KADININ ERKEK TARAFINDAN KORUNMASI

irfan erdogan

 

Erkekler olmasa kadınlar yandı demektir: Kadını kim koruyacak? Erkeğin kadını koruması mafyanın korumasına paraleldir: Erkek kadını kime karşı koruyacak? Kendine (yani hem erkeğin hem de kadının kendine karşı.)

Erkekler kadınları koruduğu için kadınların ücretleri daha azdır, ev işinin değeri beş para etmez; erkek der kadın yapar; üretim ilişkilerinde erkekler kilit noktaları tutar, kadınları ayak işinde ve seksle-satışta (reklam dahil) kullanır. Kadınların erkek tarafından korunması ve korunarak kullanılması listesi oldukça uzundur. Kadınlar bundan memnun sırıtır: Kölenin zincirine vuruluşu...

“Kuranda erkeğin kadından önce gelmesi” erkekle kadın arasındaki eşitsizliğin desteklenmesi anlamına değil, erkeğin kadından sorumlu olmasına yorumlanır. Erkek kadını, kadın istese de istemese de, koruma sorumluluğuna sahiptir. Tabi bu koruma ile pezenvengin koruması arasında bir benzerlik kurmak ve bu korumanın gerçekte kadın üzerinde egemenlik kurarak kadını kendi mülkü yapması olduğunu belirtmek kafirlik ve Allahsızlık olur!. İslâm’da kadının, bu bakımdan zincirine vurgunluğu, erkeği arkadan takip etme ve erkeğin olma anlayış biçimini benimsemesi ve kadınlığın egemen bir öğesi olarak kabul etmesidir.

Yemen gibi birçok İslâm ülkesinde son zamanlara kadar yasal olarak ve İslâm dünyasının hemen her ülkesinde yasallık ötesinde, günlük kültürel pratiklerde, egemen olarak, kadının kocasının mülkü olduğu vurgulanır. Bu mülkün kaçması, kültürel pratikler bakımından, birçok İslâm ülkesinde, kendi ölüm fermanını kendi eliyle imzalaması demektir. Kaçma yasal olarak da son zamanlara kadar cezalandırılmıştır: 1950'lerde Yemen'de kaçan bir kadına mahkemenin kararıyla bileğine bilezik-kelepçe takılması ve kelepçeyi tutturmak için de ameliyatla bileği bir yandan öbür yana delinerek bir cıvatayla tutturulmasına karar vermiş ve bu karar bir doktorun ameliyatıyla uygulanmıştır. Kocasını aldatan kadınlar, İslâm dünyasında, eğer kocası tarafından namus temizlemek için temizlenmezse, bu temizleme işini toplum yüklenmekteydi: Taşlayarak öldürmek. Bu pratik de öyle ortadan kalkmış bir uygulama değildir.

İslâm’da, kadın, evlilikle koşa koşa hizmet-köleliği biçimine kapaklanır ve kızını da bu kölelik için yetiştirir. Erkek (koca) sadece karısına değil, aynı zamanda kızına da mülkiyet gibi sahiptir. Bu sahiplikten, sadece erkek çocuk babası gibi sahip olmak, ezmek, dövmek, bağırmak çağırmak, kullanmak için yetiştirilir. Türkiye gibi İslâm kültürünün etkisindeki ülkelerde, çoğunlukla kentlerde kadının evlilik kurumundaki durumu, şeriatın hakim olduğu Arap ülkelerinden farklı olarak, sahiplik-köleliğinden çok baskıcı boyunsunmanın getirdiği, başkaldırıların sık sık olduğu, zincirine vurgunluk biçimidir. Geleneksel İslam kültürünün ağır bastığı yerlerde mutlak sahiplik yasal ve kültürel bakımdan belirgindir ve apaçıktır. Gelenekselin zayıfladığı yerlerde sahiplik reddedilir, açıktan mülk olarak nitelenmez; onun yerine, görev ve sorumluluklar içinde sıkıştırılan iş bölümüyle kadın erkekle ilişkisinde, ikincil bir yere hapsedilir: Kadının görevi sorumlulukların getirdiği gerekli şeyleri yapmak, erkeğinki ise gerekli şeylerin yapılmasını veya yapılmamasını istemektir. Dolayısıyla günlük ilişkilerde ve iletişimde boyunsundurma ve boyunsunma egemendir. Burada vuruluş oldukça ince iplerle ayakta duran bir vurgunluktur ve her gün desteklenmesi gerekir.

İslam kültürü geleneğinde çoğunlukla kızların daha doğar doğmaz ve hatta doğmadan önce “eğer kızım olursa, onu bilmem kime vereceğim” diye sahibi önceden tayin edilir. Kız çocuğu evlilik yoluyla baba-köleliğinden, koca ve ailesi köleliğine transfer edilir. Böylece kadın köle olarak doğup kölelik için yetiştirilip, kölelik üreterek yaşamını sürdürür. Kadın “iyi” bir kocaya düşerse, hem köleliğini hem de iyi bir kocaya düşmeyi Allah’ın vergisi olarak kabullenip dua eder. Gerekirse, bu vuruluşunu kafirlere, lezbiyanlara, kadın hakları diyen münafıklara karşı canla başla korur.

İslâm’da kadının ne kendi vücudu ne de geleceği hakkında söz söylemeye ve karar vermeye hakkı vardır. Türkiye İslâm ülkelerinin arasında, Atatürk’ün getirmeye çalıştığı burjuva devrimiyle ve bu çabayla gelen yasal ve düşünce yapısındaki değişimler (ki çoğu pratikte geçersiz bir halde uzun süre kalmıştır) sayesinde, kadın haklarına pratikte en çok hürmet gösterilen bir ülkedir. Bu tabi Türkiye erkeklerinin koltuklarını kabartıp “bak biz ileriyiz” diyerek horozlanmalarını meşrulaştırmaz, çünkü yukarıdaki karşılaştırmam böyle bir meşruluk iddiasını getirmez ve getirmeyi de reddeder. Türk kadını dünyada en çok acı çeken ve en güçlü mücadeleyi veren kadınlar arasındadır: Burada ben Türk Kadınlar Cemiyetinden bahsetmiyorum. Karadeniz’de kocaları kahvede sigara tüttürüp kumar oynarken, sırtlarında tütün, fındık, kışlık yakacak taşıyan Türk kadını ve kızından bahsediyorum. Tabi ben o kültüre düşünce ve yaşayış bakımlarından yabancı olduğum için, erkeklerin neden elleri götünde, tespih çekerek, aylak aylak volta attıklarını ve kadınlarında iki büklüm sırtlarında yük taşıdıklarını anlayamam (!): Bu anlayışsızlığım nedeniyle, bu kültürü yanlış değerlendirir ve içimden “elimde olsa bu kahraman erkeklerin hepsine kadınların çektiklerini çektirerek böbürlendikleri erkekliğin ne kadar kancıklık olduğunu, ve kadınlarınkinin de ne kadar erkeklik olduğunu gösterirdim” diye öfkemi ifade ederim.

 

İslam dünyasında kadının evlilikle gelen köleliği eş seçmedeki hakkının babası veya ailesi tarafından elinden alınarak perçinlenir. Evlendikten sonra da, kocasıyla olan evlilik kurumunu devam ettirme veya boşanma kararındaki özgür seçim de elinden alınmıştır. Kadın boşanmaya karar veremez. Bu kadının düşünemeyeceği bir şeydir. Öte yandan karı-kölenin erkek-kocası üç kez sen boşsun dediği zaman evlilik kurumu dağılır gider. Türkiye'de bu uygulama kırsal alanlarda yaygındı, eminim hala belli yörelerde devam etmektedir. Türk medeni kanununa göre yapılan “kadını koruma" biçimindeki düzenlemeler, erkeğin kolayca kadını boşaması olanağını elinden almıştır. Bu da erkeğin terk etmesini elbette önleyemez. Aynı şekilde, erkeğe ağır nafaka ödeme korkusu vererek boşanmayı engellemeye çalışma da pratikte anlamsızdır, çünkü boşanacak erkek bunu, kaçış yolları da arayarak, göze alır. Boşanma sonucu, modern yasalarla elde edilen nafaka kadının köleliğinin ve aşağılanışının materyal ifadelerinden biridir.

 

Orta Doğuda, örgütlü Müslüman dininin desteğiyle, kadınlar eve-kapatılmış köleler olarak kullanılmaktadır. Bu kullanım sadece bu bölgenin zenginleri tarafından uygulanmaz, aynı zamanda, örneğin orda yaşayan Amerikalılar tarafından da kullanılmaktadır(Caesar, 1991). Bu kullanış Amerikalıların İslam geleneklerine saygısından mı dersiniz?

Amerika gibi çok ileri ülkelerde yüzde elliye yakın boşanmaların (örneğin Amerika'da 1993'ün ilk üç ayında 412.000 evlenme ve 292.000 boşanma olmuştur) kadınların özgür olduklarını ifade etmekten çok, baskıcı evlilik kurumundan kurtuluşu kaçışta bulmayı ifade eder ve kadının insanlığını kazanma mücadelesinde ulaştığı bir seviyeyi, yeni bir boyutu gösterir. Amerika ve Avrupa’nın, burjuva kadınları dışındaki geniş kadın kitlelerinin özgürlüğü, kapitalist sistemin insanların özgürlüğü iddiasına benzer: Sahtedir. Bu ülkelerin burjuvalar dışındaki kadınları çalışarak kendi başlarına ya ancak ev kirasını ve geçimini sağlayacak durumdadır ya da bu durumdan yoksundur ve devlet yardımı alıyordur. Her iki durumda da kadınlar korku ve endişe içinde yaşarlar. Bu nedenle, bu ülkelerde de her gün kocası tarafından dayak atılan, kötü muamele gören, köle gibi muamele edilen milyonlarca kadın, zincirlerinin ağırlığının bilincinde olduğu halde, bu zincirlere vuruluşlarını dış dünyada yalnız kalma korkusuyla bu zincire sarılarak ifade eder: Dayak yiyen Amerikalı bir kadının, ‘neden buna katlanıyorsun” diye sorulduğunda, “eve ekmeği getiren o, onsuz n’apacağım” deyişi hem ekonomik üretim ilişkilerinin biçimini, hem bu biçimin belirlediği fikir yapısını ve fikir yapısının neden böyle yapılandığını açıkça anlatır (Erdoğan, 1993).