SİLAHLI MÜCADELE VE GERİLLACILIK:
FANON, DEBRAY,
CHE...
Egemen sınıflar soğuk
savaştaki terörlerine, gerekli gördüklerinde
sıcak savaşı katarak katliamlar yapmaktan hiçbir
zaman çekinmemiştir. Hiroşima’ya atılan atom
bombası ne denli ileri gidileceğine bir
örnektir. Demokrasi, vatan, millet, özgürlük
tüccarlarının, iç mücadele ve savaşlarda ise
kendi üniversite çocuklarını ve gençlerini
kılını bile kıpırdatmadan katletmeleri insana ve
insanlığa ne denli saygılı olduklarına işaret
eder. Egemen sınıflar katliamlarını “terörizmle
mücadele” ve “vatanın birliği ve dirliğini
koruma” bahaneleri içinde iletirler. Örgütlü
baskı ve cinayetlerin bu tür iletişimine
karşılık, insanların hepsi aynı biçimde
geri-iletişimde (tepkide) bulunmaz. Üzerlerinde
uygulanan baskıya karşı kendini korumak ve
geleceğini güvence altına almak için insanlar
tarih boyu daima silahlara sarılmışlardır.
Silahlı mücadele insanlık tarihinde birikimlerin
ve yeni koşulların getirdiği değişimlerin
sağlanması için kaçınılmaz bir sonuç olarak
ortaya çıkmıştır. Koloniciliğe karşı direnişi ve
başarıyı, oturduğu yerde teoriler ortaya atan,
benim gibi eleştiriler yapan, üniversitelerde
rahat koltuklarında düzen ve düzensizlik dersi
verenler değil, silahlı mücadele yapanlar
kazanmıştır.[1]
Çağımızın burjuva iletişimci profesyonellerinin
bazıları gibi cepheye giden aydınlar da
(Hemingway, Malraux, Koestler) olmuştur. Burjuva
gazeteciler bu cepheden “tarafsızlık elbisesi
giydirilmiş taraflı” haberler nedeniyle
alkışlanır ve ödüllendirilirken, Debray gibi
cepheye gidenler “taraflılık” nedeniyle, hapse
atılmıştır.
1960'ların bağımsızlık mücadeleleri, F. Fanon'u
Cezayir'deki Fransız sömürgesine karşı
bağımsızlık savaşında yetiştirdi; Fransız
Komünist Partisi'nin bu savaşa yozlaşmış
yaklaşımı, Küba'daki başarı ve Che Guevera'nın
devrimi gerilla savaşıyla Latin Amerika'ya yayma
çabası R. Debray'ın karekterini oluşturdu. Che
ve Debray, Mao'yu kendilerine Marks'tan daha
yakın hissettiler. “İşçi, köylü el ele devrime”
görüşü önem kazandı. Milliyetçi bağımsızlık
hareketleri kuşkusuz desteklendi. Milliyetçi
burjuvalar bağımsızlığı kazanır kazanmaz kendi
milletinin çocuklarını yemeye başladı. Fanon ve
Debray ve birçok yeni Marksist, Ortodoks
komünist parti yerine öncü/avangard aktifliği
getirdiler ve doğrudan pratiğe önem verdiler.
Güç kullanma, şiddete karşı silahlı savunma ve
silahlı devrim temel olarak benimsendi. Kentli
parti ile kırsal gerillalar arasında teorik
ayrılık doğdu. Fanon, Debray ve Mao'da, devrimin
önderi olarak işçiler değil köylüler ve
lümpen-proleterler görüldü. Debray'da, Che'nin
gerilla mücadelesi, koşulların teoriyi üretmesi,
bu teoriyle kazanılan bilgiyle faaliyet ve yeni
koşullar ilişkisi içinde bir devrim anlayışı ve
süreci gelir. Devrim, kentli işçi sınıfı partisi
liderliğindeki örgütlenme mekanından uzakta,
köylülerin içinde devrimci profesyoneller ve
savaşçılar tarafından gerçekleştirilmeye
çalışıldı. Che, Küba devrimi olgusunu
açıklarken, “yapılacak iş sonuçlardan
kurtulmakla yetinmeyip, nedenlere çare
bulmaktır. Eğer bu devrim, köylülerin ruhsal
ezikliğine ve herkesten kopmuş yaşamlarına çare
bulamazsa başarısızlığı kaçınılmaz olur.
Devrimin ve devrimcilerin yapması gereken şey,
bu insanların ta içine girmek, onların
iliklerine işlemektir” yaklaşımını getirir.
Fanon
“The Wretched of the Earth”
yapıtında, Afrika’daki kolonicilik tecrübesini
(özellikle Cezayir tecrübesine dayanarak)
incelemiştir. Devrim potansiyelini kırsal
köylülerde ve kentsel yoksullarda görmüştür.
Fanon koloniciliğe karşı, milliyetçi karakterli
kolonicilikten kurtulma savaşının gerçekte
kurtuluş olmadığını ve kolonicilikten kurtuluşun
ancak sosyalist karakterli bir devrimle
olabileceğini savundu. Fanon ve Debray, Marks'ın
teorisine sistemli bir değişiklik getiremediler.
Fakat devrimci mücadele ve anlayışta yeni
tecrübeler kazandırdılar.
[1] Bu yorumum eleştirici aydınların faydasızlığı olarak anlaşılmasın: Sosyal devrim sürecinde aydınların katkısı oldukça önemlidir. Devrime katkıdan bulunurlar, ancak devrimi yapanlar onlar değildir. Ayrıca, eleştirici aydınlar varoluşlarıyla istemeseler de, hem egemen düzenin egemen iletişiminde, özgürlük ve demokrasi olduğu iddiasını doğrulayan ideolojik bir görev yaparlar; hem de sosyal değişimin önemli itici güçlerinden biri olarak rol oynarlar. |