KONTROL MEKANİZMALARI VE BAŞKALDIRI

KÖLELER ARASI İŞBÖLÜMÜ, TEKNOLOJİ VE KONTROL

SUÇ VE CEZA: DÜNÜN KIRBACI BUGÜNÜN ÜCRET POLİTİKASI

KAMÇIYLA ZORLAMADAN İDEOLOJİK EGEMENLİĞE

DEVLET, YASALAR VE KÖLELİK

BASKI, SESSİZLİK VE BAŞKALDIRININ SONU

VURGUNUN KENDİNİ VURUŞU: KÖLELERE SAĞLANAN EZME OLANAĞI

VURULUŞUN DİĞER İFADELERİ: SINIF BİLİNCİ VE SAHTE-SINIF FARKLILIĞI

KÖLELER ARASI DAYANIŞMA VE MÜCADELE BİÇİMLERİ

KÖLENİN KAMU VE ÖZEL YÜZÜ

 

irfan erdogan

Bu sayfaya kadar sunumlardan kolayca anlaşılacağı gibi köleliği oluşturan materyal üretim ilişkileri biçimi aynı zamanda bu oluşumun kontrol mekanizmalarını da getirir. En güçlü kontrol mekanizması bu oluşumun çıkıp geldiği ve tutulduğu örgütlenme biçimidir. Bu örgütlenme biçimi içinde örgütlü kontrolü sağlayan kurumlar daima zorunludur: Adalet sistemi ve silahlı güçler. Her örgütün ve biçimin varlığının gerekliliğini anlatan sembolik-yapı (üst-yapı) vardır. Bu sembolik yapıyla gelen kontrol mekanizmalarının başında ideoloji, kültür, gelenek ve görenekler, adetler gelir. Böylece kontrol mekanizmaları materyal alandan başlayarak materyal

olmayan alana ve oradan geriye materyal alana dönecek bir şekilde işleyerek, genel yapıya destek sağlayan bir bütünlük oluştururlar. Sembolik-yapı veya üst-yapı örgütlenmeleri ve anlatımları sadece günlük ekonomik ilişkilerdeki ideolojik açıklamalarla değil, kişinin doğumundan başlayarak bütün hayatı boyu tecrübelediği ve tecrübelemek zorunda kaldığı sosyalleşme (sosyalizasyon), yani toplum içine entegrasyonla\bütünleşmeyle, toplumun egemen kültür ve ideolojisini aşılamayla sağlanır. Sosyalleşme sürecinde egemen ideolojiye bütünleşmenin (ideolojiyi benimsemenin) işçi-köleliğinden başlayarak aynı sınıf içinde aynı sınıfı gözetlemek, eğitmek, idare etmek, yönetmek gibi pozisyonlandırmalarla ödüllendirilirler. Dolayısıyla modern kölelerin bir bölümü birbirinin elinden ekmek alma ve diğerini aç bırakmada kapitalistin sömürüsünden arta kalanı kapmaya çalışarak, kapitalistin kendilerine yaptığını kendileri de başkalarına yapıp, pay alma yarışına girerler. Sosyalleşmede egemen ideolojik pratiklere uymamak ya psikolojik hastalığın ve beceriksizliğin bir ifadesidir; geri zekalılık dahil, ya da başarısızlığı nedeniyle hınçtan gözü dönmüş engellenmişlerin (örneğin engellenmiş aydınların) toplumu yıkma, vatanın dirliğini ve birliğini bozma, milleti esaret altına sokma girişimleridir, dolayısıyla cezalandırılmalıdır. Bu “vatan hainleri, bölücüler” ve “sapıklar” üzerinde egemen sosyalleştirme işlemleri çalışmadığı için başka türlü kontrol mekanizmaları kullanılır. Bunlar da “cin çarpar, cehenneme gidersin, Allah’ın gazabına uğrarsın” korkutmalarından; iş verilmeyerek, bulduğu işten CIA ve Milli İstihbaratın en demokratik girişimi sayesinde kısa zamanda ayağı kaydırılarak; adaletin pençesinde mahkemeler, hapisler, işkencelerle paralanarak; polisle, vurucu timlerle, dini bütün veya vatanperver örgütlerin fedakar bombalı ve kurşunlu girişimleriyle, gerekirse orduyla “doğruyu” göstermeye kadar çeşitlenen demokratik baskı yolları kullanılır. Emperyalizmin füzeleri ve filoları uluslararası sömürü düzenini korurken, Amerika ve birkaç ülkenin dışında bütün ülkelerin orduları ulus içi sömürü düzenini koruma görevini yaparlar.

Kontrol mekanizmaları, dolayısıyla, hem köleler kitlesinin vurgunluğuyla elde edilen ideolojik egemenlikle hem de yasalardan gizli teşkilatlara kadar geniş bir alanı kaplayan adalet sisteminin kendi yasalarını işkencelere kadar uzanan bir şekilde çiğneyerek uyguladığı “yasal baskı” ve en son çare olarak silahlı kuvvetler yoluyla uyguladığı diğer yollarla vurarak ikna yollarlını içerir.

İşbölümüyle yaratılan ve ideolojik egemenlikle tutulan kontrolün yanında, daima ceza ve yasalarla getirilen kontrol zorunludur. Suç ve ceza her zaman yasalarla tanımlanmışın içinde uygulanmaz. Toplum yapısında ilişkiler biçimi çeşitlendikçe ve egemenliği sürdürme bu çeşitlilik içinde karmaşıklaşan mücadele ve ilişkilerle yürütülmek gereği arttıkça, egemenlik yerel seviyeden merkezi idarelere kaydıkça, yasalar da hem sayı hem de kapsam bakımından artmıştır. Suç ve ceza yerel güçlerin ve sahiplerin keyfi uygulamalarından çıkmış devlet kavramı içinde genelleştirilmiştir. Bu elbette keyfiliği ortadan kaldırmamıştır.

Köleler arasında dayanışmayı kıran bir politika da aile ve akrabalık bağlarını köle aileleri satarak birbirinden ayırma olmuştur. Bu atomlaştırma politikası bugün kapitalist ideolojinin geleneksel aile yapısını ve bağını yok eden ilişkiler biçimini teşvikinde görülür.

Amerikan tarihinde kitle iletişim araçları kızılderililerin çoluk, çocuk yok edilmesi gerektiğini söylemekten ve savunmaktan hiçbir zaman (son zamanlar hariç) geri durmadılar ve Kızılderililerin katliamları zafer çığlıkları ve şenliklerle karşılandı. Amerikan Kızılderilileri topraklarından edilmekle kalmadı, aynı zamanda reservasyon denilen toplama kamplarına kondu ve açlığa mahkum edildi. Çoğu kez açlığa ve köleliğe dayanamayan Kızılderililer başkaldırdılar ve bu hem onların hem de diğer Kızılderililerin çoluk çocuk öldürülmesi için bir bahane oldu.

 

En etken denetim yollarından biri de cahil bırakmadır. Cehaletin desteklenmesini kölelikte okuma ve yazmanın köleler için gereksiz görülmesinde ve yasaklanmasında görürüz. Gizli olarak okumaya çalışanlar ise çeşitli biçimde cezalandırılıyordu: "Eğer bir kitaba bakarken yakalanırsak, sanki bir insan öldürmüş gibi muamele görüyorduk. Yazı yazmayı önlemek için ceza olarak baş parmak eziliyor veya kesiliyordu.” (Rawitck, 1977, vol.4). Eskiden okuma yazma kölelere yasaklanmıştı ve kölelerin eğitimi kölelik için tehlikeli görülüyordu. Köleler okuma yazmadan yoksun edilerek cahil bırakılıyordu. Bu kölelik sisteminde kölelik politikasının önemli bir parçasıydı. Bugün, ücretli-kölelikte okuma ve yazma (dinleme ve seyretme) egemenliğin gereklerinden biri olarak görülmektedir. Okuma yazma (dinleme ve seyretme) egemen eğitim ve iletişimle yaratılan ve tutulan yeni cehalet, eskinin yerini almış, egemenliğin ve zincirine vurulmanın en önde gelen parçası olmuştur.

Kısaca, dünün okumamışlığı ve bugünün okumuşluğu, cehaletin beslenmesi ve böylece kölelik düzenlerinin tutulmasında önemli bir rol oynar.

 

 

A. KÖLELER ARASI İŞBÖLÜMÜ, TEKNOLOJİ VE KONTROL

 

 

Ekonomik faaliyetler girişimin özelliğine göre belli işbölümü ve teknolojinin kullanılmasını gerektirir. Köleler üretim sürecinde emekleriyle belli bir teknolojiyi kullanarak belli değerler yaratırlar. Bu değerler de, kölelerin kendileri ve teknolojik araçlar gibi egemen güçlere aittir. Üretimde işbölümü ne tanrının istediği şekilde, ne evrensel bir adalet çerçevesi içinde, ne de çalışkanlığa, akıllılığa, eğitime ve öğretime bağlı bir şekilde olur. İşbölümü, güç ilişkilerinin üretim faaliyetlerindeki yansımasıdır. Kölelik ilişkisinde köleler arasındaki işbölümü egemen güçlerin yönetimi altındadır. Kölenin seçeneği ya hiç yoktur ya da ücretli\maaşlı kölelikte olduğu gibi köleler arası rekabete bağlıdır. Bu rekabet kölelere köleler üzerinde egemenlik uygulama olanağı verir. Bu uygulama sonucu bu kölelerin çoğunluğu egemenlik duygusunu tadarlar ve kendilerini kendileriyle değil, egemen güçlerle bağdaştırmaya başlarlar.

Hemen her çağda koşulların özelliğine göre, işin yürütümünü ve köleleri kontrol ve gözetlemek için diğer köleler kullanılmıştır. Bu kullanılan kölelerin kölelik ilişkileri düzeninde pozisyonlandırıldıkları\yerleştirildikleri yer köle ile köle sahibi arasındadır. Bu yerleştirme kapitalist düzenlerde karmaşık ve çok kademeli bir biçim almıştır. Gelişmiş kapitalist düzenlerde ücretli-kölelerle efendi-kapitalistler arası direk ilişki ve iletişim bu kontrol ve yürütme mekanizmaları sonucu tamamiyle ortadan kalkmıştır. Günümüzde kapitalist endüstriyel yapının yönetimde gösterdiği farklılık ve çeşitlilik nedeniyle, ücretli-köleler arasında işyerinin yönetim kademeleşmesine uygun bir biçimde, gelire göre dikey kademeleşme oldukça derinleşmiş ve yaygınlaşmıştır. Hatta, firmaların üst-kademe yöneticileri, aldıkları ücret ve yaşam tarzlarıyla işçi-sınıfından tümüyle kopmuşlar ve “menajerler sınıfı” diye betimlenen bir grubu oluşturmuşlardır. Bugün kapitalist düzenin yürütücüleri kapitalist düzene sıkı sıkıya bağlı yüksek ücretli ve rahat yaşam koşularına sahip yönetici ve uygulayıcı kölelerdir: Menajer köleler, avukatlar, doktora yapmış okumuş-profesyoneller, hakimler, polis ve ordu teşkilatlarında "emir verenler" gibi... Yönetici kölelerin görevi kapitalistin sömürü işini en azami çıkar sağlayacak biçimde gerçekleştirmedir. Yürütücü kölelerin görevi ise yönetimin istenen biçimde sağlanmasıdır.

Kölelerin direnişlerinde ve başkaldırılarında en çok hedef alınanlar köle sahibinin işi gözetleyici, sürücü, bakıcı olarak kiraladığı veya kullandığı diğer köleler olmuştur. Bu başkaldırılar çoğu kez kanlı olmuş, hem kölelerin hem de efendi ile köleler arasına yerleştirilmiş kölelerin katliamı ile sonuçlanmıştır. Bu aradaki-köleler egemen düzenin desteğiyle hareket ettikleri için düzenin çizdiği davranış ve ceza sınırlarını aşsalar bile çoğu kez herhangi bir cezayla karşı karşıya gelmezler. Bu nedenle, modern devirlerdeki, örneğin yirminci yüzyılın kapitalizmindeki aradaki-kölelerin hunharlıkları cezasız kalır. Hatta özel vurucu timler ve gizli teşkilatlar adı altında kiralanarak baskı ve öldürme işini yürütme daha da sistemli bir biçime sokulur.

Mutlak kölelikte, köleler arasındaki günlük iş bölümünde ne denli farklı pozisyonlandırma (yerleştirme) olursa olsun, bu yerleştirme köleler arasında derin yaşam farkı ortaya çıkarmadığı için, zincirine büyük hayranlıkla vurulanlar bile, hiçbir zaman efendisi gibi olamayacağının ve köleliğin kendini nereye koyduğunun farkındaydı. Bu nedenle yerleştirildiği yerin getirdiği farklar kölelik kültüründeki yaşam, anlayış ve direniş biçimlerinde derin farklar getirmemiştir. Köle ile efendi arasına yerleştirilmiş kölelerin bile bu arada olma durumu ötesinde hiçbir değişim umudu taşımaz. Bu nedenle, bu aradakinin kendini gözetledikleri kölelerden ayrı görmesi sadece sınırlı bir çerçeve içindedir. Bu da genel kölelik durumuyla ilgili direnişlerde bu aradakilerin kendini, açıkça olmasa bile, duygusal olarak kölelikle bağdaştırmasıyla sonuçlanır. Aradakiler hiçbir zaman kölelik sisteminde kölelikten ayrı bir biçimde görülmemiş ve sistem bu aradakilere gelişme olanakları, durumlarını değiştirme olasılıklarını vermemiştir. Kapitalist düzenin yirminci yüzyıldaki biçiminde, çeşitlenen üretim ve örgütlenmeyle birlikte farklılaşan ve kademeleşen "sınıflandırma" gelmiş ve gelişmiştir. Bununla birlikte ücretli\maaşlı kölelerin sadece iş yerindeki yerleştirildikleri yer değil, iş dışı konumda da yerleştirildikleri fiziksel ve sosyo-ekonomik yer farkların derinleşmesine yol açmıştır. Kapitalist sınıfın işlerini gören, planlarını gerçekleştiren, yürüten, uygulayan geniş ve kademeleşmiş örgütlü faaliyetler düzeni ortaya çıkmıştır. Bu farklılaşma ücretli\maaşlı kölelerin arasında birbirinin çıkarlarının zıt olarak biçimlendiği bir yapının oluşmasına gitmiştir. Sonuç zincirine bakıp ağlayanlar ve dövünenler ile zincirini gül tarlası sanıp sevinenler ve övünenlere kadar çeşitlenen vuruluş biçimleri ortaya çıkmıştır. Bu örgütlü sömürü ve baskı sisteminin ücretli-kölelik yapısında, ne denli gizlenmeye çalışılırsa, ne denli kabul edilmemeye çalışılırsa veya ne denli idealleştirilmeye ve rasyonelleştirilmeye çalışılırsa çalışılsın, ezilenlerin karşısında onu ezen ve ezmeye hazır bir biçimde yerleştirilmiş diğer ücretli köleler vardır: İşçi sınıfı kendi hakları için direndiğinde karşısında coplarla, silahlarla, helikopterlerle, askeri üniformalarla, tanklarla, taşlarla, sopalarla, üç aylı bayraklarla gelen kendini bulur. Bu gerçeği göz altı etmek ve görmemezlikten gelmek veya basitleştirilmiş sahte-bilinç ile açıklamaya çalışmak gerçeklerden kaçışın bir başka ifadesidir. Yirminci yüzyılın sonunda kapitalistin aç gözü, kanlı eli ve egemen dili kapitalistten geçerek değil, sistemin yarattığı zincirine vurulanlardan geçerek konuşur. Kapitalistin hem materyal hem materyal olmayan ideolojiden örgütlü katliamlara kadar çeşitlenen toplumsal üretime katılışı, en yüksek seviyede genel stratejilerin belirlenmesi ve arzuların genel plan, proje ve yürütmede ifadesi biçiminde olmaktadır. Günlük karlı, kirli ve kanlı işleri yürütenler başkalarıdır. Bu başkalık ve kendini sosyal sorumluluktan arındırma o denli ileri ki, liberal burjuvazinin sözcüleri kapitalist düzenin çocuğu faşizmi bile kendilerine mal etmemekte ve faşizmi ve bütün diğer "arzu edilmeyen" faaliyetleri kendi dışında kişileştirerek, bireyleri suçlamaktadır: Faşizmin kapitalizmin uzantısı olduğu bir kenara itilip, birkaç "kafadan kontak" "ırkçı” kişiye ve küçük gruplara yüklenmesi gibi.

Köleler arası işbölümü, teknolojiyle hem biçim değiştirmiş ve yeni anlamlar kazanmış, hem de yeni kontrol mekanizmaları ve mücadele alanları getirmiştir. Teknoloji, özgürlüğü emekçilere değil sahiplerine sağlamıştır.

 

 

B. SUÇ VE CEZA: DÜNÜN KIRBACI BUGÜNÜN ÜCRET POLİTİKASI

 

 

Kaçmaya karşı daima zincir vardı. Zincirin kırıldığı yerde de ceza.. Ceza, aynı zamanda, ayaklanma korkusuyla yaşayan sahiplerin, bu korkularını korku vererek yenmesine yardım eder. Bugünün ordularının varlığı, ulusal ve uluslararası silahlanma ve silahlı faaliyetler, bu korkunun sistemleşmiş biçiminin ifadeleridir.

Kölelikte en yaygın olarak kullanılan ceza kırbaçlama ve Osmanlılarda ve Orta Doğuda falakaya yatırma olmuştur. Bunun ötesinde, efendiler yasalarla köleleri çeşitli işkence ve öldürme şekilleriyle cezalandıran kontrol mekanizmaları kurmuşlar ve uygulamışlardır. Eski kölelerin anlattıklarından birkaç örnek verelim:

Georgia'da (Amerika) bir kölelinin belirttiğine göre, efendisi herhangi bir kötü ceza düşünüp bulamadığında, köleyi dışarıdan içeri doğru çakılan çivilerle dolu bir varile sokuyor, varilin ağzını kapatıyor, ya bir tepeden aşağı yuvarlıyor ya da bir akarsuya atarak köleyi boğup öldürüyordu. Bazı köle sahipleri ceza olarak köleleri hayvan damgalar gibi damgalıyor veya yakıyordu. Bir diğer köle sahibi, barbekü yapmak için bir çukur açıyordu, çukura kömür koyup yakıyordu, sonra köleyi çubuklara bağlayarak ateşin üzerine şiş kebap yapar gibi yatırıyordu. Ayaklardan veya bileklerinden asarak sallandırma da sık kullanılan cezalardandı (Rawick, 1977).

Şeker kamışının şekerini yiyen yakalandığında, onu diğer köleler yere yatırıyor ve kölelerden biri ağzına büyük çişini yapıyordu.

Diğer ceza şekilleri zincire vurma, boynuna çelik halka takma, ufak barakalar ve yeraltı mahzenlerinde hapsetme ve yüzlerini damgalama gibi biçimlerdeydi. Köle sakatlandığı örneğin ayağı kırıldığında, dövülerek öldürülüyordu.

Fakat araştırmada, kölelerin çoğunun tekrarladığı ceza biçimi kırbaçlama olmuştur. Amerika’daki eski köleler arasında yapılan bir araştırmada, 688 öyküden sadece % 5 efendilerinin kötü muamele yapmadığını belirtmiştir (Rawick, 1977). 331 köle arasında yapılan araştırmaya göre, kendilerine ceza olarak % 60”ı kırbaçlandığını, % 1.2’si zorla seks yapıldığını, % 27'si gaddarlık yapılmadığını, % 8.5'i ise cezanın haklı olarak verildiğini, dolayısıyla cezayı hâk ettiklerini söylemiştir (Rawick, 1977). Yapılan diğer bir araştırmada, 688 kişinin, % 61'i kırbaçlamaya, % 6.5'i öldürmeye, % 5.8'i zorla-sekse, % 4.1'i köle kadınların besili boğa gibi kullanılan bir zenci erkek tarafından "döllenmesine" şahit olduklarını belirtmiştir. Sadece % 2.1 şahit oldukları cezanın haklı olduğunu söylemiştir.

Kırbaç köle için uyma ve hata yapmama sembolü olarak, ve köle sahipleri için ise, yola getirme, hizada tutma aracı olarak görev yapıyordu. Kırbaç ve kırbaç korkusu, meşrulaştırılmış zorbalık ve kaba kuvvetle baskıyı anlatıyordu. Kırbaçlama ya efendi tarafından ya da diğer bir köle tarafından yapılıyordu ve ibret almaları için diğer kölelere seyrettiriliyordu. (İbret vererek korkutma ve yıldırma görevini bugün televizyonlar, özellikle haberlerle, yapmaktadır). Bazı köle sahipleri daha da ileri giderek kırbaçla kabarık yerlere acı biber, veya sıcak mum döküyordu.

Güçlü çocuk yapan köle kadınlar yeni köle üretmeleri için diğerlerine nazaran iyi muamele gördü. Ufak tefek, güçsüz kölelerin çocuk yapmaları hadım edilerek önleniyordu. Erkek köleleri hadım etme Osmanlı saraylarında yaygın bir uygulamaydı. Hadım ağaları bu hadımların günlük faaliyetlerini yürüten ve düzenleyen baş-köleydi. Köle sahiplerinin kölelerin çocuk yapmasına karışması oldukça yaygındı. Özel köleler bu nedenle yetiştiriliyor ve kiralanıyordu. Bu köleler diğer kadınları hayvan gibi döllemede kullanılıyordu. Amerika'daki bir araştırmada eski kölelerin 36'sı köle sahibinin kölelerini eşleştirmeye katıldığını, 17'si efendilerinin kölelerin çocuk yapmasını teşvik ettiğini, 23'ü döllemek için bir zenciyi kullandığını veya kiraladığını belirtmiştir.

Bütün bunlar arasında köle ailelerine en büyük tehlike köle satımı yoluyla ailelerin dağıtılması olmuştur. Amerika'da köle ailelerin yüzde doksanına yakınında aile fertlerinden en az biri satılmıştır.

Osmanlı kölelik sisteminde hadım edilen kölelerin evlenmesi konusu fiziksel olarak ortadan kaldırılıyordu. Kadınlar da zaten cariye olarak kullanılıyordu. Amerikan kölelik sisteminde köleler arasındaki evlilik çok ciddi olarak alınıyordu: Evlenmeden sonra boşanma çok enderdi. Evlilik hayat boyu beraberlik olarak görülüyordu. Köleliğin zorbalığında aile bağları ve sevgisi güçlü bir alternatif olarak gelişti. Amerikan köleleri arasında evliliklerin % 30'a yakını "dışarıdan evlenme," yani başka yerlerden evlenme biçimindeydi. Köle sahipleri genellikle kölelerine "eşlerini görme” izni veriyordu.

Köle ve efendi arasındaki ilişki toprak sahibinin servetiyle ilişkili bir biçimde değişiyordu. Büyük toprak sahiplerinin köleleriyle ilişkisinde kişisel yakınlık ve bire-bir doğrudan ilişki yüzeydeydi ve materyal çıkar sağlamanın ağırlığı açıkça hissediliyordu. Fakat küçük çiftliklerdeki kölelikte, köle sahibiyle köle arasında günlük ilişki birbirlerini yakından tanıma olanağı veriyordu. Bunun köleleri muamele ve kölenin patronu ve patronun kölesi hakkındaki duygularını ne denli etkilediği belli değil, fakat genellikle küçük çiftliklerdeki kölelerin büyük çiftliklerdekinden daha iyi muamele görme olasılığı fazladır.

Kapitalist egemenlikte durum oldukça değişmiştir: Dünün kırbacının yerini bugünün ücret politikası almıştır: İşe alma, işten atma, ücretleri ve fiyatları ayarlama, işin yapılış koşullarını belirleme gibi...

Eski kölelerin üzerlerindeki fiziki baskı epey ağırdı. Cezalandırma dövmeden öldürmeye kadar gidiyordu. Bu nedenle köleler parmaklarını, ellerini, gözlerini, dişlerini kaybediyor ve dayağın fiziksel sancılarını iyileşinceye kadar çekiyorlardı. Günümüzdeki yeni kölelikte bu fiziksel işkence biçimi ortadan kalkmış ve onun yerini çok daha kalıcı ve hem fiziksel hem de psikolojik bakımdan çok daha ızdırap verici biçimler almıştır: Modern teknolojinin kullanıldığı iş yerlerinde (fabrikalarda, tarlalarda vb) uygulanan ücret politikasının yarattığı yoksulluk; işinden olma ve iş bulamama korkusu; uygulanan üretim (çevre dahil) politikasının ortaya çıkardığı hastalıklar ve sakatlanmalar sonucu her yıl dünyada milyonlarca insan ızdırap çekmekte, yavaş ölüme mahkum edilmekte ve ölmektedir.

 

 

C. KAMÇIYLA ZORLAMADAN İDEOLOJİK EGEMENLİĞE

 

 

Köleleri köle olarak tutma ve üzerlerindeki egemenliği sağlama süreçleri mutlak sahiplik ilişkilerinin getirdiği kaba kuvvet ve kırbaçtan, ücretli\maaşlı kölelik ilişki biçiminin getirdiği vuruluş ideolojisinin egemenliğe doğru bir değişmeye uğramıştır. Bu değişim üretim ve egemenlik ilişkilerindeki (ve mücadele biçimlerindeki) önemli gelişmelerin bir sonucudur. Mücadele, eski kölelikten kurtulup yeni kölelik sistemine geçişle birlikte, sistemin kendisine karşı yönelik bir karaktere dönüşmüştür. Egemenliği sağlamada kaba kuvvete dayanan zorlamaların önceliğinin yerini vaatler ve ideolojik kandırmacalar almıştır. Vaatlerde de tarih içinde değişmeler olmuştur: Eski vaatler efendinin karısı, kızı, toprağının bir parçası ve özgürlüğünün verilmesi biçimindeydi. Böylece egemen sınıfların iç mücadelelerinde köleler zafer kazanmak için kullanılıyordu. Romanın sirk ve ekmek politikasında, kölelerin sirklerde ve arenalarda zorunlu olarak birbirine düşürülüşü ve yurttaş-özgür fukara kitleler tarafından zevkle seyredilişi kölelere yeni bir mücadele biçimi getirdi: Ya kendinden birini öldür ya öl!. Orta çağlarda feodal lordların ve örgütlü dinin ekonomik ve siyasal egemenliğinde, diğer bir yeni ve güçlü vaat egemenlik kurdu: Hizmetle cennete gitmek. Bu hizmet hem ekonomik sömürü hem de Tanrı yoluna cenk ederek cehenneme gönderme ve cennete kavuşma olarak biçimlenmişti. Böylece eski kölelik sahipliğinin yerini cennet vaat eden Tanrının elçileri ve koruma vaat eden Lord aldı.

Köleliğe zorlamada yavaş yavaş zincirler ortadan kalkmaya başladı. Zorlama uluslararası köle ticaretiyle devam ederken, Osmanlılarda devşirme, silahlı diğer köleler tarafından gençlerin toplanarak askerliğe alınması (yeniçeri) ve savaşa götürülmesi biçimi gelişti. Milli devletlerin ortaya çıkışı, koloniciliğin yaygınlaşması ve burjuva milliyetçiliğiyle gelişmesiyle büyük sayıda orduların tutulduğu mecburi askerlik köleliği de yaygınlaştı. Mecburi askerlik egemen güçlerin hakim olduğu kamu zorbalığının örgütlü biçimlerinden biridir. Bir diğeri de polis kurumudur. Gelişmiş burjuvazilerde zorlamanın yerini ekonomik çaresizliğin getirdiği zorlama (özgürlük, özgürce seçme ve karar verme) aldı. İşsizler sınıfının çocuklarının kendi sınıfından insanları soyması, evlerine girmesi, uyuşturucu madde satması seçenekleri yanında daha iyi alternatif olarak görünen paralı profesyonel askerlik çıktı. Böylece, kaba kuvvet kullanmadan, mecburi tutmadan, burjuva sınıfı işçi sınıfının bir kısmını parayla kiralayarak bir diğer kısmını hizada tutma ve gerekirse öldürme girişimine, polis ve diğer güçlerin yanında, en önemli bir güç olan paralı-profesyonel-orduyu kattı. Ekonomik alandaki ilişkilerde eski zorlamanın yerini, hayatlarını üretme araçlarından yoksun bırakılan insanların, yaşayabilmek için birbiriyle yarış ederek arzuyla köleliği arayışı ve yeni-sahiplerin kucağına atılış aldı. Bu atılış ve arayış da ideolojik egemenlikle demokrasi, özgürlük ve fırsat eşitliği gibi anlamlandırmalarla yüceltildi.

Bu değişimlere paralel olarak vaatlerin karakteri ve gerçekleşme olasılıkları da değişti. Eskiden vaat sonucu köleye vaat edilen veriliyor, vaat edilene erişiyor, kölelikten azad ediliyor, toprak sahibi oluyor, öldürerek cehenneme gönderiyor ve ölerek cennetine kavuşuyordu. Bugünkü kölelere verilen vaatler sahte-bilincin ideolojik kandırmalarıdır. Gerçekleşen vaatler ise, kölenin kendisini ya cennette bulması veya piyango vurması gibi birkaç alana sıkışmıştır.

Tek tanrılı dinlerin siyasal egemenlik sürdüğü dönemlerde, köleler vaatlerle Tanrı adına katliam ve soyguna katıldılar. Müslümanları Tanrı adına öldürerek, Kudüs'ü Müslümanlardan almaya çalıştılar. Tanrı adına cenk edip can alarak şan aldılar. Altınlar ve ganimetler de Osmanlı saraylarına gitti. Tanrı adına dinin dediklerinin aksini söyleyen bilim adamlarını aforoz etme ve kellelerini kesmeye alkışlarla katıldılar. Tanrı adına köylü ayaklanmaları oldu ve Tanrı adına bu köylüler kılıçtan geçirildiler. Ardından burjuva devrimiyle, Tanrının elçilerinin pabucu önce dama atıldı, sonra damdan inip hınçla rekabete katıldı.

Burjuva egemenliğiyle vaatler ve ideolojik hegemonya daha da kapsamlı duruma geldi: Vatan, millet, bayrak, din, iman ve elbette düşmanlara, vatan hainlerine, vatanı satanlara, milleti bölen bölücülere, devlete ihanet edenlere, dinsiz komünistlere yaşama hakkı tanımama haklılığı ve doğruluğu.... Bugün bu vaatlerin ideolojisiyle, azınlıkların ve diğer ülkelerdeki kendi gibilerin katliamına (iç savaşlara, azınlıkların çoluk çocuk gırtlaklanmasına ve emperyalist savaşlara) katılmasında zorlama yoktur. Sahte umut ve vaatlerin ideolojisiyle, insanların önemli bir kısmı kolayca katliamlar yapma yönünde kışkırtılıp harekete geçirilmektedir. Bugün gönüllü askerlik ve diğer baskı ve kontrol örgütlerinin (polis, jandarma, milis kuvvetleri, vurucu güçler, özel timlerin) işleyişi, burjuva sistemlerinin işçi sınıfının belli bir bölümünü kiralayarak diğer bölümlerini baskı ve kontrol altında tutma ve gerekirse öldürme biçimindedir.

 

 

D. DEVLET, YASALAR VE KÖLELİK

 

 

Devletin yapısı, kamu ve özel yaşam arasındaki, evrensel ile özel çıkarlar arasındaki çelişkiye dayanır. Kölelik sisteminin sivil toplumu, eski çağ devletinin doğal temelidir. Aynı şekilde, modern sivil toplumun bölük pürçüklüğü, ahlaksızlığı ve köleliği modern devletin doğal temelidir. Devletin varlığı köleliğin varlığından ayrılamaz. Modern devlet ve amansız modern iş dünyası eski çağın devleti ve köleliğinden çok daha yakından birbirine kaynaşmış bir biçimdedir (Marks, 1944a). Devletin varlığı, köleliğin varlığı ve sürdürülmesiyle ilişkilidir, ortadan kaldırılmasıyla değil. Devletin "köleliğin kaldırılmasıyla" ilgili girişimleri de, sivil toplumdaki egemenlik ilişkilerinin bir yansımasıdır. Amerikan iç savaşında Yankee’lerin devletinin "köleliğe karşıtlığı" kapitalist endüstriyel çıkarların ifadesinden öteye gitmez.

 

Marks'ın bir sorusuyla devam edelim: Babanın egemen olduğu aile\kavim sisteminde, kast sisteminde ve feodal sistemde, toplumda belli kurallara göre işbölümü vardı. “Bu kurallar kanun yapıcılar tarafından mı yaratılmıştı? Hayır. Materyal üretimin koşullarından doğmuşlardır ve sonradan yasalar olarak belirlenmiştir (Marks, 1847). Dolayısıyla, yasalar insanlık çıkarlarını gözeten, tarafsız, çok okumuş ve çok bilmiş, ne belinden ne elinden ne midesinden egemen düzene bağlı olmayan yasa yapıcılar tarafından yaratılmaz. Yasaları yaratan, yasaların ifade ettiği ilişkiler biçimidir. Yasaların düzenlediği şey gerçekte, düzenlenmişin düzenini dile getirerek meşruluğunu sağlamaktır: Düzenlenmişin ilişkiler içindeki sembolsel anlatımıdır. Yasaların değişimi, örneğin deregulasyonda veya özelleştirmede olduğu gibi, sınıf içinde ve\veya sınıflar arasındaki güç mücadelesinde yeni bir eğemezliğin ifadesini bulmasıdır. Yasaların ruhu, materyal ilişkilerdir. Yasaların, halkın iradesi ve halkoyu gibi ruhlaştırılmış ruhlarla ruhsal ilişkiden öte bir ilişkisi varsa, o da egemenlik ilişkisidir.

Toplumu ve yasaları fikirlerden hareketle hikayelemeye başlayınca, bu hikayelemeye kaçınılmaz olarak ruhlar, cinler, şeytanlar, cadılar, kamuoyu, halkın iradesi gibi metafizik yaratıklar da katılır. Bu da dinleyenleri ve inleyenleri düşler dünyasında “demokratik yasalar ve bizim yasalarımız" gibi hayallerle oyalar durur.

Marks’ın belirttiği gibi, devlet biçimi ve yasal ilişkiler ne kendi başlarına bağımsız bir varlık gibi yaklaşımla anlaşılabilir, ne de insan fikirlerinin genel gelişmesi ile açıklanabilir. Açıklansa bile, ki sürekli yapılmaktadır, sonuç bu ilişkilerin meşrulaştırılması ve en iyi şekliyle yeni yasalarla mükemmelleştirilmesi yönünde olur. Egemen yasalar yaşamın egemen materyal koşullarının ifadeleridir ve onlardan ayrı ve en önemlisi onlara karşıt olarak ayakta durmazlar, duramazlar. Eğer, örneğin TRT’nin yasal durumu gibi, eğer yasalar materyal ilişkilerin egemen koşuluna, örneğin özelleştirme koşullarına, ters düşmeye başlarsa, önce pratikteki geçerliliğini kaybederler ve ardından yeni egemenlik koşullarına göre değişime uğratılırlar. Dolayısıyla, yasalar da onu yaratan fikirler gibi insanın koşullarıyla bağıntılı egemenlik mücadelelerinin ifadeleridir. Bunun en önemli bir anlamı yasalarla değişim aramanın çok sınırlı geçerliliğe sahip olduğudur. Yasalar zorlamayı ifade eder. Zorlama güç kullanımıyla ilişkilidir (Birleşmiş Milletlerin Bosna’daki durumunu veya İnsan Hakları Beyannamesinin uygulama durumunu düşünün). Bu nedenle, zorlama araçlarına ve olanağına sahiplik, (a) yasaları zorlama olanaklarından yoksunlar üzerinde uygulanmasını, (b) yasaların rafta bırakılmasını ve (c) çiğnenmesini getirir.

Yasaların bitişiğinde gelen adalet sisteminin adillik görünümü, en iyi şekliyle, sınıf içi çatışmaların hakemliğini yaptıklarında ortaya çıkar. Fakat konu sınıflar arası ilişkiye döndüğünde, egemenlik ilişkileri ön plana çıkar ve adalet, kendinin varlığının görevsel bir parçası olduğu, kendini yaratan koşulları korumak yönünde harekete geçer. Fakat bunun anlamı asla yasal değişimi aramanın tümüyle geçersiz ve anlamsız olduğu değildir. Çünkü yasal alan, yukarıdaki anlatımımdan da anlaşılacağı gibi, egemenlik mücadelesinin verildiği bir alandır. Bunun da anlamı, yasaların ve yasal örgütlenmelerin materyal koşulların ifadeleri olduklarından ve mücadelenin bu ifadelere tepkisindendir.

 

Bütün bunların, kölelikle ilgili anlamı oldukça açık: Yasalarla kaldırılan kölelik, gerçekte değişen materyal koşulların bir ifadesidir. Bu ifade, Marks’ın üst yapıyla ne demek istediğini anlayanlar için, iki anlama gelir. (1) materyal koşulların gerçek ifadesi olması: Bu durumda, yasalar ve koşullar arasında birebir ilişki olduğundan, yasalarla ifade edilen biçim egemendir: Yani eğer yasalar kölelik kalktı diyorsa, yasalarla tanımlanan kölelik ilişkisinin egemenliği kalkmış demektir ve kıyıda bucakta kalan da bu yasalarla ezilir veya mücadelesine devam eder. (2) Materyal koşullara olan ilişkisinde, yasaların bu koşulları yansıtması yerine, en az iki durum ortaya çıkar: (a) Bu koşullara ters düşmesi. Bunun en açık örneklerini son zamanlarda çevre mücadelesiyle sağlanan çevre ile ilgili yasalarda görürüz. Diğer örnekler, Pakistan ve Hindistan’da borç-köleliğinin yasalarla ortadan kaldırılmasıdır. Bu yasalar genellikle ülke içi ve dıştan olan baskılar sonucu elde edilen hakları ifade eder. Fakat o ülkedeki egemen materyal koşullar, bu yasaların uygulanmasını ve getirdikleri hakların kullanımını ortadan kaldırırlar. (b) Bu koşulları, yeniden anlamlandırarak yarattığı sahte imajlarla ve sahte bilinçle sürdürmesi: Bu durumda da koşullara ters düşme vardır, fakat bu ters-düşüş, tamamiyle zıt ve farklı biçimdedir. Terslik ideolojik anlamlandırmayla egemenliğe görevsel fayda sağlar. Terslik görünmez yapılır, sahte-imajlarla sahte ilişkiler kurulur. Buna en keskin örnek, zamane devletlerinin, bir yandan anayasalarında ülkenin demokratik ve insan haklarına dayanan bir devlet olduğunu belirtirken, öte yandan, her gün insan haklarının ırzına geçmesidir. Diğer bir örnek, birçok ülkede devlet terörünü haklı çıkaran ve meşrulaştıran anti-terör yasalarında terörizmin ve teröristin tanımında “temel haklar ve özgürlükleri ortadan kaldırmayı amaçlama” sözcüğüyle gelen anlatımdır. Devlet, “temel haklar ve özgürlükleri ortadan kaldırmayı amaçlama” kıstasıyla yaptığı terör tanımında, temel hak ve özgürlükleri kendisiyle özdeştirerek kendisini temel hak ve özgürlüklerin savunucusu olarak öne sürer. Bu sahte bir imajdır, çünkü devletin giriştiği örgütlü hareketler (adalet sisteminin, silahlı kuvvetlerin, vurucu özel-timlerin, devletçe el altından beslenen para-military güçlerin ve koruyucuların girişimleri) insan hak ve özgürlüklerini çiğneyen terör hareketleridir. Yasaların bu durumda oynadığı rol meşrulaştırma yanında, ideolojik sürece bir ek olarak, kendini olduğundan başka gösterme ve yurttaşlar arasında zincirine vurgunluğu yaratmak, tutmak ve sürdürmektir.

“Yasa dışı olmak” duygusu bile haklıyı ve doğruyu haksız ve yanlış göstermeye yeterdir. Tabi, bu “yasadışılığı” devlete atfettiğimizde (yani devletin faaliyetlerini yasa dışı olarak nitelediğimizde) önümüze farklı bir durum ve peyzaj serilir. Sahte imajlar perdesi ortadan kalkar. Unutmayalım, ne sahte-imajlar ne de bu imajların sahnelendiği perde tektir.

Kölelik düzenleri yasalarla desteklenmiştir. Bu da egemenliğin perçinlenmesinde, suç ve cezaların tanımlanmasıyla kontrol mekanizmalarının kurulup yürütülmesinde araç olmuştur.

Kapitalist ideolojinin sorunlara çarelerinden biri de tarih boyu yasalar koyup yasalar değiştirmek, yasalarla yasaklayarak ortadan kaldırmaya çalışmak olmuştur. örneğin Avrupa'da 1847-1879 arasında bütün kolonilerde kölelik yasalarla ortadan kaldırıldı. Bu yasalarla köleliğe son verme girişimine Osmanlı imparatorluğu da katıldı. Bugün dünyanın her ülkesinde kölelik yasaklanmıştır. Bu yasalar belli kölelik ilişkilerini yasaklamış, fakat kölelik ilişkilerini ortadan kaldırmamıştır. Daha kötüsü, üzerine örtü çekilerek sürdürülen kölelik biçimlerinin yaygınlaşmasıyla, sömürünün derecesini ve yoğunluğunu artırma rolünü oynamıştır.

Kölelikle ilgili yasalar, hemen hemen bütün diğer yasalarda olduğu gibi, güçlüler tarafından çiğnenmek ve güçsüzü cezalandırmak biçiminde çalışır. Yasaların varlığı adaletin işaretinden çok belli güçlerin, belli çıkarların korunması anlamınadır. En insancıl ve evrensel görünen yasalar bile, gerçek materyal ilişkiler düzenindeki günlük ilişkilerde, bu yasaların tanıdıkları hakları kullanma olanaklarına sahip olmayanlar için, üzerlerinde kurulan egemenliğin meşrulaştırılmasının ve perçinleştirilmesinin bir diğer yanıdır.

Afrika’da da yasal olarak kölelik kaldırılmıştır: 1984'de Afrika'da göçebe kabileler arasında 250.000 kadar köle vardı (Sawyer, 1986). Afrika’nın fukara ülkelerinden biri olan Mauritania en az üç kez köleliği kaldırmıştır. Fakat kölelik geleneği durmamıştır. Daha 1980'lerde kadınlar çarşıda köle olarak satılıyordu. Sahara’dan geçen köle ticareti devam etmektedir (Savage, 1992). Petrolle zengin olan Arap ülkelerinde, bu zenginlik Kuran'ı, ne kendi çıkarlarına göre yorumlamayı değiştirdi ne de ekonomik güç yanında bu gücü kullanarak köleler zincirine sahip olup, insanları köle olarak kullanmanın getirdiği hasta-büyüklük psikolojisini... Araplar Osmanlıların geleneğini devam ettirerek erkek köleleri hadım etmeye devam etmiştir. Suudi Arabistan’a Batı Afrika'dan olan deniz yoluyla köle ticaretine sonradan havadan nakil eklendi (Veenhoven, 1975 ve 1976). Prens Faysal 1962'de bu havadan köle naklini durdurdu. Muscat ve Oman'da kölelik yasal olarak durduruldu. Bir şeyin yasal olarak yasaklanması ile bu şeyin toplumdaki ilişkilerde durdurulması arasında enteresan bir ilişki vardır: Yasalar, çıkar mücadelelerinin ifadeleridir ve uygulanma biçimleri de güç mücadelesinin bir göstergesidir: Zengin Araplar insan haklarına uyarak evlerinde köle tutmuyorlar mı? Arabistan’daki zengin Amerikalılar bile geleneğe uyarak evlerinde köle tutuyorlar. Peki yasalar? Yasalar tatile çıkmış!. tatile çıkmak istemezse ne olur? Tatile çıkartılır. Hatta gerekirse, emekliye ayrılır.

 

 

E. BASKI, SESSİZLİK VE BAŞKALDIRININ SONU

 

 

Vuruluşla, baskıyla ve sindirmeyle sağlanan sessizlik ne başkaldırının olmadığı ne de bittiği, son bulduğu anlamınadır. Bu tür anlamlandırma en “verimli şekliyle” güçlünün geçici zafer sevincinin ifadesidir. Şimdiye kadar olan tartışmalardan da kolayca anlaşılacağı gibi, vuruluş asla başkaldırının sonu anlamına değildir. Tam aksine, vurgunluk durumu hem başkaldırıyı içinde taşır hem de başkaldırının engellenmesi, oluşması, çıkmasını eritme sürecidir. Vurgunluğun ve başkaldırının yönü dinamik bir yapıya sahiptir: Dinamiklik hem vurgunluğun hem de başkaldırının yönünün her an değişebileceğinde yatar. Vurgunluk ideolojisi, vurana karşı başkaldırı duygularını yeniden yönlendirerek, BİZDEN olmayan BAŞKALARINA doğru çevirir ve toplum yaşamında ırkçılığı, milliyetçiliği, yobazlığı, bağnazlığı destekler. Aynı zamanda, duyguların yeniden yönlendirilmesi, kişinin kendini beğenmemesi, küçük görmesi, çirkin olarak kabul etmesi, yetersiz ve eksik olarak nitelemesi biçiminde kişinin KENDİ BENLİĞİNE dönmesi biçiminde de olur. Modern reklâmcılığın yaptığı budur. Benzer şekilde, “Az gelişmişlik, geleneksellik” psikolojisi modern siyasal-sosyoloji tarafından işlenir. Bu tür kendine dönüşün en egemen biçimi kitle kültürü insanının kendini boyayarak, süsleyerek, giydirerek, yedirerek, içirerek ve çeşitli tüketim maddelerini satın alma ve tüketme peşinde koşarak KENDİNİ KENDİNDEN BAŞKASI yapmaya çalışmasında görürüz. Bu tür kendine dönüş kişinin kendinden hoşnut olması yerine, anlık hoşnutlukları takip eden hoşnutsuzluklar ve doyumsuzluklar; bu hoşnutsuzluğu ortadan kaldırma için girişilen kullanım-davranış biçimi ve bunun sonucu olan bir anlık hoşnutluk peşinde dönüp durmasıdır. Dolayısıyla, kişi sürekli gerginlik ve gerginliğin giderilmesi için kullanım çemberi içine hapsedilmiştir.

İdeolojinin sonunun ilanının bir şekli de, kafa kırarak ve zincire vurarak veya ücrete\maaşa köle yaparak yaratılan "sessizliği" işaret edip, "gördünüz mü? herkes memnun, herkes kendi değirmenini döndürmekle meşgul" diyerek yapılandır. Aslında bu ilan, Kaba kuvvet ve örgütlü faaliyetler içinde karın doyurma ve ekmek parasını kazanma ilişkileri içine hapsederek elde edilen "sessizliği," susturma değil de susma olarak sunarak geçici olarak rahatlamaktır. Geçici bir rahatlamadır, çünkü başkaldırının nedenleri ortadan kaldırılmamış, başkaldıranlar kesilmiş, hapsedilmiş, işkencelere tabi tutulmuş ve başkaldırı durum-potansiyelinde olanlar egemen baskı ve sömürü düzeninin örgütlü faaliyetler köleliğinde ücretle\maaşla kiralanmıştır. Bunun anlamı başkaldırıların silinip süpürüldüğü değil, yeni başkaldırıların olacağı ve başkaldırıda birikimin arttığıdır.

Toplumda günlük faaliyetler sırasında veya sonunda iletişide bulunanlardan bir tarafın sessizliği, sesini çıkartmama veya sesin duyulmaması, çoğunlukla "yanaşmayı, boyunsunmayı, kabul etmeyi" anlatır. Bir tarafın sesinin duyulmaması, onun yok olduğunun, ortadan silindiğinin bir ifadesi olarak da kullanılır. İletişimde sessizliğin anlamını anlamak için iletişimde bulunan tarafların kendi özellikleri, ilişkideki güç yapı ve durumları, güçlerini kullanma biçimleri ve bu biçimlerin çıkardığı veya çıkarabileceği potansiyel sonuçlara, ilişkideki tarafların amaçlarına, tarafların amaçlarında ortak noktalar olup olmamasına, birbirini destekleyici mi yoksa birbirine zıt özelliklere sahip olup olmadıklarına, dolayısıyla ya ben ya sen mi, yoksa daha çok ben daha az sen mi düşünü tarzının egemenliğine, güç ilişkisinde kullanılan araçlara, bu araçların güçler arasındaki dağılımına, güç kullanımı sonucu ortaya çıkan durumun (kısa dönemli sonuçların) sonraki ilişkilere etkisi ve potansiyel ilerdeki sonuçları (uzun dönemli sonuçlar) üzerinde durulması gerekir.

Sessizliğin önde gelen anlamlarından bazılarına eğilelim:

Mücadele olanağının egemen sistem tarafından elinden alınmış olması:

Direk kölelik ve mecburi askerlik köleliği buna en açık örnektir. Ücretli\maaşlı kölelikte "işveren" denen egemen gücün gaspettiği konumlarda çalışan insanların "sessizliği" ve ücret\maaş politikalarına, egemen uygulamalar altında boyunsunmayla gelen sessizlik böyle bir sessizliktir. Çünkü alternatif ya ağır cezayla (askere gitmemek, askerden kaçmak, efendisine itaatsizlik etmeye verilen cezalarla) engellenmiştir, ya da alternatifi seçme (örneğin işi bırakma ve işsizlikle yüz yüze gelme, yasa dışı ilan edilen greve devam etme) ciddi sorunlara gebedir. Bu tür sessizlikte sesini çıkarmamak, toplumda kişinin pozisyonlandırıldığı yerin ana ve egemen özelliğidir. Bu tür sessizleştirilmişlikteki iletişim ve ilişki biçiminde, "söylenen," "istenilen," "emredilen" asla soruşturulmaz, yapılır, yapılması beklenir. Yapılmazsa isyan ve karşı gelme olarak nitelenir. Hemen her zaman isyanın ve karşı gelmenin cezası isyanı ve karşı gelmeyi düşündürmeyecek biçimde ağırdır. Dolayısıyla, sesini çıkarmama kişinin toplumda tuttuğu bu pozisyonun getirdiği temel karakterdir. Bununla birlikte gelen ilişkiler düzeninde başkaldırma çoğu kez kişisel seviyede ve karşı gelme biçiminde, karşılık verme biçiminde değil, cezadan ve kölelikten pozisyonu ve fiziki çevreyi terk ederek "kaçışla" elde edilmeye çalışılır. Bu "kaçış” başkaldırı biçimi bireyler tarafından tekrarlandığı, diğer köleler tarafından kendilerinin özleyip yapamadığı bir davranış olduğu için, hem gıpta hem de kıskançlık yaratır. Egemen toplum düzeninin bu tür kaçışla kaybından çok kazancı vardır: Egemen güçler kaçanı eninde sonunda yakalayıp cezalandırarak kendi gücünü tekrar ispatlar, kaçışın gayri meşruluğunu tekrar cezayla herkese hatırlatır ve meşruluğun ne olduğu gündeme getirerek bilinçlere işler. Bu tür kölelik, insanın bir diğer insanın fiziksel varlığını boyunduruluğu altına alarak, emeğini, kendini koruma, eğlence ve ekonomik amaçlarla sömürmesi gibi ana biçimlerde olmuştur. Kapitalist toplumlarda, bugün eğlence, kendini koruma ve ekonomik amaçlar birbirinden ayrılma özelliğini yitirmiştir: Koruma ve eğlence de ekonomik ilişkilerin belirgin bir alanı olmuştur.

Kölenin efendisini koruması: Kölenin efendisini koruması eskiden beri kölenin kölelik durumuyla birlikte gelen bir yapısal karakterdir. Bu yapısal karakterin getirdiği ve yapıya sıkı sıkıya bağlı ilişki ve bilinç biçimleri efendisini korumayı kendi varlığını koruma gerçeği olarak ortaya çıkmıştır. Bu gerçek ya kölelerin diğer kölelere ve saldıran düşmana karşı kalkan gibi kullanılması şeklinde belirir, ya da toplumda alıştığı pozisyonlandırıldığı yeri koruma şeklinde biçimlenerek kendini gösterir. Gerçekte, hemen her durumda yukarıdaki iki biçimin karışımı vardır. Kalkan gibi kullanılma ve harcanmanın getirdiği ölüm kalım gerçeği zorunlu olarak kölenin kendi canını ve durumunu korumayı zorunlu kılar.

Modern dünya denilen 20’nci yüzyılın dünyasında modern düzenlerde kölelik ortadan kalkmıştır. Bu sadece laf ve lâfın ötesinde zamanımızın kölelerini yönetme stratejisidir. Bir egemenlik düzeninin kendini modern olarak satması ve köleliğin son bulduğunu ve demokrasi mavalları okuyarak kendini olduğundan başka bir şey olarak sunması, onu olduğundan başka yapmaz. Modernlik iddiasını tekrar ele alalım: Hemen her çağda egemen düzenler kendilerini en modern olarak ilan etmişlerdir. Bu iddiayı da 'sahip olduklarına" bakarak yapmışlardır. Yani otomobil kullanan kağnı kullanandan daha ileri ve modern oluyor. En önemlisi de kağnı kullanan ilkelliği ve otomobil kullanan medeniyeti temsil ediyor. Modernlik, ilerilik, gelişmişlik, medeniyetlilik gibi terimler aynada kendini durmadan süzerek kendine aşık olanın kendini kendine ve dışarıya satışıdır. Bu satışla birlikte yobazlık, bağnazlık, başkalarını ezmede haklılık, üstünlük, ırkçılık, milliyetçilik gibi tehlikeli ve bulaşıcı hastalıklar gelir.

Yirminci yüzyılda da, kölenin efendisini koruması eskisi gibi kişinin pozisyonlandırıldığı yerin karakteriyle ve bu karakterin günlük faaliyetler, zorunluluklar ve ilişkilerden geçerek bilinçte yaptığı biçimlendirmeyle gelir. Köleliğin ortadan kalkması iddiası ise bu satışın diğer bir parçasıdır. Yirminci yüzyılda kölelik eski devirlerden çok daha kapsamlı, çok daha "modern", çok daha yaygın, çok daha etken, çok daha baskıcı ve katılmaya zorlayıcı, çok daha örgütlü ve vahşi bir biçimde kendini gösterir. Yasalarla tanınmış ve desteklenen eski-direk köleliğin ortadan kaldırılması, örneğin en son Amerika'da iç savaşla kaldırılması, köleliğin ortadan kaldırılması amacını asla taşımaz: Tutsak-kölelerin feodal tarım yapısından feodal lordların (tarım sermayesinin) elinden zorla, kaba kuvvetle koparılarak serbest-köle olarak endüstriyel kapitalizmin eline geçmesidir. Bu yeni-kölelikte kapitalist serbest-köleye karşı hiçbir sorumluluğa sahip değildir. Serbest-köle kendi kendinden, kendi kendinin geçiminden, ekmek parası ve iş bulmadan veya işsiz kalmadan sorumludur. Kapitalizmin sorumluluğu kendinden ve kendi çıkarından başka hiç kimseye karşı değildir. Kapitalistin kurduğu ve yürüttüğü ilişki bu sorumluluk temeli üzerinde mümkün olan en fazla fayda elde etme, çıkar sağlama biçimindedir. Bu biçim de kaçınılmaz olarak kapitalist sömürünün çıkardığı ücretli\maaşlı köleliği getirir. Dolayısıyla, kapitalizmin köleliğin sonunu ilanı yeni köleliğin başlangıcıdır. Bu yeni ilişkiler biçiminde kölelik kendini ücret\maaş maaş olarak gösterir. Bu ilişkiler düzeninde kölenin efendisini koruması olgusu işini koruması, işini kaybetmemesi, işsiz ve aç kalmaması yapısal gerçeği boyundurluğunda çıkmaza sokulmuşun denize düşüp yılana sarılışına benzer. Kölenin zincirine vuruluşu zinciri sevdiğinden değil, zincirle gelen ekmek parasını ve pozisyonu kaybedeceği, zincirsiz kalarak mutlak özgürlüğe, yani işsizliğe kavuşacağı korkusudur. Bu korku yersiz değil; her an her gün bu korku günlük ilişkilerle tazelenir.

Sesini çıkarmamanın baskının ve sindirmenin ifadesi olması:

Sesini çıkartmanın getireceği sonuçlar pek hayırlı olmadığı için insan susmayı seçtiğinde, susturanın galibiyet ve kazanma hissi sahte ve çürük temellere dayanan bir zafer duygusudur, çünkü bu tür sessizlik negatif birikimi ve diş bileyen dolmayı, dolayısıyla en küçük fırsatta sesini yükseltmeyi beraberinde getirir. Bu nedenle, sağlıklı bir ilişkinin ve çatışmasız bir egemenlik kurulduğunun göstergesi değildir, tam aksine çatışmaya gebe bir durumun ifadesidir.

Mücadele sonucu pozisyonlandırıldığı yerde "görevinin, işinin, sorumluluğunun" sesini çıkarmama olması:

Burada baskıyla karışık, baskıya dayanan, gönüllü katılma ve bu katılmanın getirdiği sessizlik vardır. Kadının ve çocuğun babası karşısındaki sessizliği, işçinin patronu karşısındaki sessizliği hem pozisyonlandırıldığı yerin getirdiği ve hem de aynı zamanda bu yeri meşru görerek bu yerin egemen iletişim biçimini (örneğin boyunsunma ve köleliği) kabul etmesini görürüz.

Sesini çıkarmama, anlayışın ve hesaplı bir şekilde yapılan vazgeçişin ifadesi olması:

Bu sessizlik anlayışı, anlaşmayı, istekle kabullenmeyi getirir. Bu tür iletişim ilişkilerinde de birikim vardır, fakat birikim ortaklaşalığı ve karşılıklı desteklemeyi anlatır. Burada sessizlik fikir birliğinin ifadesidir.

 

 

F. VURGUNUN KENDİNİ VURUŞU: KÖLELERE SAĞLANAN EZME OLANAĞI

 

 

Köleler hizmet için, ezilmek ve kullanılmak için vardırlar. Dolayısıyla onlar ezme hakkı ve zevkinden mahrum bırakılmışlardır. Bu yoksun bırakma da yasalarla perçinlenmiştir: Sahip kölesini öldüresiye döver, hakkıdır. Köle sahibine ne el ne de dil uzatabilir. Yasaktır. Uzatırsa, karşılığında gelecek cezaya katlanmayı göze almalıdır. Köle için tek ezme olasılığı kendinden daha aşağı durumda olan birini bulmak. Üretim ilişkileri merdiveninde aşağı doğru inildikçe, ezecek kişi bulma olanağı da sıfıra doğru azalmaya başlar. Köle merdivenin ilk basamağının altında olduğu, yani yerle bir olduğu için, tek ezme olanağı, üretim ilişkilerine kendi seviyesinde katılan diğerlerini, kendi gibileri, çocukları, kadınları, atları, eşekleri, kedileri, köpekleri, makineleri, aletleri ezmek çerçevesi içinde sınırlanmıştır. Kölenin bu davranışları da oldukça “iğrentiyle” ve “karşı tepkiyle’ karşılanır. Dolayısıyla, köle, egemenlik ilişkilerinin gereği dışında, bir yolunu bulup kendisi için ezme zevkini tattığında veya tatmaya kalktığında, bu girişime kalktığına pişman edilir. O zaman geriye ne kalıyor? Bugünkü düzenlerde, geriye egemen güçler tarafından yönlendirilmiş örgütlü baskı ve ezme faaliyetlerine katılarak ceza korkusu olmadan kendini tatmin etmek kalıyor.

Kölelik ilişkilerinin önemli bir yanı da, kölenin kendi durumunu kendinden daha kötü olanlarla karşılaştırması ve kendi durumundan dolayı efendisine ve tanrısına minnettar olmasıdır. Bu kölelik psikolojisi, modern devirde milliyetçilik hisleri içine kaydırılarak "Afrika'da insanlar ölüyor açlıktan, haline şükret, senden daha kötüleri var" teranesiyle millete, bayrağa ve tanrıya, bu açların tehlikesine karşı, bağlılık ve "ne mutlu Türküm, Amerikalıyım etc." diyerek kendi durumuna şükretmesi ve bu duruma karşı aşağıdan ve dışarıdan gelecek tehlikelere karşı bayrağı ve milleti koruması gelir.

Efendiyle köle arasındaki direk sömürüyle ifadesini bulan materyal ilişkilerle gelen eşitsizlik düzeni aynı zamanda adaletsizlik ve Haksızlıkla iç içe, desteklenerek ve beslenerek kendini sürdürür.

 

 

G. VURULUŞUN DİĞER İFADELERİ: SINIF BİLİNCİ VE SAHTE-SINIF FARKLILIĞI

 

 

Köle ve köle sahipleri, iletişim ve ilişki biçimlerinde kendi durumlarını yansıtan karakterleri gösterme yönünde yetiştirilir ve kendilerini bu yönde günlük iletişim ve ilişkilere sunarlar. Bir kölenin sanki köle değil gibi davranması büyük karşı tepkiyle karşılanır. Benzer tepkiyi ücretli\maaşlı kölelikte de görürüz: İşçi işçiliğini, hamal hamallığını bilmelidir. Örgütlü sömürü düzeninin firması içindeki ilişkiler ve bu ilişkilerin ideolojisi dış hayata da yansır: Bir hamalın veya işçinin "hanzoluğu," bir fukara-çocuğunun veya köylünün buz-patenti ringinde çabalayarak, düşe kalka kaymaya çalışması aşağılanarak ve aşağılayan gülüşmelerle ve küçük gören davranışlarla karşılanır. Güçlünün çocuğunun o ringdeki düşüşü ve çabası rekabetteki o anlık kayıp ve daha çok talim etmesi gerektiği tepkisini getirir.

"Kendini bilmemek," gerçekte, kendi sınıfının ve geldiği yerin karakterlerini ve yaşam biçimini, davranış biçimini göstermemektir veya göstermemeye çalışmaktır. Bu psikoloji hem hor görülür hem de gerektiğinde sömürülür: Bunun en belirgin örneği Türkiye gibi ülkelerde Malboro, Coca cola, Pepsi içme, McDonalds yeme, içki içme, güçlünün tüketim mallarını satın alıp kullanarak, kendini kendi gibilerden ayırıp güçlüyle bir tutmaya çalışma; kendini güçlüler arasına katmaya çalışmadır. Kölenin zincirine vuruluşunun getirdiği ekonomik alandaki kitle tüketimi ürünlerini tüketmeye yönelik bu saldırı, siyasal alanda güçlünün sahip olduğu vatanı ve bu vatanın sembolü bayrağı korumak için yapılan iç savaşlar, azınlıkta olan insanları ve fikirleri ezme ve yok etme kudurmuşluğuna dönüşür.

Vurgunluğun ifadelerine birkaç örnek daha vererek devam edelim: Sivil yaşamda moda, soda ve seks endüstrilerinin peşinde koşmayı hayatın ön amacı olarak alan bir şekilde günlük ilişkilerini ayarlama; kendini ve çocuklarını bu açıdan giydirme, süsleme, yedirme; kendisi gibi davranmayanları küçümseme, ayrı olduğu için hanzolukla, bilmemezlikle, zevksizlikle, midesizlikle suçlama; insanların genel çıkarlarına olan ve egemen çıkarlarla çatışan olguları, davranışları ve düşünce tarzlarını aşağılama; alaya alma, kaba güç kullanarak ezmeye çalışma; örgütlü baskı ve katliam hareketlerine sözle, veya fiilen katılma; her yıl milyonlarca insanın sigaradan öldüğü gerçeğini reddederek, sigara endüstrisine karşı olanları "yeşilaycı" diye alaya alma; yoksulluktan bahsedenleri "Kızılaycı” olarak niteleme; her gün elli bardak çay içmeyi "baş ağrısı hapı" olarak niteleme gibi... Vurgunluğu taşıyan ideolojide "Yeşilay” veya "Kızılay” gibi insanlık açısından "iyi" olan ve iyiyi temsil eden bir örgütlenme biçimi küçümsenir.

Aile ve arkadaş toplantılarında ve sohbetlerdeki siyasal ve ekonomik tartışmalarda kendini birbirine karşıt olarak süren, ilk bakıldığında karşı olduğu sanılan, tartışanların karşıt olduklarına inandıkları fikirler, çoğunlukla egemen ideolojilerin sorunlarla uğraşmadaki stratejiler, uygulanması gerektiği ileri sürülen "doğru" metotlardır. Bu sorunları çözmede ileri sürülen tartışmalar egemen ideolojinin biçimlendirdiği en yumuşaktan en sert "çözüm" yoluna kadar çeşitlilikler gösterir. Zincirlerine vurgunlar sigaralarını tüttürür, çay veya kahvelerini yudumlarken günlük ve yaşam boyu engellenmelerinin, hayal kırıklıklarının acısını tanıdıkları, sevdikleri, kendilerine yakın insanlardan çıkartırlar. Böylece egemen ideoloji zincirine vuruluş yoluyla yaratılan birlik, beraberlik ve bölünmezlik duygularıyla aslında bölünmeyi ve parçalanmayı sağlar. Dolayısıyla, hem vatanın, milletin bütünlüğü hem de kişisel özgürlük, çoğulculuk ve farklılık ideolojisi desteklenmiş olur.

Kölelerin zincirlerine vurgunluğuyla kendilerini kendinden ve kendinden olanlardan ayırması ve kendinin imrendiği insanlarla ve yaşam tarzıyla eşleştirmeye çalışması sonucu ortaya çıkan tüketici psikolojisinin de üzerinde durmak gerekir: Burada zincirine vurulanın kendisini kendinden olanların kendilerinden farklı olduğunu algılaması egemendir. Bunu da kendini onları ezenlerin, güçlülerin, davranış tarzlarını benimseyerek, taklit ederek sağlamaya çalışır. Bu durumda kişi kendi zincirini unutup kendinden olanın zincirine bakarak alay eder, sevinir ve mutluluk duyar. Kendinden olanın gelişmesini ve ilerlemesini görmek ona büyük ızdırap verir. Ezilmişliğinde ezmeye katılmak için tek yol olarak, ezenlerin yaptığını yapar: Kendinden olanlara veya kendi durumundan kötü durumda olanlara küçümseyici gözle bakar, onları ezmeye katılır. Böylece "gücü gücü yeteni hallettiği" ideolojisini evrensel bir gerçek olarak meşrulaştırmaya katılır.

Örgütlü gösterilere katılma gösterinin özelliğine ve katılmanın biçimine göre, hem vurgunluğun hem de mücadelenin ifadeleri olabilir. Bir TRT iletişimcisinin Grev yapan işçilerin mesajını "bağırma" olarak nitelemesi, bu iletişimcinin profesyonel ahlaka sahip olmadığını ve kendini "işverenler" yanında gördüğünü, TRT'nin profesyonellikteki yetersizliğini anlatır.

Örgütlü soyguna yasaların zoruyla katılma kendini egemen ilişkiler içinde meslekle ilgili görevlerde gösterir: Polis ve askerlerin durumu böyledir. Grev hakkı sözleşmelerle elinden alınan işçilerin durumu da...

Örgütlü soyguna ve baskıya gönüllü katılma vuruluşun en keskin ifadesidir: Örneğin suikast yapma, grev veya yürüyüş yapanlara saldırma, üyelik, para ve gövde desteği, teşvik gibi...

Kölenin zincirine vuruluşu, bu vurulmada kendini kendinden olanlara karşı kuruşu, kendine düşmanlığı, kendini efendisi ve efendisinin çıkarlarıyla özdeştirmesi, örgütlü sömürü düzeninde pozisyonlandırıldığı yerle yakından ilişkilidir. Amerikan köleleriyle ilgili çalışmasında Escot (1979) imtiyazlı evlerde hizmet eden kölelerin kendilerini diğerlerinden ayırarak tarlada çalışan "bayağı" kölelerle kendini bir tutma yerine, kendini aristokrat sahibiyle özdeştirdiği hakkındaki görüşlerin kısmen doğru olduğunu, köleler arasında bir azınlığın bu tür değerlendirmeye gittiğini, fakat çoğunluğun grup sadakatı taşıdığını ve köleler arasında kesin bir sınıf ayırımı sisteminin olmadığını belirtmektedir. Escot'un sınıf anlayışı köle sahiplerinin sınıf anlayışına benziyor: Köle sahipleri kölelerini kendine yakınlığına ve gördükleri fonksiyona göre sınıflandırır ve bunu sınıf ayrılığı olarak görür. Kölenin kölelikle gelen iş bölümünde belli pozisyonlara yerleştirilmesi köleyi ne kölelikten kurtarır ne de köleler arasında sosyal sınıf farklılıkları ortaya çıkartır. Ortaya çıkan farklılıklar ancak pozisyonun getirdiği zincirine vuruluş farklılığı olabilir. Bu nedenle, ev hizmetinde olan köleler tarlada çalışanları aşağılık ve değersiz olarak görebilir. Veya tarlada çalışan köle evde çalışana gıpta ve kıskançlıkla bakabilir. Bunu bugünkü duruma uzatırsak, Amerika'da yılda bir profesörün veya bir şirketin menajerinin aldığı paradan çok daha fazla para yapan (örneğin 70-100 bin dolar) "aristokrat işçiler" vardır. Fakat bu onları işçi sınıfından ayrı, işçi sınıfından farklı bir sınıf yapmaz. Hele efendinin sınıfına asla sokmaz. Hayatlarının her gün 17-18 saatini işte ve yolda geçiren bu "aristokrat işçiler" hiçbir şey değil fakat işçidir. Sınıf içi farklılıklar sınıf egemenliğinin yürütülmesinde sınıf içi çekişmeleri ve bölünmeleri ve kıskançlıkları, çekememezlikleri, çatışmaları, birbirine düşürmeleri ve düşmanlıklar yaratmak ve körüklemek için kullanılır. Bu kullanma da yeni değildir. Köle sahipleri tarafından da kullanılmıştır. Bu kullanım sosyal üretim faaliyetlerindeki pozisyonlandırmanın ve bu pozisyonda tutulan yerin ve görülen görevler arasındaki farklılığın kaçınılmaz olması nedeniyle daha da kolaylaşır. Küçüğün küçüklüğünde küçümseyecek birini araması ve eşitsizliğe ve sömürüye dayanan sistemlerde bulması bu kolaylığı daha da artırır.

Tarlada çalışan kölelerin fonksiyonları, giyimleri ve yiyişleri, ev işi görenlerden farklıydı. Zanaatkar olarak çalışan köleler ise daha çok kendi başlarına ve daha az baskıyla karşı karşıyaydı. Kölelik fonksiyonları ve ilişkilerindeki bu farklılıkla birlikte birbirine ve efendilerine karşı olan duyguların da genellikle farklar taşıması beklenir. Escott'un sunduğu bir araştırmaya göre (1979) yaptığı iş ve köle sahibine karşı olan tutumlar arasında orta derecede bir bağ vardır (Yule's ç=0.396); Ev hizmetçileri ve kaliteli hizmetçilerin (N=891) % 73.6'si olumlu ve % 26.4'si olumsuz tutuma sahip olduklarını belirtmiştir. Açıkça görüldüğü gibi, dörtte üçü gibi büyük bir çoğunluk efendisine karşı olumlu hisler taşımaktadır. Bu olumluluk tarlada çalışanlara gelince % 54.7'ye düşmekte ve olumsuz tutumlar ise % 45'e yükselmektedir.

Kölelik durumundaki insanın kendini ezene bağımlılığı (veya düşmanlığı), kendine ve kendi gibilere karşı düşmanlıklarının kaynağı, sadece kölenin sahip olduğu zincirini süslemesiyle, bu zincire vurgunluğunun ideolojik yanılmayla ve yanılgıyla sınırlı değildir. Kitap boyu açıkladığım gibi, vuruluş hem ideolojik hem de materyal temele dayanır. Örneğin işçi ve memur sözcüklerinin kendisi bile köleliği ve kölelik ilişkilerindeki katılma biçimlerini ifade eder. Vurgunun zincirine sıkı sıkıya sarılışı (veya sarılmak zorunda bırakılışı) ve zincirle gelen imajları ve bu imajların geldiği materyal ilişkiler düzenini canla başla koruması veya bunların aksi olan karşıtlık ve mücadele, kişinin kendi durumunun bilinciyle sınıf bilinci arasında kurulan köprünün özelliğine bağlıdır. Dolayısıyla, işçi, köylü, memur sınıfından biri olmakla, sınıf bilincinde olmak ve bu bilinç doğrultusunda sosyal, ekonomik ve siyasal faaliyetleri desteklemek arasında fark vardır. Eğer bir sınıfa dahil olmakla aktif sınıf bilinci arasında doğrudan bir ilişki olsaydı, ezilen sınıflar çoktan ezen sınıfları tepelerdi. Eğer insanlar arasındaki ilişkilerin saptayıcısı materyal ilişkilerde kurulan egemenlik yapısı değil de materyal durumundan bağımsız olarak aklını kullanan insanın bilinci olsaydı, aynı şekilde, küçük bir azınlığın egemenliği uzun sürmezdi.

Sahte sınıf farkı sahte-bilinçle renklenmiş, sulanmış ve beslenmiş, görev ve ücret farklılığıyla desteklenen bir ayırımdır. Bu ayırımın egemenliğin yürütülmesinde ve vurgunluğun işlemesinde önemli bir rolü vardır.

 

 

H. KÖLELER ARASI DAYANIŞMA VE MÜCADELE BİÇİMLERİ

 

 

İnsanlık tarihi zincirine vurulanların zincirlerini okşayışıyla geçmemiştir. Tam aksine, insanlık tarihi insanın kendi durumuna ve bu durumu yaratan güçlere karşı başkaldırılar tarihidir. Ne egemen siyasal ekonomi politikaları ve kontrol mekanizmaları, ne de ideolojik mekanizmalar her zaman her yerde herkesi egemen ilişkiler düzeninde bu ilişkilerin belirlediği biçimde bir günlük faaliyetler silsilesi cenderesinde hapsetmeyi başarabilmiştir. İnsanlık (ve kölelik) tarihi başkaldırılar, bastırmalar ve devrimler tarihidir.

Köle sahipleri her devirde daima kendi sınıf bilincine sahip olmuştur. Bu bilincin ifadelerini hem köleleri kullanışta, hem davranışta, hem ideolojik ve yasal anlamlandırmalarda açıkça buluruz. Köle sahipleri her devirde daima korku içinde yaşamışlardır. Bu korku ücretli\maaşlı kölelik düzenlerinde kabusa dönmüştür. Bu kabusun en belirgin göstergeleri, her ülkedeki egemen sınıfların devletlerinin ideolojik ve baskı aparatuslarını\aygıtlarını (eğitim, iletişim, adalet sistemi ve silahlı kuvvetleri) yoğun bir şekilde kullanmasıdır. Günümüzün modern silahları bu kabusun sonuçlarından biridir. Roman atasözü “sahip olduğumuz her köle içimizde tuttuğumuz bir düşmandır," bu korkuyu ve düşmanlığı çok iyi bir şekilde vurgulamaktadır. Her kölelik sisteminde köleler ciddi potansiyel tehlike olarak görülmüştür. Bu da egemen güçler içinde başkaldırıya karşı dayanışma ve kontrol mekanizmalarını getirmiştir. Fakat köleler arası dayanışma ve çeşitli başkaldırılar hiçbir zaman durdurulamamıştır.

Zincirine vurgunluk derecesine ve kapsamına göre, değişen ölçüde, köleler arasında ortak tarih, geçmiş, yaşam biçimindeki yakınlıkla gelen bir dayanışma vardır. Bu dayanışma sınıf mücadelesi keskinleştikçe ve baskı arttıkça daha da çok kendini gösterir. Vurgunluğun açık ifadesi ancak polis ve adalet sisteminde iş görenler arasında, özel şoförler ve özel koruyucular, vurucu timler arasında, görevlerine özgü nedenle de, dayanışmaya engel olarak çalışır. Fakat egemen örgütlü ilişkilerin dışında dayanışma oluşumu olanakları ve olasılığı çoktur.

Örgütlü din temsilcileri hemen hemen daima egemen güçlerin temsilciliğini yapmışlardır. Örgütlü dinin köleliğe karşıtlığı ve başkaldırıyı desteklemesi kendilerinin ezilen bir örgüt olması durumlarında görülür. İslam dünyasında bazı mezheplerin "ilerici" olması ve bazılarının tutuculuğu ve gericiliği temsil etmeleri toplumdaki egemenlik durumlarının (ille ki siyasal egemenlik olması gerekmez) bir sonucudur.

Kölenin özgürlük seçeneği veya başkaldırı biçimlerini şöyle özetleyebiliriz:

(a) kölelerin Hem yakalandıkları, hem taşındıkları, hem de çalışmaya zorlandıklarında direnmesi: Bu direnme ücretli kölelikte iş ve iş yeri koşullarına karşı başkaldırı biçimindedir. Kölelik durumuna karşı mücadele özellikle fiziksel cezalandırma ve gaddarlığa karşı direnme biçiminde olmuştur. Arayış özgürlük arayışından çok "iyi muamele" biçimindedir, çünkü insan özgürlüğünün gerçekleşeceği bir dünyadan kopmuş vaziyettedir. Bu kopmuşluk bugün emperyalizmin egemenliğinde özgür bir ortamın ancak dünya düzeninin değişmesiyle gerçekleşebileceği gerçeğine dönüşmüştür.

(b) Tek veya gurup halinde kaçma: mutlak kölelik düzeninde köleye ne söz ne de meşru bir şekilde soruşturma ve direnme hakkı verilmiştir. Kölenin hakkı kölelik ve köleliğin gereklerini yapma olarak sınırlanmıştır. Böylece, kölenin "haksızlığa” uğraması, kötüye kullanılması, dövülmesi, işkenceye tabi tutulması ve hatta öldürülmesi karşısında kölenin sığınacağı hiçbir güç yoktu. Tek seçenek kendi başına veya kendi gibileriyle kaçıştı. Kaçış da bilinmeyen uzağa gitme ve büyük çoğunlukla yakalanıp geri getirilme ile sonuçlandığından, çoğu kez yakına kaçış biçiminde oluşmuştur. Bu tür mücadele meşru olmayan pasif direnişi getirir ve değişime zorlama olasılığı azdır. Eğer yiyeceği kırbaç sayısını azaltabilirse, büyük başarıdır. Yaşadıkları koşulların radikal bir şekilde değişimi ancak örgütlü devrimi gerektiriyordu ki bu da örgütsüzlük ve güçsüzlükle olanaksız bir duruma gelmişti. Mücadele aynı sistem içinde durumlarını biraz iyileştirme mücadelesiydi.

 

 

Kaçan kölelerin diğer köleler tarafından saklanması ve beslenmesi, kölelerin diğer köleler hakkında efendilerine bilgi vermemesi, aç ve kötü durumda olanlara yiyecek çalarak vermeleri gibi dayanışma örnekleri bugün de gerillaları saklayan köylüler, özgürlük savaşı veren azınlıklar arasında devam etmektedir.

Ücretli kölelik sisteminde insan “özgür” olduğu için, kaçış klasik anlamını yitirir ve yeni bir anlam alır: "Kaçış" işi boykot ve terketmek biçiminde kendini gösterir. Birey olarak tek başına terketmenin sonucu işsiz kalmaktır. Bu da, mücadele biçimi olarak verimsizdir. Toplu boykot ve terketme, sınırlı başarıların elde edilmesiyle sonuçlanabilir.

(c) İşi yavaşlatma ve günlük küçük çaplı sabotajlar: Bu tür direniş ifadeleri hala devam etmektedir. Köle sahiplerine göre, kölelerin arzusu efendilerin arzusunu yerine getirmekti. Bu arzuya uymamak veya karşı gelmek cezayı gerektiren bir davranıştı. Köleler mücadelelerinde çare olarak isteksiz çalışma yolunu seçtiler ve işi yavaşlattılar. İşi yavaşlatma direnişine karşı köle sahipleri bir günde yapılması zorunlu iş miktarını tayin etmişlerdir. Bu miktardan aşağı iş görenler cezalandırılmıştır. Günümüzde de iş yavaşlatma direnişi çatışmalara neden olan bir yöntem olarak devam etmektedir.

Tarlada çalışırken yatma veya yavaş çalışma sonucu kırbaçlamadan kurtulmak için toplanan ürünün (pamuk, mısır, meyve sebzenin) ağır gelmesi için köleler çeşitli yollar icat etmişlerdir. Bunlarda biri toplanan pamuğa tarlanın beyaz kumunu serperek ağır gelmesini sağlamaktı. Köleler hiçbir zaman dayak yemeyecek kadarın ötesine gidecek şekilde çalışmamışlardır. Bunu nedeni sadece direniş değil, zaten kendilerine empoze edilen işin miktarı fazla olduğundan dolayıdır.

Kölelerin direnişinde, hemen her seferinde yakalanma ve ceza ile sonuçlanan "kaçma" ve "ormanda\dağda saklanma" yanında, en çok kullanılan bir yol da kendilerine yasak edilen şeyleri (çoğu kez yiyecek) "çalma" ve bunu “yeniden-kendine mal etme” olarak nitelemeydi. Kendi ürettikleri ve istif edilen ve bekçilerle korunan malları ve hayvanları çalma, Amerikan zencileri arasında 'gecenin" gündemlerinden biriydi. Çalınan mal ve hayvan o anki tüketim için kullanılıyordu: Domuzu, tavuğu, koyunu, keçiyi kesip barbekü yapıp yemek. Yumurta, kavun, karpuz, patates, mısır vb gibi saklanabilecekleri, eğer yeterince çalındıysa saklamak. Kölelerin kölelik düzeni içinde kendilerinden çalınanın çok az bir kısmını çalarak kendine mal etmesi faaliyetlerine karşı köle sahiplerinin ve yasaların cezası hafif kırbaçlamadan bazı yerlerde (örneğin el kesme) ağır cezalara kadar çeşitleniyordu.

(d) Hastalık bahanesiyle işe gitmeyerek işi baltalamaya çalışma: Bir diğer direniş biçimi hastalık bahane ederek tarlaya çalışmaya gitmemekti. Buna karşı tepki de hemen doktor çağırmadan ta ki hastalığın gerçekte hastalık olduğu belirtileri açıkça görülünceye kadar dinlenmesine izin vermeme veya doktor çağırmayı yasaklamak olmuştur. Bu tür direniş günümüzde de toplu olarak kullanılmaktadır.

(e) Toplu ayaklanma ve devrime katılma: Bu günümüzde boykot ve grevler biçiminde kendini gösterir. Eğer bu kitapta, başkaldırı ve devrimler tarihini yazsaydım, bu alt bölüm binlerce sayfa doldururdu. Toplu ayaklanma örgütlenme, disiplin, plan, liderlik, silah, diğer araç ve gereçleri gerektirir ki, özellikle sahiplik-köleliği ve borç-köleliği biçimleri bu olanağı yok edecek biçimde sınırlar. Fakat gene de, eğer köleler büyük gruplar oluşturacak biçimde belli bir yerde toplanırsa ve üzerlerindeki baskı artarsa veya dayanılamayacak duruma gelirse, toplu başkaldırı olasılığı artar. Roma’daki bazı ayaklanmalar, toplama kamplarındaki ayaklanmalar ve büyük çiftliklerdeki ayaklanmalar birkaç örnektir.

Mutlak köleler nadiren topluca baş kaldırmış ve başkaldırı düzenlemiştir. Bunun en önde gelen nedenleri, bu kölelerin kimliklerinin\kişiliklerinin ellerinden alınması ve bu nedenle özgürlük arayışı hislerinin körleştirilmesi; tümüyle bağımlılık içinde olmaları; birbirinden kopuk olmaları ve birlik arayışının olmaması; kölelikleri ötesinde aralarında ortak noktaların az olması; yasal örgütlenme olanaklarının tamamiyle ellerinden alınmış olması; ve yasa dışı örgütlenmelerinin çok sınırlı olmasıdır. Bazı ayaklanmalar ikinci yüzyılın sonuna doğru olmuştur. Klasik Yunan egemenliğinde de ayaklanma enderdir. Sahip-köleliğinde gruplar ve birey olarak başkaldırma biçimi kaçma olarak sık görülür. Kaçışla özgürlük arayışı kaçışın ana nedenlerinin başında kötü muameleden kurtulmak ve suç işleyip cezaya katlanmamak için çıkar yol olarak seçme gelir.

Sahip-kölelerin başkaldırısı, diğerlerinde olduğu gibi azami cezayı getirmiştir.

Yunan kölelik sisteminde kölelerin sahiplerine karşı başkaldırısına örnekler arasında en çok siyasal amaçla başkaları tarafından kullanılma gelir. Bu gerçekte kölelerin grup veya sınıf olarak kendi çıkarlarının gerçekleşmesini sağlamak amacıyla olan bir girişim değildir. Kölelerin “sınıf bilinciyle” başkaldırısı konusu gerçekte o zamanın kölelik biçiminde sınıf bilincini yaratacak koşulların olup olmadığı tartışmasını getirir. Yunan kölelik sisteminde bu bilince sınıftan çok ırksal grup bilincine sahip olarak başkaldırısından korkulanlar Sparta köleleri Helotlar olmuştur. Bunun bilincinde olan Yunan köle sisteminin egemen güçleri hem yasal hem siyasal hem ekonomik hem de kültürel alanlarda Helotları kontrol altında tutma mekanizmaları getirdiler. Fakat bu helotların özgürlük için tekrar tekrar başkaldırılarını engelleyemedi (Essenian Savaşı, Pelopennesian Savaşı). Yedinci yüzyılın ortasındaki ayaklanma 17 yıl sürdü. 464'deki ayaklanmada Sparta zor duruma düştü ve Athens’i ayaklanmayı bastırma için yardıma çağırdı. Bu ayaklanma ancak beş yılda bastırılabildi. Ancak 371'de Thebes Spartayı yakınca Helotlar özgürlüğe kavuştu.

(f) Sahibini veya kendini ezen sahibinin-sesini (zincirine vurulup kendini sahip sanarak sahibinden daha çok zalimleşeni) dövmekten öldürmeye kadar giden başkaldırı: Köle sahibine "el kaldırma" veya yumruklama; sahibine "sözle" karşılık verme; köle sahiplerinin kiraladığı gözetici ve nöbetçi olarak kullandığı zencilerle kavgadan öldürmeye kadar giden girişimler; dayanamayıp intihar etme ve örgütlü başkaldırı planlama biçimlerinde olmuştur. Direniş sadece işle ilgili değildi, fakat kölelik koşullarının getirdiği ilişkiler biçiminin sonucuydu: Dövmenin yanında, yeni evlenen kızının satılmasına karşı baş kaldırma, seksüel bakımdan kötüye kullanma, zevk için kırbaçlama, haklı görülmeyen cezaya başvurmaya karşı direnişler vardır. Bunlardan, kölelik sisteminin egemenliğini yumuşatan en etken olanı ormana ve dağa saklanma olmuştur. çünkü bu tür kaçış diğer kölelerin desteğini sağlayarak ormanda\dağda kalışın süresini uzatma olanaklarını ve böylece köle sahibinin iş gören bir çift el kaybetmesini bir süre ortaya çıkardığı için, genellikle kölelik koşullarının değişiminde başarılı bir direniş olmuştur.

Gaddarlığa gaddarlıkla karşılık vererek mücadele girişimleri günümüzde de devam etmektedir. Fakat bireye yöneltilmiş anlık-terör ve intikam, anlık zafer, rahatlama ve deşarj olanağı verme ötesinde kesinlikle anlamlı bir mücadele yolu olmamıştır.

Başkaldırının niteliği ve niceliği, sadece egemenliğin meşruluğuna ve sağlanıp sağlanmadığına değil, aynı zamanda meşruluk, baskı ve pozisyonlandırıldığı yerdeki göreceli rahatlığa ve diğer kölelerle kendini karşılaştırdığında hissettiği aşağılık veya üstünlük duygularına bağlıdır. Fakat şunu unutmamak gerekir, zincirine vurulanlar ya baskıyla yada arzuyla zincirlerine sıkı sıkı sarılsalar bile, başkaldırının başarısı sezilir sezilmez, bu onların da başkaldırıya katılması olanağını artırır. Hatta, savaş durumunda olunsa bile, sonuç safların değiştirilmesine (iki tarafın kölelerinin birleşmesine) kadar gidebilir.

En etken mücadele biçimi ezilen sınıfların örgütlenerek dayanışma içinde yürüttükleri direnişler olmuştur. Örgütlü mücadeleler 19 ve 20. Yüzyılın en yaygın ve başarılı mücadele biçimi olmuştur.

 

 

I. KÖLENİN KAMU VE ÖZEL YÜZÜ

 

 

Köleliğin toplumsal kamu yüzü ile özel ve yakın yüzü arasında çoğunlukla fark vardır. Bu fark kapitalist ideolojilerin egemenliğinde, bazı özel durumlar dışında, erimiş gitmiştir.

Kölenin kamu yüzü efendisinin, üzerinde egemenlik kuranın felaketine ve ölümüne veya kaybedişine yanışı, dövünüşü ve gözyaşı döküşüdür. Özel yüzü, kendini ezene karşı olan hissine bağlı olarak, "Allah’ın gazabına uğradı gitti, orospu çocuğu" biçiminde kendi kendine ve kendinden olanlara olan ifadesidir. Dolayısıyla, kölenin sessizliği ve kamu yüzü kölelik psikolojisinin bir yanını yansıtır. Diğer yan ise, alamadığı intikamın bu yolla başkaları veya tanrı eliyle alınmasıdır. Kamu yüzü, ortak-sahtekarlığın gerçek olarak algılandığı yüzdür. Bu yüz bazen egemen olandır. Bu egemenlik de, özellikle ücretli-kölelik devrinde kölenin kendi zincirine vuruluşunun bir diğer ifadesidir. Gene de, zinciri buket yapanlar bile buketin ağırlığının farkındadır, fakat kendini içinde bulduğu durum, kendinden kötülerinin olduğu karşılaştırmasının sürekli işlenmesi, yarınla şimdiki pozisyonu arasında kurduğu köprü, bu köprünün yıkılacağı korkusu, yarınların karanlıklığı, alternatiflerin yokluğu veya sınırlılığı gibi faktörlerin etkisiyle bu ağırlığa katlanırlar ve hatta genellikle hissetmez bile olurlar. Hissettikleri zaman, örneğin televizyon seyrederler; eşlerini veya çocuklarını döverler; evdeki kediyi tekmelerler; komünist yakma, kurşunlama, taşlamaya giderler; camide ve kahvede Tanrı ve vatan millet masallarıyla doldurulur, dolar, coşarlar; Allah’ın can veren ve can alan güç olduğunu söylerken, yaptıklarıyla Allah’a ne denli inançlı olduklarını ve Allah’ın kitabına ve emirlerine ne denli uyduklarını, Allah’ın elinden can alma hakkını alarak (veya Allah’ın onlara cenkle verdiği can alma hakkını kullanarak), Allah adına Allah’ı can alma peşinde koşarlar, can alma hisleriyle yanıp tutuşurlar.

Yarın korkusuyla ve alternatiflerin kötülendiği veya başka güçlerin kontrolunda olduğu, kölenin kendini kendi çıkmazı olarak gördüğü yapısal düzende, efendisine bağlılığı (ve hatta efendisini sevdiği) gerçekte efendisinin ona bağlılığı gibi materyal bir temele dayanır. Bunun en açık bir örneği Amerikalı bir köle kendi yaşamından bir örnekle şöyle anlatıyor: Zenci kölenin kızı Martha sahip-hanımı verdiği beyaz ekmeği çok seviyordu. Sahip-hanım öldüğünde Martha gözyaşları içindeydi ve kimse teselli edememişti: "Ağladım ve ağladım... Ölünce bütün beyaz ekmeği yanında götürdüğünü sandım... Herkes "bak şu zenciye hanım öldü diye nasıl da ağlıyor" diyordu, ben beyaz ekmek gittiği için ağlıyordum. (Rawitck,1977).

Köle sahibi, kapitalistin aksine, emeğini sömürdüğünün malına bakma yükümlülüğünü hissetti. Avrupa Feodalizminde bu silahlı koruma biçimindeydi. Amerikan kölelik sisteminde ise tüm bakımını içeriyordu. Bunun da nedeni elbette insanlık duygusundan değil, süt verecek ineğin yayılması zorunluluğundandı. Bu nedenle yiyecek, giyecek ve barınak gibi temel ihtiyaçları efendi sağladı. Örneğin Amerikan köleleri arasında yapılan bir araştırmaya göre 1851 öncesi, 1851-1860 arası ve 1860 sonrası doğan kölelerin ifadesine göre (N=1005) kölelerin % 70 kadarı yiyeceklerinin iyi olduğunu, % 12 kadarı yeterli, % 12 kadarı yetersiz, % 3 kadarı kötü ve % 6 kadarı efendilerininki gibi olduğunu belirtmişlerdir (Escot, 1979).

Avrupa feodalizminde serf hem kendini hem de efendisini besliyordu. Amerika'da olduğu gibi yiyecekler genellikle basit fakat yeterliydi. Amerika'daki araştırmalarda, eski köleler çoğunlukla yeterli olarak nitelemişlerdir (Escot, 1979). Giyecekler de basit ve kölelerin fonksiyonlarına göre desen edilmişti. Bunun yanında ayakkabıdan, giyecekten ve kışın ısıdan mahrum bırakılan köleler de vardı. Kölelerin seyahat özgürlüğü, eğlence ve dini özgürlükleri ya hiç yoktu ya da büyük ölçüde sınırlanmıştı. Bu nedenle kölelerin kendileri arasındaki ilişkileri minimuma indirilmişti. Evlenmek bile "bir süpürgenin üzerinden atlama" gibi basit ve özlü bir merasimle yapılıyordu.

Köleliğin günlük kamu yüzü hem gerçek vurgunluğu açıklığa vururken, hem de "vurgunluğun gereklerine uygun davranışı" anlatan görünümlere sahip olabilir. Özel yüz vurgunluğu dile getirebilir, fakat "vurgunluğun gereklerine uygun davranış" biçimi özel yüzde gereğini ve geçerliliğini yitirir: Köle kamu yüzündeki maskeyi sıyırır ve rafa kor. maskesiz yüz egemen ideolojinin gaddar sorun-çözüm yollarına (örneğin, “bize herkesi kesip doğrayacak ve hizaya getirecek güçlü bir lider gerekli” çaresiyle gelen baskı ideolojisine) sıkı sıkıya sarılan bir özelliğe sahip olabilir. Ya da bıkkınlığın, bezginliğin, öfkenin, ezilmişliğe veya ezene karşı diş bilemenin egemen öğelerini taşıyabilir. Hatta özel yüz egemenliğe karşı tiksintiyle dolu mücadele ve başkaldırının yüzü olabilir. Dolayısıyla, Özel yüzün bazı anlatımları kamu yüzünde yapıldığında genelleştirilmiş-özel çıkarlara ters düşebilir ve bu nedenle karşı-gelmeyi, uygunsuz davranışı, "doğruyu dokuz köyden kovarlar" atasözüyle anlatılan yanlışın-egemenliğine karşı başkaldırıyı dile getirir. Bu anlatım örgütlü hareketlerle yapıldığında isyan, toplu başkaldırı, vatanın bütünlüğünü ve huzurunu yok etmeye yönelik bölücü terör girişimleri olarak nitelenir. Kölenin kamu ve özel yüzü hem örgütlü egemenliğin hem de karşılığın öğelerini taşır. çoğunlukla bunlardan biri diğeri üzerinde üstünlük kurmuştur. Bu üstünlük belli bir yaşa kadar değişime uğrama olasılığına çok sahiptir, ondan sonra, değişimden çok, destek hakimdir. Fakat bunun anlamı ille ki "kuru ağaç bükülmez" ve dolayısıyla "kırılıncaya kadar direnir" demek değildir. Kölenin kişisel kendini değiştirme ve değişme olanaklarının ve olasılıklarının yaşla gittikçe azaldığıdır. Buna enteresan bir istisna, özellikle ordu gibi en baskıcı örgütlenme içinde hayatını geçirdikten sonra, emekli olduğunda insanlığını hatırlayanlar ve beynini emir verme ve emirleri yerine getirme ötesinde çalıştırmanın yanlış olmadığını kavrayanlar, ve dolayısıyla geç yaşta örgütlü karşıtlığa sonradan katılanlar yok değildir.