MODERNLİKTEN ENDÜSTRİ ÖTESİ TOPLUMA GEÇİŞ
VE İDEOLOJİLERİN ÖLÜMÜ

irfan erdogan

 Pozitivizmin öldüğünün ilanı aynı zamanda pozitivizmin modernleşme yaklaşımlarının da tabuta konulmasını getirdi.

Modernlikte Protestan iş kültürüne sahip birey yaratma ve ulus devlet kurma çabası ve ulus bütünlüğünü sağlama gereksinmeleri yatar. Post-modernlikte ise, bu çabaların yerini uluslararası\uluslarüstü sermayenin gereksinmelerinin karşılanması alır. Elbette, post-modern öğeleri moderne anti-tez olarak görüp eleştirici ve değişimci olarak niteleme yolu tutulabilir. Fakat bu nitelemede kesinlikle “kimin için” ile başlayan soruları unutup, evrenselleştirmeye gitmemek zorunludur. Aksi taktirde, ciddi yanıltıcı anlamlandırmalarla karşılaşırız. Modernlik ve post-modernlik her ikisi de Weber’in ideal tip ayırımını anımsatan bir biçimde zıtlık karakterinde farklılıklar sunar: merkeziyetçilik, adem-i merkeziyetçilik; belirlenmişlik, belirsizlik; egemenlik, çoğulculuk; amaçlı insan etkinlikleri, oyun; vs vs.. Bu zıtlıkla, Post-endüstriyalizm denilen "endüstri ötesi" toplum fikri ve bu fikirle gelen post-modernlik, sınıflı toplum ve ideolojilerin sonu yorumlamalarını getirir. Bu yorumlar yeni değildir. Amerika'da İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki ekonomik gelişme ve rahatlıkla, bazı bilim adamlarınca endüstriyel toplumun son bularak yerini temel servis endüstrilerinin aldığı bolluk içindeki endüstriyel ötesi bir topluma geçildiği savunulmaya başlanmıştı. Daniel Bell (1959; 1973) 1960'ların başında endüstri sonrası (post-industrial) toplumun gelişini ve ideolojinin sonunu ilan etmişti. Aynı doğrultuda, S. M. Lipset, sınıf mücadelesinin gerilediği ve "kızıl bayraksız" ve ideolojisiz mücadeleye dönüştüğü iddiasını buna eklemiştir. Benzer şekilde “global köy” oluşumunu ilan eden McLuhancılar, "iletişim devrimcileri" ve "enformasyon toplumcuları" endüstri ötesi ve global dünyaya girişi müjdelemişlerdir (Dordick ve Wang, 1993; Docheerty, 1993). İletişim devriminin siyasal devrimlerin çözemediği sorunları çözdüğünü ileri süren McLuhan’a göre, yeni iletişim teknolojileri siyasal devrim saplantısını tümüyle moda dışı yaptı ve ideolojilerin sonunu getirdi. Galbraith de benzer şekilde Amerika’da "yeni bir sınıfın" oluştuğunu belirtti. Bell ve benzerlerinin iddiasının aksine, "yüksek maaşlı" yöneticiler "sınıfı" şimdiye kadar ne ekonomik ne siyasal bir güç olabilmişlerdir, ne de kapitalist toplumlarda, güç pozisyonunu kendi çıkarları yönünde değiştirebilmişlerdir. "Yöneticiler sınıfı," kapitalist sınıfın "iyi beslenen" ve oldukça rahat "koruyucu ve yönetici" hizmetçileridir. Amerika ve Avrupa’da iş ve gelir garantisine sahip değildirler; köpeğin köpeği yiyerek yükseldiği bir iş dünyasının insanlıktan uzaklaştırdığı standartlaşmış görevlerini yerine getiren profesyonellerdir. Bu profesyonellerin firma kültürünün hunhar soğuk savaş ilişkileri içinde profesyonelleşmeleri, hızlı yaşamı (ve bazılarının hızlı ölümü), günlük kabusları, rekabeti ve kin dolu duyguları ne D. Bell ne de Galbraith'in entelektüel dünyasında yaşanarak anlaşılabilir. Kapitalizmin yönetim dünyasına girip yaşamak ve hissetmek gereklidir. Bu hissi ben hem kendi deneyimlerimle hem de post-modern hizmet sektöründeki yöneticilerle belli bir süre bağımdan dolayı çok iyi bilirim.

Endüstri ötesi\sonrası toplum görüşü, yukarda belirttiğim neden yanında, Amerika'nın siyasal, ekonomik ve askeri üstünlüğüne karşı mücadelelerin verildiği ve Amerika’da sınıf ayrılığının derinleştiği bir zamanda çıktı (Schiller, 1988). Dan Schiller’e göre (1988:397) endüstri ötesiciler ülkeyi, tercihli analiz birimi olarak problemleştirmeyi beceremediler. Siyasal ekonomi, esasıyla uluslararası olarak gelişti. Dolayısıyla, post-endüstriyalistler (endüstri ötesiciler) bütünün yerine parçayı geçirdiler. Fakat hangi bütünün hangi parçasını? Diğer ülkelerin yakında Amerika gibi olacaklarını tahmin ederek, Amerikan tecrübesini diğer ülkeler üzerine yansıttılar. Rostow’un 1960’lardaki safhalarına sonradan yeni biri eklendi: Üçüncü dalga denen ve enformasyonu da içeren servislere fokus eden mesleksel yeniden yapılaşma... Rostow’un safhaları gibi, Üçüncü Dalga’da benzer sorunlarla karşılaştı. Tarım, imalat ve endüstri arasındaki karşılıklı bağımlılık görmezlikten gelindi ve tek bir özerk endüstriye, iletişim teknolojileriyle donatılmış servis endüstrisine sarılındı. Dikkat edilmesi gereken sektörel kalkınma modelinin (örneğin turizmle kalkınma gibi modellerin) yetersizliğidir.

Post-endüstriyalizm görüşünde, klasik endüstriyalizmden post-endüstriyalizme geçilir. Post-endüstriyalizmde toplum, servis sektörünün egemenlik kazanmasıyla ve iletişim teknolojilerinin yoğun bir biçimde kullanılmasıyla "enformasyon çağını" yaşayan endüstri ötesi biçime dönüşür. Bu endüstri ötesi toplumda geleneksel kapitalist endüstriler ve üretim, servis sektörünün egemenliğiyle ikinci plana düşer. Servis endüstrisi ve bu endüstrinin canlılığını ve gücünü sağlayan iletişim teknolojileri endüstriyel ötesi yaklaşımın ana temasıdır. Profesyonel ve teknokrat "sınıf" üstün yeni sınıf olur. Böyle bir ülke nerede vardır? Servis endüstrisi denen asalak sömürgenler grubunun ve asalaklaştırılmış köle kitlelerinin egemen olduğu toplum nerede var? Bu tür asalaklığın egemen olduğu yer ne New York/ Amerika'dır, ne Paris /Fransa’dır, ne de Londra/ İngiltere'dir.

Post-endüstriyalizmi belirleyen iletişim teknolojisi ve servis endüstrisidir. Dolayısıyla, bu yeni karakter, toplumda egemen ve sermayenin yerini almaya yönelik en değerli kaynaktır. Post-endüstriyel toplumda kapitalistler, sınıflar, üretim ilişkileri, sömürü, baskı ortadan kalkar, herkes enformasyonla karın doyuran özgür post-modern insan olur.

Post-endüstriyalizm, Amerikan kitle iletişiminin eğlence ve zevk ideolojisinin genelleştirilmesi, geleneklerin ve insanlar arası dayanışmanın ortadan kaldırılması, endüstrilerle teşvik edilen ve sömürülen bireysel doyum arayışının peşinde koşan insanlık durumunun anlatımıdır. Post-endüstriyalist toplum, teorik olarak Amerikan toplumudur ve bu görüş Amerikan toplumunda Amerikan ideolojisiyle saklanan ve çarpıtılan gerçekler gibi çarpık bir görüştür. Bu görüşün çizdiği "enformasyon bolluğu ve servis endüstrisi" toplumunda herkesin doyum içinde olduğu imajı sahtedir ve ciddilikten uzaktır. Firmalar dünyasının ve bu dünyanın hizmetinde rahatlık içinde, dünyaları seçkin öğrencileriyle, bilgisayarıyla ve internetle çerçevelenmiş profesörlerin ve entelektüel bürokratların kendi bolluk içindeki gerçeklerini bütün topluma mal etmesi sahtekarlığıdır: Enformasyon toplumu veya post-endüstriyel Amerika'da, post-endüstriyalizm ve enformasyonla milyonları vuranlar bir asır öncesinin aynı firmaları ve aileleridir. Bu servis ve enformasyon endüstrilerinde ücretli köle olarak çalışan kitleler bir asır öncesinin aynı çalışan kitleleri ve aileleridir. "Bolluk" "eğlence" ve "zevk" için üretim yapan post-endüstriyel toplumda çalışan sınıflar kesinlikle ekonomik sorunlarını çözmemiş; temel ihtiyaçlarını düşünme kaygısı ötesine geçip rahatlık içinde zevk ve eğlence ardından koşacak bir pozisyona kesinlikle gelmemişlerdir. Amerikan insanının televizyon denen "kaçış" kutusunda aradığı eğlence ve Çin ve diğer Asya ülkelerinin emeğinin sömürüsüyle ucuza yapılmış tüketim ürünlerini kullanmayla ve McDonalds'da yediğiyle aldığı zevk, niteliksel bolluğun değil, niceliksel çöplüğün kullanımını ve zevkini anlatır. Daha doğrusu bu, süper sömürünün anlatımıdır.

Post-endüstriyalist toplum ideolojinin öldüğü toplumdur. D. Bell’le birlikte (1979) post-endüstriyalizm de 1970'lerin sonunda "enformasyon toplumu” olarak dönüşüme uğradı. Servis sektörünün egemenliği ele aldığı iddiası ve enformasyon toplumunun ve post-endüstrileşmeyle ideolojinin sonunun geldiği tezinin geçerli olabilmesi için, bırakın ekonomik sektördeki değişikliklerin karakterlerini, öncelikle iletişimle ilgili aşağıdaki sorulara cevap verilmesi gerekir: Bilgi ve enformasyon, toplumda nerelerde ve ne biçimlerde konumlandırılmıştır? Daha açıkçası, Ekecrantz'in belirttiği gibi (1987), hangi tip\biçim enformasyon ve bilgi nerelerde (hangi sınıflar arasında) dağıtılmaktadır? Bu bilgi ve enformasyon nereden geliyor? Geldiği yerin amaç ve örgütsel özellikleri ne? Bilgi ve enformasyon (veya bilgisizlik ve enformasyon olarak adlandırılan cehaletin simgeleri) bu yere hangi yolla\araçla geldi ve getirildi? Bu sorular bizi bilgi ve enformasyonun (ve bilgisizliğin ve cehaletin) üretildiği, bölüşüldüğü, dağıtıldığı ve iletişildiği sınıflaşmış örgütlü toplumsal ilişkilere ve iletişime götürür. Bu da bize, bilgi ve enformasyonun akışının sermayenin akışıyla yapışık bir biçimde gittiğini gösterir. Nasıl ki materyal ilişkilerde toplumun büyük çoğunluğu yoksun ve yoksul bırakılıyorsa, bilgi ve enformasyon ilişkilerinde de aynı yoksullaştırma ve yoksunlaştırma vardır (Erdoğan, 1997).

Pozitivist deneyci siyasal bilim, pozitivizmi kendine temel taş olarak almıştır. Ulusal ve uluslararası alanda istikrar, kamu oyu, demokratik denge, siyasal katılma, ulus kurma gibi "demokrasinin" işlemesi, gereksinimleri ve gelişmesiyle ilgili kavramların yanında azgelişmiş ülkelerde burjuva demokrasisinin kurulması ve korunması ile uğraşmışlardır. Sosyolojide "ideoloji" kavramı dikkatleri çekmeden bir kenara bırakılabilir belki, fakat siyasal bilimde "ideolojiyle" uğraşmak zorunludur. Tutucu siyasal bilimciler ideoloji sorununu doğrudan bir şekilde ideolojinin sonunu ilan ederek halletmişlerdir. Bu aslında Marksizm'in sonunun ilanıdır. İdeolojinin sonu savını D. Bell sanayi sonrası toplum görüşüyle ayrıntılı biçimde savunmuştur. Bell’e göre (1973), 19. yüzyıldan beri süregelen değişimlerle Amerika'da yeni bir toplum oluşmuştur. Batı ülkeleri bu düzeye ulaşma yolundadırlar. Bell bu toplumu sanayi sonrası toplum olarak niteler: Bir toplumu bu tür topluma dönüştüren, "bilginin" en ön plana geçmesidir. Bell’e göre bilginin elde edilmesi, örgütlenmesi, denetimi, kullanımı sanayi sonrası toplumun temelini oluşturur. Böyle olunca sermaye birikimi, yatırım ve üretim geri plana düşer. Bu oluşumu Bell iki noktayla açıklar: (a) Hizmet sektörü büyüdüğünden beri, insan "şeyler" (makineler) yerine daha çok sembollerle ya da başka insanlarla çalışmaya başlamıştır. Ayrıca sanayi sektöründe kaliteli işçi sayısı çoğalmıştır. Marksist anlamda yabancılaşma, sanayi sektöründe bile ortadan kaybolmaktadır. (b) Grupların haklarını elde etme istekleri sonucu eşyalar, öğretim ve sağlık konusundaki beklentilerinin yükselmesiyle, bireysel istekler yerine, toplumda yapılacak hizmetlerde halkın isteği ön plana çıkmıştır. Böylece sanayi sonrası toplum toplumsalcılıkla belirginleşir.

Pozitivizmin öncülüğünde sadece Bell değil, S.M. Lipset ve S.P. Huntington gibi tutucu kuramın tanınmış siyasal bilimcileri de demokrasinin sonunu ilan ettmişlerdir: Sınai toplumlar istikrarlı demokrasi düzeyine ulaştılar. Bu tür sonuca pozitivist fonksiyoncu yaklaşım biçiminin önderliğinde gelmek büyük gayret gerektirmez. İstikrarlı bir demokrasi, sistemin en iyi biçimdeki dengesidir. Demokratik ilke ve değerlerin çalışmasıyla el ele giden büyüme, farklılaşma, ayarlama, yekpareleşme ve kalitesini yükseltme süreçlerine sahip olan bir sistemde ideolojiden, özellikle sınıf mücadelesinden söz etmek, doğal olarak ilgisiz bir şeydir. Lipset bunu övünçle şöyle açıklıyor: İşçiler siyasi ve sınai vatandaşlığa ulaştılar, "sınıf mücadelesi küçüldü", "demokratik toplumlardaki siyasal ideolojilerin değişimi tarihi, bu görüş açısından, toplum ve devletle bütünleşme açısından yazılabilir". Aynı tutucu yaklaşım, S.P. Huntington'un siyasi "istikrar" ve "düzen" ve "azgelişmiş ülkelerdeki" "siyasi değişim" fikirlerinde açıkça görülebilir: Gelişmiş ülkeler istikrarlı siyasal sistemlere sahiptir. Bu sistemlerde oy birliği, meşruluk, örgüt, etkenlik ve istikrar vardır. "Az gelişmiş ülkelerdeki" düzeni incelerken, Huntington gibi Amerikan bilim adamları konularına bu özellikler açısından bakar.

Horowitz'e (1976) göre, ideolojinin sonu sadece bir Amerikan deneyi olarak değil, uluslararası gerçek politika deneyi olarak ortaya çıktı. Uluslararası alanda iki süper gücün ilişkilerinde ideoloji yerine ekonomik faktörlerin öne çıkması, çokuluslu şirketlerin Sovyetler Birliği'nde, Balkanlar'da, Doğu Avrupa'da işler yapması ve sonuçta yumuşamanın uluslararası ticari yaşam biçimi olması... Horowitz bu durumun ideolojinin sonundan çok çatışmanın sistemler alanından çıkıp dünya imparatorlukları alanına girmesi ve ideolojik nutukların bir sonu olabileceğini söyler.

İdeolojinin sonu teziyle aynı zamanda yansız bilim ve teknoloji görüşü desteklendi. İdeoloji olmayınca doğal olarak nesnellik\yansızlık egemen olur. Bu nesnellik, ülkeler arası ilişkilerde, bağımlılığı reddeder ve karşılıklı bağımlılık görüşünü getirir. İdeolojinin sonu, emperyalist ve ortaklarının siyasal, ekonomik ve kültürel politika ve uygulamalarının ideolojik yapısını nötrleştirir, nesnellik ve yansızlık iddialarıyla insan ve doğa talanını meşrulaştırır.

Elbette post-modernizm sadece pozitivizmin modernleşme yaklaşımına alternatif zıtlık getirmedi; aynı zamanda Marksist ve Marksist yönelimli eleştirici yaklaşımlara da alternatifler sunarak, Marksist tarihsel materyalizmin tarih olduğunu (!) ortaya attı. Sunulan alternatif zıtlıkta, ulusal kalkınmanın, modernleşmenin yerini modernlik ötesicilik (post-modernizm), emperyalizmin ve koloniciliğin yerini karşılıklı bağımlılık içindeki küreselleşme; sanayileşmenin yerini globalleşmedeki endüstri ötecilik (post-endustrialism) aldı.

Yukaridaki parca: Kapitalism, modernizm, postmodernizm ve iletisim kitabimdan.