KUTSAL KİTAPLAR, ÖRGÜTLÜ DİNLER VE KÖLELİK

KUTSAL KİTAPLARIN İDEOLOJİSİ

TEVRAT

irfan erdogan

 

Tanrı adına köleliğin yürütülüşü ve haklı çıkarılışı (ve alternatif olarak haksızlığı) egemen ideolojik faaliyetlerin ve bahanelerin en başında gelir. Bizim ötemizde bir güce, yaptığımız haksızlığı haklı çıkarmak için dayanmak kadar etkili (ve aynı zamanda ahlaksızca) bir girişim yoktur.

 

Kutsal kitaplar ile örgütlü dinlerin pratiklerini sadece kölelik incelenirken değil, aynı zamanda din incelenirken de birbirinden ayırarak ve her birinin özelliklerine bakıp aralarındaki (kutsal kitapla örgütlü dinlerin pratikleri) uyuşmaya, ilişki biçimine bakarak değerlendirme yapmak zorunludur. Bu zorunluluğun en önde gelen nedeni nasıl ki demokrasi, özgürlük, insanlık, eşitlik, vatan ve millet adına demokrasiye, özgürlüğe, insanlığa, eşitliğe, vatana ve millete karşı örgütlü egemen güçler tarafından cinayetler işlenmiş ve işleniyorsa, aynı şekilde kutsal kitaplar adına bu kutsal kitapları temsil ettiklerini söyleyen güçler ve ortakları tarafından Tanrıya ve tanrının kullarına karşı cinayetler işlenmiştir ve işlenmektedir. Dini ve örgütlü dini anlamak için önce dinin kitabını sonra dini temsil ettiklerini söyleyen dini ve siyasal örgütlerin yaptıklarına bakarak değerlendirme yapmak gerekir. Çok nadiren kutsal kitaplardaki kölelikle ilgili kurallarla uygulamadaki kurallar arasında bir uygunluk vardır: Materyal ilişkilerdeki ve güç ve ün, hürmet ve boyunsundurma arayışındaki dereceye göre bu uygunluk değişir. Bu değişime paralel olarak köleleştirilen insanların çektikleri (gerçekte çekmek zorunda bırakıldıkları) cefa ve acılar da farklılaşır. Elbette materyal ve materyal olmayan doyumlar, tatminler, sömürüler de...

 

Örgütlü dinin insanlık tarihinde kölelik durumuna katkısı köleliğin desteklenmesi yönünde olmuştur. Dinin insan kitleleri üzerindeki egemen etkisi nedeniyle, egemen din örgütlerinin köleliği desteklemesi köleliğin kalıcılığında büyük rol oynamıştır ve günümüzün ücretli\maaşlı köleliğinin sürdürülmesinde baş rolleri paylaşmaktadır. Egemen dini örgütler kavramını kullanıyorum çünkü dini örgütlerin içinde de köleliğe karşı mücadele verenler daima olmuştur. Örgütlü din tarihi de örgüt içi başkaldırmalar, baskı ve aforozlarla doludur. Bu başkaldırmalar örgütlü dinin cani rejimleri desteklediği Latin Amerika ülkelerinde çok daha sık görülmektedir. Bu nedenle, tanrının canilerin değil sömürülen insanların, köleliğin değil eşitliğin yanında yer aldığını bu nedenle kilisenin de bu yolu seçmesini savunan kilise mensupları kendilerini kilisenin kapısının dışında bulmakta (çoğu kez bunu kendileri seçmekte) ve Amerika'da eğitilen vatanperverler veya onların yetiştirdikleri tarafından katledilmektedirler. Dolayısıyla, ben örgütlü dini insanlık tarihinde insanlık dışılığın yaratıcısı veya destekleyicisi olarak tanımladığımda, insanların dini inançlarını ve yukarda belirttiğim kilise mensuplarını bu örgütlü sömürü ve katliam örgütünün karşıtı olarak alıyorum. İnsanla inandığı tanrı arasına girerek siyasal ve ekonomik ticaret yapan bir güç Tanrıyı asla temsil edemez. Tanrı ne silah tüccarıdır, ne komünist düşmanı, ne vatan haini peşinde kılıç sallar. Ne kendi yarattıklarının kiliseye giderek ona tapınmasına ihtiyacı vardır, ne kendini reddeden veya kendine isyan eden veya kendini yok sayanları ortadan kaldırarak kendi varlığını ispat etme peşindedir. Ne de kapitalistin iletişim teknolojisini kullanarak kendi ekonomik çıkarları için din-satışıyla birbiriyle rekabet eden hacı, hoca, müezzin, fetvacı, göbeğe muska yazıcı vb gibilere ihtiyacı vardır.

Örgütlü din ekonomik ve siyasal bir kurumdur ve amacı bu kurumun sahiplerinin çıkarlarının sağlanmasını gerçekleştirmedir. Bu tüccarlar tanrıyı ticarî mal olarak kullanırlar ve tanrı yapıp satarlar. Bu satış pazarında çıkarlarına köstek olarak gördüklerini aforoz ederek veya tanrı adına öte dünyaya göndererek kendilerini korumaya ve geliştirmeye çalışırlar. Tanrı dünyanın her yerinde ticari mal olarak kullanıldığında ekonomik ve siyasal çıkarları gerçekleştirmede en etken bir silahtır.

Örgütlü din ile tanrı arasındaki ilişki örgütlü dinin tanrıyı temsil ettiği, sermayenin temsilcilerinin halkı temsil ettiği iddiası gibi sahtedir. Örgütlü din kendi tanrısını kendisi için yaratmış, başkalarının tanrısına ya sahip çıkmış veya yok ederek kendi etki alanını genişletmiştir. Epey kişinin kalbinden inandığı tanrıyla örgütlü dinin tanrısı arasındaki fark melekle şeytan\iblis arasındaki fark gibidir. Bu nedenle, örgütlü dinin neyi ve kimi temsil ettiğinin bilincine varan birçok kişi birçok ülkede örgütlü din faaliyetleriyle ilişkisini kesmiş veya Tanrının isteğinin bu olmadığını ve dini-örgütsel yapının ve pratiklerinin değişmesi zorunluluğunu savunarak karşı mücadeleye girmiştir.

Örgütlü dinin din ve tanrıyla ilişkisi, kapitalistin "benim" diye gaspettiği toplumun doğal kaynaklarıyla olan ilişkisine benzer: Kendi çıkarı yönünde biçimlendirme, kullanma, kötüye kullanma, talan ve sömürü... Ne "Muhammed'in ordusu kafirlerin korkusu" diyen örgütlü din ne de "demokrasi, eşitlik, özgürlük" oyunuyla gelen kapitalizm insanı köleleştirme ve katliamlarda birbirinden geridirler. Tarihte her ikisi de, insanlığın düşmanı olarak, sayısız yoksullaştırma, köleleştirme ve katliam örnekleri vermişlerdir ve hala vermektedirler.

Örgütlü dinler ya (a) feodal Avrupa'da kilise-lord işbirliği sürdürerek, ya (b) İslam imparatorluklarında ve bugünün Arap dünyasında olduğu gibi, siyasal ve ekonomik alanda aile-egemenliğiyle iç içe bir şekilde, ya ( c) Amerika'da ve Latin dünyasında olduğu gibi, egemen sınıfların egemenliğini destekleyerek ve bu desteklemeden dolayı ödüllendirilerek, ya (d) Türkiye gibi ülkelerde olduğu gibi, paylaşmayı yeter bulmayıp kendi egemenliğini kurma ve kendinden olmayanları erkenden cehenneme gönderme ve başkalarına zındık bile vermeme peşinde siyasal egemenliği kazanma savaşı vererek, ya da (e) egemenlik altında çeşitli derecede güce sahiplik içine sıkıştırılmış bir şekilde, kölelik ve sömürü düzenlerinde yer alırlar.

örgütlü dinlerin mücadelesi dün olduğu gibi bugün de egemenlik elde etme ve\veya payını çoğaltma mücadelesidir. Örneğin Türkiye gibi ülkelerde mücadele veren dini örgütlerin egemenlik elde ettiği konumlarda (örneğin belediyelerde) zındıkları işlerinden atıp dini bütünleri (?) o konuma yerleştirmeleri kesinlikle o konumun ve konumla ilgili günlük faaliyetler düzeninin toplumsal sorunlarla ilgili girişimlerinin ve sonuçlarının "genel iyilik ve genel olumluluk" olarak nitelenecek anlamda değiştirmez, çünkü amaç o değildir. (Din tüccarlarının egemen oldukları belediyelerin getirdikleri ve götürdüklerine bakın ne demek istediğim kolayca anlaşılır.) Ayrıca, din tüccarları (veya özgürlük tüccarları) tarafından yapılan siyasal iletişimlerle belirtilen amaçların, toplumsal-örgütsel yapıyı değiştirmeyle ilişkisi sahte bir ilişkidir. Bu sahte ilişkide tabanından tavanına kadar egemen yapıyı belli çıkarlar için sağma egemendir. Bu gerçek siyasal sahnede yarışan her meşru-parti için geçerlidir. Elbette kırmızıyı yeşile, bir ayı üç aya çevirmek egemenlik rüyalarıdır, fakat bunu gerçekleştirmek ancak devrim gerektirir.

 

 

1. KUTSAL KİTAPLARIN İDEOLOJİSİ

 

a. TEVRAT

 

Tevratta (tevrat Old Testament olarak ele alınır) kadının ve erkeğin yaratılışı, Eden bahçesinden kovulma anlatılırken, Tanrı hem köleliği yaratıyor hem de köleyi acı çekmeye mahkum ediyor ve köleliği meşrulaştırıyor. Genesis (Tevrat'taki yaratılış) anlatılırken, aynı zamanda altı gün çalışma ve yedinci gün dinlenme kuralı da Tanrının yedinci gün dinlenmesiyle dile getiriliyor. Tanrı insanı (erkeği) yaratırken kendi yansıması olarak yarattı ve diğer yaratıklar üzerinde egemenlik kurmasını öngördü (Genesis, 1:27). Ve tanrı "insanın (erkeğin) yalnız olması iyi değil; kendine benzer bir yardımcı yapacağım" dedi (Genesis, 2:18). Adem’i derin bir uykuya yatırdı, kaburgalarından birini aldı ve kadın yaptı, ve Ademe verdi. Adem "erkekten alındığı için adını kadın koyuyorum" dedi (Genesis, 2:21-23). Kadının adamdan (erkekten) onun bir parçası olarak yapılması ve erkeğin kadını isimlendirmesi ve tanımlaması önceliğin ve meşrulaştırılmış üstünlüğün ilk önemli göstergeleridir.

Kadın yılana kanıp ve erkeği ikna edip elmayı yiyince (yani Ademle seks yapınca), erkeğin üstünlüğü ve kadının köleleştirilmesinde önemli bir adım daha atıldı: Tanrı, kadına "Senin acılarını ve gebeliğini büyük ölçüde çoğaltacağım. Acılar içinde çocuk doğuracaksın. Arzun kocan için olacak ve kocan senin üzerinde hüküm sürecek." Sonra, Adem'e "karının sözüne uyduğun ve yeme dediğim ağaçtan yediğin için, ....hayatın boyu toprağı işleyerek yiyeceksin;...topraktan geldin toprağa döneceksin. (Genesis, 4:16,17) Sonra, ikisini de dünyaya attı. Yaratılış hikayesinden açıkça anlaşılacağı gibi, Tanrı sadece evreni ve insanı yaratmadı, aynı zamanda eşitsizliği ve köleliği yarattı.

Tevrat’ın yaratılış sonrasını hikayelemesinde köle yerine kul\hizmetci kavramı kullanılmaktadır. gerçekte, Tevratta Ademin çocukları ve çocuklarının çocukları hep zengin kimseler ve evlerinde birçok köleye\hizmetciye sahipler. Tevrat bu kölelik ilişkisini asla soruşturmaz, normal olarak kabul eder. Bu kişilerin eşleri de köleye sahipti ve köleye arzu ettikleri her biçimde muameleye hakları vardı: Örneğin Abrams'ın eşi Sara'ya hizmetçisine "arzu ettiğini yap" deyişi bunun önemli bir yanıtıdır. Sara hizmetçisini gaddar bir şekilde cezalandırınca, hizmetçi kaçtı. Tanrının meleği hizmetçiyi buldu ve "Sara'nın hizmetçisi, nereden geliyorsun ve nereye gidiyorsun?" dedi. O da "Hanımım Sara'dan kaçıyorum." diye cevap verdi. Melek "Hanımına geri dön ve kendini onun eline teslim et" dedi (Genesis, 162-12). Tanrı böylece sadece köleliği tasdikle kalmıyor, meleklerine polislik yaptırarak kölenin baskı altında özgürlüğü seçme olanağını da elinden alıyor. Kölelik tanrının vergisi oluyor ve köle bu nedenle sahibine ve tanrısına dua ediyor. Hz İbrahim'in kölesine kulak verelim: Tanrı benim sahibimi büyük ölçüde takdis etti... Hayvan sürüleri, gümüş ve altın, erkek ve kadın hizmetçiler, deve ve eşekler verdi" (Genesis, 24:35)

Erkekler birden fazla kadınla evleniyorlardı ve her evlenişte birçok çocuğa sahip oluyorlardı. İnsanlık tarihi babalar ve oğullar ve oğulların oğulları arasındaki ilişkiler tarihî oluyor ve her ilişkide Tanrının eli var. Tanrı sadece iç işlerin düzenlenmesinde ödül ve cezaları vermiyor aynı zamanda dış ilişkilerde (emperyalist ilişkilerde) de yönetici rol oynuyor. Yapılan her şey tanrı adına ve tanrı istediği için yapılıyor. Topraklar ve mallar ve köleler alınmıyor, gasp edilmiyor, tanrı tarafından veriliyor. Gerçekte tevratta sunulan tarih egemen ailelerin materyal ilişkiler içinde egemenlik, çoğalma ve zenginlik elde etmede birbiriyle çekişme tarihidir. Diğer insanlar ise bu tarihe ya hizmetçi ya da takipçi olarak katılmaktadır.

Hz. Musa’nın ve takipçilerinin Mısırdan kovuluşu\kaçısını anlatan Exodus bölümünde insanın insana ebedi köleliliği, köle sahibinin ve kölenin hakları, ilişkileri, ve suç ve ceza kuralları konmuştur: Tevrat'a göre, köle, sahibinin malıdır. Bu nedenle, mülkiyet ilişkilerinde, bu malın korunması da getirilmiştir: Komşunun evine, karısına, erkek ve kadın kölelerine, öküzüne, camızına, eşeğine.... komşunun sahip olduğu hiçbir şeye göz dikmeyeceksin. (Exodus, 20).

Her zaman ve her yerde olduğu gibi "bizden olan veya bize benzeyen" bizden olmayan veya bize benzemeyenden farklı olarak ele alınır: Tevratta İsraillerin köleliği, diğerlerinin köleliğinden farklı kaidelere bağlanmıştır. Fakat bu kaideler bile, özgürlükçü görünmesine rağmen, getirdiği kurallara yakından bakarsak, kişinin zorunlu olarak köle olarak kalmasını ortaya çıkarır. Ayrıca, biraz ilerideki satırlarda göreceğimiz gibi, malın korunması yanında malın ortadan kaldırılması (öldürülmesi) de "döverken o an elinde ölmesi" dışında, sahipliğin getirdiği bir hak olarak belirlenir:

"Eğer İsrailli bir köle satın alırsan, sana altı yıl hizmet edecek ve yedinci yıl özgür olacak ve sana hiçbir şey ödemeyecek."

"Eğer köle sana yalnız gelirse, yalnız gidecek; Evli olarak gelirse, eşi de onunla gidecek."

 

"Eğer sahibi ona eş verdiyse ve çocukları olduysa, kadın ve çocukları kadının sahibinin (sahibin eşinin) olacak ve köle kendi başına gidecek." (Exodus, 21)

Kölenin ancak altı yıl köle olarak tutulabileceğini belirttikten sonra kölenin kendi eliyle özgürlüğünden vazgeçmesini sağlama mekanizması getirilmiştir: "Eğer köle sahibi ona bir kadını eş olarak vermişse ve çocukları olmuşsa, eşi ve çocukları kadının-sahibinin olur ve köle eşini ve çocuklarını bırakarak kendi başına gitme hakkına sahiptir. Eğer köle gitmez kalırsa ve "ben sahibimi, eşimi, ve çocuklarımı seviyorum; Özgür olup gitmeyeceğim" derse, o zaman Sahip köleyi evinin kapısının önüne çıkartacak, kulağını kesecek ve kapıya çakacak, böylece köle hayat boyu onun olacak.

Leviticus'da Tanrı İsrailli kölelere karşı daha duyarlı: İsrailli kölelere iyi davranacaksın. İsrailli olmayana böyle bir davranış ve belli bir süre sonra özgürlüğünü kazanma olasılığı verilmemiştir. İsrailliler hırsızlık nedeniyle, veya kendilerini veya çocuklarını veya kızlarını evlenmek için köle olarak satıyorlardı. Yabancı köleler ise arzuya göre yakalanıyor veya satın alınıyordu.

İsrail dünyasındaki kölelikte, özgürlükçü görünen bir yan da eğer bir köle ciddi olarak sakatlanırsa, özgürlüğü hak eder: Bu, tüccarın satamadığı, çürüyen veya işe yaramayan malını atıp kurtulmasından başka bir şey değildir. Köleler temel olarak özgür insan olarak niteleniyor ve sınırlı yasal, dini ve mülkiyet haklarına sahipti. Buna rağmen köleler binlerce yıl sonra Amerika'daki gibi mal ve sadece bir yük olan hayvan olarak kabul edilmiyordu.

 

Kızların köle olarak satılması kabul edilmiş, kadınların köleliği erkeklerinkinden farklı biçimde ebedi olarak belirlenmiş ve kadınlara iyi muameleyi öngörmüştür: Eğer bir adam kızını köle olarak satarsa, kız erkekler gibi özgür gitmeyecek. Eğer kız sahibini memnun etmezse, geriye verecek..., Fakat yabancılara satmaya hakkı olmayacak... Eğer kızı oğlu için aldıysa, kızı olma adetlerine uyarak kıza muamele edecek.

Erkekler bir diğer kadın alma (satın alma dahil) hakkına sahiptir: Eğer erkek kendine bir başka eş alırsa, aldığı önceki eşinin yiyeceğini, giyeceğini ve evlilik haklarını azaltmayacak. Eğer bu üç şeyi yerine getirmezse, kadın hiçbir para ödemeden özgürlüğünü kazanacak. (Exodus, 21). (Özgürlüğünü kazanıp da nereye gidecek? Özgürlük haklarının verilmesiyle, kullanma olanaklarının olması arasındaki ilişkiyi çok iyi anlamak gerekir.)

Gayrimeşru mülkiyet sahipliği de, büyük ceza ile kuramlaştırılmıştır: Bir adamı kaçıran ve satan veya elinde yakalanan, kesinlikle öldürülecek."

 

Köleye muamelede ceza sınırları da çizilmiştir. Bu sınırlara göre, sahip köleyi elinde öldürmeyecek kadar cezalandırma hakkına sahiptir: Eğer bir adamın kadın veya erkek kölesi...döverken elinde ölürse, kesinlikle cezalandırılacaktır.... Eğer, bir veya iki gün canlı kalırsa, cezalandırılmayacaktır, çünkü köle onun malıdır.... Eğer kölesinin...gözünü parçalarsa,.... dişini kırarsa, köleyi gitmesi için serbest bırakacak. (Exodus, 21)" (Ne kadar cezalandırılacak/ belli değil. Ayrıca, gözsüz kölenin yararı ne ki?)

Kölelik ideolojisinde kölenin sevinci aynı zamanda sahibinin sevincine ve mutluluğuna bağlanmıştır. Bunun yansımasını (yansıtılmasını) Tevratta da görürüz. Sahibinin evinde olan sevinçli ve mutlu bir olaydan köle de sevinç ve mutluluk duyar. Firavun'un evinde Joseph'in (Yusuf'un) kardeşi Benjamin'in (Bünyamin'in) geldiği duyulunca, bu hem firavun'u hem de kölelerini sevindirdi (Genesis, 45:16). Kölenin fiziksel ve emeksel köleliği yanında, duygusal bağının aranması ve bu tür köleliğin sağlanması arayışı, kadının-köleliğine dayanan evlilik kurumunda, kendini kendisini sömürenle bağdaştırarak sömürüyü gerçekleştiren ve süreklilik arayan feodal ve kapitalist ilişkilerde çok daha belirgindir. Bu duygu bağı zincire vurmanın ve zincirine vurgunluğun en güçlü halkasıdır: Erkeğin sevinci ve üzüntüsü karısının sevinci ve üzüntüsüdür. Kadının sevinci ve üzüntüsü, eğer kocası farkına varırsa, kocası için baş ağrısı, dırdır, kuruntudur. Patronun yüzü gülünce ücretli-kölelerin de yüzünün gülmesi beklenir. Patronun yüzü asık olunca, bunu çalışanlar derinden hissederler ve hissettirilirler. Öte yandan, çalışanın o günkü ruhsal durumu patronun şeyinde bile değildir, çünkü patronun ilgisi çalışanın çalışmasına yöneliktir. Elbette küçük işyerlerinde sosyo-kültürel geleneklere bağlı olarak, eğer çalışanın ailesinde bir kaza veya ölüm varsa, çalışan patrondan izin için anlayış bekler ve bu anlayış çoğu kez geleneklere bağlı olarak gösterilir. Büyük işyerlerinde kapitalist görünürde bile değildir. Kiralık köleler pozisyonlandırıldıkları yerde birbirini ezme yarışındadırlar. Kapitalist, tek yönlü duygusal bağı kişisel ilişkilerle değil, genel ideolojinin çalışmasıyla sağlar. Kapitalizmde ağalık ortadan kalkar, çünkü bu yeni ilişki biçiminde yüzyüzelik ve yaşam konumu yakınlığı ortadan kalkmıştır, dikey-pozisyonlandırmalar artmıştır. Kapitalist işçisine bayram hediyesi vererek sevindirir ve ücretlerini minimum tutarak ve emeğe-bağlı kölelik içine hapsederek ömür boyu dövündürür.

 

Tevratta bütün egemen iletişim ve olaylar egemen tanrının-elçileri ve onların tanrıyla direk ilişkileri içinde olur. Tanrı henüz İncil’de ve Kuran’da olduğu gibi kendini sadece tek bir elçiye sınırlamamış, dünyadan tümüyle elini ayağını çekmemiş. Hele örgütlü dinlerin kapitalistleşip şirketleştiği 20’nci yüzyılda olduğu gibi, Tanrı insanlıkla ilişkisini tamamiyle kesmemiş durumdadır.

Tanrıyı temsil adına tahta oturanlar, kutsal kitaplarında evliliğin yaşam boyu olduğu belirtildiği ve yüzyıllarca buna uygun bir politika izlediği halde, yirminci yüzyılda din tüccarlığında olanların egemen pazardaki durumları onları yirmi yirmi beş bin dolara (Vatikan'ın boşanmada aldığı ücret) boşanma belgesi satmaya itmiştir.

Tevratta tanrının elçileri ve oğulları sürekli materyal zenginlikler elde etme peşinde koşarlar ve hatta Mısırdaki kıtlık felaketinden faydalanarak aç ve sefil insanlardan bütün topraklarını satın alarak burada yaşayan insanları yerlerinde ederler veya vergi ödeyen köleler haline getirirler. Joseph (Hz. Yusuf) bu insanlara "....sizi ve toprağınızı satın aldım... işte tohum, ekin ve tahılınızın beşte birini Firavun'a verin..." İnsanlar sevinçle "bizim hayatımızı kurtardın,... müsaade et.. Firavun’un kölesi olalım" diye köleliklerini kutladılar. Bu toprak gaspında gasp dışında bırakılan kimlerdi dersiniz? Elbette Hz. Yusuf’un temsil ettiği örgütlü dinin toprakları... (Genesis, 47'deki toprak gasp hikayesi).

 

b. İNCİL

 

Senelerce önce ilk kez Tevrat’ı (Türkçe olarak) okuduğumda, tanrının gazabından epey korkmuştum. Senelerce sonra, incili ve Hz. İsa’nın hayatının tasvirlerini okuduğumda, tamamiyle farklı bir tanrı anlayışıyla karşılaştım: İnsancıl, insanların günahı için kendini feda eden, yardımcı, fukaralara ve iyi insanlara cenneti vaat eden, emperyalizme karşı, düşmanın senin bir yanağına vurursa, öbür yanağını dön ve sun diyen pasif direnişi ve insanların insancıl-duygularına seslenici, affedici bir tanrı. Bu tanrı, Avrupa sömürgecilerinin ve emperyalizmin destekleyicisi dini örgütlenmenin elinde katliam, baskı ve cinayet aracı olarak kullanılmıştır. Bugün, özellikle Güney Amerika ülkelerinde Tanrı, ulus ve aile adına yapılan gaddarlıkları ve insana karşı işlenen cinayetleri kilise görmemezlikten gelmektedir. Kapitalizmin ve emperyalizmin elinde bu insancıl din anlayışının getirdiği "hiç kimse iki sahibe hizmet edemez: Tek bir sahip vardır, O’da Tanrı; Komşunu sev; Diğer yanağını sun" anlayışı biçim değiştirerek şu şekli almıştır: Üzerinde GOD BLESS AMERİCA yazılı bombalarla yok et, modern işkence metotları geliştirerek, işkenceye tabi tut, kafalarına uzaktan ateş yağdır, evlerini başlarına yık ki anlasınlar, çocuklarını öldür ki yas tutsunlar. Hz. İsa insanın tek tapacağının ve inanacağının Tanrı olduğunu belirtir. Yani, insanın insana köleliğine karşıdır. Hz. İsa adına yürütülen örgütlü din faaliyetleri, en iyi şekliyle köleliğe göz yumdu, en kötü şekliye köleliği kendi örgütleri içinde meşrulaştırdı ve uyguladı.

150 yıl kadar önce biçimsel olarak alaşağı edilen Amerikan kölelik sistemi sırasında, kölelik sisteminin destekleyicisi ve sürdürücüsü kiliseydi ve insanın insana sahip olarak sömürmesine karşı hiçbir şikayette bulunmadı. Kutsal kitaplara ve tarihte olan gerçeklere bakarsak, tanrı adına gasp veya ticarî kazanç peşinde olmayan; kılıç kullanmayan; yoksulu ve güçsüzü soymayan veya köle olarak kendi evine almayan; köleliği, özellikle kadınların köleliğini iyilik ve yardım olarak niteleyip, buna karşı köleleştirdiğinde riayet, hürmet ve hizmet zorunluluğu bekleyerek ve kendine ihanet ederse, örneğin, taşlayarak öldürmeyi meşrulaştırmayan Tek kitap Hz. İsa’nın İncil'idir. Burada kesinlikle Hıristiyanlıktan bahsetmiyorum, Hz. İsa'nın kendisinden bahsediyorum, çünkü Hıristiyanlık örgütlü din olarak insanlık tarihinde insanlığa en büyük canavarlıkları yapmış veya yapılmasına ortak olarak katılmış veya yapılmasının destekleyicisi olmuştur ve olmaktadır. Hz. İsa ile örgütlü Hıristiyanlık arasındaki ilişki, Hz. İsa’nın bu canavarlıklarda, soygunda ve sömürüde satış yapan ve insanları harekete geçiren süper star olarak kullanılmasıdır. Hz. İsa hiç bir zaman emperyalizmi savunmadı: Eline kılıcı alanın kılıçla öleceğini belirti. Köleliğe, zengine ve maddi zenginliğe karşı tavrı çok açıktı: Bir devenin iğnenin deliğinden geçmesi bir zenginin cennete gitmesinden çok daha kolaydır.

Hıristiyanların 12 azizinden biri olan St. Paul'un öğretisinde "ne köle ne de özgürlük vardır, herkes Chris Jesus'un (tanrının) önünde birdir" dendikten sonra, bir başka bölümde, Hz. İsa’nın öğretisine aykırı olan ve Tevrat’ın ve Tevrat adına hüküm süren örgütlü dinin yaşadığı dünyanın egemen gerçeklerini meşrulaştıran "sahibinize riayet edin, boyunsunun" tavsiyesi vardır. Bu ve benzeri çelişkiler İncil'in çeşitli versiyonlarında epey vardır. Bu da İncili yazanların ya örgütlü dinin temsilcisi ya örgütlü dinin etkisini atamamış olması ya da kral (örneğin King James) olmasındandır.

Bu nedenle, İncil’de Jesus'un (Hz. İsa’nın) karakterine, anlayışına uygun düşmeyen anlatımlarla karşılaşırız. Bu da belirttiğim gibi, egemen materyal ilişkiler ideolojilerinin kutsal kitaba yansıtılmasıdır.

Jesus (Hz. İsa), insanın insanı sömürüsüne ve köle olarak kullanmasına, insanların büyüklük ve önderlik arayışlarına karşı karşıtlığı doğrudan ve açıktı: "...İnsanoğlu dünyaya hizmet edilmek için gelmedi. Aranızda kim büyük olmak isterse, o sizin hizmetçiniz olacak. (Matthew 20:2528)

Jesus (Hz. İsa), örgütlü din ve ibadet yerindeki (tanrının evindeki) pratiklere de karşıydı: "... Jesus tanrının evine gitti ve içeride satıcıları ve alıcıları dışarı sürdü, para değiştirenlerin masalarını ve güvercin satanların oturaklarını devirdi..... Ve onlara "benim evim dua evi olarak çağrılacak, fakat siz hırsızlık yuvası yaptınız" dedi (Matthew, 21:1214). (Keşke hırsızlık yuvası olarak kalsa, insanlığa karşı işlenen suçlar azalırdı: Tanrının evi ekonomik çıkarlar için kullanılan siyaset cambazlarının ip gerip gösteri yaptığı ve insanlığa karşı cinayetler planladığı ve uyguladığı bir yer olmuştur.)

Hz. İsa’nın bu davranışı, aynı zamanda, egemenin egemenliğine karşıtlığını, güçsüz ve fukarayla birlikte olduğunu ifade etti: "... Sonra kör ve sakatlar geldi ve onları iyileştirdi."

Hz. İsa’nın bugünün örgütlü dinlerinin temsil ettiklerini temsil etmediğini İncil’deki şu hikayelemede buluruz: Yönetici\zengin sınıftan biri Hz. İsa’ya soruyor: "... ölümsüz hayatı miras edinmek için ne yapmam gerekir?" Hz. İsa malının yüzde kırkını vereceksin demiyor (ki eğer yüzde kırkı bile verilse Arap ve Müslüman dünyasında sefalet ortadan kalkardı). Onun yerine adama Tevrat’ın On Emrini yerine getirip getirmediğini soruyor. Adam yerine getirdiğini söylüyor. Hz. İsa adama, "gene de bir şeyin eksik. Bütün varlığını sat ve yoksullara dağıt, ve (böylece) cennette zengin olacaksın..." diyor. Bunu duyan adam çok üzüldü, çünkü çok zengindi. Bunu gören Hz. İsa, "Zenginliklere sahip olanlar için cennete gitmek ne kadar zor! çünkü bir devenin bir iğnenin deliğinden geçmesi bir zenginin cennete girmesinden daha kolaydır" dedi. (Luke, 18:1825). (Bu söz, aynı zamanda, bugün yoksul bırakılmışların tesellisi, zenginlere karşı kaybedenin, ezilenin, sömürülenin intikam alma, kazanma, ezme, sonunda zaferi elde etme hayalidir. Çünkü cennet onlara vaat edildi. Bu tabi kilise tarafından, başkaldırıya karşı boyunsunmayı getiren kontrol mekanizması olarak kullanılmaktadır.)

Hz. İsa’nın örgütlü dinin egemen ilişkiler ve çıkar düzenini bozuşu kendinin ölüm fermanını imzalaması oldu: Egemen örgütlü din (Hz. Musa’nın temsilciliğini yaptığını söyleyen din örgütü) tarafından suçlandı, yargılandı ve Roman imparatorluğunu temsil eden siyasal gücün onayıyla çarmıha gerildi. Hz. Musa'nın kilisesi bir rakibini böylece ortadan kaldırdığını düşünerek çarmıha bakıp ferahladı.

 

c. KURAN

 

Kuran'da kulun kula köleliği ve eşitsizlik tanınmıştır. Böylece Arap dünyasının eşitsizlik ve kölelik sistemi meşru bir destek bulmuştur: "Allah rızk hakkında bir kısmınızı bir kısmınızdan üstün kıldı." (Nahl/71).

Kuran'da erkek köleden ender ve kadın köleden\cariyeden çok sık bahsedilmektedir. Cariyeyle ilgili bahislerin hemen hepsi seks ilişkilerini kapsar. Enteresan olan, Kuran'da kadın konusunda egemen ilgi kadının sahip-erkek tarafından kullanışı ve kadının fuhuş yapmasını engellemek için alınan tedbirler ekseni etrafında toplanmaktadır.

Kuran'da cariyeleri kullanmada evlenme zorunluluğu getirilmemiştir. Ayrıca cariyelerle nikâhı tavsiye etmiyor. Ancak, eğer erkek cariyesinin zina yapacağı korkusu taşıyorsa, o zaman cariyeye nikah verebiliyor. (Nisa/25).

Cariyeleri kullanımda pezevenkliği de yasaklamıştır: "Dünya hayatının geçici menfaatini kazanacaksınız diye, cariyelerinizi fuhuşa zorlamayın, hele iffetli olmak isterlerken. Kim onları zinaya mecbur ederse, muhakkak ki Allah bu mecbur edilişlerinden ve tövbelerinden sonra kendileri hakkında çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir." (Nur/33).

Erkeklerin başka kadınlar ve cariyelerle ilişkisi haram kılınmış ve kendi zevceleri ve cariyeleriyle ilişkisi helal edilmiştir: "...Onlar ki, ırzlarını korurlar, ancak zevcelerine ve sahip oldukları cariyelerine karşı münasebetleri müstesnadır." (Mü'minun/5,6).

Kuran Müslüman köleyi\cariyeyi Müslüman olmayan erkek\kadınlardan üstün tutmaktadır: "İmanı olmayan bir kadın, sizi imrendirse bile, iman etmiş bir cariye elbette ondan daha hayırlıdır. ... Bir kafir size hoş görünse bile, mümin köle elbette ondan daha hayırlıdır."(Bakara/221).

Kuran, nikahlanmış cariyeleri fuhuş yaptıklarında cezalandırmaktadır: "Eğer onlar evlendikten sonra bir fuhuş yaparlarsa, o vakit hür kadınlar üzerine gerekli bulunan cezanın yarısı kendilerine lazım gelir." (Nisa\25) Hür evli kadınlara fuhuş yaptıklarında verilen ceza ölünceye kadar evinde hapisti: "Kadınlarınızdan zina edenlere karşı içinizden dört şahit getirin. Onlar şahitlik ederlerse, bu kadınları ölüm yok edinceye, yahut Allah kendilerine çıkış için bir yol açıncaya kadar kendilerini evlerde hapsedin." (Nisa\15). Bu ceza-köleliği kadını evde tutup beslemeyi gerektirir ki zaten eve kapatılmış kadın için hafif bir ceza gelmiş olmalı ki, bu Ayetteki ceza Hz. Muhammed'in hadisleriyle bekarlara 100 kırbaç ve evlileri taşla öldürme olarak değiştirilmiştir.

Kuran özgür insanlar arasındaki suç ve ceza ilişkilerini düzenlerken kölenin azadını bazı suçların bedeli olarak belirlemektedir: "...Bile bile yaptığınız yeminden sizi sorumlu tutar. Bunun da kefareti ailenize yedirdiğiniz orta dereceden on fakiri doyurmak yahut giydirmek yahut bir köle azad etmektir. (Maide\89). "Karılarına zihar yapanlar (nikahlarını kendilerine haram kılanlar) sonra dediklerini geri almak için dönecek olanlar, birbiriyle birleşmeden (cinsi münasebette bulunmadan) önce, koca üzerine kefaret olarak bir köle azad etmek vardır " (Mücadile/3).

Kuranda esir-köleliği ilişkisi esiri köle olarak tutma yerine, ya salıverme ya da fidye alarak serbest bırakma biçiminde düzenlenmiştir: "kafirlerle muharebede karşılaştığınız zaman hemen boyunlarını vurun. Nihayet onları mağlûp ve perişan bir hale getirdiğiniz zaman, bağı sağlam bağlayın (esir alın ve onları sağlam tutun). Sonra da ya lütfedip salıverirsiniz, yahut fidye alırsınız."(Muhammed\4).