KÖLENİN ZİNCİRİNE VURULUŞU

irfan erdogan

BAŞLANGIÇ: 

(Başlangıç Bismillahla veya Coca Colayla olabilir. Her ikisiyle birden olursa, demokrasiyi desteklediğiniz için (meali: sermayenin cebine para koyduğunuz için) size "Boyunuzca Kazık Yarışmasına" katılma davetiyesi veririz.)

Başlangıçta tavuk vardı ve yumurtladı. Yok yaa, yumurta vardı,civciv çıktı tavuk oldu. Horoz neredeydi? Başka yumurtayla uğraşıyordu. Soruyu şöyle sorsak: Başlangıçta kimin tavuğu veya kimin yumurtasıydı? Sonra tavuğa ve yumurtaya ne oldu ve şimdi ne oluyor? Milyonlarca insanı tavuk yemekten yoksun eden ve milyonlarca Mudurnu tavuklarını ölüme terkeden ne?

Nasılsınız? Köleliğinizin, pardon özgür köleliğiniz,  gene pardon tüketemediğiniz tüketim köleliğiniz nasıl gidiyor? Ah! Gene yanlı ve de yanlış oldu: post-modern “endless semiosis” içinde nasıl yüzüyorsunuz diyecektim… yüzüyor musunuz? Yüzdürülüyor musunuz? Okumanın ve okur yazarlık kampanyalarının amacının ne olduğunu sanıyordunuz ki! Yüzdürülürken yüzdüğünü sanmak gibi bi şiiileri beyninize ekmek falan deeel mi?

Yüzerken (yüzülürken mi desek acaba?) televizyonun önünde “karşıt ve mücadeleci çözümlemeler” yapıp gene televizyonun önünde mücadele veriyor musunuz?

Tüh be, bir türlü ekonomik indirgemecilikten sıyrılıp nesnel olamıyorum

Ama yukarıdakinin ekonomik indirgemecilikle ne alakası var? Var var, sen kapa çeneni! Bölücülük yapma!

Dur bi kez nesnel oluyum: Bayram-ı mübareğinizin söylem-i semiyotiği nasıldı? Gene olmadı. Bu sefer de, en eski şey çiğnemeyle en yeni ve en akıllı moleküllü bi şekilde şey yemeyi birbirine kattım.

Yooo, islam Türk sentezine islam kapitalist post-kültürelci sentezi ekleyerek kendimi yeniledim. Mi acaba dersiniz?

Yani kardeşim özgürlük zincirinizi_sulama işi nasıl gidiyor? (özgürlüğün zinciri olur mu? Elinizdeki iğrenç sigarayla kendinizi ve herkesi zehirleme işini bireysel özgürlük olarak nitelediğinizde ne olur? Bi sürü şey olur: Devlet denen kimlerse onlar ve tütün endustrisi firmaları zenginler, sen özgürlük falan taslayarak hindi gibi kabara kabara dolaşırsın, evine ekmek yerine sigara alırsın, kanser saçarsın, kanser olur gidersin, ben buna yanmam da, kanser ettiklerine yanarım.)

Elbette sen ne sigarayla kendini ve milleti zehirler ve kendin ve ailen yerine uluslarası şirketleri beslersin ne de kölesin. Sen başkasın..... mı acaba? Ne kadar başkasın? Aşağıdakileri oku ve düşün. Ve sonra sor kendine ne kadar başkasın?

 

    SORUN

Yanarım yanarım tutuşur yanarım

kavurur ateşim senide beni de...

Perişanım, paramparça
darıldım kırgınım sana

kahroldum sen gidince...

Kalbim duraksız haykırışlarda
ne yapsam ayrılamam senden asla
hafife alma aşk vurur insana...

Vurulduk ince ince....

Vurulmuşum sana...

Bunlara benzer sayısız türkülerimiz, şarkılarımız, öykülerimiz ve ağıtlarımız vardır.

Vurgunun vurgunluk türküleri... mi bunlar?

Bunlar egemenlik kurmak isteyenin egemenliğe giden yolda uyguladığı stratejiler mi?

Yıl 2001. Beşiktaş durmadan yeniliyor. Yıl 2004 hala yeniliyor. Taraftar çok şikayetçi. Futbolcular tartaklanıyor. Adamın oğlu telefonda ve evde hep ağlıyormuş. Evde huzurları kaçmış. Yemek yiyemiyorlarmış. Sabır kalmamış. Her yenilgiden sonra moral yıkıntısına uğruyorlarmış. Bu aile bir sosyal bilimcinin ailesi.

Vurgunun vurgunluk ağıtları. Vurgun hasta, vurgun kederli, vurgun öfkeli. Vurgun "kudurmaya az kaldı" diyor.

Türkülerde, şarkılarda, maçlardaki arayış ne tür bir arayış?

Kendini adama, bağlama, boyunsunma, kaçma, yenme, boşalma, kendini verme arayışı mı?

Başkasının elde ettiği hakkında bol bol konuşma ve elde edemeyeceğinin hayalleriyle yaşama neden?

Elde edemeyeceği için kılınma neden?

Yenilmişin hayattaki yenilgisinin maçlara taşınmasının anlamı ne? Köle maçlar, sirkler, parklar, panayırlar ve Migroslarda neyi ne için yapıyor?

Kul olma, vuruluşa, vurgunluğa öykü yakma neden? İlle ki kul olmak veya kul edinmek mi gerek? Kulluğun ve köleliğin romantikleştirilmesi neden?

Fikirler mi? Fikirlerin doğup geldiği ilişkiler mi? Bu ilişkilere fikirlerle karşılık verme biçimleri mi? Kendi yaşamını ve geleceğini tayin ve kontrol olanakları çok az olanın veya elinden alınanın yakınması mı?

Bu soruların kölenin zincirine vuruluşuyla, vurgunlukla olan ilişkilerine baktığımızda, cevabın çokluğu ve birbirine bağıntılılığını görürüz.

Okuyarak, okuldan geçirilerek veya okutmaksızın cahilleştirilmişler sokağa dökülmüş, ciğerleri patlarcasına, kudurmuş gibi haykırıyorlar:

Muhammed'in ordusu

Kafirlerin korkusu

Ordu hakikaten Hz. Muhammed'in ordusu mu? Bu ordular kimin ve ne için? Kudurmuşların kudurmaları neye ve kime karşı? Bizi kudurtanlar kimler ve neden bunu yapıyorlar? Bu dünyada rızkları ellerinden alınanlar neden rızkları gasp edenlere huşu ile bakıyor ve rızk hırsızlığını destekliyorlar? Neden kendi olmayanlarla (rızk hırsızlarıyla) kendilerini bir tutup, kendi gibilerine düşmanlık yoluyla kendilerine düşman kesiliyorlar?

16.000 işçi sözleşmelerini "işverenler" yenilemediği için tek çare olarak, demokratik haklarını kullanıp greve gitmişler. Kitle iletişim araçları grevin milletin huzurunu bozduğunu, trafiği aksattığını, kentteki günlük akışı engellediğini tekrarlayıp duruyor. Taksi şoförleri şikayetçi. Bu sırada işverenler grev kırıcı tutarak çalıştırıyor. Bunlardan biri “Ben çalışmasam nasıl olsa başkası çalışacak, hiç değilse, biraz fazladan para yapar kızımın okul masraflarını karşılarım” diyor. On milyon işsiz insan iş bulma ve işi olanlar da işini tutma yarışında...

Bilinç? Hangi bilinç, neyin ve kimin bilinci? Kendinin ve kendi sınıfının sömürüsüne, ezilmesine ve katliamına katılma neden? Örgütlü baskı, insanın yaşam olanaklarının ve yaşamını üretme araçlarının elinden alınması, alternatiflerin ezilmesi ve egemen ilişkiler düzenine kurtarıcı olarak sarılma durumunda bırakılması mı?

Silvan. Kısa dönem askerlik yapan üniversite mezunları kahve gibi yerde gruplar halinde oturmuş konuşuyorlar. İşkenceci bir polis ağzının suyu akarak nasıl işkence yaptığını anlatıyor. Bu polis fukara sınıfın çocuğu. Okumuş, üniversite bitirmiş ve polislik mesleğine kapaklanmış. Yasalar bu polise yasaları uygulama yerine çiğne, kendini adalet san ve adaletin kendisi olarak hareket et mi demiş? Bu “deme” nereden kaynaklanıyor? (Elbette, ilk sorulacak soru: Yasalar kim tarafından, kimin için yapılmış ve kimin çıkarını koruyor?). Kraldan daha kralcı olmanın nedenleri ne?

Vurgunluk ideolojisinin (ve psikolojisinin) materyal temeli ne? Sahip olduğunu kaybetme korkusu, önünde örnekleriyle sürekli dikilip duran yarınlar kabusu mu?

Fabrikanın birinde, işçilerin başındaki genç, işçi-başı işçi diğer işçilere daha hızlı çalışmalarını söylüyor. Bu işçi-başına kapitalist “şunlara daha hızlı çalışmalarını söyle” mi demiş? Kendini kendinden olandan ayırarak ve üstünlük hissederek, kendini, kendini köle eden güçle özdeştirmenin nedeni ve anlamı ne?

Benim komşum veya arkadaşım iş yerinde neden beni ezen bir canavar kesiliyor?

Ezilirken ezme arayışları neden? Evdeki kediyi tekmelemenin anlamları neler?

Ağa, büyük kapitalist veya akraba çocuklarını döverek, söverek ve şikayet ederek çalıştıran küçük-esnaf, nasıl oluyor da sömürgenliği ve ezmeyi değil de, büyüklüğü, babalığı, değerliliği, iyiliği ifade ediyor?

Nasıl oluyor da mafya denilen bir baskı-şantaj-katillik örgütünün lideri “baba” olarak niteleniyor? Bu babalar, ağalar ve devlet nasıl oluyor da işbirliğindeler? Mafya , devlet ve ortakları, kimden çalıp kime ne ve ne kadar veriyor?

Kapitalist ideolojik egemenlikte, nasıl oluyor da, insana örnek olarak insanlıkla ilişkisi insanı soymak veya soyguna katılmak olan popülerleştirilmiş-kişiler alınıyor?

Nasıl oluyor da kölelik ve kullukta sevgi, anlayış ve saygı aranıyor?

Filmler neden hep "mülkiyet hakları kutsaldır" tabanı etrafında dönüp duruyor ve sonunda “hak” yerini buluyor?

Neden hemen her seferinde kadın ve mal üzerindeki mülkiyet hakkıyla, bu hakla meşrulaştırılmış egemenlik arasında olumlu\destekleyici bir ilişki kuruluyor? Bu ilişki düzeninin bir parçası bozulduğunda, neden bu ilişkiyi bozan kişi, baktığında, karşısında burnundan soluyarak boğa gibi kızgın soluklarla dikilen kendinden olanları görüyor?

Bizden olmadığı gibi, bize karşı olanı bizden sanıp korumak neden? Gerçekten bizden sanış mı? Kendini bizden olmayanla bir tutma mı? Onların bizim üzerimizde bizi bizim için yönettiklerini sanma mı?

Nasıl oluyor da bizimle ilişkisi bizi soymak olan veya bizim soyulmamızı siyasi ve adli mekanizma ve güçleriyle destekleyerek soyanlarla ortaklık kuranlar BİZ'den oluyor ve BİZİM her soygunda alkışımızı topluyorlar? BİZDEN OLMAYAN BİZE vurgunluk neden?

“Davadan döneni vurun” diyor kendi gibilerin vurulma olanağının çok az olduğunu tarihsel gerçeklere bakarak bilen bazı liderler. İzleyenler de dua gibi tekrarlıyor: Davadan döneni vurun!". Batı demokrasisinin Makyavelci hipokratlığının ve beyin yönetiminin faydası anlaşıldığından ve, dolayısıyla, siyasal gaddarlık dost ve gülen maskeler takmaya başladığından beri, katiller insan haklarını ve demokrasiyi savunur oldular. Mozaik diyenler insan hakkı savunuyor. Bin bir desenli halıyız diyenler insanlığı savunuyor. "Memleketimizde her türlü insan var, Kürtçe konuşan da var, Lazca konuşan da var, Arapça konuşan da var, ama mozaik de ne demek lan, hepimiz Türk milletinin bir parçasıyız, bölücülük olmaz" diyerek insanlık ve demokrasi dersi verenler var. Vurun diyenlerin dili daha da çatallaştı: Dava darlıktan çıkıp genişledi mi? Hayır, dava\amaç sadece kapitalist reklamcı beyin-yönetiminin (ideolojik ve siyasal propagandanın) paketleme endüstrilerinin çeşitli paketleme ve ambalajlamalarıyla renklendirilip, çekici ve daha yanıltıcı biçime sokulup sunulmakta... Vuranlara daha çok vurma nedenleri yaratılmakta.... Vuruyorlar. Vuruyoruz. Gerçi burada daha çok vurguladığım kölenin kendini vuruşudur, fakat bu vurmalarda hem ekonomik vurgun (hırsızlık) hem de fizikselden psikolojik alana kadar giden çeşitlenmeleri de unutmamak gerekir.

Kölenin kendini vuruşu!.. Dava ne? Kimin davası? Kendinin olmayan davayı kendine mal etme neden? "Davadan döndü, Vatanı sattı, mozaik istedi, federalist diye bölücülük yaptı, dinimize dil uzattı” diye vuranlar kim ve vurulanlar kim? Davadan dönen neden dönüyor vuran neyi ve kimi vurduğunu sanıyor? Fikirlerin çıkıp geldiği tabana olan tepkisinde, ideolojik süreçlerden geçerek yaratılan sahte-imajların günlük yaşamda getirdiği bir sonuç mu bu?

Egemenlik, kölelik ilişkileri ve kölenin zincirine vuruluşu. Ve, elbette, egemen düzenlerin başkaldırıya karşı yarattığı denetim mekanizmaları ve bu mekanizmaların çalışma biçimleri...

Başkaldıran, başkaldırılan ve başkaldırıyla elde edilmek istenen arasında çoğunlukla bir uyuşum vardır. Fakat başkaldırıyı ezmek için pozisyonlandırılmış insanlarla (polis, asker, öğrenci, işçi, işsiz, köylü, baba, anne) bu ezişin sonucunda elde edilenler arasında, belli grupların (egemen güçlerin) dışında, önemli oranda bir çelişki, büyük uyumsuzluk vardır: Neden benzer koşullarda yaşayan (kardeş, akraba, kuzen, komşu gibi) iki kişiden biri “insanlık isteriz, eşitlik isteriz, işkenceye son, savaşa son” gibi sloganlarla gösteri yaptığında, diğeri kudurarak tepki gösteriyor? Mide ve bilinç arasındaki bağıntı mı?

Sahte-bilinç? İdeoloji? Sahte bilinç ve ideoloji olarak kullanımda çok dikkatli olmak gerekir. Bilincin sahteliği nereden geliyor: çıkarlarla davranışın uyuşmazlığından mı? Bilinçle bilincin ifadelerinin dayandığı materyal ilişkiler gerçeği arasındaki uyumsuzluktan veya zıtlıktan mı? Hangi materyal ilişkiler gerçeği: Kişinin birey olarak yaşayıp deneyimlediği ve kaybetmemek için sıkı sıkıya sarılmaya zorunlu bırakıldığı durum mu? Kişinin birey olarak yaşayıp deneyimlediğiyle egemen toplumsal veya insanlık durumu mu? Her ikisi de mi? İşkence odasında veya hapishanede siyasal-tutuklu yakın akrabasını tanımamazlıktan gelen ve hatta ona karşı hınç besleyen bir polisin bilinci sahte bilinç mi? Polisin bilinci ile pozisyonlandırıldığı, konumlandırıldığı, yerleştirildiği yerdeki materyal ilişkiler arasında bir çelişki mi var, yoksa uyum mu?. Polis, tanımamazlıktan gelerek veya hınç besleyerek ilettiği iletişim biçimiyle, sadece kendini değil aynı zamanda kendini özdeştirdiği bir kurumu ve bu kurumu biçimlendiren genel egemen yapıyı korumuyor mu? O zaman polisin sahte-bilinci nerede başlıyor? Seçeneklerin yok edilmesi ya da elde edilmesinin yok denecek kadar zorlaştırılması sonucu, verilene sıkı sıkı sarılma ve onu koruyarak kendini koruyor durumuna düşürülmesinde mi? Bu bilinç, polisliğin meşru bir örgüt ve faaliyet olarak anlamlandırıldığı bir materyal yapıdaki insan faaliyetlerinin ideolojik değerlendirmesini yapan, haklıyı ve haksızı, doğruyu ve yanlışı, yasalı ve yasa dışılığı saptayan egemen ideolojinin ve bu ideolojin yaratıcısı örgütlü materyal ilişkilerle, insanları “meşrulaştırılmışın” yanında ve “gayrimeşrulaştırılmışa karşı” kurarak örgütsel tümlüğünün dokunulmazlığının insanın pozisyonlandırıldığı, yerleştirildiği (veya kendini özgürce kendi eliyle yerleştirdiğini sandığı) yerdeki yansıması ve bu yansımanın kişiden geçerek ifadesi mi? (Adalet örgütleri için sunduğum bu durum ve sorular, ekonomik, siyasal ve kültürel örgütlenmelerdeki pozisyonlandırmalardaki örnekler ve sorularla genişletilebilir.)

Kısaca özetlersek, köleliğin getirdiği anlayış ve davranış biçimlerinin ifade ettiği gerçekler neler? Bu gerçekler, insanlığın genel bir karakteri mi yoksa yaşam boyu egemen ilişkiler içinde yapılmış, yapısallaşmış, değişmez gerçek olarak kabul edilen durumların özel yansımaları mı?

      VURULMA

      VURGUNLUK

      VURULUŞ

                   

                          irfan  erdogan

“Kirpiklerini ok eyle vur sineme öldür beni; Bıktım dünyanın halından, vur sineme öldür beni” diyor adam kıza ve ardından kızı ve erkek arkadaşını kasap gibi doğruyor. Söz ile hareket pek uymadı değil mi? Halbuki dediğine göre tam tersi olması gerekirdi. Olmadı. Alın yazısı mı deseeem yoksa sahip olamayanın kederle yanışı ve mülkiyet iddiasında bulunarak kendine faydası olmayan “mülkü-olmayan-mülkünü” “başkasına yar etmemek” için koruyarak öldürmesi mi desem.

Bizim olmayan fakat sahiplik iddia edip gebermek ve gebertilmek için hazırlandığımız ve hazır olduğumuz daha neler vaaaar neler. Mesela neler? Mesela mehter marşıyla gelenler mi? Maaş ve aylık adıyla sarılmaya mecbur bırakıldıklarımız mı?

“Kendinizi yakın“ diyor bir lider hapiste yatan kıza. Kız da “olur” diyor. Kendilerini yakıyorlar. Bu kız neden “hey, lider olarak sen bize önderlik et ve önce sen kendini yak, biz arkadan geliriz” demiyor? Yakan neden yakıyor ve arkadakiler slogan atıyor? Neden savaşlarda savaşan kitleler birbirini öldürürken ve işgal eden ordular kız ve kadınların ırzına geçerken, savaşı kaybeden komutanlara ve kadınlarına bir şey olmuyor? Oynanan oyun ne ve neden oynanıyor? Oyuna ve oyunda vurulanlar neye, ne için ve neden vuruluyorlar?

Aşağıda biraz düşünme eksersizi yapacagız. Bu siteye girdiyseniz, demek ki okuyacaksınız. Ne yazık ki, asıl okuması gereken siz değil, başkaları. Herneyse, bu başkalarına siz iletin artık. Bu sırada sakın kendinizi yakmayın.

 

Yanlış anlamayı önlemek için en başta hemen belirteyim: Vurulma, vurgunluk, vuruluş kavramlarının, "büyük hırsızlık" veya "meşru olmayan kendine-mal etme" anlamına gelen "vurgun" kavramı ile ilişkisi, egemenlik faaliyet ve ilişkilerinin sadece bir parçasını anlatır.

Bu kitapta, kölenin zincirine vuruluşu, bu insanın "vurgunu (büyük hırsızlığı)" dıştan kötülerken içten vurguna ve vurgunu vurana olan gıpta edişi ve "keşke" diye iç çekişiyle anlam bulur. Çoğu vurgunun (=büyük hırsızlığın) ticaret olarak nitelenişi bunun bir diğer örneğidir. Köleyi ( vurulanı) veya olayı (vurgunu = büyük hırsızlığı) anlatan ilişkide (kölenin zincire ve zincirine vuruluşunda), (a) köleliğe kölenin katılımını ve (b) vuranın kölelikle sağladığı soygun-kazancı (örneğin artık-değerin gaspını ve ideolojik egemenliği) görürüz.

Vurulma veya vuruluş, psikolojik ifadeden çok egemen üretim biçimin kendisini üretmesine (ki bu karşıtlarını bastırma faaliyetlerini de içerir) katılmayı anlatmada kullanıldı. Vurulma sürecinde, oluşumunda ve durumunda özne vurulandır. Vurulmanın fiilinin özneyle olan ilişkisinde (veya öznenin vurulmayla olan ilişkisinde), vurgunluk, vurulma, vuruluş hem pasif hem de aktif anlam taşır: Fakat pasiflik öznenin vuruluşu, yapılışı nedeniyle büyük ağırlıktadır. Diğer bir deyimle, vuruluşta vurulanın seçenekleri sınırlı bir duruma gelmiştir. Vurulan vurgunluğun getirdiği acı ve vurulduğunun gücü, cazibesi ve çekiciliği altında, özgürlük yerine köleliğini perçinleyen ve acısını artıran hayallerle hayallenir. Dertleri, kederleri, üzüntüleri kendine meslek edinir: "Kirpiklerini ok eyle, vur sineme öldür beni" der. "Bıktım bu dünyanın halinden, vur sineme öldür beni." Vuran, örneğin Kapitalist, göbeğini sıvazlayan babasının portresine bakarken manalı manalı gülümser. Sekreter umutlanır ve hayaller kurmaya başlar.

Vurulmada aktiflikte bile pasiflik gizlidir: Herhangi bir çekicilik, cazibe nedeniyle kendi dışındakine kapılanma...Vurulmanın konusu sahip olunmak istenen, arzulanan, elde edilmek istenen, ulaşılmak istenen veya kendine mal edilmek istenendir.

 

Vurulmada şaşırtıcı birkaç yan vardır: İstenenlerle bu istenenlere sahip olanlar arasındaki bağın yanlış anlaşılması en başta gelendir. Ardından (aynı sırada olması şart değil) istenenle istenene sahip olan arasında özdeşlik gelir. Sahip olan ve istenen bir, eş, aynı olur. Bu da tapınmayı ve kulluğu getirir ve tapınış bağını güçlendirir: Başkalarının olan, BENİM veya BİZİM olur.

Duyguların ve bağların yoğunluğu, ne denli güçlü görünürse görünsün, kendi içinde daima ansızın geri dönüşü ve kopuşu ve zıtlaşmayı taşır.

Vurgunluk ilişkisinde derin çaresizlik duygusu egemendir: Sahiplik olanaklarının yok veya çok sınırlı veya tatlı bir rüya olması nedenleriyle, durumsal çaresizlik, çıkmazda olmak ve bu çıkmazdan kurtulmak için de tek çare olarak vurgunluk durumunun getirdiğine ve sunduğuna umutsuz umutla, öfke, kin ve sevgi dolu hislerin keskinleştirdiği hislerle sarılmak. Bu sarılışı ve sarıldığını (vurgunluk durumunu) canla başla korumak veya kopuş durumunda şiddetle düşman kesilmek...

Kurban, kendi kurbanlığında, başkalarını kurban etmeye (tutsaklığa ve örgütlü katliamlara) katılışı nedeniyle kolayca suçlanabilir. Suçsuz da çıkarılabilir... Suçlama veya suçsuz çıkarma tümüyle yaklaşım tarzına bağlıdır. Bu kitabın anlamlandırma biçimi, kendimizi anlamaya çalışmamızı ve var olan anlayış ve bu anlayışla bağıntılı olan ilişki biçimlerimizi, hiç değilse, zaman zaman gözden geçirerek, insanlığımızı yeniden kazanma olasılığını artırmamız veya geliştirmemiz gerekliliği ile ilgilidir. Bu anlamlandırmanın amacı, daha iyi anlayabilmek ve böylece insanlık mücadelesinde daha etken yollar bulunmasına yardım etmektir. Kitleleri idealleştirmeye son vermek yerine, anlamak gerekliliğini öne sürerken, kurbanın kurbanlığına bakmadan, kurban edenlerin bıçağını alıp kendini ve başkalarını kesmesini anlatırken, kölelerin kendi köleliklerine katılmalarını kişisel olarak tiksintiyle karşılayabiliriz. Fakat bu tür bir yaklaşım sağlıklı bir yönlenme getirmez. Hislerin ötesine geçip "ne yapmak gerektiği" üzerinde durmak gerekir ki bu da, istesek de istemesek de, olmaktadır. Dolayısıyla, vuruluş\vurulma üzerinde durmak, egemenlik ilişkilerinde ihmal edilen ve bazen de idealleştirme sonucu ortadan kaldırılarak toplumsal oluşumdaki her olayı sadece egemenliği sürdürme çabasında olan egemen güçlerin kendilerine yükleme ve kurbanı sadece kurban olarak ve kurbanlık bilinciyle dolu olarak nitelemek gerçeğin önemli bir yanını ihmal etmektir. Özellikle 21. yüzyılın eşiğindeki dünyada, kapitalist sömürü düzeni göreli bir meşruluğa sahipse, bunun nedeni sistemin sahipleri değil, aynı zamanda ücretli\maaşlı kölelik sistemine katılan kitlelerdir. Bugün, dünlerden çok daha fazla olarak, toplumlarda sömürü ilişkilerinin devam etmesinin en önde gelen nedeni, bu ilişki düzeninin birbirini destekleyen toplumsal, sosyal, ekonomik, siyasal ve kültürel örgütlü ve örgütsüz-görünen faaliyetlerine egemen yaşam gerçeklerinin zorunluluğu ötesinde, kitlelerin yeterli bir kısmının canıyla korumaya kadar giden katılımıdır (katılma durumunda bırakılmasıdır). Dünya tarihinin hiçbir döneminde, bugünkü kadar, kitlelerin kendi sömürülerine kendilerinin gönüllü katılması koşulları yaratılmamış ve sağlanmamıştır. Bu sadece, koşulların yarattığı ve zorunlu katılmayla gelen zorunlu gönüllülük değildir. Tarihin hiçbir döneminde BİZ'in kendine düşmanlığı bu denli gerçekleştirilememiştir. Aynı zamanda, tarihin hiçbir döneminde kitleler bugünkü kadar toplumu kolayca değiştirme gücüne sahip olmamıştır. Bugünün kapitalist düzeninin egemen güçlerinin egemenliklerini gerçekleştirmesi, ta ki fezada kuracakları evlerinde bilgisayara bağlı lazer ve kimyasal silâhları binlerce kilometre uzaktan hedefi seçip taşınamaz mülkiyetlerine zarar vermeyecek biçimde yok etme olanağına sahip oluncaya dek, kölelik düzeninin getirdiği vurulma mekanizmalarıyla sağlanan kitlelerin gönüllü katılımına dayanmak zorundadır. Gönüllü katılma, vurgunluğun, örgütsel ilişkilerde pozisyonlandırmanın ve bu pozisyonu korumanın yücelttiği bir katılmadır. Toplumdaki bu pozisyonun, ille ki karnı tok ve sırtı peklik getiren bir pozisyon olması gerekmez. Her gün namaz kılar gibi beş öğün dayak yiyen kadının evlilik kurumunun onu yerleştirdiği bu pozisyona vurgunluğu (dolayısıyla pozisyonu ve kurumu koruması) önündeki seçeneklerin ona şimdi, yakın ve uzak gelecekte sunduğuyla bağımlı bir sonuçtur. Nikaragua’da, Latin Amerika’da ve dünyanın diğer yerlerinde kendini bağımsızlık mücadelesi içinde bulan dağdaki köylünün bu mücadelede yerleştirildiği durum onu tarafsız veya ilgisiz kalma veya açıkça hangi tarafta olduğunu göstermeme olanağı tanımaz: Tarafsızlık veya ilgisizlik veya canla başla bir tarafı desteklememe, baskı, işkence ve hatta öldürülmeye kadar giden neticelerle sonuçlanır. Bu durumda “idare etmek” en zor olan bir stratejidir, “taraf seçmek” silahlı olarak katılmayı gerektirir. Bu durumdaki bir köylünün egemen güçleri desteklediğini belirtmesi zincirine vurgunluğun özel bir ifadesidir: Eğer desteklemediğini belirtirse, zincir boğazına dolanır. Bu nedenle, sahte-bilinç, masal olması yanında, belli materyal temele ve materyal umutlara bağlıdır. Materyal temele ve umuda dayanmayan sahte bilinç, sahteliğiyle sırıtarak hemen nalları diker gider. Nalları dikmemesi için, aynı zamanda, umutların ölmesi veya umutsuzluğa dönüşmesi nedeni olarak kızıllar ve vatan hainleri, iç düşmanlar, bölücüler, vatanı satanlar veya ellerine geçirdiklerinde satacak olanlar "neden" olarak gösterilir: Vurun kahpeye!!.. Kahpeye vurun diyenler ve vuranlar kahpenin donuna girenler veya donuna girme hayaliyle kürek çekenlerdir. Kahpenin suçu? Belki de, egemen sahtekarlığa, ahlaksızlığa, baskıya ve boyunduruluğa karşı kendi özgürlüğünü ifadeye çalışmasıdır. Kahpeye vuruş, bu egemen yapının çirkefliğinin kahpeye yüklenerek, çirkefliğin kendini temize çıkarmasıdır. Çalışıyor mu? Çalışmasaydı vurun kahpeye filmleri çeşitli kılıflarda her gün toplumsal ilişkilerde çevrilmezdi. Peki "materyal kadın" Madonna'nın, Playboy’un ve burjuva feminist görüşü sunma adı altında seks ticaretiyle tüketim ideolojisi ve mallarının reklamını yapan kadın dergilerinin temsil ettiği "kahpelik"? Seyirci toplayan ve servet yapan ve bu tür ilişkiler düzenini "herkes servet yapabilir" ideolojisiyle destekleyen "kahpelik," "kahpelik" değil, özel teşebbüstür, sanattır, kültürdür, modadır.

------------

NOT: Benim dilimi bilimsel falan bulmayana veya dilimi hakaret falan dolu bulana veya çok post-modern duyarlılıkta neye ve kime karşı nasıl duyarlı olunacağıni bilmeyip, biçime duyarlı olup özü atanlara bir çift sözüm var: Sana ne be, Allaaan geri zekalı aptalı; Bırak efendilerin savunsun kendini. Ama olur mu yaaa, olmaz. İşçi sınıfının yarısını diğer yarısını baskı altında tutmak ve gerekirse öldürtmek için fiilen ve beyinden kiralamak varken, üst sınıfların ve post-modern duyarlılığın midesini bulandırmak olur mu hiç! Bunu bak, mafya nasıl uyguluyor: Öldürtürsün; üzüntünü beyan edersin; çiçek yollarsın; ailesine maaş falan bağlarsın; adına vakıf falan kurdurursun; hatta cadde ismi bile verirsin. Caddeler onu konuşurken, cadde adı olmamak için susman gerektiğini öğrenirsin. Eğitim işte bu! Bilimin dili egemen yalakalık dili ve yüksek kültür denenlerin dili olunca mı bilimsel oluyor? Küfretmeden hakaret edince mi?  

NOT: Bu yazı insanin zincirine Vuruluşu kitabımdan alıntıdır. Bu kitap solcuyu solculukla soyan bir solcu-sermaye (?) tarafından basıldı. Ben de sonunda solculuktan istifa ettim. Şimdi simit satıyorum. Geç başladım ama, biriktirirsem yakında fabrikalar falan açar, zengin olurum. Kendime surlarla çevrili bir villa yaparım. Başka? Manu Malkan gibi acayip göbekli ve de boru gibi birine (boruya hakaret etmeyelim lütfen) afrodit diyerekten bir de afrodite hakaret edenlere bi’şi göstermek isterim. Vay be, ulan milletin gözü göz değil, valla budak deliği… Herhalde, “bu senin babandır” diye sarı çizmeli memed ağayı televizyon haberinde gösterseler, herkes “babaaaaa!” diye sarılır (Manu Malkan durumunda “anaaaa” diye saldırır. Zaten analara hem evde hem de onların olmadığı her yerde durmadan lafla saldırılır ).