SONUÇ

irfan erdogan

 

Kölelik sorunu toplumsal ilişkiler sistemlerinin yarattığı, sürdürdüğü ve aynı zamanda sistem içinde bu durumu değiştirecek gelişmenin olduğu bir insanlık durumudur. Köleliği anlamlandırma üzerinde mücadele köleliğin ahlak ve namus ve insanlık içinde sıkıştırılıp eritilerek köleliğin yumuşatılması ve devamı biçimleriyle, köleliğin materyal koşullarının ortadan kaldırılarak ortadan kaldırılması koşullarının egemenliği arayışı arasındaki farktan kaynaklanır. İkincisinin içinde daima birincinin insancıl duygusallığı vardır ki bu haklılık, haksızlık, doğruluk, yanlışlık temelleri üzerinde düşünmeye alışmış ve sembollerle iletişimde bulunan insanlık için kaçınılmaz bir duruma gelmiştir.

Kölelik belli materyal koşulların oluşturduğu, desteklediği ve sürdürdüğü, bu materyal koşullara sıkı sıkıya bağlı, dolayısıyla ancak köleliği yaratan koşulların değişimiyle değişen bir insanlık durumudur. Bunun anlamı oldukça açık: Hangi biçimde olursa olsun, kölelik doğal ve evrensel insan gerçeğini asla ifade etmez. Eğer öyle görünüyor veya sunuluyorsa, bunun anlamı egemen materyal ilişkilerin bu ilişkiler içindeki insanların bilincinde doğal ve evrensel olarak yansımasından, görünmesinden, kendini öyle sunmasındandır. Köleliğin doğallığı ve evrenselliği kapitalizmin insanın evrensel doğasını yansıttığı iddiası gibi sahtedir.

Kölenin köle olması ne alın yazısı ne de o insanların "kölelik" özelliğidir. Ben eğer köleysem, köle olarak doğmuş ve köle olarak öleceksem ve çocuklarım da köle olacaksa, bunun anlamı benim ve çocuklarımın insanvarlık olarak "kölelik karakterine, özelliklerine" sahip olduğundan değildir: Köle ve efendi köleliğini ve efendiliğini toplumsal bakımdan yapılaşmış pozisyonlar içinde kazanır ve kaybederler. Koçu bulunduğu tepeden al, bir sürünün içine yerleştir, Koçluk yeni bir anlam kazanır: Koç sürüden biri olur. Koçlar ve koçların bilim adamları Koçun koçluğunun kendinden kaynaklandığını “simit satma” hikayeleriyle süsleyerek anlatırlar. Böylece fırsat eşitliği, çalışarak ve aklını kullanarak servet sahibi olma kişiselleştirilerek masallaştırılır ve servetten yoksun bırakılanlar da televizyonlarda falan ağızlarının suyu aka aka hayallenirler. Neden? Demokrasi ve özgürlük, fırsat eşitliği, tarih, coğrafya, yurttaşlık bilgisi varda ondan!! Şunu kesinlikle akıldan çıkarmamak gerekir: Kapitalizm, kendinden önceki örgütlü sömürü sistemlerinden farklı olarak, hem fırsat eşitliği ve özgürlük hayalleri verir hem de istisnaları genel kaide yaparak bu hayallerin gerçekliğini kanıtlar, yanıtlar. Dolayısıyla, kapitalist ideolojide yasal ve teorik olarak “zenginlik” ve “başarı” kapıları herkese açıktır, yeter ki çok çalış ve girişken ol. Başarısızlığın, yoksulluğun ve yoksunluğun nedeni, toplumsal örgütlenmenin biçimi değil, insanın kendi tembelliği, beceriksizliği, korkaklığı, savurukluğu, iş bilmemezliğidir. Eğer örgütsel yapıları ve faaliyetleri değişmez gerçek olarak ele alıp yoksulluğu ve yoksunluğun nedenlerini incelersek, o zaman önümüzde tek doğru ve gerçekçi seçenek kalıyor ki bu da egemen ideolojilerin ve bilimin hikayeleme tarzıdır. Bu hikayelemeyle Mustafa’nın oğlunun gümrükte memur olarak karısının koluna altın dizdirecek kadar becerikliliği, buna karşın Halime’nin oğlunun bir iş tutturamayıp sokak arşınlaması İspinoza’nin (Yoksa Descartes’in miydi?) apaçık görünen gerçeği olur. Bunu reddedemezsin, çünkü altın dolu kol ve sokak arşınlayan ayaklar gözünün önünde apaçık olarak serilmiş durumda... Serbest sermaye düzeninin ideolojisinin gücü işte burada yatar: İnsanı, meşrulaştırılmış örgütlü yapıya ve (insanın ne olduğunu insanın kendine bakarak değil) bu yapının getirdiği ilişkiler içinde aldığı yere, gördüğü veya görmediği görevle değerlendirirken, eğer bir değişim gerekliyse kişinin değişmesinin ve kendini örgütlü faaliyetlere göre ayarlamasının zorunluluğunun evrensel insan gerçeği olduğu iddiasındaki başarısı...

Köleyi ve sahibi belirleyen, ne kölenin köle olma ne de sahibin sahip olma istemidir: İnsanın ne olduğu ne ve nasıl ürettiğiyle bağıntılıdır. Kişinin köle oluşu veya sahip oluşu ürünlerinin materyal koşullarına dayanır. Eğer bu koşul birinin köle ve diğerinin sahip oluşunu biçimlendirecek ve sürdürecek biçimde çalışıyorsa, kölelik-sahiplik ilişkisi ve iletişimi oluşur. Eğer bu oluşum kölenin başkaldırısını getirecek biçimde çalışıyorsa veya bu durumu yaratan karakterleri içeriyorsa, o zaman başkaldırılar ve devrimler süreci başlar. İnsan sürekli olarak kendi ve koşullarıyla hem tutma ve hem de değiştirme ilişkisi içinde olduğundan, başkaldırı koşulları oluşumu daima vardır. Dolayısıyla, kölelik sorunu insanın genel durumsal sorunudur. Çare de bu durumsallık içinde bu durumsallıkla sınırlıdır ve bu durumsallıkla değişir: Olmayan koşullar için olmayan çareler düşünülemez. Dolayısıyla, kölelik sorunu, kadın ve çocukları köleleştiren seks-tüccarlığı ahlakı ve din ötesindedir. Pakistan’da Müslümanların borç-kölesi olarak çocukları kullanması, bu Müslüman’ın dini ve ahlaki zayıflığını anlatmadan çok, egemen bir ilişkiye sömürgen olarak katılımı anlatır. Çocuğunu satan babanın durumu da aynı şekilde ahlak ve namus anlayışının ötesindedir. Bu nedenle ne hak, ne din ne namusla çözülecek bir sorundur.

Vurgunluğu yaratan ilişkiler sadece belli bir ekonomik alana kısıtlı değildir. Ekonomik ilişkilerin olduğu her alanda, kültür, sanat, eğitim, öğretim, eğlence ve dinlenme faaliyetlerinin hepsinde vardır. Bunun anlamlarından biri üzerinde durmak gerekir: Nasıl ki kapitalist egemenlik sadece siyasal ve ekonomik alan içinde sınırlı değilse, mücadele de bu alanlarla asla sınırlı kalmamıştır. Devrim ve değişim arayışı bir siyasal parti kurup siyaset yapmakla veya devrimi sadece siyasal alana ve bu alandaki faaliyetlere sınırlamakla, bu alan dışındaki egemenliğe-karşıtlık (örneğin kadınların özgürlüğü, çevre ve insan sağlığı gibi) faaliyetlerini küçümsemekle çerçevelenemez. Ayrıca, karşıtlık faaliyetlerini bir veya birkaç siyasi partinin ideolojisi içine hapsetmeye çalışmak veya parti dışındaki ilk bakışta siyasal olmayan sosyal örgütlenmeleri küçümsemek ve görmemezlikten gelmek veya reddetmek vurgunluğun karakterlerinden biri olan yobazlığın ve tutuculuğun bir ifadesidir. Hele “revizyonizm” (=bazı değişikliklerle yenileme) iddiasıyla örgütlü siyasal karşıtlıkların birbirine düşman kesilmesi, tutucu, gerici ve anti-demokratik olarak karşı-gelinen bir ilişkiler biçimine, başka nedenlerle, sarılmadır. Eğer insanların kendi kendilerini içinde buldukları duruma karşı başkaldırısı ve değiştirme çabası, kendini doğanın ve diğer insanın egemenliğinden kurtarıp doğaya ve diğer insana egemenlik amacıyla yapılıyorsa, bunun anlamı geriye dönüştür.

Sahiplik-köleliğinin getirdiği materyal koşullarda çözümün sahipliği-ortadan kaldırma olarak düşünülmesi olanağı azdır, çünkü egemenlik bu sahiplik üzerine kurulmuştur: Kölesi ona hizmet ederken, insanlık ve özgürlük tarihi yazan Roma veya Yunan filozofunun veya evinde hizmetçilerle hüküm süren liberal yatırımcı-bilim adamının, bu materyal ilişki biçiminde, en fazla "kölenin (işçinin) de insan olduğu ve insanca haklar verilmesi ve insanca davranılması” görüşüyle gelebilir.

Kölenin başkaldırıyı düşünüşü ise, yaşadığı koşuldaki ilişki sisteminin ona sağladığı sorun-çözümü olanaklarıyla sınırlıdır. Bu olanaklar ona sahibinin gırtlağını kemikle kesmeyi sağlıyor ve bunun sonucunda istediğini elde edeceği olasılığını veriyorsa, kemikle keser. Eğer kaçarak kurtulma olasılığı ve olanağı varsa, bunu kullanır. Ne başkaldırı ne başkaldırıyı engelleme (sorun ve çözümler) materyal koşulların ötesinde, bu koşullardan bağımsız olarak sağlanabilir.

 

Günümüzde, insanların insanları yoksun ve yoksun bırakarak, ezerek, işkence ederek, esir ederek, kamplara sokarak kendi özel çıkarları için insanlık dışı koşullara da yaşamaya mahkum edilmesi, en gelişmiş ve modern olarak kendisini niteleyen sistemlerde bile ortadan kalkmamıştır. Tam aksine kölelik durumları biçim değiştirerek veya eski biçimlerini büyük ölçüde koruyarak veya yeni düzenlemelerle devam etmektedir. Eski kölelik biçimlerini bugün ekonomik ilişkilerin hemen her alanında bulabiliriz. Fakat inşaat, yiyecek, tekstil, restoran, tarım, ev ve seks tüccarlığı sektörlerinde oldukça yaygındır. Bu sektörlerin yapıları ve ekonomik ilişkilerdeki durumları hem ucuz ücret-köleliğini hem de diğer kölelik-biçimlerinin yaygın olarak kullanılmasına yardım etmektedir.

 

Birleşmiş Milletler dergisi Chronicle, yüz yıl kadar önce endüstriyel devrim sırasında Avrupa ve Kuzey Amerika çocukları üzerinde uygulanan soygun ve sömürünün bugün üçüncü dünya çocukları üzerinde uygulandığını belirtiyor (UN Chronicle,1989). Bu “üzücü” durum kapitalist kalkınma ideologlarına göre ilerlemenin kaçınılmaz yan-ürünlerinden biridir. Gerçekte, ”kaçınılmazlık” köleliğe getirilen bir bahaneden öte çok az gider. İnsanlar arasındaki kölelikle ilgili üretim ilişkileri biçiminde “kaçınılmazlık” evrenselliğin değil egemenliğin bir ifadesidir. Bu egemen ilişki biçimi bu biçimi yaratan ve destekleyen öğeler ortadan kaldırılınca, ne kendi varlığı ne de kaçınılmazlığı kalır, yok olur gider. Bu ilişkide ne eğitim, ne yoksulun cehaleti, ne yoksulun çıkmazı bağımsız-değişkendir, fakat sadece ara-etkendir veya sonuçtur. Bağımsız-değişken ekonomik yapıdır, ara-etkenler ve sonuçlar ise bu yapının işleyişiyle ortaya çıkan ve desteklenen ideolojik, kültürel, ekonomik, sosyal oluşumlardır.

Bu hayatı kimin, ne amaçlarla ve nasıl yaptığı sorusunu soranlar bile yaşamını sürdürmek için hem kendi kendiyle hem çevresiyle mücadele vermek zorundadır (babasının mirasını yiyenler hariç). Bu yapma-hayatın canlılığı ve gerçeğinin egemenliği her gün-yeniden yapılmasıyla sağlanır. Bu yeniden yapış ve yapılış kendi içinde boyunsunma, vuruluş ve başkaldırıyı taşır: En cahil köle bile durumunun ve çıkmazının bu çıkmazı yaratan yapının günlük yapışlarla yeniden-yaratılmasına katılarak kendi ezilmiş durumunu kendi eliyle de yürüttüğünün farkındadır. Ne babamızın eli altındaki analarımız, ne ağanın ve paşanın emrindeki kullar, ne ücretli ve maaşlı kitleler, ne de işkenceyi zevkle yapan işkenceci-köle yaptığını ve katılmasının anlamının (belli bir) bilincinden yoksundur. Farkındadır. Hem de çok iyi farkında. Zincirine vurulanın vurgunluk içinde hapsedilmişlik durumu insanın sıkı sıkı sarılmak zorunda bırakıldığı kurulu yaşam gerçeğidir. Bu gerçeğe karşı insanın tepkisi her yerde herkes tarafından aynı değildir ve aynı olması da beklenemez. Egemenlik en azından kendi çıkarına olan alternatifleri biçimlendirerek ve bu alternatifler içindeki ilişkilerde kölenin köle kalmasını sağlayan koşulları tutarak, bu kölelikten kurtulma alternatiflerini ortadan kaldırarak, egemen alternatifler içinde demokrasi ve özgürlük hisleri vererek, kendi çıkarına karşıt alternatifleri de kendi çıkarına uygun bir biçimde kullanarak, engelleyerek, ezerek, sınırlayarak yarattığı egemen gerçeklerin “hayatın cilvesi ve kendisi” olduğunu bu egemen gerçekler içinde yaşayanlar için insanlığın kaçınılmaz yaşam-gerçeği yapar.

Yapılı-egemen yaşam gerçeğinde sürekli ögütülenler ve harcananlar, vurgunluklarını en hunhar bir şekilde ifade edenler bile içlerinde daima ezilmişliğin öfkesini taşırlar. Vurgunların bazıları bunu diğer vurgunları çeşitli nedenlerle ezme süreçlerine katılarak, diğer bir vurgun üzerinde uygulayarak ifade eder. Egemen toplumsal faaliyetlere ve buna karşıt-olan faaliyetlere katılarak sadece yaşam kavgası verilmez, aynı zamanda bu kavgayla oluşan ve desteklenen öfkelerle boşanma ve rahatlama sağlanmaya çalışılır. "Hayat bu" denen yapılı-gerçeği değiştirmeyi amaçlayan bir alternatifin egemenlik kazanışı sırasındaki silahlı başkaldırılarda, kendini köleleştiren ve ezen sistemin sembollerini büyük hınç ve öfkeyle tahrip ederler. Örneğin Rus çarının sarayının -- nereden onun sarayı oluyor, kendi ve ailesi mi kurdu eliyle ve emeğiyle?-- devrime katılan insanlar tarafından işgal biçimi...Birikmiş öfkeyi ve kini, ezilmişin çektiğini anlamak için ancak ezilmişliği tecrübe etmek gerekir. İşte o zaman ezmenin sembollerinin parçalanışının ne tür bir kurtuluş ifadesi olduğunu anlayabiliriz. Nükleer silahları yok etmek, orduların rütbelerini birer birer sökmek, devlet meclislerinin, senatolarının ve kurumlarının ezici ifadesi olan fiziksel mimarı-yapılarını yerle bir etmek kan, ter, gözyaşları ve insan emeğinin sömürüsünün sembollerini ortadan kaldırmayı anlatır. Tabi bana göre, bunların bazıları, örneğin hemen her ülkede meydanları beyin yıkayıcı sembolik-sunumlarıyle kirleten birçok heykel insanlık-dışılığın ifadeleri olarak üzerlerine asılan tabelalarla açıkça nitelenip, insanlık gerçeğine göre yeniden tanımlanarak muhafaza edilmelidir. İnsanların çektiklerini sembolleyen her şey ta ki geri dönme veya benzeri dönüşüm olasılığı ortadan kalkıncaya kadar insan nesillerinin belleklerinde canlı tutulmalıdır. Ben bu canlı tutmayı sembollerle ilişkin olarak sunuyorum, sembolü insanın kendisini esir olarak, hapis olarak, sürgün olarak, siyasal gerici veya faşist veya sömürücü diye “şimdi ezme sırası bende, hisset de ne demek olduğunu anla” diyerek kendine ve geçmişte kendi gibilere yapılanların intikamını alma girişiminden değil. Dünyanın her yerinde herkes belli ölçüde hem ezme hem de ezilme sürecine, farkında olmayarak veya bilinçli olarak, katılır. İnsanlık tarihinde hiç kimse melek değildir ve meleklik iddia edenler yapısal ilişkiler ve bu ilişkiler içindeki kendi ve insanlık durumunu yeterince anlamayan veya kendi özel çıkarına göre tanımlayan kişilerdir.

Endüstrileşme gelişmiş kapitalist dünyaya ücret köleliği ve geri bırakılmış dünyaya emperyalizmle (direk-kolonicilik ve yeni-kolonicilikle) hunhar sömürüyü getirdi. Dünya kapitalistleri 21'inci yüzyıla umutla bakıyorlar. Politikacılar heyecanlı nutuklar atıyor gelecek hakkında. Kapitalistin ücretle\maaşla kiraladığı bilim adamları egemenlik koşullarını yansıtan 21'inci yüzyılın planını yapıyorlar. Elbette umutlu ve heyecanlı olacaklar, çünkü kapitalist, dünyaya baktığında 18'inci yüzyılın İngiliz kapitalizminin sömürü koşullarını anımsayıp seviniyor: Asya, Afrika, Latin Amerika'da büyük-babalarının kölelerini çalıştırma ve sömürme koşullarının aynısını görüp zevkten uçuyorlar. Elbette kendileri büyük babaları gibi değiller, ellerinde modern teknolojinin kontrol mekanizmaları ve iletişimi var. Büyük babalarının yaptığı kendilerinin yaptığı ve yapacağını umdukları yanında hiç kalır. Tabi, 21'inci yüzyıla umutla bakan kapitalist aynı zamanda, korku içinde de: Dedesine karşı baş kaldıran ve dedesinin yok etmeye çalıştığı başkaldırılar devam etmekte ve önlenememektedir. Kapitalist 21'inci yüzyıla umutla ve ağzının suyu akarak bakarken, aynı zamanda kabuslar görmeye devam etmektedir.

Egemen çevrelerde toplumların birçok sorunlarına çözüm olarak verilen aynı cevap kölelik sorununa da verilir: Ekonomik kalkınma. Profesörler üniversitelerde, devlet adamları, siyasetçiler ve ekonomistler her yerde kalkınma çareleri nutukları atarlar. Sorun ekonomiktir, fakat kesinlikle ekonomik kalkınmayla ilgili değildir. Kafalarımızı uydurma teoriler ve bahanelerle dolduran kölelik sistemlerinin aydınlarına, eğer bilmiyorlarsa öğrensinler:

(1) köleliğin varlığının amacı ekonomik kalkınmadır: Toplumun belli bir kesiminin geniş bir kesiminin sırtından zenginleşmesidir.

(2) Dünyanın geniş nüfusunun yoksunluk ve yoksulluk içinde olması kalkınmamanın, geri kalmışlığın, az gelişmişliğin bir sonucu değildir. Tam aksine kapitalist kalkınmanın ve emperyalizmin bir sonucudur.

(3) Az gelişmişlik, geri kalmışlık da, benzer şekilde, sistematik sömürünün bir neticesidir.

 

(4) Sorun ne nüfus artışı ne eğitim sorunudur. Sorun üretim ilişkilerinin biçimi, ülke içinde ve dünyadaki servetlerin bölüşülmesi ve kullanılması sorunudur.

(5) Ekonomik kalkınma, fakat kimin ekonomik kalkınması? Sermayenin kalkınması, ülkenin veya dünyanın kalkınması anlamına gelmez. Eğer gelseydi, örneğin, kapitalist dünyada her ülkede olduğu gibi, Türkiye’nin belli bir grup ailelerinin kalkınmasına karşılık kitleler içecek su bulamayacak duruma düşmezdi.

 

Köleliğe çözüm, köleliğin tutucusu olan kalkınma değil, önce kölelik üretim ilişkileri biçiminin değişmesinde yatar.

Yani, Avrupalılar Türkiye'de ve benzeri ülkelerde siyasal yasaların ve insanlara karşı meşrulaştırılmış terörün kullandığını ve bunların insan haklarına aykırı olduğunu, böyle kalkınalımayacağını söylerken yalan mı söylüyorlar?

Yoo, gerçeği söyleyerek çok ayıp ediyor, milliyetçi hislerimizi ayaklandırıp kafamızı bozuyorlar. Ah, elimizde olsa, ülkemizde bölücülüğü teşvik ediyor diye yasal bir şekilde mahkemeye verip, yasal bir şekilde hapse atıp, hapiste insanlığın ne olduğunu onlara bir güzel anlatırdık ya, olmuyor işte!! Ah, Sultan Süleyman neredesin?

Çadırda insanlığın geleceği için oğlunu boğduruyor! Rahatsız etme, yoksa Yeniçerilere şamar-oğlanı olarak verir seni valla!!.

Şu Amerikalı ve Avrupalılara bak, neymiş, Türkiye’de “cluster bombası” varmış (HRW, 1994), Sana ne be!, Biz vatanı nasıl koruyacağız, çiçek atarak mı?. İnsan haklarını çiğneyen yasalarımız ve uygulamalarımız varmış? Sana ne lan, bu millet benim milletim, yola getirmek için döverim de severim de! Dayak cennetten çıkmadır.

Türkiye'de ifade özgürlüğü yokmuş ve onun yerine öldürmeler, hapiste katletmeler, işkenceler, mallarına el koymalar varmış (HWR, 1993). İşkence dediğiniz de ne ki? Sizden öğrenerek geliştirdiğimiz içtenlikle işlenen ve içten haykırışların yaratıldığı ince bir sanattır!! Ne demek be, bir de vatanı bölmeye çalışanlara “aferin be, özgürlüğünü vatanın temeline dinamit koyarak kullanıyorsun” diye sırtını mı sıvazlayacaktık?.

Polisin elinde tutuklular can veriyormuş (HWR, 1993, 1991, 1992). lafa bak! Bölücüler toplum huzurunu bozarak polise işkence yapmakta gerçekte! Yoksa polisler kuzu kuzu çaylarını içer, sigaralarını tüttürür, rahat ve huzur içinde ay sonunu maaş almak için beklerdi. Ne huzur ne rahat ne dirlik bıraktılar!.

Bizde anti-terör yasası varmış ve bu yasa insan haklarının içine ediyormuş. Sanki sizde yok mu, böyle yasalar. İnsan haklarıymış, çocuk haklarıymış, işkenceymiş falan fişman, sana ne be, Türk milletinin iç işlerinden burnunu çek, sen kendi ülkene bak!! Bak ben sana karışıyor muyum? Hatta senden işkence eğitimi, metodu ve alet ve edevatları alıyorum. Ardından da utanmadan, beni suçluyorsun!! Edepsizlik seninki de!! Helikopterleri, kurşunları, silahları, kısaca yoldan çıkanları yola getirme araçlarını niye alıyoruz ki, turşusunu kurmak için mi, alın turşu kurun diye mi bize satıyorsunuz? Bir de akıllı geçiniyorsunuz: İşleyen demir ışıldar. Bilmiyor muydunuz? Sizin bizden öğreneceğiniz daha çoook şeyler var. Hem özgürlükten ve demokrasiden bahsediyorsunuz, hem de verdiğiniz dersleri ve silahları Mustafa'nın üzerinde kullanamazsın diyorsunuz? Lafa bak! Sizden yardımlarla, hibelerle, borçlanmalarla aldığımız tankları, helikopterleri, F-16'ları falan süs için mi aldık be! Vatanı korumak için iss-tediğimiz gibi kullanırız!, Bu silahların etken olarak kullanılabileceği ve kullanıldığı tek alanın, kendi komünistlerimizi ve vatanın bütünlüğüne dil ve el uzatmaya çalışanları doğru yola getirmek olduğunu da kim yumurtluyor? Ne istiyorsunuz, yani, kullanılmadan durup çürüsünler, ariye mi gitsinler? Siz savaşa hazırlığın ve talimin ne olduğunu bilmiyor musunuz? Senelerdir Latin Amerika, Asya ve Afrika’nın aslan rejimlerine ders veren kendi silahlı kuvvetlerinizden, özel okullardan, üniversitelerinizden, polisinizden, silah endüstrinizden haberiniz yok mu? Doğru, gündüz bu tür ilişkilerle haşır neşir olduktan sonra, akşam haberlerinde bunlar olmayınca nasıl haberiniz olacak ki? Birbiriniz arasındaki öğretme ve satma yarışı hep insanlık için değil mi? Kafir olmanıza rağmen Allah razı olsun, sizin sayenizde, sizin yardım ettiğiniz kalkınan dünya ülkeleri uzun mesafeler kat ettiler. Az gittiler, uz gittiler, dereyi tepeyi, göğü ve yeri endüstriyel atıklarla düz edip gittiler; yanlışı ve eğriyi tuzla buz edip gittiler; gittiler Allah gittiler; hatta biraz daha gittiler; fakaaat bir de dönüp arkalarına baktılar ki bir saman boyu yol gitmişler. Samanda bir sürü kan lekeleri var.

N’olacaktı ya! Kalkınma fedakarlık ister!.

Kusura bakma ya emmoğlu, hafif meşref bir sorum var: Fedakarlığı yapanlarla kalkınanlar neden aynı kişiler değil?

Deli misin be, salatalık! Seni ince ince doğrarım valla! Bir de aynı kişiler mi olacaktı! Tek bir eğri ağaç parçası bile toplamayan Yunus Emre’den kulluğun nasıl olacağı hakkında ders almadın mı? Başka dervişlerle ve ermişlerle de ilişkin var mı? Keto'yu tanır mısın? Memişle ortak mısın? Mevlana’nın yanından geçtin mi? Döndün mü? Sen dönek veya bölücü falan mısın yoksa!!

 

Yok amca ya, ben arada bir ekmek bölerim. Bir de kahveye gidip dönerim. Cin çarpsın ki o kadar valla...

Sus da dinle! Fedakarlık yapan vatanperverdir, aslandır, kaplandır, şereflidir, inancı ve imanı bütün olandır, dişini ve kemerlerini sıkandır, soğan ekmekle zıkkımlanıp, pardon rızıklanıp kutsal olan her şeyi koruyandır. Ona bu olanakları sağlayanlar ve bu fırsatı verenler ise en asil, en güzel ve en zengin insanlardır. Sen hiç fırsat eşitliği ve özgürlük ve demokrasinin ne olduğunu duymadın mı?

Seni gidi vurguncu seniii. Bana kölenin zincirine vuruluşunu anlatıyorsun gibime geliyor...

Kölelik mi? Tefecilik, borç köleliği, hizmet köleliği, ücret köleliği mi? Hepimiz birbirimizin kölesiyiz bu dünyada. Hepimiz birbirimiz içiniz. Halının desenleriyiz. Hamza ağa olmasa ağanın kapısında ağanın elinden ekmek yiyenler aç ve perişan kalır. Allah razı olsun, başımızdan eksik etmesin, Fabrikatör Mr. Hınzır sayesinde yüz bin işçi ailesi geçiniyor. Fabrikalarının kapısını kapatsın veya Pakistan’dan ve Hindistan’dan aylığı beşyüz bin liraya işçi alıp, sizlere “istemiyorsanız gidin” desin bakalım ne olur? Çocuklarınız, yiyecek ekmeği bırak, içecek su bile bulamaz. Yalan mı ha? Serbest bırak o ücretli\maaşlı köle dediklerini bakalım: Nereden iş bulacak, nerede karınlarını doyuracaklar? Aç ve perişan kalırlar!. Yelpaze kulaklarını iyi aç ve dinle: Hayat bu! Hayat!! Boru değil!. Gerçekle ilişkisi olmayan idealist saçmalıkları bırak, sadede gel! İstersen titreyerek kendine gel. İstersen uluyarak, istersen havlayarak, istersen okuyup bilmem ne firmasına, odasına veya cemiyetine hademe veya üye olarak gel! Gel de, nasıl gelirsen gel! Önemli olan gelmen! Gel ki rahatlayasın! Bu dünyadan zevk alasın.

O zaman, sınıf mücadelesine ne dersin?

Hangi sınıf? Kime karşı kim? Kapitaliste karşı işçi sınıfı, işçi sınıfına karşı kapitalist? Ne zaman burjuva sınıfı yaptırdığı silahla doğrudan elini kirletti ki? Bölücülere diş bileyenler, komünist temizlemeye can atanlar, dazlak kafalılar, acayip bıyıklılar, çember sakallılar, polisler, silahlı jandarmalar, tankları sürenler, helikopterlerle havadan ateş yağdıranlar, ölenler ve öldürenler kim?

BİZ VE ONLAR?

HANGİ BİZ, HANGİ ONLAR?

Nasıl oluyor da ONLAR’a sadece sömürülme bağıyla bağlı bazı komşun ve bazı akraban BİZDEN değil de ONLARDAN oluyor?

 

Kölelere karşı sömürme, ezme ve gaddarlık yarışında kölelerin kendileri arasından gelenler köle-sahiplerinden asla geri kalmamıştır. Günümüzün ücretli\maaşlı kölelik sistemlerinde, küçük-esnafların dışında köle-sahipleri kölelerinin sayısını sadece kağıt üzerinde bilir. Ne köleleriyle yüz yüze gelir ne de bu gereksinmeyi duyar.

Bugünün köle-sahipleri yardım baloları ve insan haklarıyla meşguldür ve gaddarlığa kesinlikle karşıdır: Gaddarlığı başkalarına yaptırırlar ve yapanları insan hakları, fikir özgürlüğü ve demokratik yasalar adına kınarlar.

Bunları düşünürken Filipin halkının servetini zimmetine geçiren ve insanları kanlara bulayan Marcos’un karısının New York’ta East River kenarında Manhattan’a bakan büyük binası gözüme ilişiyor. "İmalda'nın ayakkabıları" hikayesini anlatıyor egemen iletişim araçları... Köşede biri esrar çekiyor. Düşünceli... Biraz sonra bir ihtiyarı veya bir kadını soymayı tasarlıyor belki de. Banka soymaya kalksa yirmi yıl yer. Biz daha kolay kurbanız hem ONLARA hem KENDİMİZE karşı...

Peki köleliğin ortadan kalkışı? Meşru olarak kabul edilen bir toplumsal fonksiyon ve ilişki biçiminin ortadan kalkması düşünülemez. Benzer biçimde, gayrimeşru olarak yürütülen ve desteklenen sömürü faaliyetleri de kendiliğinden ortadan kalkmaz. Aristo’nun Politics’inden beri (Garlan, 1992) egemen düşünce tarzında köleliğin ortadan kalkması makinelerin (teknolojinin) gelişmesine bağlanmaktadır. Bunun tabi, gerçeklerle ilişkisi belli gerçeklerin evrensellik iddiası ve diğer gerçekleri ezmesi veya yok saymasını anlatır. Teknoloji (egemen ideolojilerin teknolojiyi tanımladığı anlamda) köleliği ortadan kaldırmadı, aksine kontrolu getirdi. O zaman, tekrar sorayım: Köleliğin ortadan kalkışı ne zaman ve nasıl olacak? Nasıl oldu ve oluyorsa öyle olacak: Köleliği yaratan, destekleyen ve besleyen koşulların ve bu koşulları biçimlendiren üretim ilişkilerinin değiştirilmesiyle... Kısaca sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasal devrimlerle... Ne vurgunun vuruluş dünyası ne vuranın vurma girişimi sadece siyasal yasalarla ve yasaklamalarla değiştirilebilir. Yasaların ve yasaklamaların görevi daima vuruluş bilincinin ve egemen ideolojinin desteklenmesi ve kölelik biçimlerinin bu yeni-ek tanımlamalarla devamını sağlamak olmuştur.

Zamanımızın ücretli\maaşlı kölelerinin vurgunluktan ve zincirlerinden kurtuluşu ancak kendilerinin kendilerine ve kölelik düzenine karşı mücadelesiyle gerçekleşebilir. Engels'in 1888'de Marks'ın "Özgür ticaret sorunu üzerine" yapıtının önsözünde belirttiği gibi, tek olasılıklı çare, antika bir sosyal düzenin zincirinden üretim güçlerini ve gerçek üretici olan kitleleri ücret\maaş köleliğinden azat edecek, sosyal bir devrimdir (Engels, 1888). Bu devrim de burjuva devriminin belli sınıfın egemenliğini getirmesiyle başlayan mücadelelerle biriken sürekli oluşum içindedir.

Kölenin zincirine vuruluşunu anlamaksızın ne özgürlük, ne demokrasi, ne politika, ne toplum yapısı ve değişimi, ne sınıf ne de sınıf mücadelesi yeterince anlaşılabilir.

Ücret\maaş köleliği sistemi temeli üzerinde eşitlik ve hatta eşitcil dağıtım için kazan kaldırmak, mutlak kölelik sistemi temeli üzerinde özgürlük için kazan kaldırma gibidir.

Haklı veya eşitcil olarak düşündüğün, soru dışıdır. Soru: Belli bir üretim sisteminde gerekli ve kaçınılmaz olan nedir?

 

Zincirlerimi sulama zamanı geldi.

Peki kırmayı düşünmüyor musun?

Ağzını topla, ya! çiçekler bakılmak ve sevilmek içindir!!

Çiçek falan görmüyo'm ben...

 

Körlük parayla değil kardeşim.

Doğru valla, körlüğe sarılmak daha kolay. Hele bir de sağırlık eklersek buna, iş tamamlanır.

Ne dedin?, ne dedin? Çiçeksiz zincir büyümez mi? Zincirleri sulamak mı gerek?

Temiz suyunuz var mı sulamak için? Her ihtimale karşı şişe suyu satın alın daha iyi. Kalkınmaya yardım etmiş olursun.

Yok, bende Kölenin zincirine vuruluşu kitabı var. Çok iyi suluyor. Hem de ne suluyor!!

Umarım zincirlerden epey yapma-çiçek yoldum ve en önemlisi, en azından, zincirle çiçek farkını sergiledim. Yolma veya süslemeye devam artık size kalıyor.