Chapter2 irfan erdogan

  1. ÖRGÜTÜ ANLAMA VE ANLAMLANDIRMA  

Örgütü anlama ve anlamlandırmada, herhangi bir diğer konuda olduğu gibi öncelikle örgüt kavramı, örgütün çıkış noktası ve oluşumu, yapısı, tür ve fonksiyonları ve değişimi üzerinde durulması gerekir. Örgüt kavramını incelerken, örgüt tarihi ve yapısının ne olduğunun açıklanmaya başlandığı an belli bir kuramsal yaklaşımın ve aynı zamanda belli bir ideolojik çerçevenin içine kaçınılmaz olarak girilir. Bu nedenle, kavramın, tarihin ve yapının farklı tanımlamaları varsa, farklı yaklaşımların olduğunu ifade eder. Aynı zamanda, tanımlamalar ve yapılar zaman içinde değişikliklere uğrayabilir. Değişiklikler genellikle farklılaşmanın veya gelişmelerin sonucu olabilir. Bu bölümde örgüt tanımlamaları sunulacak ve örgütun çıkış noktası ve oluşumu tartışılacaktır.

    1. ÖRGÜT TANIMLAMALARI

Örgüt veya ingilizcede “organisation” denildiğinde, genel olarak, bir veya birden fazla kişinin belli amaçla kurduğu tüzel birlik anlaşılır. Bu anlamda örgüt, amacına göre siyasal, kültürel ve ekonomik veya bunların karışımı bir birlik olabilir; kamu veya özel olabilir. Kurum, enstitü veya şirket olabilir. Bir aile hem ekonomik, hem kültürel ve hem de sosyal karaktere sahip olan en az iki kişiden oluşturulmuş kurumsallaşmış bir örgüttür. Kamu kurumu veya özel şirket olarak bir hastane sağlık hizmeti veren ve bir okul ise eğitim hizmeti veren bir örgüttür. Dolayısıyla, örgut kavramı sadece şirketlere mahsus ve sadece şirketleri içeren bir kavram değildir. Aşağıda sunulacak tanımlamalardan görüleceği gibi, egemen yaklaşımlar örgüt konusunu sadece firma\şirket kapsamı içine indirgemişlerdir. Bu tür indirgeme egemen akademik çevreler ve endüstriyel yapılar için oldukça görevseldir; çünkü, akademik çevreler para getiren bir alana eğilir; şirketler dünyası her şeyin kendi etrafinda döndüğü düşüncesiyle rahatlar; örgüt yönetimi ve iletişimi firmaların çıkarlarının gerçekleştirildiği etkinlikler olur; aile, hastane, yardım kurumları, sendikalar, öğrenci örgütleri ve benzeri diğer kültürel ve siyasal örgütlenmeler devre dışı bırakılır; onların yönetimi ve gelişmesi, firmalarin yönetimi ve gelişmesiyle karşılıklı çıkar zıtlıkları içinde olabileceği için, örgüt yönetimi ve iletişiminde şirket mekanizmasının ve ideolojisinin egemen olduğu bir dünya düzeninde şirketlere eğilinmesi ve diğerlerinin ihmal edilmeleri, yok sayılmaları veya geçiştirilmeleri oldukça olağandır.

Şirket dünyasının çıkarlarını gercekleştirme amaçlı akademik eğitim ve girişimlerin örgüt ve örgüt iletişimi kavramlarını şirket ve şirket iletişimi kavramlarıyla eş tutmaları, hem etik bakımından hem de bilimsel anlamda yanlıştır. Bu nedenle, örgüt ve örgüt iletişimini ele alındığında, örgütsel çeşitlilikler vurgulanmalı ve eğer sadece bu örgütler arasında şirket veya ticari - sanayi gibi ticari örgütler üzerinde durulacaksa, bunun belirtilmesi gerekir.

Aşağıdaki tanımlamalara bakınca, hem örgütü şirket kavramı içine indirgemeyi görürüz hem de amacın akademik değil, ekonomik olduğu olduğu sırıtır.

  1. Örgütleri rasyonel sistem olarak tanımlayanlar

  2. Rasyonel sistem yaklaşımı, örgütleri, görece belli amaçları güden ve oldukça yüksek formalleşmiş sosyal yapılar gösteren topluluklar olarak tanımlar. Örgütler kişiler tarafından belli amaçların ortaklaşa gerçekleştirilmesini desteklemek için yaratılmış sosyal yapılar olarak ele alınır (Scott, 1992:10-23). Benzer yaklaşımla Barnard (1938:4) formal örgütü, “insanlar arasındaki bilinçli, kasıtlı ve amaçlı olan işbirliği” diye tanımlamıştır. Bir örgüt için iletişim, üyeleri arasında ortak amaca katılma arzusu, essentialdir (Hall, 1977:19).

    March and Simon (1958) örgütleri ilişkide bulunan insanlar topluluğu olarak betimlemişlerdir. Aynı paralelde, Etzioni’ye göre (1964:3) "örgütler belli amaçları aramak için kasıtlı olarak kurulan ve yeniden kurulan sosyal birimler (veya insan gruplanmaları) dir.

    Max Weber’e göre örgütler bir şeyi başarmak için tasarlanmışlardır; örgütteki insanların yaşamlarından öte geçerler; belli amaçlar ve purposelara sahiptirler. Örgütler aile gibi diğer sosyal varlıklardan farklıdırlar, çünkü ilişki, sırılarıyla, communial olma yerine associative’dir; nüfusun bir kısmı için katıcıdır ve diğer kısmı için dışarıda bırakıcıdır (Hall, R. H., 1977:18-19).

    Dikkat edilirse bu tür tanımlamalarda, insanlar kendi seçenekleriyle, kendi çıkarlarını bir ortaklıktan geçerek gerçekleştirmek içın örgüt kurmakta ve örgüte katılmaktadırlar. Bu tür örgüt ancak, örneğin, çıkar veya sermayenin ortaklığı biçiminde olan yapılandırmadır. Böyle olsa bile, bu yapıya herkes bilinçli ve diğer alternatiflerin yanında bu alternatifi seçerek katılmayabilir. Kapitalist firmalarda asgari ücretle çalışan kitleler bu örgüte katılmak zorunda bırakılmışlardır. ABD`nin Güneyindeki pamuk tarlalarında çalışan kölelerin plantasyon yapısına katılması, İkiyüz kşınin alınacaği ilan edilince onbilerce kişinin müraacaat için hücum etmesi, Türkiye`nin Güney Doğu Anadolu’sunda bir ağanın sahip olduğu köydeki örgütlü yaşam biçimi rasyonel, bilinçli, ortak amaçlı bir birlikteliği ve işbirliğini değil, yoksun ve çaresiz bırakılmışlığı anlatır. Yunan demokrasisi denilen kent-kölelik sisteminde evde tutsak olan köle, Osmanlı imparatorluğunda pazardan 12 kuruşa ev hizmeti köleliği için satın alınan Afrikalı insan, bu aile örgütüne kendi istemi ve ortak amaçla girmemektedir. Bugün okul denen eğitim kurumlarında kuruma katılmayı tamamiyle ailenin ve devletin elinden alıp öğrencinin kendi özgür seçimine bıraksak, formal eğitim sistemi çöker gider. Özlüce, sosyal birimler, örgütler veya insan grupları amaçlı beraberlikler veya işbirliği olabilir; fakat sorulması gereken sorular, “Kimin veya kimlerin amaçları hangi mülkiyet yapıları ve ilişkileri içinde nasıl gerçekleşmektedir? Örgüt yapısındaki üretim tarzı ve ilişkilerinin doğası nedir? Rasyonelliği kullanana ve irrasyonelliği destekleyenler kimler ve neden” şeklinde karşımıza çıkar.

  3. Örgütleri doğal sistem olarak tanımlamalar

  4. Bu tür yaklaşımda örgütler, katılanların sistemin yaşaması için ortak bir çıkarı paylaştığı ve bu amacı gerçekleştirmek için, formal olarak yapılanmamış kollektif etkinliklere girdiği topluluklar olarak ele alınır. Bu yaklaşımda formal roller ve kaideler\kurallar örgütsel veya bireysel faaliyetleri çoğu kez biçimlendirmezler. Bazı örgütler aktif olarak formalleşmeyi kaldırma yoluna giderler veya amaç belirlemeden kaçınırlar (Scott, 1992:24).

    Argrys’e göre (1964:35) örgütler genellikle kollektif olarak karşılanabilecek amaçlara ulaşmak için yaratılırlar. Yani, amaçları elde etmek içın gerekli faaliyet dizileri bir kişi için çok fazladır; bu diziler dizisel birimlere ayrılarak insanlar tarafından üstesinden gelinebilecek şekle sokulmalıdır.

    Bu tür doğallık rasyonelliğe bir ekleme yaparak, örgütsel yapıları kolektif kaçınılmaz bir gereksinim olarak sunup evrenselleştirmeye yönelirler. Örgütler kolektif çıkarların bir ifadesi yapılır. Dolayısıyla, dini örgütler insanların inanma ihtiyaçlarını, siyasal örgütler yönetim ihtiyaçlarını ve ekonomik örgütler ise ekonomik ihtiyaçlarını karşılamak için vardır. Acaba?

     

  5. Örgütleri açık sistemler olarak ele alan tanımlama

En yaygın ve 1960’larla birlikte revaçta olan tanımlamalar bu tür yaklaşımların betimlemeleridir. Bu yaklaşıma göre, örgütler stable değildir ve kolayca tanımlanamazlar; çevreleri tarafından biçimlenirler ve çevreye porous turlar. Çevreler örgütleri biçimlendirir, destekler, örgütlere infiltrate ederler. Örgüte katılanlar ortak amaca sahip olma zorunluluğunda değildirler; rutin olarak örgütün yaşamasını aramazlar; katılanlar geçici koalisyondadırlar (Scott, 1992: 25). Scott’a göre, örgütler göreceli olarak belli amaçlar gütme içın kurulmuş kolektiflerdir; ortak amacı gütmede farklı katılanların birlikte çalışmasını sağlayan, göreceli kesin sınırları, normatif düzeni, otorite silsilesi, bir iletişim sistemi, bir teşvik sistemi vardir. Katılanların faaliyetleri ve ilişkileri belli amaçları elde etmek için merkezi olarak koordine edilir. Amaçlar açık seçik, açıkça tanımlanmış olduğu ve alternatif aktiviteler arasından belirginsiz olmayan seçim kriterlerini verdiği ölçüde bellidir\kesindir. Katılanlar arasındaki kooperasyon bilinçlidir ve kasıtlı olarak inşa edilir ve yeniden inşa edilir. (Scott, 1981:20).

Bu tür tanımı yaparken, yazarın aklında ne tür bir örgüt olduğunu belirtmesi bize daha somut bir enformasyon verebilirdi. Bu tür örgütlenme bir banka ile bankaya para yatıranın kurduğu ilişki türünde bir yapılanma olabilir. Bir mahalle takımı, bir dayanışma ve yardımlaşma derneği de olabilir. Peki bir aile örgütlenmesinde yeterince ortak amaç gerekmez mi? Rutin olarak örgütün yaşamasını aramasa bile, ilişkilerin gidişi ve biçimlenişi örgütün yaşamasını veya çökmesini belirlemez mi?

Benzer yaklaşımla Katz and Kahn (1966:20) bütün sosyal sistemlerin, örgütler dahil, belli sayıdaki kişilerin kalıplaşmış faaliyetlerini içerdiğini belirtirler. Bu kalıplaşmış faaliyetler belli bazı ortak sonuç veya çıktıyla complementary’dir veya ona göre bağımsızdırlar. Tekrarlanırlar; göreceli kalıcıdırlar; yer ve zamana bağımlıdırlar.

Etzioni`ye göre (1969:15) örgütler, sosyal sistemlerdir; bir sosyal alan tümcesiyle ilitkili ve bu tümce içinde çalışırlar. Geniş bürokratik yapılar olarak örgütler ilkel toplumlarda yoktur. Örgütler, karmaşık, modern toplumlarda görevsel uzmanlaşma ve farklılaşmanın öğesi olarak ortaya çıkarlar. Etzioni örgütü sosyal sistem olarak ele alırken, yine aklına modern endüstriyel büyük firmalar gelmektedir. Çünkü Mısır, Mezopotamya ve Anadolu`da kurulmuş eski imparatorluklardaki bürokratik yapılar basit yapılar değildir ve oldukça karmaşıktır. Sekiz dilde yönetim yazıtları olan Hititler gibi bir imparatorluk basit örgutlenmeden uzak bir yapıya sahiptir. İmparatorluklarla iç içe olan ticari örgütlenme ve ilişkiler de basitlikten ötedir. Etzioni`nin tanımına göre, örgütler (1) iş bölümü, güç ve iletişim sorumlulukları tarafından belirlenir; bu iş bölümü tesadüfi olarak veya geleneksel olarak kalıplaşmaz; belli amaçları gerçekleştirmek için kasıtlı olarak planlanmışlardır; (2) örgütler bir veya birden fazla kontrol merkezleri tarafından belirlenir; bu güç merkezleri örgütün ortak çabasını kontrol eder ve örgütün amaçlarına doğru yöneltir. Bu güç merkezleri aynı zamanda sürekli olarak örgütün performansını gözetlerler ve gerekli olduğu yerde yapısını etkinliğini –efficiency—artırmak için yeniden biçimlendirir. (3) örgütte personelin yerine başkasını koymayla olur. Unsatisfactory kişiler o görevden alınıp yerine başkaları getirilebilir. Personel terfi ve transferi söz konusudur (Hall, R.H., 1977: 21).

1980’ler ve sonraki tanımlamalar, çevre, otorite, hiyerarşi, iş bölümü öğelerini de betimlemelerine katmaktadır; fakat farklı anlamlandırmalarla gelmemektedir: Schein (1980:15)`da örgütü, belli ortak amacı elde etmek isteyen bazı insanların, işbölümünden, otorite hiyerarşisinden ve sorumluluklardan geçerek yaptıkları planlanmış koordineli faaliyetler olarak niteler. Daft (1992:7) örgütü ayırdedilebilir sınırı olan, kasıtlı olarak inşa edilmiş, amaçlı, faaliyet sistemi olarak tanımlar. Örgütleri açık sistemler olarak ele alan Narayanan ve Nath (1993:186), örgütlerin sürekli olarak çevreleriyle etkileşimde olduklarını ve girdilerini çevreden aldıklarını, örgütsel çıktıların ise geriye çevreye aktığını belirtirler.

Kimberly, örgütlerin mekaniksel araçlar olmadıklarını; insanlarca sahip olunduğu, tasarlandığı ve yönetildiğini belirtir. Böyle oldukları için, örgütler insanların sahip olduğu sınırlılıklar ve potansiyallerin çoğuna sahiptirler. Örgütler akıcı ve dinamiktir; zaman ve mekan içinde hareket ederler; act ve react ederler (Kimberly ve diğerleri, 1980:2).

Örgüt tanımlamalarındaki farklılık özellikle disiplin ve yaklaşım farklılıklarını da yansıtmaktadır. Endüstriyel sisteme fonksiyonel birey yetiştiren meslek yüksek okulları ve onların bir üst basamağı işletme, iş idaresi ve diğer yönetim okulları örgüt denince doğal olarak sanayi veya ticari şirketi akıllarına getireceklerdir. Bir sosyolog, psikolog, siyaset bilimci ve kültürel antropolog için durum kendi ilgi alanlarına göre farklıdır. Fakat hepsinde de ortak olan nokta örgütün amaçlı bir toplumsal birim olmasıdır.

Örgütü sağlıklı bir biçimde tanımlamak için öncelikle belli bir örgütü veya benzeri karakterler gösteren bir örgüt grubunu belli zaman ve mekan içinde ele almak gerekmektedir. Yukarıdaki tanımlamaların çoğu genellikle endüstriyel örgütlenmeler için geçerlidir. Toplumsal yapılardaki örgütlenmeler ortak noktalara veya ögelere sahip değil midir? Elbette ortak yanlar ortaya konabilir. Bunlar genellikle (1) her örgütün yer ve mekana bağımlılığı; (b) belli amaca sahip olması; (3) birden fazla kişiden oluşması; (4) işbölümü ve güç ilişkilerinin olması; (5) göreceli sınırlarının olması; (6) kendi içinde ve çevresiyle etkileşim ve iletişimde bulunması; (7) zaman ve mekan içinde değişikliğe\değişime uğraması… Fakat bu tür tanım bize, örgütsel farklılıkları ortadan kaldıran oldukça genelleştirilmiş bir tanımlama sunar. Bu genel benzerliklerin yanında tanımlamalarda, belli örgütler ele alınarak farklılıkları gösteren tanımlamaların yapılması gerekir. Ayrıca, her benzeri örgütün de zaman ve mekan ayrılıkları ve toplumsal genel örgütlenme biçimindeki farklılıklar nedeniyle ayrı karakterler gösterdiğini de bilmemiz gerekir. Bu yaklaşımlar, konuya örgüt için kontrol perspektifinden yaklaştığı için, tanımlamalarında mülkiyet ilişkileri, ücret\maaş politikaları, baskı, zorunlu katma ve katılma, koalisyon veya ortak çıkar ötesinde egemenlik ve mücadele gibi öğeler bulunmaz.

B.  ÖRGÜT OLGUSUNUN BAŞLANGICI VE GELİŞMESİ

    nt face="Arial">Örgüt kavramı toplumsal bir olguyu anlatır. Toplumlar eşitlik ve hakkaniyet ölçüleri temeli üzerinde yapılandırılmadıkları için, örgüt olgusu yapılandırmalardaki egemenlik ve mücadelelerin bütünleşik bir parçası olarak ortaya çıkar. Yani, örgütlerin, örneğin ailenin oluşumu ve gelişmesi, tanrının istemi veya iç güdülerin teşviki doğrultusunda gitmez. Geleneksel Anadolu ailesinde kadın erinin ve erinin ailesinin ev, tarla ve bahçedeki kölesiyken, kapitalizmin girdiği anadoludaki modern aile tipinde kadın evdeki köleliğine ek olarak sermayenin kölesi durumuna düşer. Kavimler ve uluslar aynı din, ırk, dil, fırsat eşitliği, kaynakların ortaklaşa sahipliği ve kullanımı, üretilenin ortaklaşa paylaşımı gibi ölçülere göre kurulmamıştır. Kölenin kavime, ulusa veya vatana sahipliği ve ortaklığı kendi ve kendi gibilerin kölelik durumunu sürdürmeye giden ancak hayali bir sahiplik ve ortaklık olabilir. Dolayısıyla, örgüt olgusuyla birlikte insan ve doğal kaynakların sömürüsü, kölelik, egemenlik ve mücadele olguları da gelir. Örgüt olgusunun başlangıcı, aynı zamanda, beraberlikteki bizliklerin, bizden olmayan düşman ve dost ONLARIN, iktidar\güç yapılarının ve ilişkilerinin, örgütsel yapının tanrıdan, doğadan, ideolojiden ve yasalardan geçerek meşrulaştırmaların da ortaya çıkmasını beraberinde getirir.

    Örgüt oluşumuyla ilgili akla gelen ilk sorulardan biri elbette bu olgunun orijinin ne olduğudur. Örgüt denen oluşum ne zaman, nerede ve nasıl çıktı ve gelişti? Çıkış koşulları, örgütü ortaya çıkaran koşullar neydi? Hangi tür örgütlenme ne zaman, nerede ve hangi koşullara göre oluştu, gelişti ve, eğer ortadan kalktıysa, ortadan kalktı?

    Örgüt insan gereksiniminin sonuçlarından biridir. İnsan, birlikteliğinde korunma, barınma, biyolojik varlığını devam ettirme, çocuk yaparak ve büyüterek neslini sürdürme gereksinimlerinin ötesine gider. Kendi ve toplum bilincine varan insan fiziksel-hayvansal gereksinimlerin ötesinde gereksinim ve doyumlar aramayla kendini değişime uğratır. Bunun sonucu olarak, insanlar sadece temel gereksinimlerini karşılamak için değil, aynı zamanda toplumsal egemenlik ve mücadelelerin, meşrulaştırılmış örgütlü psikolojik gereksinim ve hastalıkların peşinde örgütlenir ve etkinliklerde bulunurlar. Mısırda piramitleri yaptıran, insanların yaşam olanaklarını\koşullarını mülkiyet ilişkileriyle gelen birikimle elinde tutup diğer insanları yaşam koşullarından mahrum eden, insanı moda ve soda peşinde koşturan örgütlü hastalıklar sadece bazı örgütlerin oluşmasına ve desteklenmesine değil, büyüyüp gelişmesi ve farklılaşarak çoğalmasına yol açmıştır. Daha kötüsü, insanı ve doğal çevreyi terör ve baskı altında tutan modern dünyanın örgütlü egemenliğinin hasta psikolojisi normalliğin, gelişmenin, modernleşmenin, demokratlaşmanın, global dünya vatandaşı olmanın, özgürlüğün ve insanlığın ifadesi olarak sunulmaktadır.

    Günümüzün egemen koşullarında aileden uluslararası firmalara kadar bütün örgütlenmeler bu psikolojinin etkisi altındadır. Bu etkiye reaksiyon aile, din ve vatan adına bir ulus içinde gençlerin katliamından; özgürlük, demokrasi, serbest ticaret adına uluslararası sömürü ve katliamlara; Tanrıya ve ulusa dönerek kimlik arama adına başka kimlikleri yok etmekten, post-modernism ve globalleşme adına devlet denen yapıların kamu sektörünü toptan satışa çıkartması ve kamu zengiliklerinin özel tarafından paylaşılmasına; kişisel ve örgütlü karşıtlıklara kadar çeşitlenir. Daha da ilginç (ve şizofrenik) olan, egemen hastalığın psikolojisinin biçimlendirdiği beyin ve duygular, egemenliğin etkisindeki insanı benim kullandığım dile ve kavramlara oldukça duyarlı yapar: İki yüzyıldır ekonomik çıkarlar ve egemenlik peşinde dünyayı kana bulayan burjuvazinin kan görmek istememesi ve kandan tiksinti duyması gibi, nikotine bağımlının sigaranın etkileriyle ilgili ağır sözler duyunca duyarlılığı artıp sinirlenerek sigaraya sarılması gibi, emperyalizm, sömürü, soygun, ezme, kölelik, kaynakların talanı, devletin kamu zenginliklerini uluslararası firmalara peşkeş çekmesi vb. kavramlara post-modern ideolojik sahtekarlığı sürekli deneyimle kanıksamış insan, babasının mülkiyet yapısına saldırılıyormuş gibi bir duyarlılık hissederek savunuya geçer ve en azından “incelik” veya “bilimsel ağırbaşlılık” ister. Bu psikolojinin örgüt anlayışı ve eleştirisi egemenin sunduğu kontrollu alternatiflerin idealleştirdiği ideolojik meşrulaştırmalardır. Bu meşrulaştırma, evlerindeki köleriyle Yunan filozoflarının özgürlükten ve demokrasiden bahsetmelerine benzer: Köle sahibi filozof köleliğe dayanan toplumsal örgütlenme biçimlerinde, konuyu bireysel davranışa indirgeyerek, “kölenize iyi davranın” demek zorundadır, aksi taktirde önce kendi kölesini serbest bırakarak, köleliğe dayanan bir örgütlenme yapısının değişmesini istemek gerekirdi ki bu da filozofun pek işine gelmezdi. Benzer şekilde günümüzdeki şirketler sisteminin egemenliğinde, bir ad\kademisyenin örgüt ve örgüt iletişimi konusuna yaklaştığında, şirket oluşumunu ve gelişmesini, insanlığın daha iyiye ve daha mükemmele doğru adım atması olarak göstermesi ve Fukoyama, Huntington, Argyris, Friedman, Toffler ve Cutler gibilere hayranlık duyması, bu örgütsel yapıların gelişmesi için birşeyler yapma gereksinimini duyması, dünyada karşılıklı bağımlılıktan, yerelleşmeden, globalleşme ve glokalleşmeden bahsederek zevkten kendi başını döndüren filozofunki gibi, oldukça olagandır, çünkü özellikle bireysel konum koruma, umutlar ve çıkarlar için oldukça görevseldir.

    Örgütler, karakterlerine bağlı olarak birlikteliği, işbirliğini, belli kurallara göre paylaşmayı, egemenliği, özgürlük ve köleliği, üretim, dağıtım ve tüketimle ilgili mülkiyet ilişkilerini, sahipliği ve sahip olunmayı, rekabeti ve birleşmeyi hecelerler.

    Örgütlü yaşamdaki egemenlik arayışı, egemenliği perçinleme ve geliştirme ve yaygınlaştırma, alternatifleri ve karşıtları bastırma, eritme, yok etme, kendine görevsel olan kontrollu alternatifler yaratma ve tutma, alternatiflerin ve karşıtların çıkışı ve gelişmesi, örgüt oluşumlarını niceliksel bakımdan artırmakta ve niteliksel bakımdan çeşitlendirme yönünde işlev görür.

    İlk ve temel örgüt olarak sosyal biçimlenmeyi (toplumu) ele alırsak ve yazılı veya sözlü kontrat konusunu kıstas dışında tutarsak, ilk örgüt ilk kavim ve/veya aile olarak ve ilk örgütsel iletisim de bu kavimi ve/veya aileyi oluşturanların ilişkilerinin yürütülmesi olarak nitelenebilir. (irfan: buraya ilk caglardaki iletisimden parcalar koy).

    Yaşam koşulları ortak üretim ve dayanışmaya dayanan toplumlarda kavime, kültürel, ekonomik veya siyasal bir birime dahil olmak, kişinin kimliğinin, çoğu kez tek kimliğinin, ifadesiydi. İnsan örgütsel yapının içinde aldığı yerin bütünleşik bir parçasıdır: Bu yeri belirleyen, insanların bu örgütsel yapıyla belirlediği haklar, durumlar ve kimliklerdir.

    Eski çağın en egemen örgütlenme yapısı, siyasal gücün yanında veya siyasal güçle ayni olan örgütlü dindi. Din aynı zamanda ekonomik bir örgütlenmeyi de beraberinde getiriyordu: Eski dinlerin öykülerinde –örneğin Tevratta-- efsanelerde tanrı ve mülkiyetin korunması ve mülkiyet yapısıyla gelen örgütlerin ve ilişkilerinin dokunulmazlığı, kutsallığı ve meşruluğu vardır. Bu, dokunulmazlık ve kutsallıkla kazanılmış bir meşruluktu ve Tanrı efendisini terkeden köleyi melekleriyle durdurur ve efendisine geri dönmesini söylerdi; bütün peygamberler ve aileleri büyük çoğunlukla hayvancılıkla iştigal ediyorlardı ve Tanrı tarafından korunan sürüleri vardı. Toplumsal örgütlenmelere üyelik (efendilik ve kölelik) doğal ve hayat boyu bir üyelik biçimindeydi. Topluma yeni doğan bir kişinin önceden veya sonradan seçtiği veya vazgeçtiği bir üyelik değil, o kimlik içine doğma ve büyümedir. Aile, örgütlü din, kavim, imparatorluk ve imparatorlukta kamu ve özel örgütlenmelerde insanların konumlandırıldığı ve konumlandığı yer kendi özgür seçiminin dışındadır. Bir kölenin ve ailesinin aitliği (kimliği) efendisinden geçerek olan aitliktir. Bir anadolu kadınının kimliği kocasının ailesinden geçerek tanımlanan bir kimliktir. Kentli bir profesörün veya bir fabrikatörün eşinin adı profesörün veya fabrikatörün eşidir. Bu aitlikten vazgeçemez, istifa edemez, çünkü bunu zaten düşünmediği gibi, düşünse bile oldukça güçlü engellemeler ve çok sınırlı, zor ve riskli seçenekler ile yüz yüze gelir. Bütün bunlar örgütlülükteki sosyalin, kültürelin ve bunların temelindeki ekonomik olanın her gün nasıl üretildiğiyle bağıntılıdır.

    Özel amaçlı ekonomik, kültürel ve siyasal örgütlenmelerın tarihini “modern toplumların gelişmesi tarihine” bağlamak (scott, 1992:151 org_theory\orgs\chap7.htm) bize pek fazla birşey anlatmadığı gibi “modern sözcüğü de “şimdinin” kendini beğenmişliğinden öte bir anlam taşımaz. Bu tür örgütlenmeler iş bölümüyle, insanın kendini, ürettiğini, yaşamı ve günlük etkinlikleri anlamlandırma, sürdürme ve geliştirme gereksinimlerini duymasıyla ilişkilidir. Gunümüzdeki egemen örgütlerin ve örgütlenme biçimlerinin tarihi, burjuva devrimine giden bir değişimle başlar ve devam eder. Bu değişim feodalizmi yıkan ekonomik yeniden-biçimlenmeyle başlar ve endüstrileşme, üretimin mekanikleşmesi, otomasyon ve ücret\maaş köleligiyle devam eder. Kapitalizm ve ücret köleliği sisteminin örgütlenme yapısı (a) kırsal ve tarımdan kentsel ve endustriyele, (b) cottage endüstrisinden ücret için çalışmaya, (c) artisans ve guildslerden ve el-emeğinden kalifiye olmayan işçi kitlelerine ve iş yerinin mekanikleşmesine, (d) merchandile sermayeden uluslararası bankaların egemenliğindeki faizle finans sermayesine, (e) ulusal-yerel sömürünün egemenliğinde, uluslarararasi ortaklıkla yürütülen global sömürü biçimi örgütlenmelere ve politiklara doğru değişmiştir. Karl marx kapitalizmin kaderinin dünyanın her köşesine gitme ve kaldırmadığı taş bırakmama olduğunu belirtmişti. Sermaye 1990’larda bu serüveni hızla devam ettirmektedir. Bu serüvende, dünya kapitalizminin kendi çıkarı için, sömürüyü uyguladığı yerler için savunduğu ve biçımlendirmek istediği örgütlenme ve politika biçimleri, öncelikle özelleştirme, yerelleştirme –glokalleşme--, ve deregulasyondur. Bu amaçlara uygun olarak Türkiye gibi ülkelerde yeni özel ve kamu örgütlenmeleri oluşturuldu. O denli ileri gidildi ki, kamudan maaş alan ve kamu için çalışması gereken Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı gibi kamu yapıları içinde özel özelleştirme daireleri yaratıldı ve kamu zenginliklerinin satışı büyük yolsuzluklarla yönetildi. Bu tür örgütlenmeler ve etkinlikler, bir örgüt oluşumunun tanrının ihsanı gibi kendiliğinden ortaya çıkmadığı, her örgüt oluşumuna herkesin canı gönülden katılmadığı, örgüt oluşumunda ve gelişmesinde, egemenlik ve mücadelelerdeki gereksinimlerin temel faktör olduğunu açıkça göstermektedir.

    Endüstrileşme sürecinde iş yerinin mekanikleşmesiyle birlikte, iş yerinde uzmanlaşma, dolayısıyla iş bölümü çeşitlendi; standartlaşma, dolayısıyla iş görmede kurallara bağlı rutinleşme arttı; iş sürecinde standartlaşma ile mekaniksel parçaların sadece tek bir yapı için –örneğin tek bir model—değil diğer yapılar için --örneğin diğer marka ve modeller-- için karşılıklı kullanımı\değişmesi ortaya çıktı; bu parça değişimiyle kalmadı, zanaatkarın gidişi ve el emeğinin kalifiye olma gereğinin ortadan kalkmasıyla, standartlaşmış iş yerindeki bölümler ve benzer üretim yapan işyerleri arasında işçi değişimi de kolaylaştı. Bir yerde kazanılan tecrübe diğer yer için yeterli oldu. Olmasa bile, bir sanayi işçisinin işe oryantasyonu birkaç saatlik bir eğitimle sağlanmaya başladı. Böylece orta çağların çıraklık ve ustalık süreci standartlaşma ile ortadan kaldırıldı. Kapitalizmin ustası işçinin işini yapmayan yönetici oldu. Yönetimde bilimin yönetim için kullanımıyla, tahmin edilebilirlilik artırıldı. Yönetim bilimi iş yerindeki kaideler\kurallar, düzen ve kontrol mekanizmaları üzerine, yönetimde rasyonellik ve istatistiksel ölçmeler ve tahminlerle gelen öngörmeler getirerek verimliliği, etkiyi ve etkinliği artırma yolları sundu. Endüstrileşme ile endüstriyel örgüt yapıları değişti: Makinelerin kullanıldığı assembly line ve bilimsel iş tasarımıyla malların üretimi mekanikleşti. İş yerinde artan bürokrasiyle iş süreci mekanikleşti. Standartlaşma ve, belli ölçüde, Taylorismle gelen bilimsel yönetimle itçi de mekanikletti.

    Egemen yaklaşımlar örgüt oluşumu için bazı ön koşulların olması gerektiğini belirtirler. Bu koşullardan önde geleni kapasite ve işbölümüyle ilgilidir.

    Kapasite

    Genel olarak egemen yaklaşımlarda örgütlerin gelişmesini oluşturan sosyal koşulların, nüfusun bu özel örgütleri geliştirecek ve destekleyecek kapasitesi olmasına bağlı olduğu belirtilir; bu kapasite de okur-yazarlık, özel gelişmiş okullar, kentleşme, pazar ekonomisi ve siyasasl devrim gibi faktörler tarafindan belirlendiği anlatılır. Parsons ve Eisentadt gibi Yapısal-görevselci sosyologlar buna rollerde ve kurumlarda farklılaşmayı, başarıya bağlı olarak roller verme ve yerleştirmeyi ve kaynaklar için rekabeti eklerler (Stinchcombe, 1965 in Scott, 1992:153 chap7.htm). Bu faktörlerin kişileri örgütler kurmak için motive ettikleri ve bu yeni biçimlerin yaşama şanslarını artırdıklerı ileri sürülür.

    Nüfusun örgütleri geliştirecek ve destekleyecek kapasitesi, aslında talebin olması ve talebin örgütün çıkarlarını ve amacını desteklemeye yönelik olmasıdır. Eğer bu örgüt ticari bir yapıysa, nüfusun talep yanında satın alma gücünün de varlığı gereklidir. Eğer örgüt bir kamu kurumuysa, o zaman katılma istemi ve meşruluk önem kazanır. Kapasitenin okur-yazarlıkla ilişkisi ancak örgütsel yapının gereksiniminin okur yazarlık gerektirmesinden kaynaklanır. Aksi taktirde, okumuş ve okuyan bir işçi potansiyel tehlikedir. Sozlü gelenekle cehaletin beslenmesi yazılı geleneğe gelindiğinde yazıyla desteklenmelidir. Günümüzdeki özel teşebbüsün televizyon örgütlerinden çıkan haberlerin büyük çoğunluğu ve genellikle eğitim sistemleri cehaletin sürdürülmesi ve bilinç yönetiminde önemli roller oynamaktadır. Okur yazarlık örneğin basın örgütsel yapısının desteklenmesi ve gelişmesi için yeterli bir koşul değildir. Okur yazarlık olmazsa, basın olmaz gibi bir betimleme geçersizdir, çünkü okur yazarlığın olması ve okur yazarlıkla ilgili örgütlenmeler belli gereksinimlerin varlığını gerektirir. Türkiye’de okur yazar oranıyla gazeteyi okumak için satın alma oranı karşıaştırılırsa oldukça çarpıcı sonuçlar çıkar. Okur yazarlık için okullar açılabilir, okul yazarlık kampanyaları açılabilir; bütün bunlar belli güç merkezlerinin ideolojik, kültürel ve ekonomik çıkar hesaplarının bir sonucudur. Bu çıkar hesabı özel yarara olduğu gibi kamu yararına da düşünülmüş olabilir; örneğin Kızılay, Aş evleri, erginelere okuma yazma öğretme, kırsal alanlarda CIA destekli “extension” ve “eğitim” programları yürüten vakıf örgütlenmeleri, nüfus kontrolu politiklarını uygulayan ve yayan örgutlenmeler vb bu nedenle oluşabilir ve gelişebilir. Fakat okur yazar olması istenen kişilerin veya grupların bu gereksinimi duymaları için onların kendileri için belli koşulların olması gerekir. Bu koşullar Türkiye gibi ülkelerde dıştan yaratılmaya çalışılmıştır ve genellikle faydası sadece bu koşulları yaratmak için gerekli örgütlenmelerin ve girişimlerin yaratılmasına olmuştur. Okur yazarlık, okullar, kentleşme gibi öğelerin olmasıyla aranan şey, endüstiyel yapılar ve hizmet sektörüyle ilgili özel örgütlerin oluşması ve başarısıdır. Nüfusun kültürel, psikolojik ve materyal kapasitesi, pazar ekonomisi ve diğer yapıların varlığı, belli bir yapıyı anlatır. Her nüfus kendi örgütlü zaman ve yeri içinde kendi gereksinimlerini karşılayan örgütlenme biçimlerine sahiptir. Kapasite sorunu ancak, belli iç veya dış güçlerin veya sermayenin bu nüfusa yönelik, bu nüfusa bağlı bir amacı varsa ortaya çıkar.

    İş bölümü

    Örgütlerin çıkışına neden olarak en yaygın verilen neden iş bölümüdür. Galbrait’in belirttiği gibi (1967:24) iş bölümü de büyük ölçüde teknolojinin kullanımıyla, yani bilimsel veya örgütlü bilginin pratik görevlere sistemli bir şekilde uygulanmasıyla olur. Adam Smith Ulusların Zenginliği yapıtında (1776:book 1, chapter 1:17) iş verimliliğinde iş bölümünün çok büyük gelişmelere neden olduğunu; bir insanın bir iğneyi nadiren bir günde yapabileceğini, fakat iş 18 aşamaya bölünürse, bir işçi grubu bir günde 48,000 kadar iğne yapabileceğini belirtmiştir. Böylece, iş bölümü yoluyla, işçiler kendi başlarına yapabileceklerinden çok daha fazla miktarda mal üretebilirler. Bu da, bütün toplumun zenginliğini artırır. Smith (1776, book 1, chapter 2:17) iş bölümünü insan doğasındaki “exchange yapma” yöneliminden çıkıp geldiğini belirtmektedir. İlginç olan, kendi zamanının egemen yapısının egemen düşünce tarzına bakarak, Smith, insanların birçok şeyler için biribirine bağımlı olduklarını ve bu ortak-bağımlılığı sadece benevolence’in tatmin etmediğini bulduklarını ve mal değiş tokuşuyla veya para ile satın almayla başlayarak oluşan mentalitenin iş bölümünü yükselttiğini ileri sürmektedir. Smith’e göre, bir insanın kendi emeğinin artı kısmını (artı değeri) bir diğer malla değişmesi (exchange) insanı belli bir mesleğe vermeye teşvik eder. Uzmanlıkta çeşitlilik verimlilik yaratır. (s. 18, 19).

    Elbette Smith burada, önemli birkaç konuyu unutuyor: (1) Sermayenin zenginliği herkesin zenginliği anlamına gelmez. Artan üretimle artan gelir, özel mülkiyet bağlamında artan üretim ve artan gelirdir. (2) İnsanı “exchange” belli bir mesleğe teşvik etmez; belli mesleğe teşvik, sermayesi olan için, sermayesinin kapasitesi ölçüsünde sermayesini kullanarak kar sağlama amacıyla; sermayesi sadece el-emeği veya beyin emeği olan için, bu sermayesini kullanarak kendisinin temel yaşam koşullarını çalışarak elde ettiği para ile satın alma amacıyla olur. Diğer bir deyimle, mesleğe teşvik, bazıları için yaşam kalitesini yükseltme olasılığı anlamına gelirken, diğer bazıları için, kendi yaşam olanaklarını elde etmek için çalışma zorunluluğu anlamınadır. (3) Smith toplumu fonksiyonel bir bütün olarak ele almaktadır. Aslında, iş bölümünün kendisi fonksiyonel bütünün fonksiyonelliğinin farklılıklar göstereceğine işaret eder. Bunun da anlamı, aynı zamanda sosyal sınıflaşma ve insanlar arası ilişki ve iletişimde hiyerarşik tek yönlülük, egemenlik, meşrulaştırılmış baskı ve yaptırımdır. (4) Smith ücretteki eşitsizlikleri işin kendi doğasından kaynaklandığını belirtmektedir (1776; book 1, chapter 10). Elbette toplumu iş bölümüyle fonksiyonel bir bütün olarak ele alırsak, “Uzmanlıktaki çeşitlilikle gelen verimlilik kimin ve ne için?” gibi sorular anlamını yitirir.

    İş bölümünü idealleştirmemek gerekir: İş bölümünde farklılaşma, kordinasyon ve hiyerarşi vardır. İş bölümü yansız, eşitcil veya eşitçile yakın ve hakkaniyet ölçülerine göre bir farklılaşmayı, görev ve sorumlulukları getirmez ve getiremez, çünkü iş bölümü kendi başına birşey yapamaz; iş bölümünü ortaya çıkartan insanın örgütlü yaşamın bir anında başlattığı ve geliştirdiği bir örgütlü ilişki biçimidir. Bu biçim görev ve sorumluluklar yüklemiyle dikey ve yatay yapısal ilişkiler ve iletişim tarzları ortaya çıkartır. Her örgütsel biçim kendi içinde farklılıklar göstereceği gibi, örgütler arasında da yapısal farklılıklar olacaktır. Fakat hem örgüt içi farklılıklar hem de örgütler arası farklılıklar belli bir yer ve zamandaki teknolojik yapı ve bu yapının kültürel, düşünsel ve ideolojik yansımalarının egemen karakterleri nedenleriyle önemli benzerlikler gösterecektir: Mutlak köleliğin egemen olduğu bir toplumsal yapı içinde, kölesi olması gereken fakat köle tutmayan bir aileye rastlamak olasılığı yoktur. Benzer şekilde, artı-değerin gaspına dayanan bir firma sisteminde, artı-değeri bu değeri yaratanla paylaşan bir şirketin varolma olasılığı olabilir, fakat uzun süre yaşama olasılığı yok denecek kadar azdır. Otoriter bir toplum yapısının egemen olduğu bir yer ve zamanda, demokratik bir örgütlenme biçimi ancak marjinal karşıtlığı ifade eder. Elbette, örgütün temeli iş bölümüdür, fakat iş bölümünü, yukarıda verilen örneklerde de görüldüğü gibi, evrensel doğallık ve nesnellik olarak düşünmek hatadır. İş bölümü sosyal biçimlenmenin karakterine göre şekillenir. Eğer bu karakterde borç köleliği varsa, is bölümünde bu tür kölelik ilişkilerini görürüz. Eğer bu karakterde kadın mülkiyet ilişkilerinde bir emtia olarak niteleniyorsa, iş bölümünde kadını mülkün işlevsel bir parçası olarak görürüz.

    BURAYA MARXín iş bölümü hakkındaki görüşleri……

    Enformasyon akışını yönetim kapasitesi

    Örgütlerin çıkış nedeni olarak verilen diğer bir neden, örgütlerin enformasyon akışını yönetmedeki üstün kapasitesidir (Scott 1992:159). Örneğin merkezileşmiş örgütler enformasyonu daha etkili bir şekilde süreçten geçirebilir, grup görevlerini daha çabukça yapabilir (Arrow 1974; Williamson, 1975). Diğerleri görevler daha karmaşık olduğunda ademi-merkezi yapıların merkezi yapılardan daha üstün olduğunu bulmuştur. Scott’a göre yüksek derecede karmaşık akışta –az enformasyon gereksiniminde—ademi-merkeziyetçi yapı daha üstündür; orta alana gelindiğinde merkezi yapı daha üstün olabilir (Shaw, 1964; Blau & Scott 1962; Scott 1992:161 quoted in Scott 1992:161).

    Dikkat edilirse, yukarıda belirtilen kapasitenin bilinmesi için önce örgütün olması gerekir. Örgütsel deneyimler ve incelemeler yoksa bunlar bilinemez. Bu nedenle, bu tür ve benzeri çıkış nedenleri var olana bakıp geriye projeksiyon ile elde edilmiştir. Dolayısıyla çıkış nedeni olarak geçerli görünmemektedir; fakat sürdürme veya ortadan kaldırma nedeni olabilir. Enformasyon akımını yönetme, enformasyon toplama ve kullanma, enformasyon casusluğu, çağımızın örgütsel yapi ve ilişkilerinde önemli bir yer alır. Dolayısıyla, elbette örgütlülükte enformasyon akışının yönetimi önemlidir, bazı örgutlenmelerde hayatidir ve enformasyon yönetim kapasitesi bireyin baş edemeyeceğinin ötesindedir.

            C .Örgüt Olgusu: Kaynaklar, kullanımı, mobilizasyou

      Örgütün varlığı hem kendinin oluşumunda hem de çalışmasında kaynak kullanımıyla ilişkilidir. Örgütün oluşumu, yaşaması ve gelişmesi örgütsel amaçlara bağlı olarak gerekli kaynakların kullanımını gerektirir. Oberschall’a göre (Scott, 1992:169) örgütler kendiliğinden birden bire çıkmazlar, örgüt çıkışı kaynakların mobilizasyonunu gerektirir. Mobilizasyon, kolektif amaçlar için kalabalık, grup, association ve örgütler biçimlendirme sürecidir. Modern kapitalist toplumlarda, bu kaynakalar az çok “serbest akmakta” ve geleneksel toplumlardan daha kolayca mobilize edilebilir. Örgütün nasıl biçimlendiği kısmen başlangıçtaki kaynak karışımı, incentives, üyelerin\katılanların karakterleri ve kaynakları elde etme ve çalıştırma yeteneğine ve olanaklarına bağlıdır. Bu bağlılıkta örgütün özelliğine göre sadece insan gücü, iş bölümü, koperasyon, teknoloji ve sermaye değil, aynı zamanda kültürel, siyasal ve yasal meşruluklar hayati rol oynarlar. Bu bağlılığın özelliklerine göre örgütün yaşam koşulları önemli ölçüde belirlenir. Örneğin aile örgütlenmesinin oluşumu için aşk veya sevgiyle başlayan bir beraberliğin kurumlaşması gerekir; bu kurumlaşma o iki insanın yaşadığı yer ve zamanın meşruluk ölçülerine göre belirlenir ve yer ve zaman içinde farklılıklar gösterir. Bir endüstriyel örgütlenmenin olabilmesi için belli bir teknolojik safhaya ulaşılmış olması, belli bir sermayenin belli bir emeği sömürebilecek bir ekonomik yapının kurulmuş ve yasalarla ilişkilerin ve örgütlenmenin biçimlendirilmiş olması gerekir. İster aile veya okul, isterse ticari veya endüstriyel bir örgütlenme olsun, örgütü şekillendiren kaynakların karışımı daima niceliksel ve niteliksel bakımlardan farklı biçimlerde olacaktır. İdeal bir karışım ideal bir örgütsel görevsellik anlamınadır ki buna da yaşanan dünyada karşılaşmak oldukça enderdir. Bu nedenle, toplumsal örgütlenmeler başarı bakımlarından farklılıklar gösterdiği gibi, her alanda önemli bir kısmı başarısızlıkla (örneğin boşanmalar, iflaslar, kapanmalarla) sonuçlanır.

      Stincombe’ye göre (1965) aynı zaman diliminde oluşan örgütler çoğu kez benzer yapılara sahiptirler, çünkü aynı sosyal kaynakların karışımından yaratılırlar.

      Teknoloji

      Tushman ve Anderson’a göre (1986 org_theory\encyclop\mobil_res.html)

      ) yeni örgüt oluşumunun en önemli belirleyicilerinden biri teknolojik değişimdir. Bu değişımlerin bazıları beceri-gelişitircidir ve var olan firmaları güçlendirir. Digerleri “beceri tahrip edendir” ve var olan kurumlarda karışıklılara neden olurlar ve yeni öergutlerin çıkmasını teşvik ederler.

      Örgüt olutumu ve gelitmesi için elbette o olutumu ve gelitimi gerektiren teknolojik alt yapının oluşması gerekir. Egemen yaklaşımlar teknolojiyi teknik araçlar, buluşlar, teknikteki yenilikler olarak ele alırlar ve örgütlerin bunlardan geçerek geliştiklerini öne sürerler. Toplumdaki değişim ve gelişmeler de teknolojik değişim ve gelişmelere bağlanır. Etkileyen ve devrimler yapan teknolojidir. İdelojileri ve ağır sanayiye dayanan endüstriyel yapıları ortadan kaldıran ve onun yerine enformasyon çağını getiren gene teknolojilerdir. Teknolojiye verilen bağımsızlık o denli ileri gider ki insan teknoloji karşısında edilgen bir duruma getirilir. Elbette hangi insanın edilgen ve hangilerinin etken olduğu soruşturulmaz. Teknoloji iş yerini mekanikselleştirir; iş sürecini ve işçiyi mekanikselleştirir. Nasıl oluyor da kendi kendine karar veremeyen bir teknolojik araçlar kümesi bütün bunları yapabiliyor, mucizeler yaratabiliyor? Teknoloji kendi başına hiç bir şey yapamaz; iş yerini değiştiremez, iş kültürünü değiştiremez, işi mekanikselleştiremez ve devrimler yapamaz; Teknolojik araç ne insan tarihini yazan ve yapandır ne de insan tarihinin yazılışından sorumludur. Hepsini yapan, mekanikselleştiren, standartlaştıran, devrimler yapan insandır. Aracın insan üzerine egemenliği, aslında aracın değil, teknolojik örgutlenmedeki mülkiyet ilişkilerinden gelen, insanın insan üzerine egemenliğidir.

      Bazı koşullarda yeni teknolojik araçların kullanımı, insanların yeni örgütler oluşturmasını gerektirebilir; bazı koşullarda var olanı desteklemede ve genişletmekte kullanilabilir. Bu kullanımla gelen ilişkilerde, bazı örgüt yapıları olumlu yönde etkilenip güçlenirken, diğer bazılarını pazarda güç durumda bırakabilir. Fakat bu gelişme veya güç durumda kalma teknolojinin yaptığı birşey değil, teknolojik düzende iş yürüten insanların yaptığı birşeydir. Özneleri karıştırıp mitler yaratınca, ideolojik egemenliklerin kurulması ve yürütülmesi de kolaylaşmaktadır.

      Bazen geliştirilen yeni teknolojik araç ve bu araçla gelen örgütlenmeler sonucu, bir eski yapı (örneğin gaz lambası sistemi) yok olurken, yeni bir yapı (örneğin elektrik teknolojisinin örgütlenme biçimleri) onun yerini alır. Bu yer almayı değerlendirirken çok dikkat etmemiz gerekir: Değişen egemenlik yapıları mı, yoksa egemenlik yapılarının gaz lambası üretimini elektrik üretimiyle, veya hidrolik elektrik üretimini nükleer enerjiyle değiştirmesi mi? Dün gaz lambası ve lambalara gaz satan bizim bakkal, yoksa bugün adını “süpermarket“ olarak değiştirmiş, evlere elektrik lambası ve miğdelere Coca Cola denen şekerli suyla sıkıştırılmış havalı gaz mı satıyor? Devrimler yaptığı ve yeni örgütsel oluşumlar yarattığı ve eskiyi çöpe attığı söylenen teknolojiler var olan örgütlenme yapılarını ortadan mı kaldırıyor? Yirminci yüzyılın başından beri durmadan bir sürü teknolojik devrimler oluyor, bir sürü örgütlenmeler oluşuyor, fakat nedense düzen hep sermayenin düzeni, IBM hala duruyor, Hollywood gene Hollywood, EXXON ve BP hala dünyayı soymaya devam ediyor; Associated Press gene Associated press; CNN vb iletişım yapıları oluştu, ama kapitalist örgüt yapısından farklı bir yapıya sahip değil; Yirminci yüzyılın başında var olan şirketler gene var ve devleştiler. Internet superhighway’ini kullananalar kimler ve elde edilen faydalar neler ve ne işe yarıyor? Aynı anda milyonlarca kişinin “chat” yapması, veya birbirine e-mail göndermesi ya da cep telefonunu vucudunun ayrılmaz bir uzantısı gibi her yere taşıması enformasyonu ve iletişimin demokratlaşması, devrimlerin olması ve globalleşme mi demek? Bu iletişim teknolojilerindeki devrimin devirdikleri neler ve kimler? Kime niceliksel ve niteliksel anlamda neler sağlıyor? E-mail ile chat ile, internette arkadaşlık ve sanal-seks ile ne tür örgütlenmeler oluyor ve gelişiyor? Teknolojik devrimler nerede olmakta, ne amaçlarla ve kimin için?

      Teknolojik araçları kullanan insan elbette kendini geliştirmeyi amaçlar ve kendini bu amaç doğrultusunda yeniler. Fakat bu insan kim? Mülkiyet ilişkilerini ve üretim biçimini yeniden düzenleyen devrim denen yapısal değişimler olur. Feodal düzenden kapitalist düzene geçiş böyle bir değişimdir. Bu değişime giden yolda ve bu değişimle ve sonrasında bu yeni üretim biçimi ve ilişkilerine uygun örgütllenmeler oluşur ve gelişir. Elbette yapısal değişimler linear bir şekilde birinin gelmesiyle diğerinin gitmesi biçiminde olmaz; biri yaşarken kendi içindeki gelişmeler sonucu eskiyen yapı direnmesine rağmen sonunda egemenliğini yitirir veya kaybolup gider ya da marjinal bir şekilde yaşamını devam ettirir.

      Toplumsal yapı

      Bir toplumsal yapı benzerliklerin egemenliğinin bir ifadesidir; bu benzerlikler egemenliginde biçimlenen sosyal kaynaklar kaçınılmaz olarak benzer örgütsel yapıların oluşmasına önemli katkıda bulunacaklardır. Bu oluşumun genel egemen karakteri örgüt büyüse bile temel özellik olarak kalacaktır (Stinchcombe, 1965). Structural Fonksiyonalizm’le ilgili kuramsal yaklaşım kuramla ilgili bölümde sunulduğunda daha ayrıntılı olarak görülecegi gibi, sayısız alt ve alt-alt yapı örgütlenmelerini barındıran toplumsal yapı, dengede olan ve sürekli denge arayan bir bütündür; bu bütün niceliksel çokluk, farklılaşma ve büyüme ve niteliksel bütünleşme –entegrasyon-- ile sürekliliğini devam ettirir.

      Egemen örgüt yaklaşımlarda, toplumsal yapı örgütün dış çevresi olarak ele alınır; örgüt bu dış çevre ile etkileşimdedir. Dış çevre çeşitli ölçüde engelleyici ve tetvik edici olarak nitelenir.

      Katılanlar

      Örgüte katılan insan faktörüne bakıldığında, örgüte katılanların tanımı da örgüt tanımının gibi oldukça fazla çeşitlilik gösterdiği görülür. Katılanlar kavramının anlamı örgütün nasıl tanımlandığına göre şekil alır. Katılma örgütün karakterine ve kişinin aldığı konuma göre anlam bulur. Aile yapısındaki katılma, okulda öğrenci veya öğretmen olarak katılma, bir siyasal partiye üye olarak veya yönetici olarak katılma, bir şirkete işçi veya menejer olarak veya müşteri olarak katılma, bir spor kulübüne sporcu, antrönör ve kulübü tutan taraftar olarak katılma oldukça farklı karakterlere sahiptir. Örgüte gönüllü katılmanın karakteriyle zorunlu olarak katılmanın anlamları farklıdır. “Ilk altı aylık maaşının yarısını her ay bize ver, seni işe alalım” diyen bir örgüte işçi veya memur olarak katılma oldukça ayrı bir yapısal ve kültürel katılma anlamlandırmaları getirir beraberinde.

      Katılmanın, ordu, hapishane ve benzeri yapıların dışındaki zorla olmayan zorunlu katılma olduğu durumlarda bile, sonucunda katılmayla “örgütsel yapıya katkıya” bağlı veya bağsız olarak karşılığında bazı değerler elde eder. Bu değerler materyal veya immateryal olabilir. Aile kurumundaki zorunlu katılmada elde edilen materyal ve psikolojik doyumlar ve kazançlar ile bir şirkete çalışan işçi olarak katılmada elde edilen materyal ve psikolojik doyumlar arasında farklılıklar olacaktır. Ayrıca, ne tür örgüt olursa olsun, katılanın katılımıyla yarattığı değerler ile karşılığında elde ettiği veya ona verilen değerler arasında hakkaniyet ölçülerine göre bire bir dengeli bir bag aranmamalıdır, çünkü olma olasılığı çok azdır. Bunun önde gelen nedeni yapısal karakterlerdeki güç veya mülkiyet ilişkileri veya işbölümündeki farklılaşmadır.

      Katılım oldukça az bir zaman alan bir karakterden yarı-zamanlı veya günün büyük bir kısmını kapsayan bir katılım olabilir. Özel sermayenin egemen olduğu örgütlü yaşam koşullarında erginlerin uyku dışı saatlerinin büyük bir kısmı kendi yaşam koşullarını sağlamak için (para kazanmak için) herhangibir örgütte çalışma ile geçer. Bu zaman kişinin kendi zamanı değildir. Örgütlü egemenliğin ücret politikalarından geçerek gaspettiği kölelik zamanıdır. Bu katılma bazı insanların kurdukları örgütlü yapılardan geçerek kendi sömürüsüne katılma zorunda bırakılmış büyük çoğunluğun kölelik ve karşıtlık koşullarını yeniden üretmesini sağlar.

      Örgütsel yapıların incelenmesinde açıkça ortaya çıkacağı gibi, katılanlar örgütteki iş bölümü, görevler ve sorumluluklar ve güç yapısı ağında belli konumlarda yer alırlar; bu konumlandırıldıkları yerin özelliğine göre, kendilerini ve diğerlerini tanımlarlar; ilişkilerini bu konumlandırıldıkları yerin ve bu yerde kendilerinin tanımlamalarının getirdiği özelliklere göre diğerleriyle ilişki ve iletişimde bulunurlar. Böylece yapılar üretilir ve değiştirilir.

      İnsan ve insan kaynağı demografikleri

      Egemen yaklaşımda insan yönetici veya çalışanlar, müşeriler veya kamu gibi fonksiyonel birimler olarak ele alınır. Örgüt ve insan iki farklı oluşum olarak görünür. İnsanlar örgütte görev alan, sorumluluklarını yerine getiren veya getirmeyen, yöneten ve yönetilmesi gereken örgüt parçaları olarak belirir. Örgütün insan kaynakları vardır; insan kaynakları yönetiminden bahsedilir; yöneticiler karar mekanizmalarıyla ilgili insanlardır; rutin işler çalışan insanlar tarafından yapılır; verimlilik veya verimsizlik; örgütsel etkinlik veya başarısızlık, nükleer kazalar hep “insan hatasıdır.” Rasyonellik yönetimsel rasyonelliktir ve örgütlerde rasyonel davranış sorunu vardır. İnsan hem yönetici hem de çalışan\yönetilen olarak örgütsel sorunlarda düzeltilmesi, eğitilmesi, davranış ve bilinç kalıplarını değiştirmesi, rasyonel karar vermesi gerekendir. İnsan kaynağı örgüt için görevsellikle anlam bulur; kullanılan ve işe yaramadığında yerine başkası getirilen veya getirilmesi gerekendir. Serbest teşebbüsün egemen örgüt yapıları, özellikle mülkiyet yapısı kutsaldır ve asla soruşturma konusu yapılmaz.

      Örgüt olgusu insanın biçimlendirdiği bir yapısal etkinlikler bütünüdür. Bu bütün aynı zamanda kendini çevreleyen diğerlerinin bir parçasıdır ve onlarla etkileşim içindedir. Örgütü oluşturan temel öğe insan olduğu için örgütün var oluşu insan kaynağının var oluşuna bağlıdır. Örgüt kuran ve yürüten insan örgütlü ilişkilerden geçerek diğer insanları kullanır ve bu sırada aynı zamanda kendisi de kullanılır.

      Örgüt oluşumu ve çalışmasında insan hem örgütü oluşturan öznedir hem de örgütün iç ve çevresindeki konusudur. Örgütlenmede ve örgüt yaşamında, temel faktör insan olduğu için, insan kaynağının karakteri ve nasıl kullanıldığı önem kazanır. Firmaya katılanların demografik-karakterleri (çalışanların özellikleri, personel alma pratikleri, promosyon kuralları, sendikalaşma, ücret politikaları) örgüt yapısına kalıcı etkiye sahiptirler (McNeil and Thompson, 1971). Örneğin, ırk, cinsiyet ve yaş demografik-karakterleri bir grubun tutumları ve performansı üzerinde etkiye sahiptir. Yönetimin üst kademesindeki “token” olan kadın üzerinde performans için daha yuksek baskı vardır (Pfeffer, 1983; Kanter, 1977;).

      Endüstriyel örgütlerde insan kaynağı kar maksimizasyonu için ucuza kiralanmış el ve el-beyin emeğidir. Bu kaynağın kullanımı örgütsel amaçları gerçekleştirmede enstrümentaldir.

      Elbette, ticari ve endüstriyel örgütlerin amaçları ve performans için sendikalaşma daima negatif olarak nitelenir. Ücret politikaları daima örgütün başarısı için en önde gelen faktör olmuştur: Örgüt yönetimi ekonomik sıkıntıya girildiğinde ilk olarak insan kaynaklarında ücret dondurarak veya azaltarak, işten çıkartarak veya çalışanların haklarını kısıtlayarak yeniden kullanım düzenlemesi yaparlar.

      Çevresel doğal kaynaklar

      Egemen örgüt yaklaşımlarında doğal çevre örgütün kullandığı, örgüte kolaylıklar sağlayan ve zorluklarla örgütü sınırlayan dış çevredir. Bu nedenle kullanılan ve kontrol edilmesi gereken kaynaklardandır. Doğal dış çevreyi “halkla ilişkiler” ve “reklamlar” yoluyla falan imajlar yaratıp bilinç yönetimiyle kendilerine iyi ve olumlu bakmasını sağlama gereği olmadığı için, politika daima kullan, talan et ve terket biçiminde olmaktadır.

      İnsan doğal çevrenin sadece bir parçasıdır. Insan ve kurduğu örgütler bu doğal çevrede kurulur ve bu doğal çevreyi kullanarak fiziksel bakımdan şekillendirilir ve üretimde kullandığı ham maddelerin büyuk kısmını bu doğal çevreyi sömürerek elde eder. Doğal çevrenin, özellikle iklim koşullarının insan yaşam ve örgütlenme biçimlerine önemli etkileri olmuştur. İnsan çabası ve örgütlenmesinin bir kısmı da doğal zorlamaların aşılması için olmaya devam etmektedir. Yani doğayla ilişkideki insan doğa nedeniyle örgütler kurmuş ve geliştirmiştir.

      Çevresel doğal kaynakların kullanımı da insan kaynaklarının kullanımı gibi artan bir şekilde tartışma konusu olmaya devam etmekterdir. Doğal kaynakların kullanım biçimleri ve sonuçları, bu biçimleri ve sonuçları çıkaran güçlere karşı diğer bazı insanların örgütler kurarak mücadeleye girişmesini ortaya çıkartmıştır. Günümüzde bu örgütler doğayı talan eden ve çevreyi yaşanmaz duruma getiren güçlerin kontrollu alternatif yaratma çabasıyla sayıca daha da artmış ve etkinlik alanlarını genişletmişlerdir. Ne yazık ki, egemen iletişim medyasında ve egemen eğitim sisteminde duyulan sesler ve sunulan nedenler ve çözümler bu kontrollu alternatifin eğemenliğini göstermektedir. Özellikle üniversitelerde bilinçsiz tüketicinin, halkın, kamunun, yere tüküren, dereye işeyen, ormanı kesen köylünün, ormanı otlatan çobanın, ormani yakarak tarla açan köylünün çevre kirlenmesine, bozulmasına ve talanına neden olarak gösterilmesi; çare olarak bu insanların eğitilmesi ve bilinçlendirilmesini öne süren tartışmalar ve tezler oldukça çoktur. Bu üniversite mezunları ve hocaları iletişim medyasında aynı teraneleri tekrarlamaktadır. Bu üfürukçu hocalar ve öğrencileri aslında asıl eğitilmesi gereken kişilerdir; çünkü bu kişiler sözde eğitilmişliklerinde, çevre gibi kullanılıp çevre gibi kirletilmiş ve bozulmuşlardır; kapitalist kirliliğin ve hastalığın taşıyıcısıdırlar; tedaviye ihtiyaçları vardır. Tedavi de, bu hastaların sermaye mikrobundan geçerek bilinçlenen hasta bilinçleriyle sundukları çözümlerle olmaz. Tedavileri müshül hapıyla falan “arıtma tesisleri” kurarak başarıya ulaşamaz. Böyle tedavi hem müshül hapı şirketlerinin gerekliliğini meşrulaştırır hem de ishal yapan şirketlerin, ki bu şirketlerin bazıları muhakkak o müshul hapını yapan şirketin sahibi veya ortağıdır, ishal yapmaya devamını garantiler. Asil tedavi kirliliği yaratan nedeni ortadan kaldırmakla, yani endustriyel iş yapış biçimini değiştirmekle olur.

                D. Örgüt olgusu: Populasyon ekolojisi

      Örgütsel nüfus ekolojisi örgütü anlama ve anlamlandirma ötesinde örgütsel incelemelerde temsili örneklem içın ciddi onem kazanır. Örgütsel nüfus ekolojisi kavramsal olarak çeşitli biçimlerde tanımlanmıştır: Scott (1992:127) bazı bakımlardan benzer olan örgütler topluluğu olarak tanımlamıştır. Hannan ve Freeman (1989) nüfusları, “unitary karaktere” sahip olan ve çevreye ortak bağımlılığı olan örgütlerden oluşur diye tanımlar; nufusların ya sağ duyu nosyonuna göre, ya da analitiksel bir şema kullanarak tanımlanacağını belirtir.

      Populasyon ekolojisi öncelikle örgütler için kullanılmaktadır ve neden bazı örgütler yaşamakta ve diğerleri silinip gitmektedir sorusunu açıklamaktadır. Hannan and Freeman (1977) and Aldrich’e (1979) göre, çevresel karakteristiklere en iyi uyan örgütsel biçimler doğal olarak seçilecektir ve yaşayacaktır. Populasyon ekolojisinde (veya doğal tercihte) biçim çeşitleri yaratılır; bazıları daha iyi uydukları için tercih edilir; bu biçimler yeniden-üretim ve kopyalama yoluyla tutulur. Örgütler genellikle değişmezler veya adapt olmazlar; onun yerine yeni çevreye daha iyi uyan biçimlerdeki örgütler onların yerini alır.

      Nüfusun örgütsel hoşnutsuzluğu, nüfusun başkaldırarak yeni örgutlenme yaratmasında ikincil rol oynar; birincil rol hoşnutsuz olanın gücü ve gücünü kullanmak içın var olan kaynaklardır (Scott, 1992:176). Türkiye’de ve birçok ülkede olduğu gibi ırksal ve dinsel gruplar herhangi bir nedenle ekononomik, siyasal, kültürel bakımlardan ayırımcılığa uğradıklarını hissettiklerinde içlerine kapanarak, yakınlaşarak ve kültürel, ekonomik, sosyal ve siyasal örgütlenmelere giderek mücadeleye girişirler. Yada egemen siyasal, kültürel ve ekonomik güçler kendi çıkarlarını gerçekleştirmek içın bu grupları kullanma yoluna giderler. Türkiye’de oldugu gibi Müsiyat çevresinde bir ekonomik örgütlenme ve bunun yerel örgut biçimleri oluşur. New yokr’ta oldugu gibi, zenci semtlerine özellikle uzak Asyalı işlerin açılmasına direniş oluşur, ve örgütlü zenciler zenci semtlerinde zenci yatırımcılar ve iş yerleri isterler. Örgütlenmeler ve karşı örgutlenmelerle gelen kontrol ve mücadele politikalarında, en etkili yol, hoşnutsuzu hoşnutsuzluğunu ifade edecek orgutlenmelerden mahrum etmek, kendini ifade etme kaynaklarını elinden almak, kullanımı zorlaştırmak ve yasalarla kontrollu bir kullanım içıne hapsetmek olmaktadır. Bu hapsedişte en etken politika hoşnutsuza örgutlenme ve kendini ifade etme özgurlugüne sahip olduğunu sürekli tekrarlarken, diğer taraftan sürekli meşrulaştırılmış süreçler, kurallar, kaideler, kaynakalrı elde etme ve kullanma zorlukları getirerek, ifade etme olasılıklarını ortadan kaldırmaktır.

      Yoğunluk bağımlılığı

      Örgüt oluşumu, gelişmesi veya ortadan kalkmasıylla ilgili bu kavrama göre, belli örgüt biçimlerinin oluşumu ve gelişmesi curvilinear bir yol izler: Başlangıçta, kurumsal deneyimin azlığı, meşruluk ve güvenilirlilik azlığı nedeniyle, örgüt kurma miktarı az ve başarısızlık çoktur. Örneğin 1980’de Amerika’da başarısız olan örgütlerin % 54’ü 5 veya daha az yaştaydı (scott, 1992:177). Fakat kurulan örgüt sayısı arttıkça guvenilirlilikler artar, dolayısıyla bu kurulma sayılarını artırır. Artan meşruluk kurulma oranını yükseltir ve sonra artan rekabet kurulma oranını azaltır. Büyüme miktarı, rekabetin consolidation’I ve başarısızlık oranını artırıncaya kadar sürer ve sonra örgüt sayısında yavaşlama başlar, sonunda gerileme başlar. Dolayısıyla, örgütsel yoğunluk başta pozitif etki yaparken, sonra negatif etkiye başlar.

        E. Örgüt olgusu: Kuramsal Yaklaşımlar

 

           

Örgütlerin ortaya çıkışıyla ilgili çeşitli kuramsal yaklaşımlar vardır. Her biri örgütlerin neden ve nasıl ortaya çıktığını kendi çerçevelerine göre anlatırlar.

Transaction Cost Theory by Williamson: Bu yaklaşima göre, örgütler vardır çünkü örgütler hiyerarşik pratikten geçerek insan fırsatçılığını inceltmede üstün becerilere sahiptirler; yani daha etkinliğe –efficiency—sahiptirler (Ghoshal ve Moran, 1996). Bu yaklaşım etkinliği örgüt biçimlerinin gelişmesini belirleyen temel neden olarak ele alırlar. (Kimberly ve digerleri, 1980).

Rasyonel Sistem Yaklaşımı: Bu yaklaşıma göre, örgütler iş bölümü, alışveriş-maliyeti azaltması, daha etkin enformasyon süreçten geçirme, daha etkili monitoring agents yoluyla etkinlik ve etkililiği artırmak için biçimlendirilirler. Örgütler, karmaşık ve belirginsizlik çevrelerinin ortaya çıkardığı cognitif ve kontrol challenge’lerini karşılamak için, karmaşık iş bölümü tarafından sunulan üretim ekonomilerinden avantaj saglamak için yükselirler. (Scott, 1992:179). Dikkat edilirse, örgütün çıkışı insanların amaçlı girişimlerinde rasyonelliğin\akılcılığın doğal bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Burada ilginç olan hata, insan aklını kullanarak olmayan bir biçimi yaratma ve bu biçimle etkinlik ve etkililiği artırmak istiyor ve bu amaçla örgüt kuruyor. Bazı şeylerin etkililiğini ve etkinliğini artırmak istiyor; bu şeyler zaten var olanlardır. Dolayısıyla, insan var olan materyallikten ve ilişkiler biçimlerinden hareket ederek, onların üstüne birşeyler kurmak, onları geliştirmek ve değiştirmek istiyor. Aklın yaratabileceği, ancak aklın üzerinde düşünebileceği bir konu veya sorundan başlayarak gerçekleşebilir. Ham akıl boştur ve yaratabileceği bir referans noktası veya dayanak, bir çıkış ve hareket noktası yoktur. Rasyonel düşünce işlenmişin ve var olanın üzerinde yorum yapan ve anlamlandırmalarda bulunan, tasarımlar yapandır. Aklın ve düşüncenin dayanağı o aklı ve düşünceyi taşıyan insan ve o insanın kendi ve dış dünyasının materyal koşulları ve kendi materyalliğini üretiş biçimidir. Kendini ve örgütlü yaşamını yaratan insanı harekete geçiren aklı değil, koşullardaki insanın insanlık durumu ve bu duruma düşüncesiyle\aklıyla reaksiyon gösterişidir. Akıl (ve düşünce) birşey üzerinde, bir şey hakkında, bir şeye yönelik olarak vardır ve öne sürülür. Aklın ve düşüncenin kendini kavrayabilmesi için, önce kendi bilincinde olması gerekir; bu da ancak kendi materyalliğini ve yaratıcılığını deneyimleriyle görmesiyle mümkündür. Rasyonelism aslında bir örgütün amacına ulaşması için gerekli kaynakları en maksimum fayda getirecek biçimde kullanma yollarını arama (alternatifler arasından en görevsel olanı seçme) sürecinde aklın sistematik olarak kullanımıdır. Akılcılık kendi başına düşünsel süreçlerden gecerek pek uzağa gidemez; bu nedenle akılcılığa empiricism aklın güvenilir referans ve dayanaklar elde etmesi için bir araç olarak katılır.

Örgütlerin ortaya çıkmasında marksist yaklaşım: Marksist yaklaşım örgütlerin ortaya çıkışını ve biçimlenmesi insanların belli bir yerde ve zamandaki beraberliklerindeki üretim biçiminin özelliklerine bağlar. İnsan örgütlerinin çıkışı ve gelişmesi ortak yaşamaya başlanması ve ortaklıktaki üretim biçiminin değişmesiyle olur. Buraya Engelsín origins of Family’den koy ve Marks’tan da toplumsal biçimlenmeyle ilgili birteyler koy!!

Endüstriyel örgütler ekonomik çıkar amaçlıdır ve kar maksimizasyonu için koşturur. Endüstriyel örgütlerin çıkışı sanayileşme süreciyle başlar ve gelişir. Örgütlerin ortaya çıkışını düşünceler belirlemez, materyal koşullarını daha iyiye doğru değiştirmeye çalışan insan, kendini içinde bulduğu materyal koşullara reaksiyonla, belirler.

Kurumsal\Enstitücü yaklaşım: Kurumsalcı yaklaşım gerçeğin bir sosyal inşa olduğu ve örgütün de bu inşanın bir parçası olduğunu belirtirler. Bu durumda, örneğin teknoloji ve bürokrasi yeni bir bilinç durumudur. Kurumsal yaklaşım da rasyonellik üzerine kurulmuştur, fakat yasal çevre örgüt çıkışında ve gelişmesinde önemli bir faktör olarak ele alınır. Yasal çevre kurumsal biçimin tanımlanmasına yardım eder ve zaman içinde standartlaşır.

Entegre edici yaklaşım: Bu yaklaşımda, Rasyonel ve kurumsal yaklaşımlar birleştirilerek örgut açiklanmaya çalışılır. Zucker’e göre (1983) çevresel etkiler zaman içinde farklılık gösterir: Başlangıçta etkinlik –tekniksel süreçler—egemendir; sonradan meşruluk –kurumsal surecler önem kazanır. Örneğin, manifacturing sektöründe örgütler cıktıktan sonra zaman içinde yerel yönetimleri, sosyal hizmetleri ve hatta sosyal hareketleri yapılaştıran egemen biçimler oldular.