VURGUNUN KENDİNİ VURUŞU:
KÖLELERE SAĞLANAN EZME OLANAĞI

irfan erdogan

Köleler hizmet için, ezilmek ve kullanılmak için vardırlar. Dolayısıyla onlar ezme hakkı ve zevkinden mahrum bırakılmışlardır. Bu yoksun bırakma da yasalarla perçinlenmiştir: Sahip kölesini öldüresiye döver, hakkıdır. Köle sahibine ne el ne de dil uzatabilir. Yasaktır. Uzatırsa, karşılığında gelecek cezaya katlanmayı göze almalıdır. Köle için tek ezme olasılığı kendinden daha aşağı durumda olan birini bulmak. Üretim ilişkileri merdiveninde aşağı doğru inildikçe, ezecek kişi bulma olanağı da sıfıra doğru azalmaya başlar. Köle merdivenin ilk basamağının altında olduğu, yani yerle bir olduğu için, tek ezme olanağı, üretim ilişkilerine kendi seviyesinde katılan diğerlerini, kendi gibileri, çocukları, kadınları, atları, eşekleri, kedileri, köpekleri, makineleri, aletleri ezmek çerçevesi içinde sınırlanmıştır. Kölenin bu davranışları da oldukça “iğrentiyle” ve “karşı tepkiyle’ karşılanır. Dolayısıyla, köle, egemenlik ilişkilerinin gereği dışında, bir yolunu bulup kendisi için ezme zevkini tattığında veya tatmaya kalktığında, bu girişime kalktığına pişman edilir. O zaman geriye ne kalıyor? Bugünkü düzenlerde, geriye egemen güçler tarafından yönlendirilmiş örgütlü baskı ve ezme faaliyetlerine katılarak ceza korkusu olmadan kendini tatmin etmek kalıyor.

Kölelik ilişkilerinin önemli bir yanı da, kölenin kendi durumunu kendinden daha kötü olanlarla karşılaştırması ve kendi durumundan dolayı efendisine ve tanrısına minnettar olmasıdır. Bu kölelik psikolojisi, modern devirde milliyetçilik hisleri içine kaydırılarak "Afrika'da insanlar ölüyor açlıktan, haline şükret, senden daha kötüleri var" teranesiyle millete, bayrağa ve tanrıya, bu açların tehlikesine karşı, bağlılık ve "ne mutlu Türküm, Amerikalıyım etc." diyerek kendi durumuna şükretmesi ve bu duruma karşı aşağıdan ve dışarıdan gelecek tehlikelere karşı bayrağı ve milleti koruması gelir.

Efendiyle köle arasındaki direk sömürüyle ifadesini bulan materyal ilişkilerle gelen eşitsizlik düzeni aynı zamanda adaletsizlik ve Haksızlıkla iç içe, desteklenerek ve beslenerek kendini sürdürür.

 

VURULUŞUN DİĞER İFADELERİ: SINIF BİLİNCİ VE SAHTE-SINIF FARKLILIĞI

Köle ve köle sahipleri, iletişim ve ilişki biçimlerinde kendi durumlarını yansıtan karakterleri gösterme yönünde yetiştirilir ve kendilerini bu yönde günlük iletişim ve ilişkilere sunarlar. Bir kölenin sanki köle değil gibi davranması büyük karşı tepkiyle karşılanır. Benzer tepkiyi ücretli\maaşlı kölelikte de görürüz: İşçi işçiliğini, hamal hamallığını bilmelidir. Örgütlü sömürü düzeninin firması içindeki ilişkiler ve bu ilişkilerin ideolojisi dış hayata da yansır: Bir hamalın veya işçinin "hanzoluğu," bir fukara-çocuğunun veya köylünün buz-patenti ringinde çabalayarak, düşe kalka kaymaya çalışması aşağılanarak ve aşağılayan gülüşmelerle ve küçük gören davranışlarla karşılanır. Güçlünün çocuğunun o ringdeki düşüşü ve çabası rekabetteki o anlık kayıp ve daha çok talim etmesi gerektiği tepkisini getirir.

"Kendini bilmemek," gerçekte, kendi sınıfının ve geldiği yerin karakterlerini ve yaşam biçimini, davranış biçimini göstermemektir veya göstermemeye çalışmaktır. Bu psikoloji hem hor görülür hem de gerektiğinde sömürülür: Bunun en belirgin örneği Türkiye gibi ülkelerde Malboro, Coca cola, Pepsi içme, McDonalds yeme, içki içme, güçlünün tüketim mallarını satın alıp kullanarak, kendini kendi gibilerden ayırıp güçlüyle bir tutmaya çalışma; kendini güçlüler arasına katmaya çalışmadır. Kölenin zincirine vuruluşunun getirdiği ekonomik alandaki kitle tüketimi ürünlerini tüketmeye yönelik bu saldırı, siyasal alanda güçlünün sahip olduğu vatanı ve bu vatanın sembolü bayrağı korumak için yapılan iç savaşlar, azınlıkta olan insanları ve fikirleri ezme ve yok etme kudurmuşluğuna dönüşür.

Vurgunluğun ifadelerine birkaç örnek daha vererek devam edelim: Sivil yaşamda moda, soda ve seks endüstrilerinin peşinde koşmayı hayatın ön amacı olarak alan bir şekilde günlük ilişkilerini ayarlama; kendini ve çocuklarını bu açıdan giydirme, süsleme, yedirme; kendisi gibi davranmayanları küçümseme, ayrı olduğu için hanzolukla, bilmemezlikle, zevksizlikle, midesizlikle suçlama; insanların genel çıkarlarına olan ve egemen çıkarlarla çatışan olguları, davranışları ve düşünce tarzlarını aşağılama; alaya alma, kaba güç kullanarak ezmeye çalışma; örgütlü baskı ve katliam hareketlerine sözle, veya fiilen katılma; her yıl milyonlarca insanın sigaradan öldüğü gerçeğini reddederek, sigara endüstrisine karşı olanları "yeşilaycı" diye alaya alma; yoksulluktan bahsedenleri "Kızılaycı” olarak niteleme; her gün elli bardak çay içmeyi "baş ağrısı hapı" olarak niteleme gibi... Vurgunluğu taşıyan ideolojide "Yeşilay” veya "Kızılay” gibi insanlık açısından "iyi" olan ve iyiyi temsil eden bir örgütlenme biçimi küçümsenir.

Aile ve arkadaş toplantılarında ve sohbetlerdeki siyasal ve ekonomik tartışmalarda kendini birbirine karşıt olarak süren, ilk bakıldığında karşı olduğu sanılan, tartışanların karşıt olduklarına inandıkları fikirler, çoğunlukla egemen ideolojilerin sorunlarla uğraşmadaki stratejiler, uygulanması gerektiği ileri sürülen "doğru" metotlardır. Bu sorunları çözmede ileri sürülen tartışmalar egemen ideolojinin biçimlendirdiği en yumuşaktan en sert "çözüm" yoluna kadar çeşitlilikler gösterir. Zincirlerine vurgunlar sigaralarını tüttürür, çay veya kahvelerini yudumlarken günlük ve yaşam boyu engellenmelerinin, hayal kırıklıklarının acısını tanıdıkları, sevdikleri, kendilerine yakın insanlardan çıkartırlar. Böylece egemen ideoloji zincirine vuruluş yoluyla yaratılan birlik, beraberlik ve bölünmezlik duygularıyla aslında bölünmeyi ve parçalanmayı sağlar. Dolayısıyla, hem vatanın, milletin bütünlüğü hem de kişisel özgürlük, çoğulculuk ve farklılık ideolojisi desteklenmiş olur.

Kölelerin zincirlerine vurgunluğuyla kendilerini kendinden ve kendinden olanlardan ayırması ve kendinin imrendiği insanlarla ve yaşam tarzıyla eşleştirmeye çalışması sonucu ortaya çıkan tüketici psikolojisinin de üzerinde durmak gerekir: Burada zincirine vurulanın kendisini kendinden olanların kendilerinden farklı olduğunu algılaması egemendir. Bunu da kendini onları ezenlerin, güçlülerin, davranış tarzlarını benimseyerek, taklit ederek sağlamaya çalışır. Bu durumda kişi kendi zincirini unutup kendinden olanın zincirine bakarak alay eder, sevinir ve mutluluk duyar. Kendinden olanın gelişmesini ve ilerlemesini görmek ona büyük ızdırap verir. Ezilmişliğinde ezmeye katılmak için tek yol olarak, ezenlerin yaptığını yapar: Kendinden olanlara veya kendi durumundan kötü durumda olanlara küçümseyici gözle bakar, onları ezmeye katılır. Böylece "gücü gücü yeteni hallettiği" ideolojisini evrensel bir gerçek olarak meşrulaştırmaya katılır.

Örgütlü gösterilere katılma gösterinin özelliğine ve katılmanın biçimine göre, hem vurgunluğun hem de mücadelenin ifadeleri olabilir. Bir TRT iletişimcisinin Grev yapan işçilerin mesajını "bağırma" olarak nitelemesi, bu iletişimcinin profesyonel ahlaka sahip olmadığını ve kendini "işverenler" yanında gördüğünü, TRT'nin profesyonellikteki yetersizliğini anlatır.

Örgütlü soyguna yasaların zoruyla katılma kendini egemen ilişkiler içinde meslekle ilgili görevlerde gösterir: Polis ve askerlerin durumu böyledir. Grev hakkı sözleşmelerle elinden alınan işçilerin durumu da...

Örgütlü soyguna ve baskıya gönüllü katılma vuruluşun en keskin ifadesidir: Örneğin suikast yapma, grev veya yürüyüş yapanlara saldırma, üyelik, para ve gövde desteği, teşvik gibi...

Kölenin zincirine vuruluşu, bu vurulmada kendini kendinden olanlara karşı kuruşu, kendine düşmanlığı, kendini efendisi ve efendisinin çıkarlarıyla özdeştirmesi, örgütlü sömürü düzeninde pozisyonlandırıldığı yerle yakından ilişkilidir. Amerikan köleleriyle ilgili çalışmasında Escot (1979) imtiyazlı evlerde hizmet eden kölelerin kendilerini diğerlerinden ayırarak tarlada çalışan "bayağı" kölelerle kendini bir tutma yerine, kendini aristokrat sahibiyle özdeştirdiği hakkındaki görüşlerin kısmen doğru olduğunu, köleler arasında bir azınlığın bu tür değerlendirmeye gittiğini, fakat çoğunluğun grup sadakatı taşıdığını ve köleler arasında kesin bir sınıf ayırımı sisteminin olmadığını belirtmektedir. Escot'un sınıf anlayışı köle sahiplerinin sınıf anlayışına benziyor: Köle sahipleri kölelerini kendine yakınlığına ve gördükleri fonksiyona göre sınıflandırır ve bunu sınıf ayrılığı olarak görür. Kölenin kölelikle gelen iş bölümünde belli pozisyonlara yerleştirilmesi köleyi ne kölelikten kurtarır ne de köleler arasında sosyal sınıf farklılıkları ortaya çıkartır. Ortaya çıkan farklılıklar ancak pozisyonun getirdiği zincirine vuruluş farklılığı olabilir. Bu nedenle, ev hizmetinde olan köleler tarlada çalışanları aşağılık ve değersiz olarak görebilir. Veya tarlada çalışan köle evde çalışana gıpta ve kıskançlıkla bakabilir. Bunu bugünkü duruma uzatırsak, Amerika'da yılda bir profesörün veya bir şirketin menajerinin aldığı paradan çok daha fazla para yapan (örneğin 70-100 bin dolar) "aristokrat işçiler" vardır. Fakat bu onları işçi sınıfından ayrı, işçi sınıfından farklı bir sınıf yapmaz. Hele efendinin sınıfına asla sokmaz. Hayatlarının her gün 17-18 saatini işte ve yolda geçiren bu "aristokrat işçiler" hiçbir şey değil fakat işçidir. Sınıf içi farklılıklar sınıf egemenliğinin yürütülmesinde sınıf içi çekişmeleri ve bölünmeleri ve kıskançlıkları, çekememezlikleri, çatışmaları, birbirine düşürmeleri ve düşmanlıklar yaratmak ve körüklemek için kullanılır. Bu kullanma da yeni değildir. Köle sahipleri tarafından da kullanılmıştır. Bu kullanım sosyal üretim faaliyetlerindeki pozisyonlandırmanın ve bu pozisyonda tutulan yerin ve görülen görevler arasındaki farklılığın kaçınılmaz olması nedeniyle daha da kolaylaşır. Küçüğün küçüklüğünde küçümseyecek birini araması ve eşitsizliğe ve sömürüye dayanan sistemlerde bulması bu kolaylığı daha da artırır.

Tarlada çalışan kölelerin fonksiyonları, giyimleri ve yiyişleri, ev işi görenlerden farklıydı. Zanaatkar olarak çalışan köleler ise daha çok kendi başlarına ve daha az baskıyla karşı karşıyaydı. Kölelik fonksiyonları ve ilişkilerindeki bu farklılıkla birlikte birbirine ve efendilerine karşı olan duyguların da genellikle farklar taşıması beklenir. Escott'un sunduğu bir araştırmaya göre (1979) yaptığı iş ve köle sahibine karşı olan tutumlar arasında orta derecede bir bağ vardır (Yule's ç=0.396); Ev hizmetçileri ve kaliteli hizmetçilerin (N=891) % 73.6'si olumlu ve % 26.4'si olumsuz tutuma sahip olduklarını belirtmiştir. Açıkça görüldüğü gibi, dörtte üçü gibi büyük bir çoğunluk efendisine karşı olumlu hisler taşımaktadır. Bu olumluluk tarlada çalışanlara gelince % 54.7'ye düşmekte ve olumsuz tutumlar ise % 45'e yükselmektedir.

Kölelik durumundaki insanın kendini ezene bağımlılığı (veya düşmanlığı), kendine ve kendi gibilere karşı düşmanlıklarının kaynağı, sadece kölenin sahip olduğu zincirini süslemesiyle, bu zincire vurgunluğunun ideolojik yanılmayla ve yanılgıyla sınırlı değildir. Kitap boyu açıkladığım gibi, vuruluş hem ideolojik hem de materyal temele dayanır. Örneğin işçi ve memur sözcüklerinin kendisi bile köleliği ve kölelik ilişkilerindeki katılma biçimlerini ifade eder. Vurgunun zincirine sıkı sıkıya sarılışı (veya sarılmak zorunda bırakılışı) ve zincirle gelen imajları ve bu imajların geldiği materyal ilişkiler düzenini canla başla koruması veya bunların aksi olan karşıtlık ve mücadele, kişinin kendi durumunun bilinciyle sınıf bilinci arasında kurulan köprünün özelliğine bağlıdır. Dolayısıyla, işçi, köylü, memur sınıfından biri olmakla, sınıf bilincinde olmak ve bu bilinç doğrultusunda sosyal, ekonomik ve siyasal faaliyetleri desteklemek arasında fark vardır. Eğer bir sınıfa dahil olmakla aktif sınıf bilinci arasında doğrudan bir ilişki olsaydı, ezilen sınıflar çoktan ezen sınıfları tepelerdi. Eğer insanlar arasındaki ilişkilerin saptayıcısı materyal ilişkilerde kurulan egemenlik yapısı değil de materyal durumundan bağımsız olarak aklını kullanan insanın bilinci olsaydı, aynı şekilde, küçük bir azınlığın egemenliği uzun sürmezdi.

Sahte sınıf farkı sahte-bilinçle renklenmiş, sulanmış ve beslenmiş, görev ve ücret farklılığıyla desteklenen bir ayırımdır. Bu ayırımın egemenliğin yürütülmesinde ve vurgunluğun işlemesinde önemli bir rolü vardır.

 

KÖLELER ARASI DAYANIŞMA VE MÜCADELE BİÇİMLERİ

İnsanlık tarihi zincirine vurulanların zincirlerini okşayışıyla geçmemiştir. Tam aksine, insanlık tarihi insanın kendi durumuna ve bu durumu yaratan güçlere karşı başkaldırılar tarihidir. Ne egemen siyasal ekonomi politikaları ve kontrol mekanizmaları, ne de ideolojik mekanizmalar her zaman her yerde herkesi egemen ilişkiler düzeninde bu ilişkilerin belirlediği biçimde bir günlük faaliyetler silsilesi cenderesinde hapsetmeyi başarabilmiştir. İnsanlık (ve kölelik) tarihi başkaldırılar, bastırmalar ve devrimler tarihidir.

Köle sahipleri her devirde daima kendi sınıf bilincine sahip olmuştur. Bu bilincin ifadelerini hem köleleri kullanışta, hem davranışta, hem ideolojik ve yasal anlamlandırmalarda açıkça buluruz. Köle sahipleri her devirde daima korku içinde yaşamışlardır. Bu korku ücretli\maaşlı kölelik düzenlerinde kabusa dönmüştür. Bu kabusun en belirgin göstergeleri, her ülkedeki egemen sınıfların devletlerinin ideolojik ve baskı aparatuslarını\aygıtlarını (eğitim, iletişim, adalet sistemi ve silahlı kuvvetleri) yoğun bir şekilde kullanmasıdır. Günümüzün modern silahları bu kabusun sonuçlarından biridir. Roman atasözü “sahip olduğumuz her köle içimizde tuttuğumuz bir düşmandır," bu korkuyu ve düşmanlığı çok iyi bir şekilde vurgulamaktadır. Her kölelik sisteminde köleler ciddi potansiyel tehlike olarak görülmüştür. Bu da egemen güçler içinde başkaldırıya karşı dayanışma ve kontrol mekanizmalarını getirmiştir. Fakat köleler arası dayanışma ve çeşitli başkaldırılar hiçbir zaman durdurulamamıştır.

Zincirine vurgunluk derecesine ve kapsamına göre, değişen ölçüde, köleler arasında ortak tarih, geçmiş, yaşam biçimindeki yakınlıkla gelen bir dayanışma vardır. Bu dayanışma sınıf mücadelesi keskinleştikçe ve baskı arttıkça daha da çok kendini gösterir. Vurgunluğun açık ifadesi ancak polis ve adalet sisteminde iş görenler arasında, özel şoförler ve özel koruyucular, vurucu timler arasında, görevlerine özgü nedenle de, dayanışmaya engel olarak çalışır. Fakat egemen örgütlü ilişkilerin dışında dayanışma oluşumu olanakları ve olasılığı çoktur.

Örgütlü din temsilcileri hemen hemen daima egemen güçlerin temsilciliğini yapmışlardır. Örgütlü dinin köleliğe karşıtlığı ve başkaldırıyı desteklemesi kendilerinin ezilen bir örgüt olması durumlarında görülür. İslam dünyasında bazı mezheplerin "ilerici" olması ve bazılarının tutuculuğu ve gericiliği temsil etmeleri toplumdaki egemenlik durumlarının (ille ki siyasal egemenlik olması gerekmez) bir sonucudur.

Kölenin özgürlük seçeneği veya başkaldırı biçimlerini şöyle özetleyebiliriz:

(a) kölelerin Hem yakalandıkları, hem taşındıkları, hem de çalışmaya zorlandıklarında direnmesi: Bu direnme ücretli kölelikte iş ve iş yeri koşullarına karşı başkaldırı biçimindedir. Kölelik durumuna karşı mücadele özellikle fiziksel cezalandırma ve gaddarlığa karşı direnme biçiminde olmuştur. Arayış özgürlük arayışından çok "iyi muamele" biçimindedir, çünkü insan özgürlüğünün gerçekleşeceği bir dünyadan kopmuş vaziyettedir. Bu kopmuşluk bugün emperyalizmin egemenliğinde özgür bir ortamın ancak dünya düzeninin değişmesiyle gerçekleşebileceği gerçeğine dönüşmüştür.

(b) Tek veya gurup halinde kaçma: mutlak kölelik düzeninde köleye ne söz ne de meşru bir şekilde soruşturma ve direnme hakkı verilmiştir. Kölenin hakkı kölelik ve köleliğin gereklerini yapma olarak sınırlanmıştır. Böylece, kölenin "haksızlığa” uğraması, kötüye kullanılması, dövülmesi, işkenceye tabi tutulması ve hatta öldürülmesi karşısında kölenin sığınacağı hiçbir güç yoktu. Tek seçenek kendi başına veya kendi gibileriyle kaçıştı. Kaçış da bilinmeyen uzağa gitme ve büyük çoğunlukla yakalanıp geri getirilme ile sonuçlandığından, çoğu kez yakına kaçış biçiminde oluşmuştur. Bu tür mücadele meşru olmayan pasif direnişi getirir ve değişime zorlama olasılığı azdır. Eğer yiyeceği kırbaç sayısını azaltabilirse, büyük başarıdır. Yaşadıkları koşulların radikal bir şekilde değişimi ancak örgütlü devrimi gerektiriyordu ki bu da örgütsüzlük ve güçsüzlükle olanaksız bir duruma gelmişti. Mücadele aynı sistem içinde durumlarını biraz iyileştirme mücadelesiydi.

Kaçan kölelerin diğer köleler tarafından saklanması ve beslenmesi, kölelerin diğer köleler hakkında efendilerine bilgi vermemesi, aç ve kötü durumda olanlara yiyecek çalarak vermeleri gibi dayanışma örnekleri bugün de gerillaları saklayan köylüler, özgürlük savaşı veren azınlıklar arasında devam etmektedir.

Ücretli kölelik sisteminde insan “özgür” olduğu için, kaçış klasik anlamını yitirir ve yeni bir anlam alır: "Kaçış" işi boykot ve terketmek biçiminde kendini gösterir. Birey olarak tek başına terketmenin sonucu işsiz kalmaktır. Bu da, mücadele biçimi olarak verimsizdir. Toplu boykot ve terketme, sınırlı başarıların elde edilmesiyle sonuçlanabilir.

(c) İşi yavaşlatma ve günlük küçük çaplı sabotajlar: Bu tür direniş ifadeleri hala devam etmektedir. Köle sahiplerine göre, kölelerin arzusu efendilerin arzusunu yerine getirmekti. Bu arzuya uymamak veya karşı gelmek cezayı gerektiren bir davranıştı. Köleler mücadelelerinde çare olarak isteksiz çalışma yolunu seçtiler ve işi yavaşlattılar. İşi yavaşlatma direnişine karşı köle sahipleri bir günde yapılması zorunlu iş miktarını tayin etmişlerdir. Bu miktardan aşağı iş görenler cezalandırılmıştır. Günümüzde de iş yavaşlatma direnişi çatışmalara neden olan bir yöntem olarak devam etmektedir.

Tarlada çalışırken yatma veya yavaş çalışma sonucu kırbaçlamadan kurtulmak için toplanan ürünün (pamuk, mısır, meyve sebzenin) ağır gelmesi için köleler çeşitli yollar icat etmişlerdir. Bunlarda biri toplanan pamuğa tarlanın beyaz kumunu serperek ağır gelmesini sağlamaktı. Köleler hiçbir zaman dayak yemeyecek kadarın ötesine gidecek şekilde çalışmamışlardır. Bunu nedeni sadece direniş değil, zaten kendilerine empoze edilen işin miktarı fazla olduğundan dolayıdır.

Kölelerin direnişinde, hemen her seferinde yakalanma ve ceza ile sonuçlanan "kaçma" ve "ormanda\dağda saklanma" yanında, en çok kullanılan bir yol da kendilerine yasak edilen şeyleri (çoğu kez yiyecek) "çalma" ve bunu “yeniden-kendine mal etme” olarak nitelemeydi. Kendi ürettikleri ve istif edilen ve bekçilerle korunan malları ve hayvanları çalma, Amerikan zencileri arasında 'gecenin" gündemlerinden biriydi. Çalınan mal ve hayvan o anki tüketim için kullanılıyordu: Domuzu, tavuğu, koyunu, keçiyi kesip barbekü yapıp yemek. Yumurta, kavun, karpuz, patates, mısır vb gibi saklanabilecekleri, eğer yeterince çalındıysa saklamak. Kölelerin kölelik düzeni içinde kendilerinden çalınanın çok az bir kısmını çalarak kendine mal etmesi faaliyetlerine karşı köle sahiplerinin ve yasaların cezası hafif kırbaçlamadan bazı yerlerde (örneğin el kesme) ağır cezalara kadar çeşitleniyordu.

(d) Hastalık bahanesiyle işe gitmeyerek işi baltalamaya çalışma: Bir diğer direniş biçimi hastalık bahane ederek tarlaya çalışmaya gitmemekti. Buna karşı tepki de hemen doktor çağırmadan ta ki hastalığın gerçekte hastalık olduğu belirtileri açıkça görülünceye kadar dinlenmesine izin vermeme veya doktor çağırmayı yasaklamak olmuştur. Bu tür direniş günümüzde de toplu olarak kullanılmaktadır.

(e) Toplu ayaklanma ve devrime katılma: Bu günümüzde boykot ve grevler biçiminde kendini gösterir. Eğer bu kitapta, başkaldırı ve devrimler tarihini yazsaydım, bu alt bölüm binlerce sayfa doldururdu. Toplu ayaklanma örgütlenme, disiplin, plan, liderlik, silah, diğer araç ve gereçleri gerektirir ki, özellikle sahiplik-köleliği ve borç-köleliği biçimleri bu olanağı yok edecek biçimde sınırlar. Fakat gene de, eğer köleler büyük gruplar oluşturacak biçimde belli bir yerde toplanırsa ve üzerlerindeki baskı artarsa veya dayanılamayacak duruma gelirse, toplu başkaldırı olasılığı artar. Roma’daki bazı ayaklanmalar, toplama kamplarındaki ayaklanmalar ve büyük çiftliklerdeki ayaklanmalar birkaç örnektir.

Mutlak köleler nadiren topluca baş kaldırmış ve başkaldırı düzenlemiştir. Bunun en önde gelen nedenleri, bu kölelerin kimliklerinin\kişiliklerinin ellerinden alınması ve bu nedenle özgürlük arayışı hislerinin körleştirilmesi; tümüyle bağımlılık içinde olmaları; birbirinden kopuk olmaları ve birlik arayışının olmaması; kölelikleri ötesinde aralarında ortak noktaların az olması; yasal örgütlenme olanaklarının tamamiyle ellerinden alınmış olması; ve yasa dışı örgütlenmelerinin çok sınırlı olmasıdır. Bazı ayaklanmalar ikinci yüzyılın sonuna doğru olmuştur. Klasik Yunan egemenliğinde de ayaklanma enderdir. Sahip-köleliğinde gruplar ve birey olarak başkaldırma biçimi kaçma olarak sık görülür. Kaçışla özgürlük arayışı kaçışın ana nedenlerinin başında kötü muameleden kurtulmak ve suç işleyip cezaya katlanmamak için çıkar yol olarak seçme gelir.

Sahip-kölelerin başkaldırısı, diğerlerinde olduğu gibi azami cezayı getirmiştir.

Yunan kölelik sisteminde kölelerin sahiplerine karşı başkaldırısına örnekler arasında en çok siyasal amaçla başkaları tarafından kullanılma gelir. Bu gerçekte kölelerin grup veya sınıf olarak kendi çıkarlarının gerçekleşmesini sağlamak amacıyla olan bir girişim değildir. Kölelerin “sınıf bilinciyle” başkaldırısı konusu gerçekte o zamanın kölelik biçiminde sınıf bilincini yaratacak koşulların olup olmadığı tartışmasını getirir. Yunan kölelik sisteminde bu bilince sınıftan çok ırksal grup bilincine sahip olarak başkaldırısından korkulanlar Sparta köleleri Helotlar olmuştur. Bunun bilincinde olan Yunan köle sisteminin egemen güçleri hem yasal hem siyasal hem ekonomik hem de kültürel alanlarda Helotları kontrol altında tutma mekanizmaları getirdiler. Fakat bu helotların özgürlük için tekrar tekrar başkaldırılarını engelleyemedi (Essenian Savaşı, Pelopennesian Savaşı). Yedinci yüzyılın ortasındaki ayaklanma 17 yıl sürdü. 464'deki ayaklanmada Sparta zor duruma düştü ve Athens’i ayaklanmayı bastırma için yardıma çağırdı. Bu ayaklanma ancak beş yılda bastırılabildi. Ancak 371'de Thebes Spartayı yakınca Helotlar özgürlüğe kavuştu.

(f) Sahibini veya kendini ezen sahibinin-sesini (zincirine vurulup kendini sahip sanarak sahibinden daha çok zalimleşeni) dövmekten öldürmeye kadar giden başkaldırı: Köle sahibine "el kaldırma" veya yumruklama; sahibine "sözle" karşılık verme; köle sahiplerinin kiraladığı gözetici ve nöbetçi olarak kullandığı zencilerle kavgadan öldürmeye kadar giden girişimler; dayanamayıp intihar etme ve örgütlü başkaldırı planlama biçimlerinde olmuştur. Direniş sadece işle ilgili değildi, fakat kölelik koşullarının getirdiği ilişkiler biçiminin sonucuydu: Dövmenin yanında, yeni evlenen kızının satılmasına karşı baş kaldırma, seksüel bakımdan kötüye kullanma, zevk için kırbaçlama, haklı görülmeyen cezaya başvurmaya karşı direnişler vardır. Bunlardan, kölelik sisteminin egemenliğini yumuşatan en etken olanı ormana ve dağa saklanma olmuştur. çünkü bu tür kaçış diğer kölelerin desteğini sağlayarak ormanda\dağda kalışın süresini uzatma olanaklarını ve böylece köle sahibinin iş gören bir çift el kaybetmesini bir süre ortaya çıkardığı için, genellikle kölelik koşullarının değişiminde başarılı bir direniş olmuştur.

Gaddarlığa gaddarlıkla karşılık vererek mücadele girişimleri günümüzde de devam etmektedir. Fakat bireye yöneltilmiş anlık-terör ve intikam, anlık zafer, rahatlama ve deşarj olanağı verme ötesinde kesinlikle anlamlı bir mücadele yolu olmamıştır.

Başkaldırının niteliği ve niceliği, sadece egemenliğin meşruluğuna ve sağlanıp sağlanmadığına değil, aynı zamanda meşruluk, baskı ve pozisyonlandırıldığı yerdeki göreceli rahatlığa ve diğer kölelerle kendini karşılaştırdığında hissettiği aşağılık veya üstünlük duygularına bağlıdır. Fakat şunu unutmamak gerekir, zincirine vurulanlar ya baskıyla yada arzuyla zincirlerine sıkı sıkı sarılsalar bile, başkaldırının başarısı sezilir sezilmez, bu onların da başkaldırıya katılması olanağını artırır. Hatta, savaş durumunda olunsa bile, sonuç safların değiştirilmesine (iki tarafın kölelerinin birleşmesine) kadar gidebilir.

En etken mücadele biçimi ezilen sınıfların örgütlenerek dayanışma içinde yürüttükleri direnişler olmuştur. Örgütlü mücadeleler 19 ve 20. Yüzyılın en yaygın ve başarılı mücadele biçimi olmuştur.

 

KÖLENİN KAMU VE ÖZEL YÜZÜ

 

Köleliğin toplumsal kamu yüzü ile özel ve yakın yüzü arasında çoğunlukla fark vardır. Bu fark kapitalist ideolojilerin egemenliğinde, bazı özel durumlar dışında, erimiş gitmiştir.

Kölenin kamu yüzü efendisinin, üzerinde egemenlik kuranın felaketine ve ölümüne veya kaybedişine yanışı, dövünüşü ve gözyaşı döküşüdür. Özel yüzü, kendini ezene karşı olan hissine bağlı olarak, "Allah’ın gazabına uğradı gitti, orospu çocuğu" biçiminde kendi kendine ve kendinden olanlara olan ifadesidir. Dolayısıyla, kölenin sessizliği ve kamu yüzü kölelik psikolojisinin bir yanını yansıtır. Diğer yan ise, alamadığı intikamın bu yolla başkaları veya tanrı eliyle alınmasıdır. Kamu yüzü, ortak-sahtekarlığın gerçek olarak algılandığı yüzdür. Bu yüz bazen egemen olandır. Bu egemenlik de, özellikle ücretli-kölelik devrinde kölenin kendi zincirine vuruluşunun bir diğer ifadesidir. Gene de, zinciri buket yapanlar bile buketin ağırlığının farkındadır, fakat kendini içinde bulduğu durum, kendinden kötülerinin olduğu karşılaştırmasının sürekli işlenmesi, yarınla şimdiki pozisyonu arasında kurduğu köprü, bu köprünün yıkılacağı korkusu, yarınların karanlıklığı, alternatiflerin yokluğu veya sınırlılığı gibi faktörlerin etkisiyle bu ağırlığa katlanırlar ve hatta genellikle hissetmez bile olurlar. Hissettikleri zaman, örneğin televizyon seyrederler; eşlerini veya çocuklarını döverler; evdeki kediyi tekmelerler; komünist yakma, kurşunlama, taşlamaya giderler; camide ve kahvede Tanrı ve vatan millet masallarıyla doldurulur, dolar, coşarlar; Allah’ın can veren ve can alan güç olduğunu söylerken, yaptıklarıyla Allah’a ne denli inançlı olduklarını ve Allah’ın kitabına ve emirlerine ne denli uyduklarını, Allah’ın elinden can alma hakkını alarak (veya Allah’ın onlara cenkle verdiği can alma hakkını kullanarak), Allah adına Allah’ı can alma peşinde koşarlar, can alma hisleriyle yanıp tutuşurlar.

Yarın korkusuyla ve alternatiflerin kötülendiği veya başka güçlerin kontrolunda olduğu, kölenin kendini kendi çıkmazı olarak gördüğü yapısal düzende, efendisine bağlılığı (ve hatta efendisini sevdiği) gerçekte efendisinin ona bağlılığı gibi materyal bir temele dayanır. Bunun en açık bir örneği Amerikalı bir köle kendi yaşamından bir örnekle şöyle anlatıyor: Zenci kölenin kızı Martha sahip-hanımı verdiği beyaz ekmeği çok seviyordu. Sahip-hanım öldüğünde Martha gözyaşları içindeydi ve kimse teselli edememişti: "Ağladım ve ağladım... Ölünce bütün beyaz ekmeği yanında götürdüğünü sandım... Herkes "bak şu zenciye hanım öldü diye nasıl da ağlıyor" diyordu, ben beyaz ekmek gittiği için ağlıyordum. (Rawitck,1977).

Köle sahibi, kapitalistin aksine, emeğini sömürdüğünün malına bakma yükümlülüğünü hissetti. Avrupa Feodalizminde bu silahlı koruma biçimindeydi. Amerikan kölelik sisteminde ise tüm bakımını içeriyordu. Bunun da nedeni elbette insanlık duygusundan değil, süt verecek ineğin yayılması zorunluluğundandı. Bu nedenle yiyecek, giyecek ve barınak gibi temel ihtiyaçları efendi sağladı. Örneğin Amerikan köleleri arasında yapılan bir araştırmaya göre 1851 öncesi, 1851-1860 arası ve 1860 sonrası doğan kölelerin ifadesine göre (N=1005) kölelerin % 70 kadarı yiyeceklerinin iyi olduğunu, % 12 kadarı yeterli, % 12 kadarı yetersiz, % 3 kadarı kötü ve % 6 kadarı efendilerininki gibi olduğunu belirtmişlerdir (Escot, 1979).

Avrupa feodalizminde serf hem kendini hem de efendisini besliyordu. Amerika'da olduğu gibi yiyecekler genellikle basit fakat yeterliydi. Amerika'daki araştırmalarda, eski köleler çoğunlukla yeterli olarak nitelemişlerdir (Escot, 1979). Giyecekler de basit ve kölelerin fonksiyonlarına göre desen edilmişti. Bunun yanında ayakkabıdan, giyecekten ve kışın ısıdan mahrum bırakılan köleler de vardı. Kölelerin seyahat özgürlüğü, eğlence ve dini özgürlükleri ya hiç yoktu ya da büyük ölçüde sınırlanmıştı. Bu nedenle kölelerin kendileri arasındaki ilişkileri minimuma indirilmişti. Evlenmek bile "bir süpürgenin üzerinden atlama" gibi basit ve özlü bir merasimle yapılıyordu.

Köleliğin günlük kamu yüzü hem gerçek vurgunluğu açıklığa vururken, hem de "vurgunluğun gereklerine uygun davranışı" anlatan görünümlere sahip olabilir. Özel yüz vurgunluğu dile getirebilir, fakat "vurgunluğun gereklerine uygun davranış" biçimi özel yüzde gereğini ve geçerliliğini yitirir: Köle kamu yüzündeki maskeyi sıyırır ve rafa kor. maskesiz yüz egemen ideolojinin gaddar sorun-çözüm yollarına (örneğin, “bize herkesi kesip doğrayacak ve hizaya getirecek güçlü bir lider gerekli” çaresiyle gelen baskı ideolojisine) sıkı sıkıya sarılan bir özelliğe sahip olabilir. Ya da bıkkınlığın, bezginliğin, öfkenin, ezilmişliğe veya ezene karşı diş bilemenin egemen öğelerini taşıyabilir. Hatta özel yüz egemenliğe karşı tiksintiyle dolu mücadele ve başkaldırının yüzü olabilir. Dolayısıyla, Özel yüzün bazı anlatımları kamu yüzünde yapıldığında genelleştirilmiş-özel çıkarlara ters düşebilir ve bu nedenle karşı-gelmeyi, uygunsuz davranışı, "doğruyu dokuz köyden kovarlar" atasözüyle anlatılan yanlışın-egemenliğine karşı başkaldırıyı dile getirir. Bu anlatım örgütlü hareketlerle yapıldığında isyan, toplu başkaldırı, vatanın bütünlüğünü ve huzurunu yok etmeye yönelik bölücü terör girişimleri olarak nitelenir. Kölenin kamu ve özel yüzü hem örgütlü egemenliğin hem de karşılığın öğelerini taşır. çoğunlukla bunlardan biri diğeri üzerinde üstünlük kurmuştur. Bu üstünlük belli bir yaşa kadar değişime uğrama olasılığına çok sahiptir, ondan sonra, değişimden çok, destek hakimdir. Fakat bunun anlamı ille ki "kuru ağaç bükülmez" ve dolayısıyla "kırılıncaya kadar direnir" demek değildir. Kölenin kişisel kendini değiştirme ve değişme olanaklarının ve olasılıklarının yaşla gittikçe azaldığıdır. Buna enteresan bir istisna, özellikle ordu gibi en baskıcı örgütlenme içinde hayatını geçirdikten sonra, emekli olduğunda insanlığını hatırlayanlar ve beynini emir verme ve emirleri yerine getirme ötesinde çalıştırmanın yanlış olmadığını kavrayanlar, ve dolayısıyla geç yaşta örgütlü karşıtlığa sonradan katılanlar yok değildir.