VURULMA

      VURGUNLUK

      VURULUŞ

                   

                          irfan  erdogan

“Kirpiklerini ok eyle vur sineme öldür beni; Bıktım dünyanın halından, vur sineme öldür beni” diyor adam kıza ve ardından kızı ve erkek arkadaşını kasap gibi doğruyor. Söz ile hareket pek uymadı değil mi? Halbuki dediğine göre tam tersi olması gerekirdi. Olmadı. Alın yazısı mı deseeem yoksa sahip olamayanın kederle yanışı ve mülkiyet iddiasında bulunarak kendine faydası olmayan “mülkü-olmayan-mülkünü” “başkasına yar etmemek” için koruyarak öldürmesi mi desem.

Bizim olmayan fakat sahiplik iddia edip gebermek ve gebertilmek için hazırlandığımız ve hazır olduğumuz daha neler vaaaar neler. Mesela neler? Mesela mehter marşıyla gelenler mi? Maaş ve aylık adıyla sarılmaya mecbur bırakıldıklarımız mı?

“Kendinizi yakın“ diyor bir lider hapiste yatan kıza. Kız da “olur” diyor. Kendilerini yakıyorlar. Bu kız neden “hey, lider olarak sen bize önderlik et ve önce sen kendini yak, biz arkadan geliriz” demiyor? Yakan neden yakıyor ve arkadakiler slogan atıyor? Neden savaşlarda savaşan kitleler birbirini öldürürken ve işgal eden ordular kız ve kadınların ırzına geçerken, savaşı kaybeden komutanlara ve kadınlarına bir şey olmuyor? Oynanan oyun ne ve neden oynanıyor? Oyuna ve oyunda vurulanlar neye, ne için ve neden vuruluyorlar?

Aşağıda biraz düşünme eksersizi yapacagız. Bu siteye girdiyseniz, demek ki okuyacaksınız. Ne yazık ki, asıl okuması gereken siz değil, başkaları. Herneyse, bu başkalarına siz iletin artık. Bu sırada sakın kendinizi yakmayın.

 

Yanlış anlamayı önlemek için en başta hemen belirteyim: Vurulma, vurgunluk, vuruluş kavramlarının, "büyük hırsızlık" veya "meşru olmayan kendine-mal etme" anlamına gelen "vurgun" kavramı ile ilişkisi, egemenlik faaliyet ve ilişkilerinin sadece bir parçasını anlatır.

Bu kitapta, kölenin zincirine vuruluşu, bu insanın "vurgunu (büyük hırsızlığı)" dıştan kötülerken içten vurguna ve vurgunu vurana olan gıpta edişi ve "keşke" diye iç çekişiyle anlam bulur. Çoğu vurgunun (=büyük hırsızlığın) ticaret olarak nitelenişi bunun bir diğer örneğidir. Köleyi ( vurulanı) veya olayı (vurgunu = büyük hırsızlığı) anlatan ilişkide (kölenin zincire ve zincirine vuruluşunda), (a) köleliğe kölenin katılımını ve (b) vuranın kölelikle sağladığı soygun-kazancı (örneğin artık-değerin gaspını ve ideolojik egemenliği) görürüz.

Vurulma veya vuruluş, psikolojik ifadeden çok egemen üretim biçimin kendisini üretmesine (ki bu karşıtlarını bastırma faaliyetlerini de içerir) katılmayı anlatmada kullanıldı. Vurulma sürecinde, oluşumunda ve durumunda özne vurulandır. Vurulmanın fiilinin özneyle olan ilişkisinde (veya öznenin vurulmayla olan ilişkisinde), vurgunluk, vurulma, vuruluş hem pasif hem de aktif anlam taşır: Fakat pasiflik öznenin vuruluşu, yapılışı nedeniyle büyük ağırlıktadır. Diğer bir deyimle, vuruluşta vurulanın seçenekleri sınırlı bir duruma gelmiştir. Vurulan vurgunluğun getirdiği acı ve vurulduğunun gücü, cazibesi ve çekiciliği altında, özgürlük yerine köleliğini perçinleyen ve acısını artıran hayallerle hayallenir. Dertleri, kederleri, üzüntüleri kendine meslek edinir: "Kirpiklerini ok eyle, vur sineme öldür beni" der. "Bıktım bu dünyanın halinden, vur sineme öldür beni." Vuran, örneğin Kapitalist, göbeğini sıvazlayan babasının portresine bakarken manalı manalı gülümser. Sekreter umutlanır ve hayaller kurmaya başlar.

Vurulmada aktiflikte bile pasiflik gizlidir: Herhangi bir çekicilik, cazibe nedeniyle kendi dışındakine kapılanma...Vurulmanın konusu sahip olunmak istenen, arzulanan, elde edilmek istenen, ulaşılmak istenen veya kendine mal edilmek istenendir.

 

Vurulmada şaşırtıcı birkaç yan vardır: İstenenlerle bu istenenlere sahip olanlar arasındaki bağın yanlış anlaşılması en başta gelendir. Ardından (aynı sırada olması şart değil) istenenle istenene sahip olan arasında özdeşlik gelir. Sahip olan ve istenen bir, eş, aynı olur. Bu da tapınmayı ve kulluğu getirir ve tapınış bağını güçlendirir: Başkalarının olan, BENİM veya BİZİM olur.

Duyguların ve bağların yoğunluğu, ne denli güçlü görünürse görünsün, kendi içinde daima ansızın geri dönüşü ve kopuşu ve zıtlaşmayı taşır.

Vurgunluk ilişkisinde derin çaresizlik duygusu egemendir: Sahiplik olanaklarının yok veya çok sınırlı veya tatlı bir rüya olması nedenleriyle, durumsal çaresizlik, çıkmazda olmak ve bu çıkmazdan kurtulmak için de tek çare olarak vurgunluk durumunun getirdiğine ve sunduğuna umutsuz umutla, öfke, kin ve sevgi dolu hislerin keskinleştirdiği hislerle sarılmak. Bu sarılışı ve sarıldığını (vurgunluk durumunu) canla başla korumak veya kopuş durumunda şiddetle düşman kesilmek...

Kurban, kendi kurbanlığında, başkalarını kurban etmeye (tutsaklığa ve örgütlü katliamlara) katılışı nedeniyle kolayca suçlanabilir. Suçsuz da çıkarılabilir... Suçlama veya suçsuz çıkarma tümüyle yaklaşım tarzına bağlıdır. Bu kitabın anlamlandırma biçimi, kendimizi anlamaya çalışmamızı ve var olan anlayış ve bu anlayışla bağıntılı olan ilişki biçimlerimizi, hiç değilse, zaman zaman gözden geçirerek, insanlığımızı yeniden kazanma olasılığını artırmamız veya geliştirmemiz gerekliliği ile ilgilidir. Bu anlamlandırmanın amacı, daha iyi anlayabilmek ve böylece insanlık mücadelesinde daha etken yollar bulunmasına yardım etmektir. Kitleleri idealleştirmeye son vermek yerine, anlamak gerekliliğini öne sürerken, kurbanın kurbanlığına bakmadan, kurban edenlerin bıçağını alıp kendini ve başkalarını kesmesini anlatırken, kölelerin kendi köleliklerine katılmalarını kişisel olarak tiksintiyle karşılayabiliriz. Fakat bu tür bir yaklaşım sağlıklı bir yönlenme getirmez. Hislerin ötesine geçip "ne yapmak gerektiği" üzerinde durmak gerekir ki bu da, istesek de istemesek de, olmaktadır. Dolayısıyla, vuruluş\vurulma üzerinde durmak, egemenlik ilişkilerinde ihmal edilen ve bazen de idealleştirme sonucu ortadan kaldırılarak toplumsal oluşumdaki her olayı sadece egemenliği sürdürme çabasında olan egemen güçlerin kendilerine yükleme ve kurbanı sadece kurban olarak ve kurbanlık bilinciyle dolu olarak nitelemek gerçeğin önemli bir yanını ihmal etmektir. Özellikle 21. yüzyılın eşiğindeki dünyada, kapitalist sömürü düzeni göreli bir meşruluğa sahipse, bunun nedeni sistemin sahipleri değil, aynı zamanda ücretli\maaşlı kölelik sistemine katılan kitlelerdir. Bugün, dünlerden çok daha fazla olarak, toplumlarda sömürü ilişkilerinin devam etmesinin en önde gelen nedeni, bu ilişki düzeninin birbirini destekleyen toplumsal, sosyal, ekonomik, siyasal ve kültürel örgütlü ve örgütsüz-görünen faaliyetlerine egemen yaşam gerçeklerinin zorunluluğu ötesinde, kitlelerin yeterli bir kısmının canıyla korumaya kadar giden katılımıdır (katılma durumunda bırakılmasıdır). Dünya tarihinin hiçbir döneminde, bugünkü kadar, kitlelerin kendi sömürülerine kendilerinin gönüllü katılması koşulları yaratılmamış ve sağlanmamıştır. Bu sadece, koşulların yarattığı ve zorunlu katılmayla gelen zorunlu gönüllülük değildir. Tarihin hiçbir döneminde BİZ'in kendine düşmanlığı bu denli gerçekleştirilememiştir. Aynı zamanda, tarihin hiçbir döneminde kitleler bugünkü kadar toplumu kolayca değiştirme gücüne sahip olmamıştır. Bugünün kapitalist düzeninin egemen güçlerinin egemenliklerini gerçekleştirmesi, ta ki fezada kuracakları evlerinde bilgisayara bağlı lazer ve kimyasal silâhları binlerce kilometre uzaktan hedefi seçip taşınamaz mülkiyetlerine zarar vermeyecek biçimde yok etme olanağına sahip oluncaya dek, kölelik düzeninin getirdiği vurulma mekanizmalarıyla sağlanan kitlelerin gönüllü katılımına dayanmak zorundadır. Gönüllü katılma, vurgunluğun, örgütsel ilişkilerde pozisyonlandırmanın ve bu pozisyonu korumanın yücelttiği bir katılmadır. Toplumdaki bu pozisyonun, ille ki karnı tok ve sırtı peklik getiren bir pozisyon olması gerekmez. Her gün namaz kılar gibi beş öğün dayak yiyen kadının evlilik kurumunun onu yerleştirdiği bu pozisyona vurgunluğu (dolayısıyla pozisyonu ve kurumu koruması) önündeki seçeneklerin ona şimdi, yakın ve uzak gelecekte sunduğuyla bağımlı bir sonuçtur. Nikaragua’da, Latin Amerika’da ve dünyanın diğer yerlerinde kendini bağımsızlık mücadelesi içinde bulan dağdaki köylünün bu mücadelede yerleştirildiği durum onu tarafsız veya ilgisiz kalma veya açıkça hangi tarafta olduğunu göstermeme olanağı tanımaz: Tarafsızlık veya ilgisizlik veya canla başla bir tarafı desteklememe, baskı, işkence ve hatta öldürülmeye kadar giden neticelerle sonuçlanır. Bu durumda “idare etmek” en zor olan bir stratejidir, “taraf seçmek” silahlı olarak katılmayı gerektirir. Bu durumdaki bir köylünün egemen güçleri desteklediğini belirtmesi zincirine vurgunluğun özel bir ifadesidir: Eğer desteklemediğini belirtirse, zincir boğazına dolanır. Bu nedenle, sahte-bilinç, masal olması yanında, belli materyal temele ve materyal umutlara bağlıdır. Materyal temele ve umuda dayanmayan sahte bilinç, sahteliğiyle sırıtarak hemen nalları diker gider. Nalları dikmemesi için, aynı zamanda, umutların ölmesi veya umutsuzluğa dönüşmesi nedeni olarak kızıllar ve vatan hainleri, iç düşmanlar, bölücüler, vatanı satanlar veya ellerine geçirdiklerinde satacak olanlar "neden" olarak gösterilir: Vurun kahpeye!!.. Kahpeye vurun diyenler ve vuranlar kahpenin donuna girenler veya donuna girme hayaliyle kürek çekenlerdir. Kahpenin suçu? Belki de, egemen sahtekarlığa, ahlaksızlığa, baskıya ve boyunduruluğa karşı kendi özgürlüğünü ifadeye çalışmasıdır. Kahpeye vuruş, bu egemen yapının çirkefliğinin kahpeye yüklenerek, çirkefliğin kendini temize çıkarmasıdır. Çalışıyor mu? Çalışmasaydı vurun kahpeye filmleri çeşitli kılıflarda her gün toplumsal ilişkilerde çevrilmezdi. Peki "materyal kadın" Madonna'nın, Playboy’un ve burjuva feminist görüşü sunma adı altında seks ticaretiyle tüketim ideolojisi ve mallarının reklamını yapan kadın dergilerinin temsil ettiği "kahpelik"? Seyirci toplayan ve servet yapan ve bu tür ilişkiler düzenini "herkes servet yapabilir" ideolojisiyle destekleyen "kahpelik," "kahpelik" değil, özel teşebbüstür, sanattır, kültürdür, modadır.

------------

NOT: Benim dilimi bilimsel falan bulmayana veya dilimi hakaret falan dolu bulana veya çok post-modern duyarlılıkta neye ve kime karşı nasıl duyarlı olunacağıni bilmeyip, biçime duyarlı olup özü atanlara bir çift sözüm var: Sana ne be, Allaaan geri zekalı aptalı; Bırak efendilerin savunsun kendini. Ama olur mu yaaa, olmaz. İşçi sınıfının yarısını diğer yarısını baskı altında tutmak ve gerekirse öldürtmek için fiilen ve beyinden kiralamak varken, üst sınıfların ve post-modern duyarlılığın midesini bulandırmak olur mu hiç! Bunu bak, mafya nasıl uyguluyor: Öldürtürsün; üzüntünü beyan edersin; çiçek yollarsın; ailesine maaş falan bağlarsın; adına vakıf falan kurdurursun; hatta cadde ismi bile verirsin. Caddeler onu konuşurken, cadde adı olmamak için susman gerektiğini öğrenirsin. Eğitim işte bu! Bilimin dili egemen yalakalık dili ve yüksek kültür denenlerin dili olunca mı bilimsel oluyor? Küfretmeden hakaret edince mi?