DEVLET, YASALAR VE KÖLELİK

Devletin yapısı, kamu ve özel yaşam arasındaki, evrensel ile özel çıkarlar arasındaki çelişkiye dayanır. Kölelik sisteminin sivil toplumu, eski çağ devletinin doğal temelidir. Aynı şekilde, modern sivil toplumun bölük pürçüklüğü, ahlaksızlığı ve köleliği modern devletin doğal temelidir. Devletin varlığı köleliğin varlığından ayrılamaz. Modern devlet ve amansız modern iş dünyası eski çağın devleti ve köleliğinden çok daha yakından birbirine kaynaşmış bir biçimdedir (Marks, 1944a). Devletin varlığı, köleliğin varlığı ve sürdürülmesiyle ilişkilidir, ortadan kaldırılmasıyla değil. Devletin "köleliğin kaldırılmasıyla" ilgili girişimleri de, sivil toplumdaki egemenlik ilişkilerinin bir yansımasıdır. Amerikan iç savaşında Yankee’lerin devletinin "köleliğe karşıtlığı" kapitalist endüstriyel çıkarların ifadesinden öteye gitmez.

Marks'ın bir sorusuyla devam edelim: Babanın egemen olduğu aile\kavim sisteminde, kast sisteminde ve feodal sistemde, toplumda belli kurallara göre işbölümü vardı. “Bu kurallar kanun yapıcılar tarafından mı yaratılmıştı? Hayır. Materyal üretimin koşullarından doğmuşlardır ve sonradan yasalar olarak belirlenmiştir (Marks, 1847). Dolayısıyla, yasalar insanlık çıkarlarını gözeten, tarafsız, çok okumuş ve çok bilmiş, ne belinden ne elinden ne midesinden egemen düzene bağlı olmayan yasa yapıcılar tarafından yaratılmaz. Yasaları yaratan, yasaların ifade ettiği ilişkiler biçimidir. Yasaların düzenlediği şey gerçekte, düzenlenmişin düzenini dile getirerek meşruluğunu sağlamaktır: Düzenlenmişin ilişkiler içindeki sembolsel anlatımıdır. Yasaların değişimi, örneğin deregulasyonda veya özelleştirmede olduğu gibi, sınıf içinde ve\veya sınıflar arasındaki güç mücadelesinde yeni bir eğemezliğin ifadesini bulmasıdır. Yasaların ruhu, materyal ilişkilerdir. Yasaların, halkın iradesi ve halkoyu gibi ruhlaştırılmış ruhlarla ruhsal ilişkiden öte bir ilişkisi varsa, o da egemenlik ilişkisidir.

Toplumu ve yasaları fikirlerden hareketle hikayelemeye başlayınca, bu hikayelemeye kaçınılmaz olarak ruhlar, cinler, şeytanlar, cadılar, kamuoyu, halkın iradesi gibi metafizik yaratıklar da katılır. Bu da dinleyenleri ve inleyenleri düşler dünyasında “demokratik yasalar ve bizim yasalarımız" gibi hayallerle oyalar durur.

Marks’ın belirttiği gibi, devlet biçimi ve yasal ilişkiler ne kendi başlarına bağımsız bir varlık gibi yaklaşımla anlaşılabilir, ne de insan fikirlerinin genel gelişmesi ile açıklanabilir. Açıklansa bile, ki sürekli yapılmaktadır, sonuç bu ilişkilerin meşrulaştırılması ve en iyi şekliyle yeni yasalarla mükemmelleştirilmesi yönünde olur. Egemen yasalar yaşamın egemen materyal koşullarının ifadeleridir ve onlardan ayrı ve en önemlisi onlara karşıt olarak ayakta durmazlar, duramazlar. Eğer, örneğin TRT’nin yasal durumu gibi, eğer yasalar materyal ilişkilerin egemen koşuluna, örneğin özelleştirme koşullarına, ters düşmeye başlarsa, önce pratikteki geçerliliğini kaybederler ve ardından yeni egemenlik koşullarına göre değişime uğratılırlar. Dolayısıyla, yasalar da onu yaratan fikirler gibi insanın koşullarıyla bağıntılı egemenlik mücadelelerinin ifadeleridir. Bunun en önemli bir anlamı yasalarla değişim aramanın çok sınırlı geçerliliğe sahip olduğudur. Yasalar zorlamayı ifade eder. Zorlama güç kullanımıyla ilişkilidir (Birleşmiş Milletlerin Bosna’daki durumunu veya İnsan Hakları Beyannamesinin uygulama durumunu düşünün). Bu nedenle, zorlama araçlarına ve olanağına sahiplik, (a) yasaları zorlama olanaklarından yoksunlar üzerinde uygulanmasını, (b) yasaların rafta bırakılmasını ve (c) çiğnenmesini getirir.

Yasaların bitişiğinde gelen adalet sisteminin adillik görünümü, en iyi şekliyle, sınıf içi çatışmaların hakemliğini yaptıklarında ortaya çıkar. Fakat konu sınıflar arası ilişkiye döndüğünde, egemenlik ilişkileri ön plana çıkar ve adalet, kendinin varlığının görevsel bir parçası olduğu, kendini yaratan koşulları korumak yönünde harekete geçer. Fakat bunun anlamı asla yasal değişimi aramanın tümüyle geçersiz ve anlamsız olduğu değildir. Çünkü yasal alan, yukarıdaki anlatımımdan da anlaşılacağı gibi, egemenlik mücadelesinin verildiği bir alandır. Bunun da anlamı, yasaların ve yasal örgütlenmelerin materyal koşulların ifadeleri olduklarından ve mücadelenin bu ifadelere tepkisindendir.

Bütün bunların, kölelikle ilgili anlamı oldukça açık: Yasalarla kaldırılan kölelik, gerçekte değişen materyal koşulların bir ifadesidir. Bu ifade, Marks’ın üst yapıyla ne demek istediğini anlayanlar için, iki anlama gelir. (1) materyal koşulların gerçek ifadesi olması: Bu durumda, yasalar ve koşullar arasında birebir ilişki olduğundan, yasalarla ifade edilen biçim egemendir: Yani eğer yasalar kölelik kalktı diyorsa, yasalarla tanımlanan kölelik ilişkisinin egemenliği kalkmış demektir ve kıyıda bucakta kalan da bu yasalarla ezilir veya mücadelesine devam eder. (2) Materyal koşullara olan ilişkisinde, yasaların bu koşulları yansıtması yerine, en az iki durum ortaya çıkar: (a) Bu koşullara ters düşmesi. Bunun en açık örneklerini son zamanlarda çevre mücadelesiyle sağlanan çevre ile ilgili yasalarda görürüz. Diğer örnekler, Pakistan ve Hindistan’da borç-köleliğinin yasalarla ortadan kaldırılmasıdır. Bu yasalar genellikle ülke içi ve dıştan olan baskılar sonucu elde edilen hakları ifade eder. Fakat o ülkedeki egemen materyal koşullar, bu yasaların uygulanmasını ve getirdikleri hakların kullanımını ortadan kaldırırlar. (b) Bu koşulları, yeniden anlamlandırarak yarattığı sahte imajlarla ve sahte bilinçle sürdürmesi: Bu durumda da koşullara ters düşme vardır, fakat bu ters-düşüş, tamamiyle zıt ve farklı biçimdedir. Terslik ideolojik anlamlandırmayla egemenliğe görevsel fayda sağlar. Terslik görünmez yapılır, sahte-imajlarla sahte ilişkiler kurulur. Buna en keskin örnek, zamane devletlerinin, bir yandan anayasalarında ülkenin demokratik ve insan haklarına dayanan bir devlet olduğunu belirtirken, öte yandan, her gün insan haklarının ırzına geçmesidir. Diğer bir örnek, birçok ülkede devlet terörünü haklı çıkaran ve meşrulaştıran anti-terör yasalarında terörizmin ve teröristin tanımında “temel haklar ve özgürlükleri ortadan kaldırmayı amaçlama” sözcüğüyle gelen anlatımdır. Devlet, “temel haklar ve özgürlükleri ortadan kaldırmayı amaçlama” kıstasıyla yaptığı terör tanımında, temel hak ve özgürlükleri kendisiyle özdeştirerek kendisini temel hak ve özgürlüklerin savunucusu olarak öne sürer. Bu sahte bir imajdır, çünkü devletin giriştiği örgütlü hareketler (adalet sisteminin, silahlı kuvvetlerin, vurucu özel-timlerin, devletçe el altından beslenen para-military güçlerin ve koruyucuların girişimleri) insan hak ve özgürlüklerini çiğneyen terör hareketleridir. Yasaların bu durumda oynadığı rol meşrulaştırma yanında, ideolojik sürece bir ek olarak, kendini olduğundan başka gösterme ve yurttaşlar arasında zincirine vurgunluğu yaratmak, tutmak ve sürdürmektir.

“Yasa dışı olmak” duygusu bile haklıyı ve doğruyu haksız ve yanlış göstermeye yeterdir. Tabi, bu “yasadışılığı” devlete atfettiğimizde (yani devletin faaliyetlerini yasa dışı olarak nitelediğimizde) önümüze farklı bir durum ve peyzaj serilir. Sahte imajlar perdesi ortadan kalkar. Unutmayalım, ne sahte-imajlar ne de bu imajların sahnelendiği perde tektir.

Kölelik düzenleri yasalarla desteklenmiştir. Bu da egemenliğin perçinlenmesinde, suç ve cezaların tanımlanmasıyla kontrol mekanizmalarının kurulup yürütülmesinde araç olmuştur.

Kapitalist ideolojinin sorunlara çarelerinden biri de tarih boyu yasalar koyup yasalar değiştirmek, yasalarla yasaklayarak ortadan kaldırmaya çalışmak olmuştur. örneğin Avrupa'da 1847-1879 arasında bütün kolonilerde kölelik yasalarla ortadan kaldırıldı. Bu yasalarla köleliğe son verme girişimine Osmanlı imparatorluğu da katıldı. Bugün dünyanın her ülkesinde kölelik yasaklanmıştır. Bu yasalar belli kölelik ilişkilerini yasaklamış, fakat kölelik ilişkilerini ortadan kaldırmamıştır. Daha kötüsü, üzerine örtü çekilerek sürdürülen kölelik biçimlerinin yaygınlaşmasıyla, sömürünün derecesini ve yoğunluğunu artırma rolünü oynamıştır.

Kölelikle ilgili yasalar, hemen hemen bütün diğer yasalarda olduğu gibi, güçlüler tarafından çiğnenmek ve güçsüzü cezalandırmak biçiminde çalışır. Yasaların varlığı adaletin işaretinden çok belli güçlerin, belli çıkarların korunması anlamınadır. En insancıl ve evrensel görünen yasalar bile, gerçek materyal ilişkiler düzenindeki günlük ilişkilerde, bu yasaların tanıdıkları hakları kullanma olanaklarına sahip olmayanlar için, üzerlerinde kurulan egemenliğin meşrulaştırılmasının ve perçinleştirilmesinin bir diğer yanıdır.

Afrika’da da yasal olarak kölelik kaldırılmıştır: 1984'de Afrika'da göçebe kabileler arasında 250.000 kadar köle vardı (Sawyer, 1986). Afrika’nın fukara ülkelerinden biri olan Mauritania en az üç kez köleliği kaldırmıştır. Fakat kölelik geleneği durmamıştır. Daha 1980'lerde kadınlar çarşıda köle olarak satılıyordu. Sahara’dan geçen köle ticareti devam etmektedir (Savage, 1992). Petrolle zengin olan Arap ülkelerinde, bu zenginlik Kuran'ı, ne kendi çıkarlarına göre yorumlamayı değiştirdi ne de ekonomik güç yanında bu gücü kullanarak köleler zincirine sahip olup, insanları köle olarak kullanmanın getirdiği hasta-büyüklük psikolojisini... Araplar Osmanlıların geleneğini devam ettirerek erkek köleleri hadım etmeye devam etmiştir. Suudi Arabistan’a Batı Afrika'dan olan deniz yoluyla köle ticaretine sonradan havadan nakil eklendi (Veenhoven, 1975 ve 1976). Prens Faysal 1962'de bu havadan köle naklini durdurdu. Muscat ve Oman'da kölelik yasal olarak durduruldu. Bir şeyin yasal olarak yasaklanması ile bu şeyin toplumdaki ilişkilerde durdurulması arasında enteresan bir ilişki vardır: Yasalar, çıkar mücadelelerinin ifadeleridir ve uygulanma biçimleri de güç mücadelesinin bir göstergesidir: Zengin Araplar insan haklarına uyarak evlerinde köle tutmuyorlar mı? Arabistan’daki zengin Amerikalılar bile geleneğe uyarak evlerinde köle tutuyorlar. Peki yasalar? Yasalar tatile çıkmış!. tatile çıkmak istemezse ne olur? Tatile çıkartılır. Hatta gerekirse, emekliye ayrılır.