Not: İletişimi Anlamak kitabımda çok daha ayrıntılı bir bölüm var

Kişiler arası iletişim:

Kendimizi ve başkalarını anlama ve anlamlandırma

irfan erdogan

Tanım: kişiler arası iletişimin anlamı

Önce kişilerarası iletişimin, iletişim olayındaki konumunu bulalım. Sonra kişiler ne demek, onu anlayalım: kişiler öyle örgütsüz yapılar dışında mı? Yoksa, kişiler baba, anne, çocuk, genç, memur, polis, asker, professör gibi toplumsal bit konumda  kimlik ve güç sahibi kişiler mi? Kişiler arası: Nerede? Kişiler arası: Hangi kişiler? Bu kişilerin seks, yaş, sosyal ,ekonomik, kültürel, siyasal yerleşimleri ne? Kişiler arası ne iletişimi? İletişilen ne: Kendi bireysel çıkarları sandıkları kendilerinin olmayan çıkarların mı? Yoksa ücretli-köle olarak belli çıkarların ücretli temsilciliği mi? Kişiler arası iletişim: İletişimde kullanılan araç ne: dil ve dilin kemiği ve kemiksizliği; ses: türkü söyleyen, şiir söyleyen, nameler yakan sesten küfürlere kadar ses. Fısıltıdan haykırısa kadar ses ve anlamları... Araç: bakışlar , eller, gülüşler, somurtuşlar... Araç: Gül demeti ve kalbe giren kurşun... Araç: kimin içın ve ne sonuç için? İletişım: Amaç ne: Kişısel çıkarlar. Umutlara göre diğer kişinin önemi diğer kişinin kimliği ve iletinin ona göre biçımlenmesi: İletişime digerini nasıl gördüğümüze, ona verdiğimiz değere, beklentilerimize göre girmemiz veya girmememiz: kişiyi algılama.. Arzularmız, duygularımız, tutumlarımız ve iletişimin ona göre belirlenmesi... Bu belirlenmeye diğer kişinin kimliğinin etkisi... Kişinin kendinin kimliği ve bu kimliğe göre iletişimi: kendini akgılama ve iletişim...

Kişilerarası iletişimde güç uygulaması ve baskı

Kişilerarası iletişımde egemenlik ve mücadele: Arkadaşlar arası, anne-baba arası, sevgililer arası, kardeşler arası; büyükle küçük arası; kadın e\ve erkek arası; patronun ucretli-kölesi müdür vb. Ile ..... yani evde kişıler arası iletişim, işde olan, okulda olan, askerikte olan, pazarda olan, (Olduğu yere göre) (kişılerin kimliklerine, göre, yaşına göre vs).... İlişkinin özelliğine göre: Misafirlik ilişisinde kişıler arası iletişım; patron-işcı; memer-çaycı; İletişim ilişki biçimleri birçok şekillenmeler sahiptir. Bu şekillenmeler çeşitli ölçeklere ve karakterlere göre çeşitli biçimlerde sınıflandırılabilir. Her ölçek ve sınıflandırma kendine özgü anlam verir iletişim ilişkilerine. Hiçbir iletişim şekillenmesi bir diğerinden bağımsız değildir. Gerçekte iletişim şekillerinde zincirleme veya birbiri içine girmiş bağımlılık ilişkileri vardır. Çoğu kez biri diğerinin tamamlayıcısı veya etkileyicisi veya etkilenenidir.

KİŞİYİ ÖLÇÜ ALARAK YAPILAN SINIFLANDIRMA

Kişiyi ölçü olarak aldığımızda, önümüze kişinin kendisiyle ve kendi dış çevresiyle iletişimi sınıflandırması ortaya çıkar.

İletişiminin olmasının ön koşulu iletişimde bulunacak bir canlı varlığın varoluşudur, çünkü iletişimin başlangıcı ve bitişi canlı varlığı gerektirir. Bu kitapta insan iletişimi ele alındığı için, insanın var oluşu iletişimin ön koşuludur. İnsan varlığın ilk iletişimi kendisiyle olan "kendiyle iletişimdir." Eğer iletişimde iletiyi ileten ve alan aynı kişiyse, buna insanın kendisiyle iletişimi deriz. Yaşanan dünyada nitelik ve nicelik bakımından en sık, çok ve yoğun olan iletişim insanın kendisiyle olan iletişimidir. Bu iletişim uyku dışında kesintisizdir. İnsanın kendiyle iletişimi kendi varlığını anlamasıyla başlar. Bebeğin anne karnındaki oluşum sürecindeki iletişimi kendi kendine iletişimin başlangıcı olarak niteleyebiliriz. Benzer biçimde, anne karnı ortamı içindeki hareket ve davranış biçimleri, bu kendiyle iletişimin kendi ortamına uzamasıdır. Anne karnı ortamı dışına ulaştığındaki ilk haykırışı ise yeni ortamına karşı ilk iletişimsel tepkisidir. Büyüyüp ölüme doğru olgunlaşma süreci içinde, bebek beş duyularıyla algıladığı kendisi ve çevresini ve kendisiyle çevresi arasındaki ilişkileri kendi "bensel" çıkarları açısından anlamlandırır. Bu anlamlandırma bu duyular yoluyla anlamaya ve yorumlamaya yönelik olduğunda kendisiyle iletişimi süreci egemendir. Bu süreçte en baştan beri çocuğun kendi algılayıp anlamlandırdığıyla kendi dünyası dışındaki kurulu egemen anlamlandırmalar arasında mücadele vardır. Bu mücadele çocuklukta ve gençlikte özellikle "yasaklayıcı" sosyalleştirmeye (=belli ideolojik kalıpların işlenmesine) karşı direnişlerle devam eder. Sonraki yaşam safhalarında ise, ya egemen ideolojinin ve kültürel kalıpların taşıyıcısı olarak bu mücadele büyük ölçüde son bulur ve geriye-dönük, kendisine yapılanı yeni kuşaklara yapan bir biçime bürünür, ya da mücadele toplumsal bir karşıtlık biçimini alır. Kendiyle iletişim dışla iletişimden bağımsız değildir. Dışla iletişimle birlikte, bazen ona karşı bazen onla uyuşma içinde olur. Dolayısıyla, kendine bakıp "ben özgürüm" diye düşünen birinin, "özgürlüğümüz yok" diye düşünenle iletişimi sırasında bunu dışa vuruşu ve "özgür oluşuyla" böbürlenişi ve bu özgürlük fikrine düşünerek ve gerçeklere bakarak vardığını iddia edişi, yani hem fiziksel hem de ussal bakımdan bağımsızlık iddiası ancak o kişi ve benzerleri için geçerlidir. Bu geçerlilik de, o kişinin bulunduğu koşullardaki kendi gerçeğini yansıtıyorsa, "benin" kendi bilincini kendinin ve çevresinin sübjektif koşullarına dayandırarak tanımladığı bir geçerliliğin iletişimini getirir. Eğer bu geçerlilik, o kişinin bulunduğu koşullardaki kendi gerçeğini kendine göre değil de kendi üzerinde egemenlik kurmuşa göre yansıtıyorsa, "benin" kendi bilinci egemenlik ilişkilerindeki bağımlılığın getirdiği kölelik ve kölenin zincirine vuruluşunun iletişimini getirir. Her iki durumda da, bu "geçerlilik" bile geçerli olduğu koşullardan çıktığında ya anlamını yitirir veya yeni bir anlam kazanır. Kendiyle iletişimde iletişimin niteliksel ve niceliksel çerçevesi insanın kendi koşullarından bağımsız değildir: Yoksul bir dünyada yaşayan birinin düşleri, umutları, umutsuzlukları, beklentileri ve planlarıyla, varlıklı bir dünyadakinden hem nitelik hem de nicelik bakımlarından farklıdır. Dağdaki bir çoban çocuğu, kendiyle iletişimde, soğanın cücüğünü (ortasını) yeme olanağını, zengin olsaydı yapacağı iş olarak düşlerken, kentteki bir zengin çocuğu Ferrarisiyle nasıl kız tavlayacağını tasarlar. Kendisiyle iletişimdeki çerçevenin genişliği ve darlığı, çeşitçililiği ve çeşitsizliği, zenginliği ve yavanlığı, olabilirliği ve düş olarak kalması insanın içinde yaşadığı koşullarla önemli ölçüde etkilenir. Anlaşılacağı gibi, koşulların saptayıcılığı kendisiyle iletişimin biçimini de belirleyici bir rol oynar. Bir başka örnekle açıklayalım: Köylü ve kasabalı çocuk (ve ana baba) polislik ve yedek subaylık hayalleriyle düşler kurarken, kentin varlıklı çocuğu (ana ve babası) Avrupa ve Amerika’da eğitim ve toplumu yönetici kadrolar arasında yer almayı planlar. Polis olmayı düşleyenin düş ufku orda biter, çünkü o düş düşleyebileceğinin en zirvesinde yer alır. Amerika’yı planlayan içinse ufkun daima ötesi vardır. Kendisiyle iletişimle davranış arasında sıkı bir ilişki vardır. Fakat bunun anlamı davranışı saptayanın kendiyle iletişim olduğu, diğer bir deyimle bağımsız düşüncenin bir sonucu olduğu söylenemez. Kişi "yoruldum, oturmam gerek der kendi kendine. Yorgundur, fakat oturacak yer yoktur. Yere oturması gerek, fakat yeni aldığı kıymetli elbisesini kirletmek istemez ya da yere oturmayı uygun görmez. Yorgunluğa rağmen oturmamayı seçer. Bu tür engelleyici seçenekler\tercihler günlük yaşamda birçok durumda çeşitli örneklerle vardır: Utanma, el ne der, uygun değil, olmaz, rezil olurum, ayıp olur gibi sosyo-kültürel engelleme mekanizmalarının çalışması sonucu kişisel kendisiyle iletişim belli biçimler alır. Kişinin kendisiyle iletişiminde var olan olasılıklar arasında seçimler yapılır. Fakat ne olasılıklar (potansiyeller) ne de seçimler yapısız bir biçimde özgürce bir niteliğe sahiptir: Potansiyeller, olasılıklar ve tercihler kalıplaşmış yapılara sahiptir. Kendiyle iletişim hem mücadeleyi, hem karşı tepkiyi hem de vazgeçerek boyun sunmayı getirir. Bu davranış biçimlerinden hangisinin seçileceği de gene kişinin kişiliğinden çok bulunduğu durumla belirlenir: Kişi her zaman risk ve fayda-zarar hesapları yapar. Bu hesaplar da ille ki akılcı ve faydacı bir karar vermeyle sonuçlanmaz. Fakat genellikle risk arttıkça kişinin kendisiyle iletişim sonucu karşıt olduğuna karşıtlığını ifade etme biçimi de değişikliklere uğrar. Kendisiyle iletişim insanda yaşam boyu soluk alma gibi süreklidir. Uykuda bile rüyalar, vücut fonksiyonlarını ayarlamalar yoluyla devam eder. Kendisiyle iletişim sosyal iletişimdeki özelliklerin bir uzantısıdır. Bu "uzantılık" özelliği ancak "sosyalleşmemiş" bebekte yoktur. Bebeğin büyüme süreci bu uzantının oluşması sürecini de içerir. Baba ve anne diyen çocuk, bu deyimi oluşturan kendisiyle iletişimde dıştakinin kendine ilişkisine göre ayırım yapar. Ardından çocukluk, babalık ve annelikle gelen "geleneksel" rollerin oynanmasının işlenmesi gelir. Böylece insan kendisiyle iletişimde kendinin dışındaki yapılaşmışın kalıplarını kullanarak karar verme durumunu "normal olarak benimsemeye başlar; benimsemezse benimsettirilme sürecine normal baskıların ötesinde ağır baskılar katılır. Yetişkinlerin kendisiyle iletişiminde sosyal yapısalın egemenliği çok daha fazladır: İçinden boğası geldiği kişiye gülümsemek zorunluluğunu duymayı gerektiren kendisiyle iletişim, bu uzantı oluşta dış egemenliğin saptayıcılığını anlatır. Dolayısıyla, kendisiyle iletişim, sürekli tartmalar, ölçmeler ve biçmeler ve karar vermeler, plan yapmalar ve vazgeçmelerle doludur. Bunlarda da egemenlik kesinlikle kayıtsız şartsız olarak bireyin elinde değildir. Bireyin kendisiyle konuşuşu çoğu kez belli ideolojik yapıların ondan geçerek kendilerini ifade etmelerinden öteye gidemez.

Kişinin kendisiyle iletişimi çevreyle iletişiminin görevsel bir parçasıdır. Çevreyle iletişim kişinin vazgeçilmez yaşam gereğidir. Bu da kendini kişinin en başta kendi temel ihtiyaçlarını karşılaması zorunluluğuyla oluşur. Acıkan insan yemek, üşüyen insan barınmak ve giyinmek ihtiyacıyla karşılaşır ve bunları karşılamak için çevresine döner. Köleleştirilir, kölelik çevresi kölelik çevresinden kaçış, eğlence ve dinlenme gereklerini çıkartır ve kişi bu çevreye döner. Böylece çevreyle iletişim sürer. Çevreyle iletişim, belli koşullarda, "sömürüyü" de getirir. Çevreyle iletişimde kişi kendi ihtiyaçlarını sağlamak için girişimlerde bulunur. Bu girişimler, diğer insanlarla iletişimi içermedikçe, insanın kendisiyle iletişiminin sonucu verdiği kararla doğal çevreye müdahalesi biçiminde olur. İnsan yalnız veya başkalarıyla ilkel koşullarda da modern koşullarda da doğal çevreyle iletişime girer. Bu iletişim tek taraflı sömürü ilişkisi biçiminde olur. Fakat doğaya hakaret, doğayı talan, doğanın ırzına geçme, doğayı öldürme ve bütün yaşayan varlıklar için yaşanmaz duruma getirme iletişim biçimi ancak çağdaş insanın modernliği, çağdaşlığı, ileriliği sayesinde mümkün olabilmiştir: İnsan doğayla girdiği ilişkide, doğadan kendi ihtiyaçlarını karşılamak için "alır". Ekerek alır, dikerek alır, sökerek alır, yakarak alır, yıkarak alır, keserek alır, döşünü binlerce metre delerek alır. Bu alma ilişkisi ve iletişimini de elle yapar, baltayla yapar, taşla yapar, tırpanla yapar, döver biçerle yapar, greyderlerle yapar, dinamitle yapar, sülfürik asitle yapar, kurşun taramayla ve nükleer denemelerle yapar. Yapma araçları ve sonuçları "modernleştikçe" daha da "modern" bir biçime bürünür. Çevreyle iletişim insanlar arasındaki iletişimin ayrılmaz bir parçası olarak yürür. Hz. Havva, Hz. Ademe küser ve bir başka dağda kendi başına yaşamaya başlar. Adem bulaşıklar ve kirli çamaşırlar birikip Havva'ya ihtiyacı dayanılmaz duruma gelince, ve Havva da kurtların ve kuşların saldırılarına karşı direnişten yorulunca barışırlar. Havva ALO deterjanıyla çamaşırları yıkar ve ardından duru sabunuyla temizlenerek temiz bir dünyaya kavuşur. Havva’nın atık suyuyla giden deterjan ve Duru sabununun kimyasal artıkları karada ve suda canlı kovalamaya başlar; kaçabilen canlılar kaçar, kaçamayanların ruhuna el fatiha.

YER VE ZAMAN ÖLÇEKLERİNE GÖRE SINIFLANDIRMA

Yer ölçeği, yani iletişimin aynı yerde olup olmamasına göre sınıflandırma, bize yüz yüze kişiler arası iletişim şeklini ve yüzyüzelikten uzak, yer bakımından ayrılmış, soyutlamış, iletişimi uzağa taşıma araçlarıyla gerçekleştirilebilen iletişim şekillerini verir. Bunun ötesinde, iletişim olduğu yere göre, evdeki, okuldaki, iş yerindeki, eğlence yerindeki, dinlenme yerindeki, parlâmentodaki, kentteki, kırsal alanlardaki, ülkedeki, dünyadaki, vb. gibi ayırımlarla sınıflandırabilir. İletişimin olduğu yer ölçüsü, eğer sadece iletişim üzerinde saplanma (içerik) ya yönelir ve "yer" üzerinde yerin özelliklerine ve iletişimle olan dinamik ilişkisine bakmadan bir kenara itilirse, ayırım ve ayırımla gelen yorumlar anlamını yitirir. Yerin iletişime getirdiği kategorileşme ötesinde yerin yapısal özelliklerine göre iletişimi biçimlendirmesidir. Daha açıkçası, yer ölçeği yeri yansız olarak ele aldığında insanın sosyal gerçeklerinden uzaklaşır. Bu nedenle yerin yapısal konumunun kesinlikle iletişimde göz önüne alınması zorunludur. Yer iki sevgilinin ele ele tutuşup sevgilerini paylaştığı bir park veya doğa olsa bile kesinlikle yansız değildir: İki sevgili arasındaki el-elelik iletişimde doyumu sağlayan pozitif bir rol oynar. Ama yer kaynana dırdırının olduğu yerde sevgi paylaşmaya çalışmaksa, o yer hem sevgi ilişkilerini olumsuz etkiler, hem de egemenlik ilişkilerinin ve mücadelesinin verildiği bir konumdur. Bir fabrikada, büroda veya herhangi bir iş yerindeki iletişim konumu hiyerarşik, asimetrik ilişkilerin olduğu bir yerdir. Bir sınıf ortamında, öğrenciler arasında rekabetçi simetriğe yakın ilişkiler ve öğrenci ile öğretmen arasında egemenlik\boyun sunucunu ikilemi biçiminde asimetrik bir ilişki vardır. Yönetici sınıfların çeşitli çıkarlarının temsilini anlatan yer ve zaman bakımından farklılaşmış kitle iletişi de anti-demokratik bir dikey kademeleşmiş iletişim biçimini anlatır. Eğer ölçümüz zaman ise, iletişimi zaman ölçüsüne göre, anlık, kısa süreli, uzun süreli ve sürekli olarak sınıflandırabiliriz. Veya ilkel çağlardaki iletişim, orta çağlardaki iletişim, yeni çağlardaki iletişim, çağdaş iletişim olarak gruplandırabiliriz. Evvel zaman içinde, kalbur zaman içinde, şimdiki zaman içinde, gelecek zaman içinde olacak iletişim olarak da ayırabiliriz. Bu ayırımın değeri sadece zamanın tanımı ve bu tanımlamanın getirdiği anlam ile sınırlıdır. Geçmişi "evvel zaman içindeki iletişim" olarak tanımlayıp hikayeleme ile, geçmişi "mutlak sahiplik kölelik ilişkilerinin olduğu zamandaki iletişim" olarak tanımlayıp incelemek arasındaki fark, fukara kızın kurbağayı öpünce yakışıklı prens olacağının olasılığı farkı gibi gerçekçilik farkıdır. Kişiler arası iletişim yüz yüze veya "aracı medya" yoluyla olabilir. Örneğin aracı telefon olunca, yer bakımından farklılaşmış kişiler arası iletişim biçimi vardır. Araç mektup olunca hem zaman hem de yer bakımından farklılaşmış kişiler arası gecikmiş-iletişim; elektronik-mektup olduğunda zaman farkı bazen birkaç saniye gecikmeye indirilir. Eğer iletişim bilgisayarla aynı anda karşılıklı yazışmayla oluyorsa, ileti ve iletiye cevap ve cevaba cevap çemberinde zaman farkı mefhumu kişinin yazma hızına indirilir.(telefon, mektup, elektronik-mektup). Faksla olan iletişimde de zaman farkı asgariye indirilmiştir.

Yüz yüze iletişim kişiler arasında aynı anda ve yerde, birbirini görerek ve duyarak yaptığı direk iletişim biçimidir. Yüz yüze iletişimde egemen tarz sözlü, konuşmayla olan iletişimdir. Yüz yüze iletişimde iletişimde bulunanlar arasında zaman ve yer bakımından beraberlik vardır. Herkes günlük yaşamından yüz yüze iletişimde bulunurlar. Bu iletişim biçimleri büyük çeşitlilik gösterir. Bunları kategorilere ayırmak da ele alınan ölçülere göre değişir. Ölçü yaş ise: çocuk, genç, yetişkin ve ihtiyarları kapsayan kuşaklar arası iletişimden bahsedebiliriz. Aynı ayırımı kültürü yaşa göre tanımladığımızda da yapabiliriz. Eğer ölçümüz cinsiyet ise, o zaman kadın ve erkek arasındaki iletişimden bahsederiz. Ölçümüz aile içi iletişimse, o zaman anne baba ve çocuklar arası iletişim biçimleri öne gelir. Bu kadar mı? Kapitalist okulda bu kadar. Benim okulumda dahası var: Köle ile sahibi arasındaysa, kölelik iletişimi; işçi ile kapitalist arasındaysa, ücretli-kölelik iletişimi; gelinle kaynana arasındaysa, kaynanalık iletişimi; koca ile karısı arasındaysa, erkeklik iletişimi veya kadının ezilmişliğinin iletişimi; eşler arasındaysa, eşlik iletişimi; dostlar arasındaysa, dostluk; düşmanlar arasındaysa, düşmanlık iletişimi; köylüyle ağası arasındaysa, ağalık iletişimi; "hocam" diyen öğrenciyle öğretmen arasındaysa, üfürükçülük iletişimi; öğrenciyle "öğrenci-öğretmen" (yani kendini her şeyi bilir bilen öğretmen değil de, hala öğrenen gören öğretmen) arasındaysa, egemenlikle karışık karşılıklı öğrenim iletişimi; Bir şamarda çocuğunu duvara yapıştıran baba ile duvara yapışan çocuk arasındaysa, duvara yapıştırma iletişimi; çocuğuna laf geçiremeyen baba\anne ile modern kapitalist popüler müziğin davul vuruşlarıyla "tüketim tüketim, isterim, isterim, verirsen seni severim" diye zıplayan çocuğu arasındaysa, modern hoşgörülü aile iletişimi; McDonalds'la, Pepsiyle, Levis'la, Marlboro'yla, Chanel 5'le, Elizabeth Taylorun Passion'ıylaysa, özgürlükçü iletişimdir. Örnekler epey çok. Yüz yüze sözlü, konuşmayla yapılan iletişim doğal olarak eşitcil, simetrik bir yapıya sahiptir. Konuşabilen, dili olan, konuşmasını engelleyen herhangi bir sağlık sorunu olmayan herkes bir iletişimi başlatma, bitirme, içeriğini belirleme ve iletişimin koşullarını saptama kabiliyetine sahiptir. Bu tabii, doğal bir durumdur. Bu durum egemenlik ilişkilerinin olduğu bir yer ve ortamda simetriklikten çıkar ve dikey bir yapıya dönüşür. Sözlü iletişimi eşitlikten ve doğallıktan çıkaran dıştan gelen engellemeler sınırlamalardır: Yasalar, kurallar, gelenekler, alışkanlıklar, sömürü ve kölelik gibi... Konuşmayla iletişime neden dış engellemeler ve sınırlamalar vardır: Neden konuşma özgürlüğü dikey bir karakter alır? Konuşma, sözlü iletişim sosyal üretim ilişkilerinin bütünleşik bir parçasıdır. Eğer bir sosyal yapıda üretim ilişkileri bazılarının üretilen zenginliklerin çoğunu alması ve kontrol etmesi biçimindeyse, bu yapıdaki sözlü iletişim ilişkileri de bu dengesiz biçimi yansıtır. Eşitliğin, adaletin olmadığı ve sömürünün çeşitli biçimlerinin egemenliğindeki bir sosyal sistemde, konuşma özgürlükleri de mülkiyet özgürlüklerine ve ilişkilerine bağlı olarak anlam bulur. Varlıklılar ile varlıksızlar, güçlülerle güçsüzler, sömürenlerle sömürülenler, ezenlerle ezilenler arasındaki sözlü iletişim o ilişkinin karakterini taşır. Toplumsal kademeleşme kademeleşmiş iletişim ilişkileri getirir. Kimin hangi konumda nasıl konuşması gerektiği, ne zaman, nerede, nasıl ve hangi koşullar altında konuşma iletişimini başlatma, bitirme, içeriğini ve şartlarını belirlemeye sahip olduğu güç ilişkilerinin bir fonksiyonudur. Günümüzdeki toplumların en "demokratik" olarak geçinenlerinde bile konuşma özgürlüğü anayasayla tanınmış ve korunmuş olmasına rağmen, daima bir sınıra sahiptir. Bazı ülkelerde devlet denen sınıf terörü örgütünün ücretli\maaşlı köleleri olan memuruna, polisine, bakanına veya cumhurbaşkanına dil uzatamazsın; "devlete ve devlet memuruna hakaretten" hapsi bulursun. Eğer dilini kesmezlerse, şanslısın. En demokratik ülkelerde ise, konuşma özgürlüğü, açık ve o an milli çıkarlar için tehlike ortaya çıkarıyorsa, müsaade edilmez, bu tür bir konuşma yapan da, devletin sırıtan adaletini karşısında bulur. Konuşma, devleti siyasal, ekonomik veya moral tahripten, ciddi hasardan korumak, toplumun güvenliğini korumak, kamu düzenini sağlamak, ve özel mülkiyeti korumak gerekçeleriyle sınırlamalara konu olur. Türk anayasası herkese kendini ifade özgürlüğü tanımıştır. Herkes de zevkle ceza korkusu olmadan bu özgürlüğü iş yerinde, siyaset alanında ve ekonomik alanda bol bol kullanmaktadır(!). Siyasal bir ilişkiyi örnek verme yerine, oldukça basit bir örnek verelim: Cuma pazarında, satıcıya "neden domateslerin iyilerinin öne sergilenip, arkadan kötülerinin verildiğini, neden sergilenenin satılmadığını sorduğumda, anayasal hakkımı kullandım. Satıcı ve iki arkadaşı da egemen sahtekarlığın güçlü horozlanmasıyla karşılık verince, anayasal hakkın ne demek olduğunu hemencecik anladım (sanki bilmiyor muydum?). Millet o denli baskıcı sömürülmeye ve kakalanmaya alışmış ki, hiç kimseden ses çıkmıyor: İfade özgürlüğünün egemen ilişkiler içinde öldürülüşü... Ben burada sadece bir çok küçük burjuvaziden bahsediyorum. Kitle iletişim araçlarında her gün görüyoruz; ülkeyi meşrulaştırılmış yolla talan yetmediğinden olmalı, gayri-meşru soygun her alanda at oynatıyor. Millet sessiz. Ezilenin, çaresiz bırakılanın, örgütsüzün, güçsüzün, karşısında ordusu ve polisi ve adaletsiz adaletiyle bir yozlaşmış devi görünce boyun sunarak yaşamına devam etmesi... Anayasa veya herhangi bir yasa hakkı verir, hakkın olmasıyla hakkı kullanma olanaklarının olması arasında, saptayıcı bir ilişki vardır: Olanaklar ve olanakları kullananlar, yasaya gerçek anlamını verir. Anayasa hakkı verir ve ceza hukukunda bir diğer yasa "devletin bütünlüğünü, milletin moralini, ahlakını, cumhuriyeti (=mülkiyeti ve mülkiyet ahlâkını) ve demokrasiyi" koruma amacıyla, konuşma özgürlüğüne para cezası verilir, zindana tıkılır ve hatta tokatlanır. Kamu hizmetindekiler, örneğin başbakanlar, bakanlar, cumhurbaşkanları ender olarak gerçekleri iletirler halka ve halkı kandırıyor diye hiçbir cezaya çarptırılmazlar. Ama sen "seni gidi sahtekar seni" diye bir başbakanın sahtekarca konuşmasına karşılık verirsen, yandın demektir. Mesela bu kitapta ben, canım çok çektiği halde arada bir ona buna küfredemem, açık seçik laflar edip, seksle ve seks organlarıyla ilgili sözler söyleyemem. Yasaktır. Playboy ve her gece Arap havasına biçimli vücutlara para verip göbek attıran televizyonların yaptıkları nedense "yasak" tanımlaması içine girmez . Erkeklerin (ben dahil) ağzının suyu akarak seyrettiği ve hayallendiği TV'de kıvrılan vücut ahlakla, moralla ve seksle ilgili müstehcen sözler söylemiyor mu? Sanat yapıyor. Ne sanatı? Seksle iştahlandırarak satış sanatı. Yani, onlar söyler, sen söyleyemezsin, çünkü güç ve kese meselesi... Kısaca, konuşma özgürlüğü (a) açık seçik müstehcenlikte, (b) devlete karşı o an tehlike arz ederse veya ilerde tehlikeli olma potansiyeline, karakterine sahipse, (c) kamu mensuplarına yönetilmiş karalayıcı sözler (libel), (d) ayaklanmaya, isyana teşvik eden siyasal konuşma halinde özgür değildir. Bu tabi buzdağının sadece görünen tepesi. Bunun altında, en küçük sosyal birimden başlayarak en büyüğüne kadar hepsinin içindeki ilişkilerde konuşma özgürlüğünün yok edildiğini görürüz. Kamu örgütlerinde, ailede, özel teşebbüs firmalarında konuşma özgürlüğü çeşitli ölçüde kademeleşmiş ve sınırlanmıştır. Konuşma havada yapılmaz, bir ortamda yapılır. Egemen güçlerin en çok engellediği konuşma toplantı, gösteri, grev ve yürüyüş özgürlükleriyle ilgili konuşma\ifade özgürlüğüdür. Bu tür konuşma\ifade özgürlüğü sürecin ta başında engellenmeye çalışılır: (a) İzin verilmez; (b) izin vermeyerek engelleyemezse, meşru (polis) veya gayri-meşru (polis ajanlar, kışkırtıcılar, kiralık sabotörler) yollarla herhangi bir bahane bulup dağıtarak, dayak atarak, tutuklayarak engeller; (c) İzin verilmemesine rağmen toplantı veya grev yapılır veya karara rağmen greve son verilmezse, mahkeme kararıyla sorumlular tutuklanır veya mahkemeye verilir. Konuşma her zaman sözle\sesle yapılmaz. Sembolsel konuşma ile iletişim sessiz\sözsüz veya sözlü iletişime ek olarak yapılır. Sembolsel-konuşmada özgürlükler aynı nedenlerle ve daha başkalarıyla yasaklanır: Kızıl bayrak çekmek, bayrağa barış sembolü çizmek, bayrağı yakmak, bayrağı popoya yamayıp giymek, askere çağırı kartını yakıp protesto etmek, duvarlara barış sloganları yazmak, duvarlara devrim sloganları yazmak, başbakanın resmine "ben dolandırıcıyım" veya cumhurbaşkanının resmine "ben uluslararası şirketlerin ve ortaklarının beş paralık sözcüsüyüm" diye ekleme yapıp t-shirte basıp bu t-shirtle sokakta dolaşmak gibi... Bu tür sembolsel konuşmalar sadece devletin gazabıyla karşılaşmaz, aynı zamanda devlet ideolojisinin taşıyıcısı bazı kölelerin de gaddar tepkileriyle karşılık bulur. Kişiler arası iletişim toplumsal yapının temel ilişkiler düzeninin özelliklerinden kaçamaz. Kişisel iletişimi bireyin davranışları, tutumları ile tanımlamak ve açıklamak kişiler arası iletişimi çok dar sınırlar içine koymaktır. İki kardeş veya arkadaş arasındaki yüz yüze iletişimle bir işçi ve patron arasındaki yüz yüze iletişim arasında iletişimin her özelliği bakımından önemli farklar vardır.

Yüz yüze olmayan iletişim yer bakımından aynı yerde olmamayı anlatır. Yer bakımından farklılık, kullanılan araca göre o anda olan iletişim ve zaman farkını da çıkaran gecikmiş-iletişim biçimlerini getirir. Bu iletişim biçimleri, iki tarafın da iletişim üretim araçlarını ve koşullarını kontrol etme olanaklarına sahip olduğunda simetrik iletişim olanağını sağlar (örneğin telefon). Bu tür iletişimin olabilmesi için iletişimin gereği olan sembollerin bir kişiden diğerine taşınması gerekir. Kişiler arasında yer bakımından farklılık olduğu için, yani yüz yüze olmadıkları ve yer bakımından farklı yerlerde konumlandırıldıkları için, iletişimi taşıma aracı zorunludur. Sesli iletişimin gerçekleşmesi telefonla, sesli ve görüntülü iletişimin gerçekleşmesi telefonlu-televizyonla (veya televizyonlu bilgisayarla) gerçekleşebilir. Yazılı sembollerle iletişim ise geleneksel olarak telgraf ve mektupla olur. Günümüzün iletişim teknolojisinde bu elektronik-posta (e-mail) ile yapılmaktadır. E-mail'in geleneksel mektuptan farkı, sadece ulaşım zaman farkı ve araç farkıdır. Bu kadar mı? Değil: E-mail biçimi mektuplu iletişimdeki yapının geleneksel PTT'nin kontrolundan çıkıp özel-teşebbüsün kontroluna kayışını, ağaç kesip doğayı soyanların çıkar alanının daralmaya başlamasını anlatır. Kağıt, zarf, kalem, silgi, pul, postacı-amca ortadan kalkmış onun yerini bilgisayar teknolojisi almıştır. Yüz yüze iletişimde olduğu gibi, yüz yüze olmayan iletişim şekillenmelerinde de yapısal ortama (yere ve zamana) bağlı olarak, bu iletişim şekilleri değişik anlamalar kazanır.

İNSAN SAYISINA GÖRE SINIFLANDIRMA

İletişimi iletişimde bulunan insan sayısına göre gruplaştırırsak, karşımıza kişinin kendiyle iletişimi, ikili yüz yüze iletişim, aracılanmış (örneğin telefonla) iletişim, grup ve gruplar arası iletişim, kalabalık ve kitle iletişimi çıkar.

Grup iletişimi grup içi ve gruplar arası iletişim olarak kendini gösterir. Grup içi ve gruplar arası iletişim genellikle ırk, seks, yaş, siyasal tercih gibi özelliklere göre ayırt edilerek incelenir. Eğer iletişim ilişkisi bir kişinin bir gruba konuşması biçimindeyse, iletişim yapısal özelliğine göre, bu tür konferans, konuşma, ders, tanıtım, reklam, vaaz olabilir. Eğer gruplar arası ilişkileri kültür ölçeğine göre yaparsak, kültürler arası iletişim konusu önümüze gelir. Grup iletişimi aynı zamanda belli amaçlar için örgütlenmiş grubu da içerir. Örgütlü grup iletişimi örgütlerin yapısına göre değişir. Bunlar da siyasal, ekonomik ve kültürel amaçlı örgütlü gruplar olabilir.

Sayının yanında iletişimin olduğu yerin aynılığı da ölçü olarak alınırsa, önümüze siyasal söylevlerin verildiği kitle-söylevleri; kitle-kandırma veya kitle-kışkırtma amaçlı propaganda kampanyaları; kitle hareketleri, kitle-gösterileri, grevler, öğrencilerin okul-işgalleri, fabrika işgalleri; hacca gidenlerin kitle ibadetleri gibi kitle iletişimi türleri ortaya çıkar. Bu iletişim türleri eğer egemen güçler içinse, meşrulaştırılmış gayrımeşruluğun (egemenliğin) meşruluğu içine girer ve belli çevrelerce alkışlanır. Eğer egemen çıkarlara aykırı veya karşıysa, gayrımeşru ilan edilip tokatlanır. Dikkatinizi çekeyim, buradaki kitle iletişimini sakın kitle araçlarıyla (örneğin TV. ile) yapılan iletişim olarak almayın. Belirttiğim ölçüler içinde, kitle medyası iletişimi kitle iletişimi değildir. Eğer iletişim sadece (a) "gönderilen bir mesajı" alma ve (b) alana "teşekkür ederim veya al mesajını çal kafana" diye bağırma ve (c) çevresindekilerin de katılması olanağını vermeyen bir şekilde kişileri birbirinde koparılmış bir biçimde konumlandırıyorsa, bu iletişim hepimizin bildiği modern medyalı kitle iletişimidir.

Pozitivist-ampirik iletişim yaklaşımlarında, özellikle iletişimin propaganda içinde incelendiği 1940’lar, 50'ler ve 60'larda, iletişim yüz yüze iletişim, grup iletişimi, kalabalık ve kitle davranışı sınıflandırması yapılarak incelenirdi. Fakat "kalabalık" ve kitle kavramı ayaklanma ve başkaldırıların incelenmesi ve kontroluna eğilmeyi getirdiği için, dayanışmayı ima eden yüz yüze iletişim, bireyciliği ifade eden kişiler\bireyler arası iletişime çevrildi; Kontrol edilemediği ve McDonalds'dan yeme ve Pepsi içme için McDonalds'in kapısına, ve Levis giyme için Levis mağazasına yöneltilebileceği pek karanlıkta kaldığı için kalabalık önce sokakta bırakıldı ve sonra popusunun üstüne oturup adam gibi tüketiciliği öğrenmesi için işten çıkar çıkmaz eve (veya birahaneler, kuaförler gibi herhangi bir tüketim-dört duvarı içine) hapsedildi. Evden çıkınca da alışverişe gönderildi. Kitle, siyasal kitle nutuklarıyla birlikte, yüz binlerin tehlikeli bir şekilde toplandığı ve dayanışmaya girdiği fiziki ve duygusal yakınlık alanından alınıp, televizyona getirildi, ve kitle iletişimi televizyon, radyo ve gazete oldu. Bu oluşturmayla, kitle evlerinde tek tek yakalanan bireyler şekline sokuldu. Kalabalık kavramı (a) sokaktaki, dışarıdaki, (b) sayıca çok ve (c) birbiriyle ortaklığı kalabalığı oluşturmadan öte gitmeyen insan grubu veya seli olarak özetlenebilir. Kalabalık genellikle kitle kavramıyla eş olarak ve “sokaktaki, grevdeki, gösterideki” çalışan sınıfları anlatmak için kullanıldı. Kimi burjuva aydınlarının “eleştirisinde,” kitle kavramı, toplumun bayağılaşması ve yozlaşması olarak nitelendi. Psikoz-patalojik (psikolojik bakımdan hasta) aşağı tabakadan insanların, anarşistlerin, devrimci işçi ve sempatizanlarının “tehlikeli sınıflar" oluşturduğu ileri sürüldü. "kitle toplumuna" karşı uygarlığın kültürel mirasının korunması gerekliliği savunuldu. Kitlelerden korkunun ve kontrol gerekliliğinin belirtildiği klasik yapıt Gustave Le Bon'un 1895'deki Kalabalığın Psikolojisidir. Le Bon kitle toplumunun kendi arzuları tarafından yönetilmeyen otomatonlar ürettiğini savundu; kitle toplumunun ve kentlerde toplanan "tehlikeli sınıfların" (çalışan kitlelerin) çıkışını, elitlere, mülkiyete ve mülk sahiplerine amansız bir tehlike olarak niteledi. İnsanlar arasındaki eşitlik düşüncesinin düşmanı elbette sadece Le Bon değildi. Thomas R. Malthus da aynı paralelde görüşe sahipti. Malthus’un "nüfus" teorisi, hala aynen yeni-sömürgeciliğin ve Türkiye gibi yeni-sömürgelerdeki öğretim üyelerinin çoğunun "sürdürülebilir kalkınma" sorunlarında ve sorun çözümünde kullanılmaktadır. Malthus ve günümüzdeki izleyicileri aşağı ve düşük sınıfların" "sefilliğini" ve "mutsuzluğunu" kapitalist yapıya değil evrensel "doğal yasaya" (=Hobbes'in orman kanunuyla meşrulaştırılan yaratılmış eşitsizliğin ve sömürünün doğallaştırılmasına) bağlarlar; bu "sefiller" sürüsünün sefillikten kurtulmalarının ve toplum kalkınması çabalarına ana engeli kaldırma çaresi olarak da "nüfus kontrolünü" öne sürerler. Nüfus kontrolü fikri sosyal bilimlerin hemen her dalında önem kazanmıştır. İletişim sosyolojisi ise, doğum kontrolu ve nüfus azaltma politikalarının saptanması ve yürütülmesinde araştırmalarla ve iletişim örgütleri de günlük ileti biçimleriyle katıldılar. Bu katılma Türkiye gibi ülkelerde hala bütün hızıyla devam etmektedir. 20’nci yüzyılın başından hemen sonra, "canice teşvik edilebilir" kalabalık ve kitlelerden korku, hem yeni yasalarla giderilmeye çalışıldı, hem de "yumuşak ve parlemanter tartışmalarla dolu, kabine krizleriyle çıkmazda bocalayan ve iş yapmasını bilmeyen, grevleri ve komünistleri bastıramayan" burjuva rejimlerinin faşist ve Nazi uzantısının kitleleri milliyetçi davullarla ve zorbalıkla susturması biçimine dönüştü. Kitlelerin bu tür kontrolü Kapitalist batıda ikinci dünya savaşından sonra, sendikaların burjuvalaşması, sosyal sigortalar, işsizlik sigortası ve tüketici kitle kültürünün geliştirilmesiyle yeni bir biçim aldı. Diğer ülkelerde ise, ne zaman kitlelerin örgütlü başkaldırısı güçlendiyse, o zaman ordu örgütlü direnişin kafasını silahla kırarak işe el koydu. Ordunun işe el atması elbette toplumu soymadaki siyasal-ekonomik faaliyetlere kendilerini zenginleştirme ve kaba güçle idareyi kendi ellerinde tutma hevesini de getirdi. Latin Amerika ülkelerinin hemen hepsinde, Afrika’nın, Asya’nın ve Orta Doğunun çoğu ülkelerinde askeri cuntalar siyasal idareyi ellerinde tuttular, sivil birkaç aile ve uluslararası şirketler böylece kendilerini emin hissederek sömürülerine ortaklaşa devam ettiler. Ordunun geliş ve gidişleri oyunu bu ülkelerde devam etmektedir. İletişim kuramında Le Bon'un "kitle" anlayışı Lasswell'ci görüşte de yansır. Korkuyu biraz azaltan gelişme, Gabriel Tarde'nin öncülüğünü yaptığı "taklit eden" "halk\kamu" ve "halk\kamu oyu" anlayışının yaygınlaşmaya başlaması oldu: Halk\kamu geleceğin sosyal grubudur. Kalabalık "diğerlerinin gözüyle faaliyet" tarafından saptanan fenomendir. Halk\kamu "diğerlerinin düşencesine saygı" tarafından saptanan kültürlü ve medenileşmiş fenomendir. Tarde'nin görüşü güçlü liderlikle kitleleri kontrol peşindeki Avrupa’da pek tutmadı. Fakat Amerika'da tutumlar ve halk oyu araştırmalarının temeli oldu. Tutumlar ve halk oyu araştırmaları neden yapılır? Anlama ve politika saptamalarına ve uygulamalarıyla kontrol nedeniyle. Tutumun 1935'lere kadar olan egemen tanımı Gabriel Tarde'nin kitle analizini yansıtan "bir kişinin bir değere karşı olan düşünce durumu" olarak anlaşılıyordu. 1935'de Gordon W. Allport bunu bugünkü sosyolojik tanıma değiştirdi: (a) tecrübeden geçerek örgütlenmiş, (b) ilgili olduğu durumlara ve objelere kişinin tepkisi üzerinde direktif veya dinamik etki çıkaran (c) ussal ve sinirsel hazır olma durumudur. Pozitivist okul aydınları psikoloji, sosyal-psikoloji, psikoz-pataloji, sosyoloji, siyasal bilimler ve iletişim gibi dallarda saha ve lâboratuar araştırmalarıyla insan tutum ve davranışlarını anlama ve egemen güçlerin çıkarı yönünde kontrol mekanizmaları getirme girişimlerine başladılar. Belki de şimdiye kadar milyona yakın araştırma yapılmıştır. Kontrol mekanizmaları soğuk savaşta ve sıcak savaşta temel farklılıklar gösterir. Soğuk savaşı Amerika ile Rusya arasındaki savaş olarak almıyorum, örgütlü bir sömürüyü sürdürmede silahlara başvurmadan yapılan iç ve uluslararası savaş olarak kullanıyorum. Çünkü Amerika ve Rusya arasındaki soğuk savaş benim kullandığım anlamdaki savaşın bu iki güç arasında olan yansımasından başka bir şey değildi. Bunun anlamı da çok açık: Soğuk savaş bitti iddiası belli bir örgütlü karşı-güce karşı olan soğuk savaş bu gücün çözülmesiyle sadece bu çözülen güçle ilişkide ortadan kalktığı gerçeğinden öte bir anlam taşımaz. Yoksa, soğuk savaş her an, her gün kapitalizmin fabrikalarında, iş yerlerinde, okullarında, parlamentolarında, bütçe ve ücret politikalarının saptanması ve uygulamalarında, televizyonlarında, başbakanlarının demeçlerinde, adalet sisteminin ve ordunun varlığında, kısaca günlük burjuva materyal ve ideolojik faaliyetler ağı içinde bütün dünyada devam etmektedir. Peki sıcak savaş? Sıcak savaşlar yaşadığımız yıllarda daha çok iç savaşlar biçiminde olmaktadır. Bunları da kabaca iki grup içine çökertebiliriz. Birinci gruptakiler çöken eski-sovyetlerdeki ganimet kapışma mücadeleleridir ki bu iç savaş biçiminde kendini göstermektedir. Bu ganimet kapışma ve çoğa konmak bir ırkın egemen olduğu her Sovyetde kısa zamanda halledildi. Fakat ırk farkları olan Yugoslavya gibi yerlerde, ırkçılık bu ganimet paylaşma anlaşmazlığına katıldı. Bu da savaşı ikinci türe döndürdü: Diğer bir ırkın yönetici sınıflarının sömürgeleştirme çabalarına karşı silahlı bağımsızlık direnişi. Bu bağımsızlık direnişinde, Bosna'da olduğu gibi, liderlik, gene ganimet paylaşma yarısındaki burjuva-anlayışlı liderliğin elindedir. İkinci grup sıcak savaş, Bosna örneğinde olduğu gibi ırksal bağımsızlık savaşını içerir. Bu tür savaş ırksal farklılıkların olduğu ülkelerin çoğunda çeşitli ölçülerde, sıcaktan soğuğa ve soğuktan sıcağa, koşullara göre, zaman içinde değişerek verilmektedir. Amerikan emperyalizminin petrol çıkarlarını Körfezde koruma savaşı yanında, yeni- Rusya’nın örneğin Çeçenler üzerinde uygulamaya çalıştığı yeni-emperyalist emelli sıcak savaş biçimini görmekteyiz. Bütün bu soğuk ve sıcak savaş biçimlerinin egemen iletişimi daima demokrasi, özgürlük ve barış biçiminde sunulur.) Le Bon'un kitabı yer yer Hitler tarafından Mein Kampf'da çalınarak kendine mal edildi. Faşist ve Nazi kaba gücü meşrulaştırmada August Compte'in "düzen ve ilerleme" fikri Latin Amerika gibi ülkelerdeki askeri, toprak ağası ve yeni-burjuva ortaklığındaki yönetici sınıfların sloganı oldu. Pozitivizmin "düzen ve ilerleme" tutuculuğu ve baskıcılığı ikinci dünya savaşından sonra Latin Amerika'da "vatanın bütünlüğü, aile değerleri ve dinin kutsallığı" ve diğer ülkelerde "vatanın bütünlüğü, demokrasi, özgürlük ve düzeni koruma" adına demokrasi, eşitlik, özgürlük isteyen insanların (özellikle gençlerin) katliamlarında slogan olarak kullanıldı. Günümüzde bu siyasal iletişime “dengeler” kavramı katıldı.

ARACA GÖRE SINIFLANDIRMA

İletişimi iletişimde kullanılan araca göre sınıflandırırsak, karşımıza başka sınıflandırmalar çıkar: Dilli\sözlü iletişim, dilsiz\sözsüz (jestler) iletişim, yazılı iletişim (kitap, mecmua ve gazete), film üzerine kayıtlı iletişim (sinema), sahnenin kullanıldığı iletişim (tiyatro, söylev); Radyo dalgalarının olduğu sesli iletişim (radyo) ve görüntülü iletişim (TV); Tel kullanılarak yapılan iletişim (telefon, telgraf ve kablo televizyonu), satellite\uydu kullanılarak yapılan iletişim... Mızrağın ucuna takılan Kuran sayfalarıyla, savaşa giderken giyilen beyaz kefenle, bilgisayarlarla, savaş filoları, savaş uçakları, füzeler, kimyasal silahlar ve kurşunlarla yapılan iletişimler... Araca göre sınıflandırmayı yaptıktan sonra, açıklamak için birkaç yaklaşım yolu tutulabilir: Örneğin, dilin doğasal özelliklerinden ve kıvrılarak nasıl ses çıkardığından bahsedersin ve işi bitirirsin. Ya da bir adım ileri gider çıkan sesin karakterine eğilirsin: Kalın mıydı, ince miydi, bariton muydu, duyulacak kadar mıydı yoksa yüksek miydi. Belki biraz daha ileri gidip, sesli iletişimin çok yüksek olmasının "etikle\ahlakla" ilgili anlamaları üzerinde tartışma yaparsın. Belki de çok daha ileri giderek, özel teşebbüsün, pardon özgürlüğün ve fırsat eşitliği ve demokrasinin düşmanı diye egemen güçlerce suçlanma olasılığını göze alıp, kıvrılan dile bakar ve "bu kimin dili, neden şöyle değil de böyle kıvrılıyor, ne için ve kimin için kıvrılıyor?" diye sorarsın. Böyle sorarsan, eğer kazara yeni doktoranı almış ve bir üniversiteye yardımcı prof olarak kapağı atmışsan, birçok ülkede genellikle başına iş açacağına garanti olarak bakabilirsin. Bu tür engelleme ve bu son soruya benzeri sorulardan kaçınma veya düşmanlık iletişimi Türkiye gibi ülkelerdeki üniversite çevresinde edepsizliğin bile yüzünü kızartacak bir biçimde yapılmıyor mu dersiniz?

İLETİYE\MESAJA GÖRE SINIFLANDIRMA

Bu ayırım mesajın içeriğine, mesajın içeriğinin kime seslendiğine, mesajın neyi sattığına göre yapılabilir. Bu bakımdan klasik ayırım şöyledir: Haber, eğlence ve eğitim. Buna enformasyon, spor, reklam ve müzik de eklenerek "kapsamı genişletilir." Mesajı ölçek olarak alıp yapılan sınıflandırmada, evvel zaman içinde kalbur saman içinde propagandası ve ideolojisi vardı, fakat 1960'lardan sonra egemen iletişim sunumlarında bu ortadan kayboldu. Şimdi, egemen iletişime girişte, mesaja göre sınıflamada, TV'de haber, eğlence ve eğitim ayırımı vardır. Peki reklama ne oldu? Reklam reklamcılık derslerinde etken reklam hazırlama için ayrıldı. Gazetede ise içerik gene haberler, yorumlar, spor ve eğlence olarak belirlendi. Radyoda ise müzik, müzik-haber, haber-müzik, haber, spor olarak... Radyolar tek mesaj veren yapıya dönüştürüldüğü için Pop müziği radyosu, hard-rock radyosu, haber radyosu, konuşma, küfür ve hakaret radyosu gibi sınıflandırılır. Mecmualar da siyasal, ekonomik, eğlence, kadın ve seks satan, çocuk korku-vahşet çizgi, genç music mecmuaları gibi birçok sınıflandırma içine ayrılabilirler. Siyasal içeriğe göre iletişimin ve ürünlerinin ayrılması da kullanılan siyasal ölçeğe göre çeşitli şekilde sınıflandırılabilir. Bu sınıflandırmada genellikle sol ve sağ ayırımı yapılır. Sol ve sağ ayırımda egemen yaklaşım, her ikisini de arzu edilmemesi gereken, demokrasi ve özgürlüklerle uyuşmayan olarak nitelenir. Bu ayırımı yapanlar kendilerini açıkça veya ima ile sol ile sağ arasında "demokrasi ve özgürlüğün olduğu yere" (=özel teşebbüs sisteminin uluslararası firmalarla egemenlik kurdukları düzene) koyarlar. Siyasal iletişim pozitivist-ampirik okulda seçim süreçleri ve oy verme davranışları içine sıkıştırılmıştır. Hem üniversite hem de medya çevresinde siyasal iletişim seçimler, seçme ve seçilme hakları, seçim propagandaları, parti platformları, seçmenlerin parti tercihleri üzerinde dururlar. 1960'ladan önceki "siyasal insan" ve bu insanın tutumları, günümüzde hangi partiyi tercih ettiği alanına indirgenmiştir. Kısaca parlamenter sistemin süreçleri dışında "siyasal" yok sayılır. Siyasal iletişim böylece devletin siyasal kurumları içıne hapsedilerek hem ekonomiden ayrılır, kopartılır, hem de ekonomiyi düzenleyen (veya kötü hükümet uygulamalarıyla bozan) güç olarak sunulur. Siyasal iletişim kesinlikle bu kadar dar ve yalnış yönlendirici çerçeve ötesindedir. Siyasal iletişim oy ve seçim ötesinde, aile, ekonomik, kültürel ve bütün siyasal kurumların günlük faaliyetlerinin bütünleşik bir parçasıdır. Siyasal iletişim ekmek üretiminden tut spora kadar toplum yaşamının her alanını içine alır. Her toplumsal birimin kültürel ve ekonomik kararları aynı zamanda siyasal kararlar ve her kültürel ve ekonomik etkenlikler siyasal boyutlar taşır. Dolayısıyla, nesnellik taslayan medya, "siyasallığı" kabullenmeyen ve idelojiden uzaklığı ima eden eğlence ve çocuk programları, haberler de, siyasal iletişim olarak sınıflandırılıp, ele alınıp incelenebilir ve kesinlikle incelenmelidir. Eğlencenin eğlence olarak tanımı ve bu tanımla yapılan eğlence faaliyetleri ve eğlencenin uygulamalı içeriği, günümüzde, bu faaliyetleri de gasp eden ve yönlendiren egemenliğin ve buna karşı olan mücadelenin ifadelerini taşır. Bu ifadeler de sadece eğlence diyerek bir "nütrallik" verilip ekonomiden ve siysaetten ayrılamaz. Böyle bir ayırım yapıldığında, ki egemen sosyal, siyasal ve ekonomik bilimler bunu yapmaktadır, bu ayırım siyaset iletişıminde belli bir siyasal ideolojinin kendine meşruluk ve evrensellik verme çabasını anlatır. Eğlence faaliyetleri (ister piknik isterse televizyonda bir programi seyretme olsun) ne siyasaldan ne de ekonomiden bağımsız ve onların dışındadır. Aksine, insanlar bu etkenlikleriyle bile ekonomik ve siyasalın amacı, aracı ve konusu olurlar. Dolayısıyla, iletişimi mesajın içeriğine göre sınıflandırırken (haber, eğlence, spor, reklam, müzik gibi), bu sınıflandırdırmaların her birinde ideoloji, siysal, ekonomik ve kültürel boyutların olduğunu unutmamak gerekir. Daha da önemli olarak, iletiye göre sınıflandırmayı, siyasal iletişim, ekonomik iletişim, kültürel iletişim olarak yaptığımızda, bu ayırımı sadece analiz için yaptığımızı unutup, her birine birbirinden bağımsızlık ve özerklik verme hatasına düşülmememli. En masum ileti bile ekonomik, kültürel, ideolojik, siyasal boyutlar ve anlamlar taşır. Bu anlamlar da bu boyutların ortaklaşa ve birbiriyle bütünleşik bir biçimde çalışmasıyla biçimlenir.

DEVLETİN ROLÜNE GÖRE SINIFLANDIRMA

Bu tür ölçeğe göre sınıflandırmada en klasik örnek, hala Kapitalist iletişim okullarında sunulmaya devam edilen, Siebert, Peterson & Schramm'ın (1956) 4'lü sınıflandırmasıdır: Otoriter toplumlardaki (örneğin krallıklar, parlementolu monarşilerdeki) otoriter iletişimi; İlk kapitalist demokrasilerin liberal iletişimi; Yirminci yüzyılın kapitalizminde toplumsal sorumluluk iletişimi; Sovyet komünizminin totaliter iletişimi. Bu ayırım kapitalist sisteminin satışını yapan ideolojik yanlılığı yansıtır. Sonradan D. McQuail tarafından yapılan eklemeyle de zenginleştirilen bu ayırım kapitalist dünyanın egemen olduğu ülkelerde de, bu ve benzeri kitapların tercüme edilmesi ve bu görüşün sorgusuz yansıtılmasıyla yaygın bir şekilde benimsenmiştir. Pozitivist okul devletin kapitalist sistemler içindeki iletişimle ilgili faaliyetlerini dört grup içine koyar (Siebert, 1960): (1) kısıtlayıcı kurum olarak faaliyetleri; Bu faaliyetleri devletin iletişimin içeriğinin kontrolu ve böylece belli içerikteki iletişimin (örneğin açık seçik, müstehcen, ahlak bozucu içeriğin) yayılmasını engelleyen faaliyetleridir. (2) Yasalarla düzenleyici kurum olarak faaliyetleri: Bu faaliyetleri iletişimin düzenlemesini getiren faaliyetlerdir (örneğin TRT kurumunun anayasal düzenlemesi, ifade ozgürlüğünün yasal sınırlanması, devletin "yıkıcı-ifadelere" karşı ceza kanunlarıyla korunması). (3) Kolaylaştırıcı, yardım edici kurum olarak faaliyetleri: Teşvikler vererek iletişim endüstrisinin gelişmesini sağlamak. (Bu elbette kapitalist Batıda iletişim endüstrilerinin devlet kanalıyla çıkar sağlamasını getirir; Türkiye gibi ülkelerde ise, çok daha farklı kullanımlar ve devleti soymaları ortaya çıkartır.) ve (4) İletişime katılan kurum olarak: Bu katılım devletin kendi medyasını kullanması veya özel medyayı kullanarak halkla iletişimidir. Devletin rolüne göre sınıflandırma ve devletin iletişımdeki rolü ile ilgili eleştirici ve karşıt görüşler özellikle K. Marks ve Gramsci'den esinlenerek geliştirilen yaklaşımları içerir. Bunlar da Frankfurt okulu, Althusser, Schiller, Smythe, Hall, Williams ve neo-marksistler tarafından geliştirilmiştir (bk: Alemdar ve Erdoğan, 1990).

ÖRGÜT SAHİPLİĞİNE GÖRE SINIFLANDIRMA

Bunun en klasik biçimi iletişim örgütüne sahipliğe göre yapılandır: Kamu teşebbüsü, karma teşebbüs ve özel teşebbüs sınıflandırması... Tutucu okulda kamu teşebbüsü özgürlüklerin kısıtlayıcısı ve özel teşebbüs ise teşvikçisi ve geliştiricisi olarak nitelenir. Bu sınıflandırmanın kapitalist sistemde özel teşebbüsün ekonomik örgütlenme biçiminin farklı karakterlerine göre genişletilmesi, gerçi daima rekabet eden güçler arasında sürekli tartışma konusu olmuştur, fakat iletişimi okullarına 1970'lerde getirilmeye başlamıştır. Daha çok "ticaret\iş" ve ekonomi dallarının içinde incelenmiştir. Sahiplik sınıflandırması ekonomik bilim kavramları çerçevesinde örgütlenme biçimleri olarak sunulmuştur. Burda (bağımlı veya bağımsız) tek firmalar, zincirleme yatay olarak birbirine bağımlı yatay bütünleşmeyi\entegrasyonu getiren şebekeler, dikey bütünleşik tekeller, iletişim holding'leri gibi sınıflandırmalar ortaya çıkmıştır (Bak: Erdoğan, 1995a). Bu sınıflandırma ile liberaller (ve tutucu okulun sağ kanadı) tarafından getirilen tartışma, rekabetin ortadan kaldırıldığı, tekelleşmenin önlenmesi, yerellliğin ve "küçük güzeldirliğin" teşviki etrafında döner. İletişimde iletişim örgütü incelemesi yanında, firmalardaki "örgütsel iletişim" geliştirildi. Örgütsel iletişim firmalar içi iletişimi ele alır. Batının örgütsel iletişim yaklaşımı örgüt içi iletişimde klasik "gürültü" ve "mesaj hazırlama" ve de "çatışma çözümü" ile örgütsel yapının etkenliğini ve verimliliği artırma ekseni etrafında döner. Amerikan örgütsel iletişim ideolojisi Taylorism'den ayrılınması gereğini ve "katılımcı örgütsel yönetim-iletişiminin" firma için faydalılığını savunur. 1970'lerde güçlenen "katılımcı iletişim" tezi örgütsel verimi artırma çabasında, gerçekte bu alanda yeni bir endüstrinin, özellikle "communication audit" denilen firmadaki iletişimin durumunun saptanması, duyarlılık ve çatışma-çözümü araştırması ve uygulaması yapan şirketlerin çıkmasına ve palazlanmasına neden oldu. Çalışan sınıfların, "katılımcı iletişim" tezinden çıkarı "gerginlik olmayan, mutlu çalışma ortamı" vaadinden öte gitmez. Futbol takımı gibi rekabetçi "Takım olma ve dayanışma" görüşünü işçilere işlemeye çalışan bu tez, menejerlere "daha duygulu ve diplomatik olmalarını" öğretme gerektiğini savundular. Dolayısıyla, Amerikan tipi örgütsel iletişim örgüt yapısının meşruluğunu ve değişmesini değil, örgütün yönetim politikasının baskıcı ve otoriteryan biçimden Makyavelci kandırma biçimine dönüşmesi gerektiği üzerinde durur. İletişim örgütlerinin incelemesinde ise ağırlık iletişim profesyonellerinin "profesyonel özgürlükleri" üzerinde toplanır. İletişim örgütlerinde çalışan "işçi sınıfı" ele alınmaz, yoktur. Ancak 1970'lerin sonlarına doğru, liberal iletişimciler mülkiyet konusunu okullara getirmişlerdir. Burada, Sponsorluk sistemi (iletişim örgütünün ürünlerinin reklam veren şirketler tarafında direk veya reklamla desteklemesi) ve iletişim örgütlerinin örgütsel yapısı, tekelleşme eğilimleri ve devleşmeleri sunulmuştur. Örgütsel yapı ile ilgili tartışmalar genellikle tekelcilik ve bu yönelimin engellenmesi çareleri arasında döner. Tekelleşme yerine yerellik tezi öne sürülür. Fakat yerel "bağımsız" medyalara bakarsak, içerik bakımdan diğerlerinden farklı değildir ve ayrıca program üretimi pahalı olduğu için şebeke programlarına abone olurlar ve\veya eski programları kelepir fiyata alıp tekrar tekrar sunarlar. Türk televizyonlarında benzeri yansımaları görmekteyiz. Türkiye gibi ülkelerde, mülkiyet konusu, "kamu ve özel" tartışması ve mücadelesi içine sıkıştırılmıştır. Kamu ve özel arasındaki niteliksel farka bakmak çok az kişinin aklına gelmektedir veya gerçeği görüp saklamaktadır. Kamu sistemiyle özel sistemin sunumları ve amaçları arasında ne denli niteliksel farklar var? Özel teşebbüse karşı mücadelede, Kamu iletişim organını yitirmeyle kaybedilen ne? Kamuyla korunmak istenen ne? Kamu iyi ise, kamuyu iyi yapan ne? Özel'in kötülüğü nerde yatıyor? Bunların kesinlikle saptanması gerekir. Saptansın veya saptanmasın, egemenlik ilişkileriyle olacak zaten olmaktadır. Fakat hiç değilse, yeni mücadeleler ve mücadeleyi anlamak için, bu sorularıma ve benzerlerine gerçekci olarak cevap aranması ve bulunması gerek.

GERİ-İLETİŞİME GÖRE SINIFLANDIRMA

Geri iletişime göre sınıflandırmaya rastlanmaz. Fakat iletişımi ve geri iletişimi (daha doğrusu boyun sunma ve mücadeleyi) daha iyi anlamak yapılması gerekir. Ayrıca geri-iletişimin ne olduğu üzerinde ayrıntılı olarak durmak, bu kavramı ortaya atanların ideolojisini ve iletişimde egemenlik ve mücadeleyi anlamak için zorunludur. Geri-iletişimi zaman açısından ele aldığımızda önümüze: Anlık geri iletişim (tepki) veya gecikmiş-geri iletişim ayırımı ortaya çıkar. Anlık geri iletişim yüz yüze ve telefon iletişiminde olandır. Gecikmiş geri iletişim ise mektupla, telgrafla olandır. Bu tür ele alışta egemen anlayış, iletişimin işletildiği değil, en iyi şekliyle bireysel kararlara göre işlediğidir. Geri iletişimi egemenlik ilişkileri konumu içinde ele alırsak, o zaman karşımıza farklı bir görümüm çıkar: Geri-iletişim arzuyla boyunsunmadan şiddetle karşı gelmeye kadar çeşitlen biçimler gösterir. Ne anlık geri iletişim ne de gecikmiş geri iletişim, güç ilişkilerinden bağımsız olarak olur. Her ikisi de, güç ilişkilerinin karakterine göre şekillenirler. Örneğin, iletişim yüzyüzedir. Bunun anlamı anlık geri-iletişim olanağı vardır. Bu olanağı kullanmak iletişimin koşullarına bağlı olarak biçimlenir ve kullanılır. Yani, geri-iletişimin karakteri sadece amaçlara göre değil, amaçların faaliyet gösterdiği güç ortamında belirlenir. Örneğin, geri-iletişim ancak iletişimin egemen amacını desteklediğinde geri-besleme olur. Geri-besleme paketlenmiş-iletişimin amacıyla uygun bir geri-iletişimin varlığına bağlıdır. Eğer geri-besleme yoksa, önümüze kaçıştan aktif karşıtlığa kadar çeşitlenen mücadele çeşitleri ortaya çıkar. Beslemenin olmaması, egemen iletişim ideolojisinde “iletişim kırılması, iletişım çökmesi” olarak nitelenir. Çare olarak da çoğunlukla “mesajların etkili bir şekilde, uygun bir biçimde yeniden düzenlenmesi” ve “iletişimle çatışma çözümlemesi\conflict resolution” öngörülür. Yani, egemen amacın soruşturulduğu ve amaca karşıtlığın olduğu ortamda, geri-besleme değil, geri-iletişimli mücadele vardır. İletişimin dinamik yapısı belli bir andaki egemenlik ve mücadelenin durumunu gösterir.

Güç ilişkisinde denge olsun veya olmasın, kişiler katılımcı geri-iletişimde bulunarak iletişimin yapısal amacını desteklerler: Derenin kenarına çocukları, kadınları ve ihtiyarları askerler dizmişler. Yüzbaşı hepsini öldürme emri veriyor, kahraman askerlerin çoğunluğu bunu büyük zevkle yapıyor. Yapmayan? Yapmayana düşmanca bakılıyor. Yapmayan korku terleri döküyor. Özel koruyucu olarak zengine hizmet eden birkaç insan azmanı aralarında şakalaşıyor: En iyi komunist nasıl komunisttir? Ölü komünist. hah hahh haaa. Efendilerini nasıl korudukları örnekleri vererek kendilerinin ne cesur, becerikli, ve görevine sadık olduklarını anlatıyorlar. İşsizlikten anan ağlamış, işsizlik seviyesi yüzde bilmem kaça yükseltilmiş, "iş veren" sana, "asgari ücretten daha aşağı veririm, fazla mesai ödemem, on saat çalışırsın" diyor; Seni işe alıyor (Gerçek ilişkilerde bizim gibi ülkelerde ücret ve çalışma saati süresi bile konuşulmaz. Sorulmaz bile. Anadolu'nun kasabalarında ve kentlerindeki gençler ve aileleri ücret ve çalışma saati konusunu konuşmayı bile uygunsuz bulurlar. Amerika'da benim işe aldığım üniversite öğrencileri bile, bana bir kez "neden asgari ücret ve neden fazla mesai ödenmiyor "diye sormadılar.) Sömürüye seni arzuyla katılıma iten ne? Gerçekte bu "arzuyla katılım" gerçek anlamıyla arzuyla katılım mı? Egemenlik ilişkilerindeki iletişimde, sömürülenin kendi ve kendi gibilerin sömürülmesine arzuyla katılımında baş rolü oynayan (a) "sahte-bilinç" denen "gerçeği tepetaklak bir biçimde" görme durumu mu?; (b) Materyal-yapısal ilişkilerin egemen gerçeğinin (ekmek parası kazanma veya yoksun kalmanın) çok açık seçik bir şekilde bilince çakılması mı? (c) Bu çakılmayla tepetaklak edilen gerçek arasındaki özel ilişkiler mi? Arzuyla katılma ilişkiler yapısını destekler: Eğer bu yapı dayanışmaya, ortaklaşılığa, sevgiye ve anlayışa dayanan bir yapıysa, katılımcı geri iletişim sadece katılanlar için değil, katılımla ortaya çıkan veya desteklenen sonuçlar için olumlu gelişmeler ortaya çıkarır. Bir köy biriminde yeni evlenen bir çifte, köy gençlerinin ve ustalarının birlikte hediye olarak ev yapmalarındaki katılmayı düşünün. Bir de, amca oğlunun evinizi boyamak için 5 milyon lira istemesindeki katılmacılığı düşünün. Her ikisi de belli ilişkiler yapısını ve katılım biçimini destekler. Bu destekle belli bilinç ve anlayış yapısı teşvik edilir. Benim bir sürü kişiye bilgisayar kurup veya bilgisayarla ilgili problemlerini çözdüğümde, para almayı bir türlü benimseyemem, belki de bilgi ( emek) ile bilgiyi (emeği) satılan mal yapma ilişkisini hasta bir ilişki olarak görmemdendir (Aynı zamanda, ek gelire gerek duymamamdan). Fakat gelir kaynaksız açlık korkusuyla yüzyüzelik bırak bilgiyi satmayı, başka bir sürü değerleri satmayı bile zorunlu kılabilir (Bu nedenle birini "satılmışlıkla" suçlayıp değerlendirmeden önce üstünde ciddi bir şekilde düşünmemiz gerekir.).

Dengesiz güç ilişkişinin olduğu bir iletişim yapısında, kişi istemediği halde katılır: Polise göstericilere saldırması veya işkence etmesi emri verilmiş; Kimi polis, kendi kendisiyle iletişiminde bunu haksız veya insanlık dışı olarak niteliyor ve emri yerine getirip getirmeme ikilemine düşüyor. Bu ikilemin seçeneklerinin polis için açık sonuçları var: (1) Düşüncesini dile getirmek ve emre karşı gelmek, (2) düşüncesini dile getirmek fakat emri yapmak, (3) düşüncesini dile getirmemek ve arzusu dışı emri yapmak. Bu polisin, ve çocuklara ve ihtiyarlara kurşun sık emri verilen ve bu işe zorunlu olarak istemeden katılan askerin, seçenekleri ve seçeneklerinin potansiyel sonuçları ne? Tecavüzle karşı karşıya kalan bir kadının yaptığı katılımcı geri-iletişim (=tecavüz edene karşı direnme durumunu kaldıran koşullara sokulup mücadeleden vazgeçmesi) zorunluluğun iletişımidir ve o koşullardan kurtulduğunda potansiyel geri-iletişimin içerigi ve karakteri tersine döner. Geri-iletişim belli katılım biçimleri gösterir. Örgüt biçimi, örgütlü baskı, geleneklerin ve çevrenin baskıları, kişileri zoraki katılmaya (zoraki besleyici geri-iletişime) iterek\sokarak hem kendi konum, durum ve pozisyonlarını korumak hem de kendilerinin de başını ezen egemenlik ortamını sürdürürler. Unutmayalım, başkaldırı daima vardir ve başkaldırı biçimleri de toplumsal günlük yaşamın her alanında ve biriminde birçok çeşitlilik gösterir.

Bu tür geri iletişim, isteyerek yapmadığını (a) açıkça belirtme veya (b) zorunlu askerlikte olduğu gibi "sorgusuz geri-iletişimle" emri veya görevini yerine getirmedir. İsteyerek yapmadığını sözle veya yazıyla belirterek yapılan katılım koşulları iletişımin olduğu durumun örgütlenme biçımine bağlıdır. Aile'de çocuğun surat asarak anne veya babasının istediğini yapması gibi... Annenin şikayet ede ede birşeyi yapması gibi... Gerçi bu örneklerdeki gibi durumlarda sorumluluk konusu ortaya çıkmaz. Fakat sorgu sırasında işkence yapması istenen bir polisin bunu yapmaya arzu göstermemesi ve herhangibir şekilde bunu ifade etmesi sonucu çalışmaya başlayan baskı mekanizmaları sonucu katılmasında sorumluluk konusu ortaya çıkar. Bu poolis işkenceden ne kadar sorumludur? Zorunlu askerlikte olduğu gibi koşullardaki sorumluluğu yüklenmeyerek yapılan katılmada ille ki herhengibir şekilde istemsizliği belirtme gerekmez. Nürenberg duruşmalarında askerlerin sorumlu tutulmamasında kullanılan ölçü budur. Bu tür katılım, katılan bazıları tarafından, sorulduğunda (veya kendi kendini sorguladığında), "görevim" nedenselliğiyle meşrulaştırılır. Görev yapısal kuralların özelliğine göre biçimlenir. Bu "sorumluluktan sıyrılma" çabası Nurenberg duruşmalarında ve sonraki duruşmalarda, suçlanan subaylar tarafından ileri sürülen ana neden olmuştur. Fakat yönetici sivil sınıfın dışında, askeri yöneticilerin, Papa'ya para vererek isim değiştirip pasaport alarak kaçan üst zümre dışındakiler hariç, hepsi cezalandırıldı. Suçtan arınma sadece "emri yerine getiren" askerlere uygulandı. Papalık yaptığı paralı aracılık nedeniyle hiç sorguya tabi tutulmadı. Sorumluluğu yüklenmeyerek yapılanlara en açık örnek, kapitalist sınıfların çevreyi modernleşme, endüştrileşme ve kar asgarileştirme amaçlarıyla tahribi ve talanında görürüz: Kullan, tahrip et, terk et. Doğanın bize verdiği hayata ve zenginliğe karşı, kapitalizmin bu soygununa katılmamız, savaştaki asker gibi, bizi suçtan arındırır mı dersiniz? Bence kesinlikle arındırmaz.

Bu oldukça açıktır: iletişimin amacını gerçekleştirmeye katılmamadır. Katılma gibi katılmamanın da belli sonuçları vardır. İş verenin verdiği ücreti "kendine başka bir köle bul" diyerek, reddeden bir emekçi, iş bulma arayışına, yani kapitalist kölelik sisteminde serbest-kölelerin özgürlüklerini kendi saptayamadığı koşullar altında satışına, devam etmek zorundadır. Katılmama iletişimin özelliğine göre, birbirine aykırı anlamlar ve sonuçlar çıkartır. Kapitalist sınıfın ve devletinin ücret politikasına karşı Grevlerle yapılan geri-iletişim yoluyla yapılan katılmama, işçi sınıfı için olumlu bir anlam taşır ve tarihsel tecrübelere bakarsak sonuçta, sınıf mücadelesi açısından, işçi sınıfının yararına olmuştur. Fakat ekonomik politikalar açısından, daima işçi sınıfınının bir alanda kazandığı (örneğin ücretlerde kazandığı) bir diğer alanda yapılan uygulamalarla anlamsız duruma getirilir (örneğin, tüketim malları fiyatlarının artırılması). Kapitalist ekonomik politikada\işletmede başlangıcı sermayenin karını artırma olan fakat egemen porpaganda tarafından işçilere\memurlara yüklenen bir çember vardır: Fiyatla kar artışı, ücret\maaş artışı mücadelesi, fiyatla kar artışı... Amerikan ve Avrupa işçi sınıflarında gördüğümüz bir diğer tür katılmama, bu ülkelerdeki işçi sınıfı hareketlerinin görünür ilerlemeler göstermemesi, yerinde sayması ve hatta gerilemesine yol açmaktadır: Dayanışmaya katılmama. Bunun da nedeni "bananecilik" ideolojisinin egemenliği yanında, kapitalist sendikaların işçi sınıfı gözünde mafyanın, sahtekarlığın, kapitalistle işbirliğinin temsil edildiği bir örgüt olması ve alternatif sendikacılığın engellenmesidir. Katılımı kabul etmemek insanın kendi yaşam koşullarını kendi elinde tutmasına veya bu koşullara herhangi bir yolla sahip olmasına bağlıdır. Ev-kadını konumundaki kadının kocasının attığı dayağa katılmaması (örneğin çekip gitmesi) olanağı büyük ölçüde ortadan kaldırılmıştır. Orospu-pezevenk ilişki yapısının kıskacındaki orospunun Pezevengine parasını yedirmemesi olasılığı da güç uygulamasıyla büyük ölçüde ortadan kaldırılmıştır. Eğitim sistemlerinde, o ülkenin milli marşına, örneğin "bu marş kandan, katliamdan bahsediyor, bu marşın insanlıkla ilişkisi insanlığın tepelenişidir" diye düşünerek ve ayağa kalkmayarak katılmama durumu da, potansiyel sonuçlar nedeniyle, ortadan kaldırılmıştır: Ayağa kaldıran güçler ellerini bile kıpırdatmazlar, ayağa kalkanlar ayağa kalkmayana gerekli dersi verirler.