GAÇILIN DİNAZOR PROFLAR!

YENİ DONANIMLI YARDIMCI DOÇENTLER GELİYOR DERS VERMEYE! Caaarrttt!

Aşağıdakini okumadan önce
nehir gibi akan gözyaşlarınızı silmek için çarşaf veya birkaç havlu alın yanınıza
ya da Magnum yalayın
 

 

- Bu başlık da ne demek?

- Katılımcı demokrasi yok demek; yardımcı doçentler eziliyor demek; yardımcı doçentler bir kenara itiliyor demek; yardımcı doçent  "yardım eden ev kadını" veya "yardım eden ev erkeği" durumuna düşürülmüş demek; yardımcı doçent ezilen işçi sınıfı demek belki de. Kendi maaşlarının belirlenmesine bile en küçük bir etkide bulunamayan Proflar da yönetici sınıf demek herhalde.

- Ben söyleyim: Küresel pazarın vatansever gençleri olan yardımcı doçentler tembelleşmiş, tutucu, kalıplaşmış ve hantal bir proflar hegemonyasına karşı bilgiyle ve akademik girişimlerle mücadele veriyorlar. Çok da haklılar, çünkü bu gençler, profesörleri aşmışlar, geçmişler, birkaç dil biliyor ve harıl harıl okuyor, yazıyor ve "community service" işleri yapıyorlar. 

Bu sözün üzerine, duygulu bir müziğin tınıları doldurur odadakilerin içlerini. Vicdanları ve ruhları derin bir iç çekişle derinden sessizce ağlamaya başlar. Bu ağlayış odanın ter kokusuna karışan şu cümlelerde kendini anlatır:    

- Unutma sen de bir zamanlar yardımcı doçenttin! Sen yardımcı doçentken sana yapılanları sen bu taze kanlara ve canlara yapma! Kıyma!

[CUT ve Burada, kıyma ve ağlayan kitleleri göster; "Az sonra" caption'ı girsin ve "hayatın tadı, Colla Colla" reklamını yapan yardımcı doçent Ayişe boy göstersin. DİSSOLVE TO Ayişe "sizi istemezük bizi  isterük"  diye kazan kaldıran yençerilere destek yürüyüşü yapan yardımcı doçentler. BACKGROUND VOİCE: Yardımcı doçentler kendileri gibi madur durumda olan robo-yeniçerileri desteklediler. Bu sırada bazı proflar "düzeni düzenlere ölüm" sloganıyla yardımcı doçenlere saldırdılar. Allahtan ki, robo-yeniçeriler vardı: proflara eğri kılıçlarından çıkan biber gazlarıyla karşılık vererek, düzeni korudular." CUT TO konuşmanın olduğuı oda. BİR ÖNCEKİ SAHNEDEN AL ki vakit uzasın, kerkenezler uyanmasın]

- Unutma sen de bir zamanlar yardımcı doçenttin! Sen yardımcı doçentken sana yapılanları sen bu taze kanlara ve canlara yapma! Kıyma! [SANAL REKLAM GİRSİN: "En iyi kıyma bizim kıyma]

-Alay mı ediyon gaardeşim?

- Ne kıyması?

- Ne bileyim! Dana kıyması herhalde.

- Alaya alma. Kıyma.

- Şey affedersin, farkında değil misin; onlar seni kıyma kıyma doğrayıp köpeklere kıyma yapmak istiyorlar. Kıyıyorlar sana senin omuzlarında taşıdığın çömezlerin.  [BACGROUND VOİCE:  kıyma soundtrackı ve havlayan köpekler]       

-  Hey, şunu anlasak ya: Gayet basit. Profların bilgileri eski; zaten prof olduktan sonra ne yazıyorlar, ne çiziyorlar ne de okuyorlar. Ama eski bilgiler ile dersleri onlar veriyor. Yeni ve çağdaş bilgilerle donanımlı yardımcı doçentler yüksek lisans dersleri falan veremiyor. Dersleri çağdaş olanlar vermeli ve köhnemiş proflar da aylıklarını almalı ve ya yan gelip yatmalı ya da kurumlar ve şirketler için bilmedikleri araştırma yöntemlerini klullanarak araştırmalar yapıp para kazanma işiyle uğraşmalıdır.

- Yani, yardımcı doçentler yeni/çağdaş bilgilerle mi donanımlı?

- Bu yeni/çağdaş bilgileri onlara kim kazandırdı? Dinazor prof hocaları kazandırmadı mı?

- Asla! Haşa! Dinazorlar yavaş yavaş hareket ediyorlar; eski yediklerini hazmetmeye çalışarak işlerine devam ediyorlar. Birkaç yıl önce öğrencileri olan bu yardımcı doçentlere ve yeni öğrencilerine durmadan ilk çağlara ait bilgileri sunuyorlar.

- Bak, bak, "ilk çağlar" diyor, sanki beş on tane "ilk çağ" varmış gibi. Bilimsel bir ölçüt kullanarak, basit bir kategorileştirmeyi bile yapamıyor! 

- Proflar eski olanla doluysa, o zaman taze kanla dolu yardımcı doçentler post-modern, post-yapısalcı, bilgi toplumcu, mekan-ı cinsiyetçi, iletişimsizci, iletişim çökmeci, halkla ilişkilerde etkici ve ekkileşimci, söylemci, arkeolojistçi gibi yeni ve çağdaş bilgileri nereden kazanıyorlar?

- BigMac gibi çekici bir şekilde paketlenmiş, kolayca yenilen, kolayca hazmedilen ve kolayca çıkartılan  Süpermarket kitaplarından olabilir mi?

- Yok canııım! Hiç öyle şey olur mu! Bu taze kanlar, canlar ve çağdaş donanımlı yardımcı doçentler, donanımlarını her gün akşama kadar odalarında çaylı kahveli yaptıkları bilgi alışverişinden kazaanmaktadırlar.

- Haksızlık etmeyelim çağdaş yardımcı doçent olan bu taze kanlara ve canlara! En aktif olanları çağdaş bilgilerini alanlarındaki  halkla ilişkiler şirketlerinin ve cemiyetlerinin web sayfalarından kazanıyorlar.

- Yok yok doğru değil. Bu gençler Journal of Communication, Critical Studies in Mass Communication, Journalisnm Quarterly, Asian Journal of Communication,  Media, Culture & Society, Canadian Journal of Communication, Communication & Critical/Cultural Studies, Communication Research, Critical Studies in Media, Critical Studies in Mass Communication gibi dergilerin her sayısındaki makaleleri okuyorlar. Okumakla da kalmıyorlar, oturup dedikodu yapma yerine, bu makaleleri odalarında çay ve kahve içerken tartışıyorlar.

- Unutmayalım: Yeni sayılar çıksa da hemen okusak diye sabırsızıkla bekliyorlar. Hatta ellerinde olan yeni ve eski sayılardaki önemli makaleleri değiş tokuş ediyorlar.

- Cevher bunlar cevher. Yakıyorlar.

- Ah anam, yandım!

-Yanarsın tabiii! Yardımcı doçent öğrencin sana ne diyor: "Hocam sizden ders almıştım, beni dersten çaktırmıştınız!

- Göryüyor musun nasıl taze düşünceler ve bilgiler! Onu dersten bıraktığını söylüyor. Bırakmasanız, geçecekti. Derin ve taze bilgilerini göremedin çaktırdın. Hoca not vermez, bırakmaz, değerlendirir.

- Belki de garazın vardı da bıraktın. 

- Taze kanlar "dışsal atıf" nedir çok iyi bildikleri için, "şu şu nedenlerle ben başaramadım, hocam" deme yerine, sizi suçlayarak kendi yetersizliğini, yeteneksizliğini, tembelliğini veya aylaklığını bir kenara itiyor. İşte! Taze kanlar ve canlar böyle olmalı! Seni kullanmalı, kullanamayınca da her tür çamuru da atmalı..

- Akademisyen geçinen bazı şarlatanları  "bilim adamı" sanmak için özel taze kan gerek!

- Ama taze kanlar hem okuyor hem yazıyor, hem geziyor hem azıyor, yalan dünyadan bile beziyor vaaay...     

 - Bak bişey deyim. Senin saydığın dergiler idealist ve marksist yaklaşımların "totalleştirici," dolayısıyla, çağımızda geçerli olmayan görüşleri sunmaktadırlar. Bizim yardımcı doçentlerimiz çok daha güncel ve çağdaş ve "hip" olanları okuyor ve tartışıyorlar. Örneğin Critical Discourse Studies, Critical Inquiry, CTheory, Discourse & Society ve Semiotica gibi dergileri asla kaçırmıyorlar. Sayfa sayfa okuyorlar. Post-foucaultçu ve Post-Baudrillardçı tartışmalarla ufuklarını genişletiyorlar. 

-  Biz de... Aa dinazora bak... göbeğini bile kımıldatamıyor.

- Gözlüğünü tak da iyi bak; O göbek değil.   

- Bizim Halkla İlişkilerdeki yardımcı doçentlerimiz, yukarıda saydığın dergileri okumaya bile vakit bulamıyor; çünkü Journal of Public Relations Research, Public Relations Quarterly ve Public Relations Review gibi dergileri okudukarında zaten saatler gece yarısını geçiyor. Zavallılar her gün birkaç saat uyuyorlar zaten. rahatsız edip uyandırmayalım. [BACKGROUND VOİCE: Ninni söyleyen anne sesini taklit eden Tarkan]

_ Hayır hayır! yanılıyorsun, senin dünyadan haberin yok; bizim taze kan yardımcı doçentlerimiz daha çok çağdaş küresel dünyanın endüstri ve üniversite işbirliğine uygun bir şekilde Public Relations Strategist, Public Relations Tactics ve Strategic Public Relations gibi dergileri yakından takip ederek, vatana ve millete hayırlı akademisyenler olma çabasıyla harap oluyorlar. Senin gibi vatan haini değiller!. Allaan kart kanı!   

- Şey, affedersiniz! Bu genç kanlar ve canların (ve bu canların bazı hocalarının)  bu dergilerin isimlerini bildiklerini bile sanmıyorum.

- Olmaz öyle şey! Biliyorlardır bazı dergi isimlerini de, derginin kendisini görmemişlerdir. Bazıları da bir iki dergiyi görmüştür. Görmüştür sadece: Geçen tren gibi.

- Bazıları ise, dinazor hocalarından birkaçının  "antidemokratik zorlamalarıyla"  tezini yazarken okuttuğu için okumuştur veya okumuş süsü vermiştir; muhtemelen anlamamıştır; Sonunda da tezini ve hatta makalesini bu dinazor kart kanlı hocaları yazmıştır. Bu dinazor hocalar kart kanlarını emen bu asalakları sırtlarından atınca da, asalaklar dinazorlara düşman kesilmiştir.  

- Yok canım, hem dergileri okuyorlar hem de kitapları okuyorlardır. örneğin tezlerinde yabancı dilde bir sürü alıntılar var.

- Demek ki okuyorlar! Yoksa, birilerinin alıntılarından alıntı alıp sanki kendileri okumuş gibi mi yapıyorlar?

- Benim en son girdiğim doktora tez jürisinde, öğrenci birçok ingilizce kaynak kullanımış; o kaynakların bir paragrafını  bir ayda okuyup anlayacağını sanmıyorum. Ama alıntı yapmış. Ama nereden alıntı yapmış?

- Konuyu dağıtmayalım. Bizim yarrrrrdmcı doçentlerimize çamur attttmayalım. Onların her biri doktora öğrencisiyken, hatta yüksek lisan öğrencisi oldukları dönemden beri, araştırmalar yapmakta, uluslararası akademik dergilerde yayınlar yapmaktadır.

- Oh, iyi ki dedin! Hele Türkiye'deki dergilerde yoğun araştırmaya dayanan makaleleri yöntembilim ve  kuramda ne denli bilgili, yaratıcı, tutarlı ve sistemli olduklarının yaşayan kanıtları değil mi?

- Bi dakka, one monents, kamera şakası mı yapılıyor burada?

- Günaydın! 

- Niye alınıyorsun ki? Yarası olan gocunup alınsın. Yarası olmayan da, tembelliğin ve haddini bilmezliğin sözcülüğünü ve savunmasını yapmasın; yaşadığımız hipokrasi çağının işlediği yanlış duyarlılıkları bırakıp; doğru ve haklı olanı savunsun.

- Sen yardımcı doçent, doçent veya profesör olarak egemen durumun parçası değilsen, o zaman doğruyu söyleyeni besle; yanlışı ve tembelliği ve dedikodu kumkumasını, yalanları ve çamur atmaları yeniden-üretenleri değil.. 

- Tamam. Tamam. Bence,   Türkiye'deki yardımcı doçentlerin (ve elbette doçentlerin ve porfesörlerin) akademik üretim bağlamında neler yaptığının araştırılması gerekir. Bunu da elbette, yeni bilgilerle ve yaklaşımlarla donanımlı yardımcı doçentlerimiz, örneğin post-yapısalcı veya post-vatansever veya post-küreselsever söylem analiziyle derin anlamlar inşasıyla falan yapacaklardır hemen.

- Bence de. Ayrıca, profesörlerin her üç yılda bir  YÖK tarafından bilimsel çalılşmaları bağlamında değerlendirilmesi ve "oturan ve maaş alan profesör" ise, başka bir iş bulması için öneride bulunması gerekir.

 - Bence bu işi bağımsız karakter taşıyan bir kuruluşun yapması gerekir; belli çıkarların temsilciliğini yapan YÖK değil.

- Bırakın bunları. Konumuz çağdaş bilgi toplumunun süpermen ve süperkadınları olan yardımcı doçentlerin emeğe ve çalışana saygılı süper karakterleri ve süperdeğerleri. Onlara süper haksızlık yapılıyor. Onlar olmasa iletişim bilimi bir adım bile ilerleyemez. Fakülteyi, akademiyi ve bilimi sırtında taşıyan onlar [BACKGROUND VOİCE: istiklal marşı]. Sosyal bilimler sempozyumu gibi toplantılarda çoook yoğun çabalarla var olan bilgiyi irdeleyerek bizim bilimsel ufkumuzu genişleten ve toplumsal faydaya yaygın katkıda bulunan bilgi dolu araştırmaları sunan onlar değil mi?

- Hele iletişime başka alanlardan gelenlerin önemli bir kısmına ne dersiniz!?

- Yarabbi şükür, Allah sizi bize kurtarıcı olarak gönderdi" derim ve üzerine bilmediğim söylem analizi yöntemiyle söylem analizi çayı içerim.

- Başka alandan gelenlerin, bir ikisi dışında hepsi gelir gelmez, ilk işleri iletişim ile ilgili klasikleri ve çağdaş eserleri okumak olmaktadır.

- Ah, ne külfet, ah, ne ilgi.....  ve bu ne sevgiii aaaah, bu ne ızdıraaaap.... (BACKGROUND VOİCE: Bizi kurtar ya rab)

- Başka alandan gelenler "iletişim alanıyla ilgili olarak kendilerini birkaç gün içinde hızla geliştirdikten sonra, hemencecik kendi alanlarıyla süperhızla ve gayretle okudukları iletişim alanını ilişkilendirerek dersler vermekte, kitap ve dergilerde kendi alanlarıyla iletişimi kaynaştıran ve örneğin feminist, cinsel-mekanist ve vücutist iletişim sosyolojisinde gelişmemizi sağlayan çalışmalar yapmaktadırlar. Allah başımızdan eksik etmesin! 

- O zaman, İrfan Erdoğan'ın elli yıldır iletişim alanı özellikle siyaset bilimi ve sosyoloji alanının sömürgesi  olmaya devam ettiği ve kendi alanlarında dikiş tutturamayanların iletişim alanını doldurduğu gibi iddiaları geçersiz.

- İrfan Erdoğan'ın iddiaları iletişim alanına başka alanlardan gelip, iletişim alanını öğrenen  ve iletişim alanına katkıda bulunanlar için elbette geçerli değildir. Sosyal bilim egemen yönelimleri ve belli koşullarda yinelenen kalıpları da bulmaya çalışır. İrfan Erdoğan egemen yönelimden bahsediyor. İrfan'ın varsayımlarının çağdaş yöntemleri avucunun içi gibi bilen ve yaptıkları yoğun araştırmalarda kullanan yardımcı doçentler tarafından sınanması gerekir. Bu çalışkan yardımcı doçentlerimiz, elbette, bu tür araştırmaları sürekli yapıyorlar ve yapmaya devam edeceklerdir.

- Ayrıca irfan Erdoğan kin ve nefret dolu yüzlerce sayfa dışında ne yazıyor ki. [BACGROUND: kin ve nefre kusmayı göster ve "batsın bu dünya" maganda türküsü girsin, arkasından hu çekme sesleri gelip devam etsin ] 

- Allah bizi kıyma kıyma etsin, onların değerini kavrayamadığımız için!

- Allah razı olsun onlardan.

- Mekanları cennet olsun; mekanlar cinsel olmasın; mekanın cinsiyeti ile ahlakları bozulmasın; Fukocular ve post-yapısalcılar gibi dünyaya iki-bacak arasına taktıkları California'nın gözlükleriyle bakarak "her yerde kar var"şarkısını "her yerde taciz var" hastalığına dönüştürmesinler. [FADE OUT: Hu çekmeler]  

- Mekanın cinsiyeti dedin de aklıma geldi. Geçenlerde erkek bir mekan olan bizim toplantı salonu ile feminin mekan olan kadınlar tuvaleti barda karşılaşmışlar; birbirinden çoook hoşlanmışlar. İmam nikahı numarasını yutmayan feminin-mekan erkek-mekanın taleplerini ancak post-modern evlilikle karşılayabileceğini açıkça belirtmiş. Evlenmişler. Geçenlerde bir bebek mekan doğurmuşlar birlikte. Bu bebek mekanın cinsiyetini bir türlü anlayamamışlar, çünkü bebek mekan "ıngaa" deyip duruyorumuş. Büyüyüp kendi cinsiyetini kendi tayin edinceye kadar adını "ıngaaa mekan" koymuşlar.  ingaa mekan, az gitmiş uz  gitmiş, dere tepe düz gitmiş: her yere işemiş. Bir de dönüp bakmış ki arkasına, ne görmüş dersiniz?

- Bir dakika! Cinsiyet bir "conceptual" birimdir ve biyolojik karakterine göre ya dişidir ya da değil. Şimdi, bir odanın hangi biyolojik karakterine göre, cinsiyeti belirleniyor?

- Sen de çok cahilsin. Mekanın cinsiyeti özne olan insanın mekana atıflar yapmasıyla, o mekandaki erkek egemenliğiyle belirleniyor.

- Hakkaten mi? ben bunu bilmiyorduuum!

- Bu belirlemeyle mekan cinsiyete sahip oluyor. Sahip oluyor mu?

- Bak gördün mü? Sen çağdaş ilgileri ve bilgileri anlamıyorsun. Halkla İlişkiler Felsefesi olursa, mekanın cinsiyeti, mekanın etiği, mekanın felsefesi, mekanın epistemolojisi olmaz mı? Bal gibi olur ve Felsefenin ruhuna fatiha...

- Çağdaş akademisyenin ilgisini sen anlayamazsın. Sen ancak iş koşulları, maddi ve düşünsel üretim tarzı ve ilişkileri gibi totalleştiren saçmalıklar üzerinde durursun. Sen mekanın rengiyle alışveriştekileri rahatlatma işinden ne anlarsın!  Vücudun ve mekanın dilinin önceliğinin farkında bile değilsin! kültürlerarası anlayış ve alışverişi kültürel sömürü sanırsın! Görsel tasarımla müşteri çekmenin akademik ve bilimsel değerini ne bileceksin sen! multi-medya sunumuyla  izleyicilerin anlamlandırması için post-modern çoklu inşalar deünyana yabancısın, çünkü sen medyayı egemen endüstriyel ve siyasal yapılar için işlevsel olan düşünsel ürünler üreten mertek sanırsın! Gıdıklamanın ve gülmenin arkeolojisi gibi sempozyum veya toplantılarla Erzurum'daki insanlık durumuna anlamlı ve derin-söylemsel çözüm önerileri getirmeyi anlayacak kapasitede değilsin ki! Erzurum'daki toplumsal yaşam ile bilgi-çağındaki gülmenin arkeolojisi arasında bağlar kurarak ve geri kalmış Erzurumu çağdaş bilim-toplumuna çekme çabalarını kavrayacak çarpık beyne ve vicdanı kirlenmişliğe, pardon taze kana, beyne ve çağdaş vicdana  sahip  değilsin ki! Gazetelerin ekonomi sayfalarında yapacağın söylem analiziyle (ekonomik indirgemecilik yerine) ekonomik derin anlam üretme gibi önemli şeyleri anlayacak, televizyon ve sinema metinlerindeki  ideolojik inşanın izleyicilerin bu inşayı yıkıp  kendine göre özgürce yeniden inşası ve kendine göre bir dünya kurmasıyla anlamını tümüyle yitirdiğini görecek göze sahip değilsin ki! Budak deliği seninkiler! Sen gündem saptırmadan ne anlarsın!  Sen gündem sıralamasını baş aşağı çvermekten ne anlarsın! Odun! Sen kederinden öl, herkes için daha iyi olur. Millet rahatlar yaa. Sana ne birileri yiyecek, içecek, kozmetik ve moda  endüstrilerinin maymunuysa! Maymun dediklerin, özgürce inşa-yıkıp yeniden inşalar yapmaktalar; özgürce ve bilinçlice tercihlerle "kendi tarzlarını" yaratmmaktadırlar.  Asıl maymun sensin! En iyi sen, ölü sendir! 

- Ben maymunun ve maymunluğun kötü ve maymunluğun da işlevsel olmadığını söylemedim ki. Trilyonlar kazandırıyor! milyarlarca insanın yönetilmesini sağlıyor! ANKAMALdan  özgürce seçip aldığın kazıklarla, pardon giyeceklerle kendi tarzını yarattın mı? Durma yarat! maymun, yine dilim sürçtü, pardon, kendin olduğunu kendine ve bize ispat et! 

-Ben kendi tarzımı istediğim yerden istediklerimi alarak yaratırım. çatla. Öl sıdandan! Ordaaaa bir şey var uzaktaaa. o şey bizim şeyimizdir. olmasak daaa yolmasak daaa, o şey biziiim şeyiimiiizdir.                

Birden çoook dokunaklı bir sesle "Ölmek mi?" dedi biri.

Kimseden ses çıkmadı. Sessizlikte eller soğuyan çaylara uzandı. Ölüm düşüncesinin soğuk atmosferini, yan odadan "münafıklar!" ile başlayan ve küfürlerle devam eden konuşma sesleri yırttı. Oda yırtık dalgalarla titredi.  "Ah cinsiyet değiştirebilsem; kadın olmak gibisi yok" diye buzdolabının soğuk prvanesinden çıkan feminin sesle seslendi kendine odadaki canlardan biri. Kendisi bile duymadı kendisini. Kendi içinde bir kendi vardı kendinden öte ve kendine düşman. Kendisi için sandığı başkalaşmış-kendine polislik ediyordu kendisi ve kendisi gibilere; ve ötekileşmiş öteki polislerden şikayet ediyordu..    

Bu sırada bir başka odada, "burayı komunistlerle doldurdunız" diye birisi karşısındakine asla reddedilemez en evrensel bir gerçeği açığa vuruyordu.  Karşısında oturan ve "herkese eşit mesafede durduğunu yaymaya çalışan (tarafsız) demokrat" da sessizce katılıyordu bu tavrın ortaçağına. (BACKGROUND VOİCE:  Eşit mesafe? tarafsız demokrat da ne demek? DESİN VE ARDINDAN bir ayı, bir armudun iyisi ve bir de trene bakıp dua eden birisi görüntüye girsin) 

- Affedersin ama, sen eşit mesafede durmak isteyebiİirsin, ama ötekiler seninle eşit mesafede durmak istemiyorsa, naaapacaksın? Adama  selam veriğyorsun ya trene bakar gibi bakıyor ya da poposunu dönüyorsa sana, napacaan? Durmadan popolara selam mı vereceksin? Popo selamcısı! Durmadan tren mi olmak istersin?  Düüüt, geçtin gittin; bu sırada, bakmadan bakıyor sana, çok bildiğini ve anladığını sandığı için. Geri geldin. Düüüt geçtin gittin. Hala bakıyor gördüğünü sandığı kör gözleriyle ve körleştirilmiş vicdanıyla.  Alışır mı dersin trene? Özler mi? Senin beklentilerin gerçekleşir mi: Aaaa, trene bak" der mi acaba? Diyebilir. Dediğinde, o artık eski kendisi değildir, nasıl ki sen şimdiki kendin değilsen.

[TREN SESLERİ devam ederken  BİR BANKAMATİK ÖNÜNDE SIRADA BEKLEYENLERE SWEEP İLE GEÇİŞ YAP VE BACKGROUND VOİCE ŞU CÜMLEYİ SÖYLESİN]:    O sırada,  Ankara'da pilot inceleme ve Anadoludaki kentlerde bilmediği araştırma tasarımıyla ve bilmediği istatistiklerle araştırmalar yapan, evrenden örneklem çıkartan ve  nüfusu "çoluk çocuk herkes, ahali" sanan profesör, doçent ve yardımcı doçent olmuşlar ve olacaklar arasında yer alan çok özel pre/pro-humanoidlerin bir aşağı seviyesindeki humanoidimsilerin sesisni yansıtan bir ses yükseldi gaipten: "Fakülteyi solcularla doldurdulaaar, fakülteyi batırdılaaaar, bitirdileeeer; ama, bağ şimdi bizim bağımııız, üzümünü şimdi biz yiyoruuuuz."

-Boğazınıza durur inşallah! Yediğiniz yetim haklarını lime lime kan olarak kusarsınız inşallah! Özel gemileriniz batar, villalarınız depremde başınıza yıkılır inşallah.

- Beddualar kabul edilseydi, dünya trilyonca kez batmıştı şimdiye kadar.

- Güçsüzün ve umutsuzun umudu dualar. başka nesi var ki çulsuzlar kitlesinin! Sakın dualarına, umutlarına, düşlerine dokunmayın onların! Yoksa, yönetenler nasıl yönetecekler! Allah razı olsun, TURKCELL olmasa bizi kim soyacaktı!     

- Cehalete bilgiçlik taslatan küresel egemenliğin, bilgiçlik taslayan cahillerden geçerek kendini yeniden üretmesi olmadan olabilir mi? 

[EZEL DİZİSİNDEKİ İHTİYARA GEÇİŞ YAP. YAKIN ÇEKİM, YÜZ. KONUŞAN KELLE DESİN Kİ];  Elbette tüm bunlar ve daha bir çok şeyler olurken, ve demokrasi ve özgürlük taslayan maaşlı serbest-köleler birbirini yemeye devam ederken, kervan rahatça yürüyor; kervancı memnun ve rahat gülümsüyor.

İyi didişmeler!

 

Not: Hayat hikayenizi gönderin,
 sayfaya sığarsa, basılır.