari ve turizm sermayesi dahil, faaliyet ve çıkar yapısını ve biçimlendirmesini yansıtır. Bu peyzajda yerel, gelişen değil, gerçekte gelişmesi belli sınırlı çıkarla için tek bir alana hapsedilerek durdurulandır. Yerel halkın elinden topraklar alınmakta, bu alanlardan dışarı sürülmektedir. Turizm akımında ekonomik örgütlenmelerin sahipleri kimler? Yerel halk, köylü mü? Schiller'in belirttiği gibi (1976), turizm genellikle uluslararası şirketler olan tekelci sermaye (ve onların iç ortakları) için gelir kaynağıdır.

Turizm akımında Türkiye gibi ülkelere gelenler kim ve Türkiye gibi ülkelerden diğerlerine gidenler kim? Gelenlerle gidenlerin kültürel özellikleri nedir? Bu özelliklere bağlı olarak, gidenlerin, örneğin Avrupa ve Amerika kültürüne vereceği bir şey var mı? Gelenlerin getirdiği ve yıllardır (çaldıkları tarihsel zenginlikler dahil) götürdüğü neler?

Türkiye gibi ülkelerden giden turistler elbette ne işçi ne de memur sınıfından olanlardır. Ne de geleneksel ve yerel Anadolu kültürlerinin giyiniş, yiyiş, içiş, iletişimde bulunuş tarzlarının taşıcılarıdır. Tam aksine, Batıya gitmeden ve gidip bize Batıyı modernleşme, gelişme, kalkınma, ilerleme adı altında getirenlerdir. O zaman, Turizmde gidenleri ve gelenleri ele aldığımızda, gelen kendi kültürünü ve dünya görüşünü getiriyor ve geri dönerken, en iyi şekliyle, güzel ve egzotik duygularla dolu bir biçimde gidiyor. Türkiye gibi ülkelerden gidenler ise, eğer kazara tümüyle Batı kültürüne adapte olmamış "zengin-hanzo" denen burjuva-tanımı içine giriyorsa, kültürel egemenliğin baskısını hissederek ezilir, kendi kendinden utanır olur ve çare olarak da Batılıdan daha Batılı olma çabası içine girer. Türkiye gibi ülkelerden gidenler "içlerindeki Batı" ile giderler ve içleri ve bavulları Batıyla dolu olarak gelirler. Eee, hani kültürel kontakla, halklar birbirlerini daha iyi anlayacaktı ve karşılıklı hoşgörüyü kuracaktı? Minarenin kılıfı...

 

Bir
geriye

Ana
sayfaya