BASKI, SESSİZLİK VE BAŞKALDIRININ SONU

irfan erdoğan

Vuruluşla, baskıyla ve sindirmeyle sağlanan sessizlik ne başkaldırının olmadığı ne de bittiği, son bulduğu anlamınadır. Bu tür anlamlandırma en “verimli şekliyle” güçlünün geçici zafer sevincinin ifadesidir. Şimdiye kadar olan tartışmalardan da kolayca anlaşılacağı gibi, vuruluş asla başkaldırının sonu anlamına değildir. Tam aksine, vurgunluk durumu hem başkaldırıyı içinde taşır hem de başkaldırının engellenmesi, oluşması, çıkmasını eritme sürecidir. Vurgunluğun ve başkaldırının yönü dinamik bir yapıya sahiptir: Dinamiklik hem vurgunluğun hem de başkaldırının yönünün her an değişebileceğinde yatar. Vurgunluk ideolojisi, vurana karşı başkaldırı duygularını yeniden yönlendirerek, BİZDEN olmayan BAŞKALARINA doğru çevirir ve toplum yaşamında ırkçılığı, milliyetçiliği, yobazlığı, bağnazlığı destekler. Aynı zamanda, duyguların yeniden yönlendirilmesi, kişinin kendini beğenmemesi, küçük görmesi, çirkin olarak kabul etmesi, yetersiz ve eksik olarak nitelemesi biçiminde kişinin KENDİ BENLİĞİNE dönmesi biçiminde de olur. Modern reklâmcılığın yaptığı budur. Benzer şekilde, “Az gelişmişlik, geleneksellik” psikolojisi modern siyasal-sosyoloji tarafından işlenir. Bu tür kendine dönüşün en egemen biçimi kitle kültürü insanının kendini boyayarak, süsleyerek, giydirerek, yedirerek, içirerek ve çeşitli tüketim maddelerini satın alma ve tüketme peşinde koşarak KENDİNİ KENDİNDEN BAŞKASI yapmaya çalışmasında görürüz. Bu tür kendine dönüş kişinin kendinden hoşnut olması yerine, anlık hoşnutlukları takip eden hoşnutsuzluklar ve doyumsuzluklar; bu hoşnutsuzluğu ortadan kaldırma için girişilen kullanım-davranış biçimi ve bunun sonucu olan bir anlık hoşnutluk peşinde dönüp durmasıdır. Dolayısıyla, kişi sürekli gerginlik ve gerginliğin giderilmesi için kullanım çemberi içine hapsedilmiştir.

İdeolojinin sonunun ilanının bir şekli de, kafa kırarak ve zincire vurarak veya ücrete\maaşa köle yaparak yaratılan "sessizliği" işaret edip, "gördünüz mü? herkes memnun, herkes kendi değirmenini döndürmekle meşgul" diyerek yapılandır. Aslında bu ilan, Kaba kuvvet ve örgütlü faaliyetler içinde karın doyurma ve ekmek parasını kazanma ilişkileri içine hapsederek elde edilen "sessizliği," susturma değil de susma olarak sunarak geçici olarak rahatlamaktır. Geçici bir rahatlamadır, çünkü başkaldırının nedenleri ortadan kaldırılmamış, başkaldıranlar kesilmiş, hapsedilmiş, işkencelere tabi tutulmuş ve başkaldırı durum-potansiyelinde olanlar egemen baskı ve sömürü düzeninin örgütlü faaliyetler köleliğinde ücretle\maaşla kiralanmıştır. Bunun anlamı başkaldırıların silinip süpürüldüğü değil, yeni başkaldırıların olacağı ve başkaldırıda birikimin arttığıdır.

Toplumda günlük faaliyetler sırasında veya sonunda iletişide bulunanlardan bir tarafın sessizliği, sesini çıkartmama veya sesin duyulmaması, çoğunlukla "yanaşmayı, boyunsunmayı, kabul etmeyi" anlatır. Bir tarafın sesinin duyulmaması, onun yok olduğunun, ortadan silindiğinin bir ifadesi olarak da kullanılır. İletişimde sessizliğin anlamını anlamak için iletişimde bulunan tarafların kendi özellikleri, ilişkideki güç yapı ve durumları, güçlerini kullanma biçimleri ve bu biçimlerin çıkardığı veya çıkarabileceği potansiyel sonuçlara, ilişkideki tarafların amaçlarına, tarafların amaçlarında ortak noktalar olup olmamasına, birbirini destekleyici mi yoksa birbirine zıt özelliklere sahip olup olmadıklarına, dolayısıyla ya ben ya sen mi, yoksa daha çok ben daha az sen mi düşünü tarzının egemenliğine, güç ilişkisinde kullanılan araçlara, bu araçların güçler arasındaki dağılımına, güç kullanımı sonucu ortaya çıkan durumun (kısa dönemli sonuçların) sonraki ilişkilere etkisi ve potansiyel ilerdeki sonuçları (uzun dönemli sonuçlar) üzerinde durulması gerekir.

Sessizliğin önde gelen anlamlarından bazılarına eğilelim:

Mücadele olanağının egemen sistem tarafından elinden alınmış olması:

Direk kölelik ve mecburi askerlik köleliği buna en açık örnektir. Ücretli\maaşlı kölelikte "işveren" denen egemen gücün gaspettiği konumlarda çalışan insanların "sessizliği" ve ücret\maaş politikalarına, egemen uygulamalar altında boyunsunmayla gelen sessizlik böyle bir sessizliktir. Çünkü alternatif ya ağır cezayla (askere gitmemek, askerden kaçmak, efendisine itaatsizlik etmeye verilen cezalarla) engellenmiştir, ya da alternatifi seçme (örneğin işi bırakma ve işsizlikle yüz yüze gelme, yasa dışı ilan edilen greve devam etme) ciddi sorunlara gebedir. Bu tür sessizlikte sesini çıkarmamak, toplumda kişinin pozisyonlandırıldığı yerin ana ve egemen özelliğidir. Bu tür sessizleştirilmişlikteki iletişim ve ilişki biçiminde, "söylenen," "istenilen," "emredilen" asla soruşturulmaz, yapılır, yapılması beklenir. Yapılmazsa isyan ve karşı gelme olarak nitelenir. Hemen her zaman isyanın ve karşı gelmenin cezası isyanı ve karşı gelmeyi düşündürmeyecek biçimde ağırdır. Dolayısıyla, sesini çıkarmama kişinin toplumda tuttuğu bu pozisyonun getirdiği temel karakterdir. Bununla birlikte gelen ilişkiler düzeninde başkaldırma çoğu kez kişisel seviyede ve karşı gelme biçiminde, karşılık verme biçiminde değil, cezadan ve kölelikten pozisyonu ve fiziki çevreyi terk ederek "kaçışla" elde edilmeye çalışılır. Bu "kaçış” başkaldırı biçimi bireyler tarafından tekrarlandığı, diğer köleler tarafından kendilerinin özleyip yapamadığı bir davranış olduğu için, hem gıpta hem de kıskançlık yaratır. Egemen toplum düzeninin bu tür kaçışla kaybından çok kazancı vardır: Egemen güçler kaçanı eninde sonunda yakalayıp cezalandırarak kendi gücünü tekrar ispatlar, kaçışın gayri meşruluğunu tekrar cezayla herkese hatırlatır ve meşruluğun ne olduğu gündeme getirerek bilinçlere işler. Bu tür kölelik, insanın bir diğer insanın fiziksel varlığını boyunduruluğu altına alarak, emeğini, kendini koruma, eğlence ve ekonomik amaçlarla sömürmesi gibi ana biçimlerde olmuştur. Kapitalist toplumlarda, bugün eğlence, kendini koruma ve ekonomik amaçlar birbirinden ayrılma özelliğini yitirmiştir: Koruma ve eğlence de ekonomik ilişkilerin belirgin bir alanı olmuştur.

Kölenin efendisini koruması: Kölenin efendisini koruması eskiden beri kölenin kölelik durumuyla birlikte gelen bir yapısal karakterdir. Bu yapısal karakterin getirdiği ve yapıya sıkı sıkıya bağlı ilişki ve bilinç biçimleri efendisini korumayı kendi varlığını koruma gerçeği olarak ortaya çıkmıştır. Bu gerçek ya kölelerin diğer kölelere ve saldıran düşmana karşı kalkan gibi kullanılması şeklinde belirir, ya da toplumda alıştığı pozisyonlandırıldığı yeri koruma şeklinde biçimlenerek kendini gösterir. Gerçekte, hemen her durumda yukarıdaki iki biçimin karışımı vardır. Kalkan gibi kullanılma ve harcanmanın getirdiği ölüm kalım gerçeği zorunlu olarak kölenin kendi canını ve durumunu korumayı zorunlu kılar.

Modern dünya denilen 20’nci yüzyılın dünyasında modern düzenlerde kölelik ortadan kalkmıştır. Bu sadece laf ve lâfın ötesinde zamanımızın kölelerini yönetme stratejisidir. Bir egemenlik düzeninin kendini modern olarak satması ve köleliğin son bulduğunu ve demokrasi mavalları okuyarak kendini olduğundan başka bir şey olarak sunması, onu olduğundan başka yapmaz. Modernlik iddiasını tekrar ele alalım: Hemen her çağda egemen düzenler kendilerini en modern olarak ilan etmişlerdir. Bu iddiayı da 'sahip olduklarına" bakarak yapmışlardır. Yani otomobil kullanan kağnı kullanandan daha ileri ve modern oluyor. En önemlisi de kağnı kullanan ilkelliği ve otomobil kullanan medeniyeti temsil ediyor. Modernlik, ilerilik, gelişmişlik, medeniyetlilik gibi terimler aynada kendini durmadan süzerek kendine aşık olanın kendini kendine ve dışarıya satışıdır. Bu satışla birlikte yobazlık, bağnazlık, başkalarını ezmede haklılık, üstünlük, ırkçılık, milliyetçilik gibi tehlikeli ve bulaşıcı hastalıklar gelir.

Yirminci yüzyılda da, kölenin efendisini koruması eskisi gibi kişinin pozisyonlandırıldığı yerin karakteriyle ve bu karakterin günlük faaliyetler, zorunluluklar ve ilişkilerden geçerek bilinçte yaptığı biçimlendirmeyle gelir. Köleliğin ortadan kalkması iddiası ise bu satışın diğer bir parçasıdır. Yirminci yüzyılda kölelik eski devirlerden çok daha kapsamlı, çok daha "modern", çok daha yaygın, çok daha etken, çok daha baskıcı ve katılmaya zorlayıcı, çok daha örgütlü ve vahşi bir biçimde kendini gösterir. Yasalarla tanınmış ve desteklenen eski-direk köleliğin ortadan kaldırılması, örneğin en son Amerika'da iç savaşla kaldırılması, köleliğin ortadan kaldırılması amacını asla taşımaz: Tutsak-kölelerin feodal tarım yapısından feodal lordların (tarım sermayesinin) elinden zorla, kaba kuvvetle koparılarak serbest-köle olarak endüstriyel kapitalizmin eline geçmesidir. Bu yeni-kölelikte kapitalist serbest-köleye karşı hiçbir sorumluluğa sahip değildir. Serbest-köle kendi kendinden, kendi kendinin geçiminden, ekmek parası ve iş bulmadan veya işsiz kalmadan sorumludur. Kapitalizmin sorumluluğu kendinden ve kendi çıkarından başka hiç kimseye karşı değildir. Kapitalistin kurduğu ve yürüttüğü ilişki bu sorumluluk temeli üzerinde mümkün olan en fazla fayda elde etme, çıkar sağlama biçimindedir. Bu biçim de kaçınılmaz olarak kapitalist sömürünün çıkardığı ücretli\maaşlı köleliği getirir. Dolayısıyla, kapitalizmin köleliğin sonunu ilanı yeni köleliğin başlangıcıdır. Bu yeni ilişkiler biçiminde kölelik kendini ücret\maaş maaş olarak gösterir. Bu ilişkiler düzeninde kölenin efendisini koruması olgusu işini koruması, işini kaybetmemesi, işsiz ve aç kalmaması yapısal gerçeği boyundurluğunda çıkmaza sokulmuşun denize düşüp yılana sarılışına benzer. Kölenin zincirine vuruluşu zinciri sevdiğinden değil, zincirle gelen ekmek parasını ve pozisyonu kaybedeceği, zincirsiz kalarak mutlak özgürlüğe, yani işsizliğe kavuşacağı korkusudur. Bu korku yersiz değil; her an her gün bu korku günlük ilişkilerle tazelenir.

Sesini çıkarmamanın baskının ve sindirmenin ifadesi olması:

Sesini çıkartmanın getireceği sonuçlar pek hayırlı olmadığı için insan susmayı seçtiğinde, susturanın galibiyet ve kazanma hissi sahte ve çürük temellere dayanan bir zafer duygusudur, çünkü bu tür sessizlik negatif birikimi ve diş bileyen dolmayı, dolayısıyla en küçük fırsatta sesini yükseltmeyi beraberinde getirir. Bu nedenle, sağlıklı bir ilişkinin ve çatışmasız bir egemenlik kurulduğunun göstergesi değildir, tam aksine çatışmaya gebe bir durumun ifadesidir.

Mücadele sonucu pozisyonlandırıldığı yerde "görevinin, işinin, sorumluluğunun" sesini çıkarmama olması:

Burada baskıyla karışık, baskıya dayanan, gönüllü katılma ve bu katılmanın getirdiği sessizlik vardır. Kadının ve çocuğun babası karşısındaki sessizliği, işçinin patronu karşısındaki sessizliği hem pozisyonlandırıldığı yerin getirdiği ve hem de aynı zamanda bu yeri meşru görerek bu yerin egemen iletişim biçimini (örneğin boyunsunma ve köleliği) kabul etmesini görürüz.

Sesini çıkarmama, anlayışın ve hesaplı bir şekilde yapılan vazgeçişin ifadesi olması:

Bu sessizlik anlayışı, anlaşmayı, istekle kabullenmeyi getirir. Bu tür iletişim ilişkilerinde de birikim vardır, fakat birikim ortaklaşalığı ve karşılıklı desteklemeyi anlatır. Burada sessizlik fikir birliğinin ifadesidir.