YOKSUN BIRAKMA VE YOKSUN BIRAKILMIŞLIĞIN İLETİŞİMİ

irfan erdogan

 

"Her çağın egemen fikirleri egemen sınıfın fikirleri olmuştur."

Karl Marx

Amerikan meşhur dil bilimcisi Noam Chomski'yi dinliyorum (Aralık,1995). İletişimde nelerin nasıl saptırıldığını ve saklandığını, Amerikanın dünyada ve Amerikanın içinde "üçüncü dünyalar" yaratışı ve tutuşunun egemen faaliyetlerinden örnekler veriyor: Amerikan devleti "sola yardımı kesmeye" karar verdi. Nasıl? Örneğin Katolik hayır cemiyetleri ve ihtiyarlara yardım eden kurumlara para vermemeye karar verdi. Sol kim? Chomsky'nin deyimiyle, "patolojik bakımdan deli olmayanlar."

Yoksul bırakılmış insanlar sadece materyal zenginliklerden soyulmazlar, aynı zamanda ruhsal ve fikirsel zenginliklerden de mahrum edilmeye çalışılırlar. Materyal zenginlikleri gasp ederek yoksulluğu yaratanlar, aynı zamanda bu yoksulluğun nedenini yoksula yükleyen ve evrensel bir insan gerçeği yapan yoksullaştırılmış ideolojilerle yoksunları fikir yoksunluğuna iterler. İdeolojinin yoksulluğu, materyal hayatın örgütlü gaspa dayanan gerçeklerini bir yana bırakıp, gözleri hem göğe\tanrıya dikerek insanın yoksunluğuna ve yoksulluğuna çare araması ve yalvarması, hem de kendine ve kendi gibilere dikerek kendine ve kendi gibilere rekabetçi düşman kesilmesi ve kendini sömürenlere karşı gıpta ve kıskançlıkla huşu içinde bakmasını getirir. Başbakan veya cumhurbaşkanı denen, onu ezenlerin maaşlı temsilcilerine bakıp "Allah başımızdan eksik etmesin" duasına başlatan ideoloji, yoksul bırakılmışın yoksul bırakılmış ideolojisinin bir yansımasıdır. Bu yoksun ideoloji egemen sınıfların egemen fikirlerinin egemenlik ilişkilerindeki yoksullaştırılmıştan geçerek anlam bulan bir iletişimidir. Egemen güçlerin elindeki cehaletin ideolojisidir.

Kapitalist sınıf sistemi ücret\maaş köleliğine dayanan işçi\memur sınıfının emeğinin sömürüsü üzerine kurulmuştur. İşçi sınıfı aç kalma korkusuyla (işini kaybetme ve iş bulamama korkusuyla) ve çocuklarını yetiştirip kendinden daha iyi duruma getirme düşüyle çalışmak zorundadır. Hem aç kalmamak hem de "belki bir gün" düşü köleliğinin ve başkaldırısının öğelerini taşır. Yoksun bırakılmışa işi karşılığı verilen kendine bakması ve gelecek nesillerin ücretli kölelerini yetiştirmesi kadardır. Sermaye birikimi yoksun bırakılmışın elinden alınmıştır.

Yoksun bırakılmışlığın iletişimini boyun sunma, boyun sundurma ve mücadele olarak özetleyebiliriz. Bu iletişimler hem soğuk hem de sıcak savaş biçimlerinde hem kendi ve benzeri sınıflara karşı hem de kendi benzeri sınıflarla dayanışma içinde olabilir. Soğuk savaş egemenliğe karşı verilen aile içindeki boyun sundurma, mücadele ve direnişten, devletin ideolojik eğitim ve kaba güç kurumlarına, özel teşebbüsün iş yerindeki ve üretim ilişkilerindeki ekonomik ve baskıcı terörüne karşı mücadele ve direnişe, boyun sunma, boyun sundurma ve katılmaya kadar uzanır.

Yoksul bırakma ve bırakılmışlığın iletişimi toplumsal üretimden tüketim safhalarına kadar günlük toplumsal faaliyetlerin tümünü kaplar. Ekonomik ve siyasal üretim faaliyetlerinde, kapitalist anlayışa göre, yoksun bırakma ve bırakılma yoktur, tembellik ve uyuşuklukla kendini yoksunlaştırma vardır; Bu da rekabetçi demokrasinin kaçınılmaz bir sonucudur ve herkes zengin olma şansına sahiptir; yeter ki ısrarla çalışsın ve denesin. Bu ideolojiye karşıt görüş açısından, özel mülkiyet ilişkileri sistemi yoksunluk ve yoksulluk yaratma üzerine kurulmuştur.

Şimdiye kadarki sunumlarda, özel mülkiyet ilişkilerine dayanan sistemlerde üretim araçlarından yoksun bırakılmış geniş kitlelerin sosyal iletişimdeki durumlarını epey gördük. Kamu ve özel sektörlerde, yoksun bırakılmışlığın getirdiği bağımlılık ve ücretli\maaşlı kölelik durumlarını işçi ve memur kitlelerinin her gün yaşamaktadır.

Yoksun bırakılmışların yaşam boyu iletişimleri ellerinden alınan yaşam koşullarını her gün üretmek zorunluluğu içine hapsedilmiştir. Bu üretimle, hem yoksun bırakmanın ve bırakılmışlığın hem de sömürünün koşulları yaratılır; ücret ve fiyat politikalarıyla bu koşulların sürdürülmesi güvence altına alınır.

İletişim ihtiyaç gidermenin amaçlı faaliyetidir dedik: Yoksul bırakılmışın ihtiyaçlarını karşılama koşulları ve araçları (kendi emeği dışında) yoksullaştıranların elinde ve kontrolundadır. Dolayısıyla, insanın ihtiyacını karşılamasının koşulları, (a) emeğini satması; (b) bu satış sırasında belli bir değer üretmesi; (c ) bu değerin elinden alınması; (d) karşılığında ücret verilmesi; (e) bu ücreti kendi ürettiğini satın alarak kendine ve ailesine bakmak için harcaması; ve (f) bu çember içinde dönebilmek için emeğini satmak zorunda kalması biçimindedir. Bu dönüşteki üretim ve tüketim faaliyetleriyle, egemenlik perçinlenir ve aynı anda direniş biçimleri de yeniden üretilir.

Toplumsal tüketim faaliyetleri kendi başına, üretim sisteminden bağımsız bir karaktere sahip değildir. Hele tüketim faaliyetlerinin (tüketici kitlelerin talebinin) üretimi biçimlendirdiği ve yönlendirdiği iddiası gerçeğe yaklaşmaktan daha çok gerçekten uzaklaşmaktır. Ekonomik, siyasal ve kültürel tüketim faaliyetlerinde olan iletişimler çeşitli biçimler alır: Alış veriş iletişimi; Büyük burjuvazinin ve esnafın ahlaksız ahlakı; tüketim alanının ve faaliyetlerinin üretim sektörleri tarafından satın almayla ve yapay ve dikey bütünleşmeyle gelen tekelleşmenin tüketimde zevklerin, beklentilerin ve iletişimin kontrolü; çalışanların iş dışı hayatının ve eğlence ve tatilinin kitle kültürünün ürünlerini tüketmeye yönelik biçimde şekillendirilmesi gibi....

 

A. ÇALIŞMA İLİŞKİLERİ: SOĞUK VE SICAK SAVAŞ

Ekonomik sektörlerdeki örgütlü faaliyetlerde, (a) iş koşullarının saptanmasında, (b) insanların çalıştıkları yerdeki benzerleriyle ve yöneticilerle ilişkilerdeki iletişim çeşitli biçimlerde kendini gösterir. Çalışanlar örgütlenmiş ekonomik faaliyetlere ya tek başlarına örgütsüz olarak emeklerini kullanma ve bu kullanmanın ödülünü saptamada tümüyle güçsüz olarak girerler, ya da sendikalaşmış bir biçimde relatif bir güce sahiptirler.

İş koşullarının saptanmasında yoksul bırakılmışın söz ve katılım hakkı elinden alınmış ve koşullara baskıya ve koşulların dayanılmazlığına "tepki gösteren, geri-iletişimde bulunan" duruma düşürülmüştür.

Örgüt içi dikey yapıda, çalışanlar verilen emirleri yerine getirme ve görevleri yapma zorundadırlar. Görevin ve emrin rasyonelliğini ve normalliğini soruşturma pozisyonunda değildirler: Örgütsel iletişim düzeni tek yönlü olarak biçimlendirilmiştir. Örgüt içi yatay-iletişimde (kendi benzerleriyle olan iletişimde) kapitalist yönetim daima dayanışmayı ortadan kaldırma ve bölerek birbirine düşürme politikası gütmüştür. Bu politika beş-on işçi çalıştıran küçük firmalarda bile kullanılır. Bu politikada en çok kullanılan yöntem işçiler arasında "adam kayırma" veya "bazı işçilere yakınlık gösterme ve iltimas geçme" oyunudur. Bu oyun, bir çember gibi dönüp tekrarlanan aynılığa sahiptir; Sadece kullanıp bırakma ile işçi aktörler değişir. Yani herkes zaman içinde "kayırılma" (gerçekte kullanılma) payını alır. Bunu elde etmek için de birbirine düşerler.

Yoksul bırakılmışlığın en etken iletişim biçimi örgütlü mücadelelerle verdiği olmuştur: Dünya ülkelerinin hepsinde işçi hareketleri tarihi sevinçlerin, mutlulukların, dayanışmaların, üzüntülerin ve açlığın paylaşıldığı; direnen insanlar üzerine uygulanan baskının, katliamların, hunharlıkların ve insanlık dışılığın örnekleriyle dolu bir tarihtir. Yoksul bırakılmışın tarihi sadece kendisi için değil bütün insanlık için özgürlük, insanca yaşam ve değer aradığı ve elde etmeye çalıştığı bir tarihtir. Ne yazık ki egemen eğitim ve ideolojik süreçlerden geçirilerek cahilleştirilen kitleler aynı zamanda kendi tarihlerinden de yoksun bırakılırlar. Kitaplarda, mecmualarda, filmlerde, televizyonda, tarih, ekonomi ve siyasal ekonomi derslerinde, sermayenin serüvenleri insanlığın tarihi, umudu ve düşleri yapılır.

Uluslararası İşçi Association'ı (International Association of Workers) Londra'da 1864'de kurulduğunda, amaç "işçi sınıfının özgürlüğünü, ortak yardım ve ilerlemesini sağlamak isteyen diğer ülkelerdeki çalışan insanların örgütlenmesiyle işbirliği ve iletişim merkezi yaratmak" olarak belirlenmişti. İletişimi sağlamak için International Courier basılmaya başlandı. Ne yazık ki, bu öncü örgüt ancak on yıl ayakta kalabildi. İkinci Enternasyonel ve onu takip üçüncü ve sonrası işçi örgütlenmesindeki liderlik ve anlayış farklarıyla bölünmeler getirdi. Fakat 19'uncu yüzyılın ikinci yarısı ve yirminci yüzyılın başları Kapitalist Batıda ve Amerika'da, yirminci yüzyılın ikinci yarısından sonrası ise, yeni bağımsızlığını kazanan ve ardından yeni-sömurgeciliğin eline düşen ülkelerde yoğun sendikalaşma ve işçi hareketlerine şahit oldu. Amerika'da sendikacılık ikinci Dünya Savaşından sonra, Amerikan kapitalist sisteminin bütünleşik, ayrılmaz bir çıkarcı parçası oldu. İdeolojik ve çıkarcı iç çekişmelere sahne olmaya devam eden Amerikan sendikacılığı hemen her yıl %1 üye kaybıyla sürekli gerilemektedir (1994'de Amerikan iş gücünun sadece % 16'sı sendikalıydı). Avrupa Amerika’ya nazaran çok daha militan sendikacılık yapısına sahiptir. Türkiye gibi ülkelerde ise Amerikan desteğiyle Amerikan tipi sendikacılık yaratma çabası devam etmektedir. Bizdeki sendikalı işçi sınıfı militanlığı Amerika'daki 90-100 yıl kadar önceki gibi aktiflik göstermektedir. Amerikan ve Avrupa sendikalarının başına gelenlerden ve Türk sendikacılığının gelişim ve değişim biçimi incelenerek, Türkiye’deki sendikacılığın yeniden gözden geçirilmesi ve liderlik anlayışının yeniden düzenlenmesi gerekebilir. Çünkü ücretli köle durumuna düşürülmüşlerin sistem içindeki tek güç kazanma ve kendini koruma olanağı olan sendikalaşmanın yeni-sömürü biçimine dönüşmesinin çalışanlar için önemli olumsuz sonuçları vardır.

Çalışan insanların iş konumundaki örgütsüz mücadeleleri soğuk savaşta bireyin kendi varlığını koruması için vazgeçmeler, boyun sunmalar ve belli ölçüde direnmelerle olur. Fakat bireysel olarak yapılan iş-çevresi içi mücadele çoğunlukla boyun sunma yönelimlidir, çünkü emeğinden başka sermayesi olmayanın birey olarak elinde güç yoktur ve bu güç de işsizler ordusunun varlığında güçsüzlüğü anlatır. Bireysel olarak sıcak savaş patronunu ve daha çok kendi sınıfından olan ve patronunun çıkarının gözetleyiciliğini ve yöneticiliğini yapan aracıları dövmeden öldürmeye ve hapsi boylamaya veya dövülüp atılmaya kadar çeşitlenir.

Çalışan insanların örgütlü mücadeleleri biraz önce bahsettiğimiz sendikalaşma yoluyla olmuştur. İş içi ilişkilerde bu, sözleşmelerle işçilerin haklarının korunması ve taciz edilmelerinin önlenmesi biçiminde gelişmiştir. Fakat burjuva sistemlerinin hepsinde olduğu gibi, sözleşmeler ve yasalar güçlüler için çiğnenmek ve güçsüzler içinse üzerlerinde uygulanmak, korumak veya savunmak için vardır. Mücadele, bu nedenle, işçilerin iş içi haklarını kötü kullanmaya ve çiğnenmeye karşı korunması biçiminde devam eder. Gerginlikler daima çeşitli oranda vardır.

Örgütlü mücadelede burjuva demokrasisinden gene mücadelelerle elde edilen grev hakkı çalışan insanların tek baskı ve iletişim silahıdır. Grevlerle bu hakkı kullanan işçilere karşı burjuva devletinin kaba güç ve ideolojik baskı organları her seferinde seferber edilmişlerdir. Bu seferberlik daima demokrasiyi ve düzeni koruma adı altında yapılır. Gelişmiş kapitalist ülkelerde 19'uncu yüzyılda ve yirminci yüzyılın ilk yarısında ve geri-bırakılmış ülkelerde ise zamanımıza kadar grevlerin çoğunu devlet ve özel teşebbüsün kiraladığı güçler sıcak savaşa çevirmişlerdir: Bu sıcak savaşlarda saldırıya uğrayan grevciler, aileleri ve çocukları dövülmüş, hapsedilmiş, yakılmış, kurşunlanmış, öldürülmüştür. Bu tür egemenliği ve sömürüyü sürdürme iletişimi, günümüzde, ilk seçilen iletişim biçimi olma şeklini çoğunlukla yitirmiş durumdadır. Onun yerine, grev(ler) başlar başlamaz özel ve devlet güçlerinin ideolojik iletişim organlarının kendileri günlük haber programlarıyla çok yoğun bir işçi düşmanlığı propagandasına başlarlar. Bu propaganda iletişimine sokaktaki çocuktan başbakana ve cumhurbaşkanına kadar herkes katılır. Grev ve grevciler hepimizin günlük yaşam düzenini bozan, rahatsız eden, engeller koyan, huzursuzluklar yaratan sorumlular olarak gösterilir. Grev iletişiminin dili de burjuva ideolojik kandırmacayı ve bilinçleri bu yönde biçimlendirmeyi ve halkın greve ve grevcilere karşı olumsuz ve düşmanca duygular kazanması amacını taşır: Grev çok fazla "talepte bulunan sendikalar" tarafından orkestra edilir. Grevden mağdur olan taraf "bu karşılanması olanaksız taleplere karşı arzla, çözümle gelen ve bu talepler karşısında çaresizliğe ve çıkmaza düşürülmüş " özel veya kamu teşebbüsüdür. Egemen sistemin bu tür grev iletişimi yoksul bırakılmışın "hak arayışının" kötülenmesi biçiminde grev boyu yoğun bir biçimde devam eder. Eğer sendika satın alınamaz veya dize getirilemezse, devletin yasal organları kamu düzenini korumak için karar alır ve adalet sisteminin polisleri ve gerekirse ordusu grevciler üzerine saldırtılır. Bu da soğuk savaşı, çok kısa süren dengesiz bir sıcak savaşa döndürür. Bu sıcak savaş durumları da gittikçe azalmaktadır, çünkü (a) egemen sendika örgütlerinin liderliği ve ideolojisi burjuva liberalizminin alabildiğin kadar al, kazanabildiğin kadar kazan fırsatçılığına dönmektedir; (b) sendika liderliği yoğun bir baskı altında bırakılmakta ve koparabildiğiyle yetinme durumuna düşürülmektedir.

 

B. İŞ DIŞI FAALİYETLERİN KOLONİLEŞTİRİLMESİ VE BAĞIMSIZLIK MÜCADELESİ

Tekrar hatırlatayım, iş ve iş dışı faaliyetler ayırımını sadece analiz amacıyla yapıyorum; Her iki faaliyet de günlük yaşamının, iç içe, birbirinden ayrılmaz, birbiriyle görevsel ilişkiler içindeki bütünleşik parçalarıdır. Siyasal alanda bir başbakanın "herkesin başbakanı olduğunu" iddia ederek bir siyasal yapıyı herkese mal etmesi, bu yapıyı ekonomik gerçeğinden sadece ideolojik iletişim yoluyla sıyırmaya çalışmadır. Siyasal bilimlerin kendini bir başka binaya hapsetmesi onu ekonomik belirleyicilikten kurtarmaz.

Günlük faaliyetin olduğu fiziksel ayırımla yaptığım analitik sınıflandırmada, iş dışı iletişim kişinin kendi varlığını koruma, kendine bakma, yeni nesilleri yetiştirme, kendi iş çevresi dışındaki sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel yaşama katılmadır. İş dışı faaliyetlerin örgütlü odak merkezi ailede toplanır ve hem aile birimi içinde hem de dışla ilişkileri kapsar. Fakat örgütlü mücadeleye gelince, yukarda kısaca durduğum mücadeleye katılma biçimleri gelir. Katılma bakımından iş dışı faaliyetler; grevler ve gösteriler dahil, örgütlü ilişkilere girme biçiminde oluşur. Yoksullaştırılmışın mücadelesinde egemen iletişime karşı kendi iletişim biçimlerini yaratmaları, böylece dayanışma ve seslerini duyurma olanaklarını elde etmeleri gerekir. Bu ihtiyacı karşılamak için aile toplantılarından, küçük grup toplantılarına; küçük yerel örgütlenmelere; sözle iletişimi iletmek için kişilerin bir yerden diğerine seyahatine; sözlü direniş destanlarının anlatılması ve yayılmasına, afişler asmaya, duvarlara sloganlar yazmaya ve gazete çıkarmaya kadar çeşitlenen girişimler oluşur ve gelişir. Kapitalist çağın egemen iletişim yoluyla mücadele aracı basın olmuştur. Aynı araçları kullanarak, egemenliğe karşı mücadelede de broşür, magazin, kitap ve gazeteler, çalışan insanların davasını anlatmak ve geliştirmek ve sözcülüğünü yapmak için geliştirilmiştir. Örneğin Marx ve Engels'in komünist manifestosu işçi sınıfının bütün dünyada 1848'den beri sayısız basılan el kitabı olmuştur. Gazete çıkarmak büyük sermaye gerektirdiği için, işçi örgütleri ve işçi partileri içinde oluşan veya desteklenen girişimler ortaya çıkmıştır. Bu gazeteler eskiden olduğu gibi şimdi de, popüler kültür gazeteciliğinden farklı olarak, toplumdaki sömürünün karakterine eğilerek haberler veren ve yorumlar yapan bir karaktere sahiptir.

Popüler kültür gazetelerinin ideolojik yapısı reklamcılık, sansasyonalizm, seks, cinayet, zengin ve güzelin yaşam tarzı hikayeleri ardında gizlenmiştir. Fikir basınının, özellikle açıkça taraftarlık yapanların, ideolojik yaklaşımı oldukça ortadadır.

Çalışan sınıfların baş kaldırma yerine boyun sunması, kapitalist sınıftan korkusundan değildir, kendi sınıfından korkusundandır. Gerçek kaba gücü, baskı ve terör teknolojisini kullananlar yoksun bırakılmışlar arasından kiralananlar veya hizmet adı altında zorla silahlandırılanlardır. Gerçek güç kitlelerin elindedir. Fakat gücün örgütlenişi ve kullanılışı kitlelerden korkanların çıkarlarını korumak için kitlelerin kendilerine karşı döndürülmesi biçimindedir. Kitleler kendilerine karşı güçlendirilmiş ve kendileri için güçsüz bırakılmışlardır: Beş altı kişi (bir yüzbaşı, iki astsubay ve birkaç çavuş) koca bir bölüğü talim alanında yere yatırmış falakaya çekiyor. Beş kişiye karşı yüzlerce kişi: Örgütlü terörün işleyişi ve boyun sunma. Yüz binlerce insandan oluşan ordularda sadece en üstteki birkaç yüz kişi egemen sınıfın bir parçasıdır ve gerisini köleleştirilmiş kitleler oluşturur. Hapishaneler dolu. Gardiyanlar ve hapishane yöneticileri aynı sınıftan. Gösterilerde ve grevlerde, katılanlar ve polisler birbirine düşmanca yüz yüze konumlandırılmışlar. Madenciler hak istiyor ve egemen geri-iletişim olarak polis\ordu üzerlerine gönderiliyor. Madenciler ve polis\ordu aynı sınıfın insanları. İç ve dış savaşlarda birbirini öldürenler aynı sınıftan: Ekonomik, siyasal ve kültürel bakımlardan yoksun ve yoksul bırakılmışlar.. Milyonlarca nüfuslu ülkeler ve her birinde birkaç bin kişi egemenlik sürüyor.

Yoksullaştırılmışın iletişimle dayanışma kurma ve geliştirme girişimleri kölelik sistemlerinin kuruluşundan beri daima egemen güçlerin kaba güçten yasal ve ekonomik güç kullanmaya kadar çeşitlenen engellemeleriyle karşılaşmıştır. Yasaklayıcı ve cezalandırıcı engelleri yenme, gizli örgütlenmelere, gizli toplantılara ve gizli iletişim şebekelerinin kurulması zorunluluğunu çıkarmıştır. Örneğin, egemen güçlerin çıkarına olmayan yazıyı, kitabı, gazeteyi ve bildiriyi dağıtmak için gizli iletişim ve taşıma ağları kurulmuştur. Yakalanmama ve yakalanınca ne yapılacağı üzerinde çeşitli tedbirle geliştirilmiştir.

Ücretli-kölelik sisteminde mücadelede en büyük engel yasaklama değil, ekonomik engel ve ekonomik sabotaj olmuştur ve olmaktadır. Ekonomik engeller yoksullaştırılmışın ekonomik yoksunluğundan ve iletişim araçlarına sahiplik, kullanım, bakım, yenileme ve üretim için gerekli ürünleri almada yüksek fiyat ve egemen pazar politikasından kaynaklanır. TV yayın sistemi kurma olasılığı kapitalist reklam olanağının yokluğu nedeniyle (reklamı hangi kapitalist verecek ki?) ortadan kalkar; Basında ise, bu sabotaj özellikle kağıt politikasıyla gelir: Kağıt olmadan basın olmaz. Kağıt üretimi, dağıtımı ve kağıt politikasını belirleyenler basını kontrol ederler. Kağıt endüstrisi dünyada birkaç dev firma tarafından ve ülkelerde ya egemen güçlerin devleti ya da özel teşebbüs tarafından kontrol edildiği için, kağıt politikaları karşı-basına karşı engelleme ve sabotaj silahı olarak kullanılmıştır. Bu kullanma kağıt vermeyi reddetmekten, sunî kıtlık yaratmaya ve kağıt dağıtım ve fiyat politikalarında önceliklerin ideolojik olarak saptanmasına kadar değişir. Mücadeleci basın daima üyelerinden, satışlardan ve bağışlardan aldığı gelirle hayatta kalmaya çalışır.

Avrupa’da, Amerika’da ve son yıllarda hızlanan bir biçimde Türkiye basınında fikir gazeteleri ve basını ya burjuva basını gibi sansasyona ve mutfak eşyası satımı ve reklamcılığa dönüşmek ya da yok olmak seçeneğiyle karşı karşıya bırakılmıştır. Bugün Batı basınında, herhangi bir gazete bayisinde fikir basını ürünü bulmak olanağı yoktur. Kitapçılar da "best seller" denen kurgu-cinayet, seks, kendine ve yeni tanrılara dönüş, kendi vücuduna bakma, sermayenin serüvenlerini anlatan zengin ve meşhurların gerçek hayat hikaye-dedikoduları masallarıyla doldurulmuştur.

Yoksullaştırılmışın her atılımı güçlü engellerle karşılaşmakta ve çoğu kez dönemli denemeler, başarılar ve yok edilmelerle sonuçlanmaktadır. Fakat bu atılımlar mücadelenin yaşanan bir parçasıdır ve ne durmuştur ne de duracaktır. Küçük başarılar ve başarısızlıklar, yeni atılımlar için daima nedendir.

Leninist basın anlayışıyla, yoksullaştırılmışın mücadelesinde basın propaganda organı, kolektif agitatör\kışkırtıcı ve kolektif örgütleyici görevini yüklenir. Bu açık sözlü anlatım, gerçekte, sadece mücadeleci basının ne olduğunu değil, aynı zamanda burjuva basının örgütlü soygundaki ideolojik ve kültürel görevini özetler. Kapitalist basında amacın bu şekilde anlatılmaması ve çok başka kılıflarda sunulması, burjuva kitle iletişim faaliyetlerini olduklarından başka bir karakter vermez; Burjuva iletişimine sadece ideolojik sahtekarlığı katar.(Not: İdeolojik sahtekarlık ideolojinin sadece bir parçasıdır, yoksa ideoloji hem sahte bilinci hem de mülkiyet ilişkilerinin olduğu gibi yansımasını içerir. Yani ideolojiyi sahte bilinç içine sıkıştırarak ele almıyorum. "İdeoloji eşittir sahte bilinç" görüşü ideolojiyi anlamada yetersizdir.)

Yoksullaştırılmış kitlelerin egemen düzenin içindeki mücadelelerinden en kapsamlı olanı bağımsızlık mücadeleleri olmuştur. Bağımsızlık mücadeleleri tarihini köleliğe karşı başkaldırı tarihi olarak özetleyebilir. İnsanlık tarihi bu tür başkaldırılarla dolu bir tarihtir. 20’nci yüzyılın ikinci yarısından hemen sonra, özellikle milli bağımsızlık mücadeleleriyle eski sömürgeciliğin son bulup yerini emperyalizmin yeni-sömürgeciliğinin 1960'larda almasıyla, yeni-sömürgeciliğin karakterine bağlı olarak bağımsızlık savaşları yeni bir biçime dönüştü: Emperyalizmin bir ülke içindeki egemen güçlerle yürüttüğü sömürüye karşı bağımsızlık savaşı oldu. Bunun da anlamı, uluslararasılaşma ve globalleşmeyle ne ideolojinin sona erdiği ne sınıf mücadelesinin ortadan kalktığı, ne de "karşılıklı bağımlılıktır". Günümüzün bağımsızlık savaşları, emperyalizme ve ortaklarına karşı verilen yerel iç savaşlardır. Bu savaşlar 1960'larda gerilla savaşı olarak başlamış, 1970'lerde güçlenmiş ve devam etmektedir. Bu savaşın soğuk biçimiyse, işçi\köylü partilerinin kurulması, bastırılması ve kontrolu şeklinde olmaktadır. Yerel iç savaşların bir biçimi de, tarih boyu imparatorluklar içindeki farklı kavimlerin egemen yapıya karşı direnişi olmuştur. Bu direniş milli burjuvazilerin kuruluşundan beri belli bir azınlık ırkın kendi kültürel ve siyasal bağımlılığını elde etme mücadelesi biçiminde olmaktadır. Bunu, iç-sömürgeciliğe karşı bağımsızlık mücadelesi olarak niteleyebiliriz. Bu mücadelede taban ırktır ve kolayca burjuva ırkçılığına dönüşebilir ki bu genellikle şimdiye kadar böyle olmuştur. Irkla ilgili bağımsızlık mücadelelerinde, emperyalist güçlerin siyasal ve pazar mekanizmalarının, durumu kendi avantajlarına kullanmaya ve maniple etmeye çalıştığı (ve kullandığı) verimli bir alandır. Yukarda belirttiğim emperyalizme karşı iç savaş mücadelesinde temel kavram ırk değil, yoksul bırakılmışlığın kendi durumuna karşı değişim getirme arayışı ve iletişimidir; Bu nedenle emperyalist güçlerin bu mücadeleyi ideoloji ve iletişimle kontrolu ancak mücadelenin yoksullaştırılmışlığı kaldırma anlayışındaki belirsizliği sömürerek düşman gruplar yaratmasıyla olabilir. Bunda da epey başarılı olmuşlardır. Bu başarının ölçüsü de bir ülke içindeki mücadeleci karşıtlığın emperyalizmle savaşı bırakıp birbirine düşmelerinde, bölünüp parçalanmalarında ve hatta son zamanlardaki post-modernizm ve "karşılıklı bağımlılık” anlayışıyla gelen "vazgeçmede" görürüz. İkinci ölçü ise, sermayenin uluslararası pazarda birbiriyle kıyasıya mücadelesine rağmen, sermaye düzenine karşı en küçük bir tehditte birleşme, savunma ve saldırıya geçmesi gerçeklerini göremeyecek kadar körleştirilmişlik, sadece bir ülke içinde bir mücadeleci grubun yok edilmesine göz yumması, katılması veya alkış tutulmasını getirmemiş, uluslararası dayanışma olasılıklarının da gelişmesine engel olmuştur.

Bağımsızlık mücadelesinin biçim değiştirmesiyle birlikte, egemen güçlerin baskı metodları ve sorunları da değişti. Şimdi halk ile halk içindeki "vatan düşmanını ve bölücüyü" ayırdetmek zorlaştı. Ayrıca, polis ve ordunun silahlı yok etme ve kontrol hareketleri kentsel gerilla faaliyetlerinde halkın arasında, halkın gözü önünde, kırsal alanda ise köylülerin evlerinde, tarlalarında, dağlarında olmaktadır. Bu da aynı anda iki sonuç çıkarır: (a) halk arasında korku ve sindirme, (b) çeşitli karşıtlık hislerinin güçlenmesi ve birikimi (ki buna ırkçı milliyetçi faşist birikim de dahildir).

Emperyalist güçlerle el ele yürütülen modern iç savaşta düşmanı halktan ayırdetme bir sorundur dedik. Eğer iç savaş bir ırkın bağımsızlık arayışıysa, genellikle o ırkın hepsini potansiyel düşman olarak görmeyle sorun çözülür. (Zaten işçi sınıfı ta başından beri düşman olarak görülmektedir.) Bunun yanında, bu ırktan egemen düzene düşman olmadıklarını göstermeleri zorlanır ki bu zorlama da köylerin yakılması, sürülmesi, kitleler halinde yok edilmesi, boşaltılıp başka bölgelere taşınması gibi politikaları getirmiştir. Eğer iç savaş gerilla savaşı biçimindeyse, kentte olan, ancak teşkilat içindeki işbirlikçilerin istihbarat iletişimiyle veya bir faaliyetleri sırasında halktan ayırdedilir. Kent dışında olan ise kontrol bölgeleri üzerinde kurulan baskıyla ve Fransızların 1950’lerin ortasında Cezayir'in bağımsızlık savaşında kullanmalarıyla başlayan ve Vietnam'da Amerikalıların da kullandığı "pasifikasyon" politikasıdır. Pasifikasyonda kullanılan metotlar (a) Hitler’i, Goebbels’i ve o ülkenin faşist liderliğinin yazdıklarını okutan ve dinleten eğitim ve ideolojik propaganda; (b) köylerin boşaltılarak başka yerlere taşınması ve kontrol altında tutulması; (c) şüphelileri işkenceyle konuşturularak istihbarat toplama ki bu kentlerde de öğrencileri ve gençleri toplayarak işkence ve öldürmeye kadar çeşitlenir; (d) şüphelileri ve "teröristleri” yasal süreçlerle kafa ağrıtmadan hemen orda veya başka yerde fiziksel olarak yok etme (örneğin Arjantin’de ve Şili'de gençliğin düşman ilan edilmesi ve sistematik olarak yok edilmesi; Elbette, sömürünün ırkı, ırkçılığı ve rengi paradır. Paranın (sömürünün) politikasının en başlarında ise ırkçılığın kullanımı ve gerektiğinde kışkırtılması gelir.

Emperyalizmin bilimi özellikle ikinci dünya savaşından sonra bağımsızlık savaşlarına karşı tedbirlerde etken bir rol oynama çabasına girdi. Kennedy devrinde Mao ve Che Guevera'nın okunması yönetim için gerekli görüldü, fakat Vietnam’da 1964’teki ilk başarısızlığa kadar entellektüel-soğuk savaşçılara Pentagon’da yeterince kulak asılmadı. 1962'de MIT Üniversitesinden uluslararası iletişim profesörü Ithiel de Sola Pool ve Lucien Pye Social Science Research and National Security (Sosyal Bilim Araştırması ve Ulusal Güvenlik) adlı araştırmalarında "az gelişmiş ülkelerdeki sosyal kontrol ve sosyal bilim" üzerinde öneriler getirdiler. Vietnam’la birlikte Amerikan üniversiteleriyle (Stanford, American University, MIT, John Hopkins) ve özel teşebbüs ve devlet arasındaki ilişkiler yoğunlaştı. Ithiel de Sola Pool ve benzerleri psikolojik savaş ve karşı-gerilla savaşı modelleri geliştirdiler (bkn: Alemdar ve Erdoğan, 2003, Öteki Kuram).

 

Bir
geriye

Ana
sayfaya