BEKARET: TAZE MAL

Joan Martinez

Erkek egemen ideolojiyi mi üretiyorum ben bu sayfada ?
Hadi be sende! Yobazlığı bırak, anlamaya bak! Erkek haşlamayı da...

Dilim çok mu açık seçik?

Üslubum sizi rahatsız mı ediyor?

Ben dilimle hiç kimseyi işsiz bırakmıyorum.

Ben dilimle asgari ücret politikası uygulamıyorum.

Ben dilimle iş yerinin soğuk terörünü yürütmüyorum

Ben dilimle bankaların içini boşaltmıyorum.

Ahlaksızlığı ahlaksızlığın olduğu yerde arayalım!

Aşağıdakiler günümüzde  artık geçersiz;  Çünkü artık modernleştik, Batılı olduk. Bekaretin pazarda değeri kalmadı...Çünkü artık modernleştik, Batılı olduk. Günlük tüketimde ha Coca Cola ha bekaret... Eski ne denli dehşet vericiymiş değil mi? Okuyun da görün aşağıdakileri.... (Farkındaysanız alay ediyorum!)

- Erkek misiniz, efendim?

- Elhamdülillah, öyleyimdir.

- Evlenecek misiniz birgün?

- Elbette. Hem de yakında o çağa gireceğim.

- Peki nasıl bir kızla?

- Sevdiğim biriyle elbet.

- Sevdiğin birinin nasıl olmasını istersin?

- Benim hoşlanacağım iyi bir aile kızı.

- Bakire olması şart mı?

- Bende kullanılmış mal alacak göz var mı?

- Doğru. Yok.

- Neyse, size dönelim, Billuriye hanım.

- Evet, efendim.

- Evlilik Köşemize hoş geldiniz. Kendinizi bize tanıtır mısınız?

- 23 yaşında, borsada, memur olarak çalışan, mazisi temiz, genç bir kızım. Kötü alışkanlığı olmayan, iyi huylu, dürüst, mevki sahibi, maddi sorunu olmayan, yaşıma uygun bir beyle evlenmek istiyorum.

- Peki ölçüleriniz?

- Taze balık etinde, 90-90-90 ölçülerindeyim!

- Maşallah, boru gibisiniz.

- Teşekkür ederim.

- Kötü alışkanlıkla ne demek istiyorsunuz?

- Eee, işte, içki, dayak, karı kız gibi şeyler.

- Maziniz epey temiz?

- Hem de çok temiz.

- Yani bakiresiniz?

- El değdirtmedim.

- Kendi eliniz hariç. İyi ettiniz. El kirletir.

- Eller kirlidir.

Taze mal kızlığını koruyan maldır. Kızlık gitti mi, o mal ayvayı yedi demektir. İyi ki parası olan için kızlık zarını hemen diktirme başladı. Teknolojiye helal olsun! Malı hemen tazeleştiriyor! Teknolojinin bu yaptığı şey, aynı televizyon teknolojisinin yaptığı gibi sahte imajlarla kandırmacadır. Yakında inşallah, küçük paketler içinde bakkallarda perakende kızlık zarı satılmaya başlarlar da hem erkekler sevinir hem de kızlar dertlerinden kurtulur. Peki kızlık gitmedi de, o mal çeşitli eller tarafından epey parlatıldıysa, ne olur? Gizli kaldıktan sonra hiçbirşey olmaz. Suyun altından saman yürütmeyi ve kızlığını koruyarak seks yapmayı kızların çok iyi öğrenmesi lazım. Yoksa hali dumandır.

- Nasıl yapar bunu da?

- Erkeklerin tabiriyle "fırça çektirerek" ve önden zarar görmemek için arkadan "yaptırmakla."

- Yani bekaret anlayışı düpedüz "yap yapabildiğini ama sakın zara dokunma" sahtekarlığı oluyor.

- Sahtekarlık değil. Bu tür davranış ezilenin ezilmişliğine karşı bulduğu çarelerden biridir.

- O zaman bekaret anlayışı ve ahlakı düpedüz "zar bekareti" haline dönüşüyor.

- Dönüşmüş zaten. Bekaret zar bekareti olmak zorundadır. Pazardaki mallara elleyen erkekler kendi alacaklarının da ellenmiş olacağı ihtimalini çok iyi hissetmektedirler. O zaman el değmemişliğe (bekarete) tek teselli olarak "zar" kalıyor. Erkeğin bu tek tesellisinin de elinden alınması erkeğin "el değmemiş mala sahiplik onurunu" ortadan kaldırır. Buna da erkek asla müsade etmez. Nasıl etmez? Malı kullanmak için her çabayı gösterir, kullanırsa almaz, kullanamazsa alır. Kısaca kullanamadığını almakla ve kullandığı kullanılmış malı almamakla. Çoşkun bir kadınla yattıktan sonra iğrendi ve "hiçbir kadına asla güvenemem" diyerek el değmemiş zar peşinden koşmaya başladı.

- Coşkun niye böyle hissetti ki?

- Erkeğe verilen seks ahlakının en büyük ahlaksızlıktan biri olduğu için. Bu ahlaksız ahlak erkeği "kız delme" veya kadına atlama peşinde koşturur. Erkek kadını sikilecek delik olarak görmeye başlar. Bekaret manyaklığının at oynattığı bu ahlaksız ahlak çerçevesi içinde 'zikilen delik" zikilince kıymetini kaybeder. Erkek kadına "kendini koruması gereken delik" olarak baktığı için ve kadına "bu deliğe girmek" için yaklaştığı için, kadının mücadelesini ve neden "verdiğini" anlamaya bile gerek duymaz. "Delik" deliktir, hisseden, duyan, seven bir insan değil. Ancak vermezse, duyan, hissenden, sevendir.

- Kız neden "verir"?

- Çoğunlukla sevildiğini sanıp güvendiği için, erkeğin "delik peşinde olmadığı inancına vardığı için, bu tür algıladığı erkeği (erkek böyle algılanmak için kalkan sikini ve niyetini saklar) "vererek" mutlu etmek ve kendine bağlamak için. Sik peşinde olduğu için değil. Fakat kız düpedüz erkeğin yaklaşım biçimiyle kandırılır. Tabi çoğu kız bunu yutmaz. Sevse bile güvensizliği içinde taşıyarak kendini ve geleceğini korumaya çalışır. Kadını bu şekilde kandırmaya çalışan kültür "sikerek" amacına ulaşınca "bekaretin" ne denli önemli ve kutsal olduğunu "anlar" ve bunu tasdik eder. Bunu anlamak için ve anlatmak için bekaretini elinden aldığı kızı da suçlar ve yüzün koyu bırakır. Bu adi kültür anlayışı ve uygulaması kızı zorunlu olarak erkekten kaçmaya ve erkeğe güvenmemeye iter ve güvendiğinde de büyük hayal kırıklıklarıyla karşılaşmasına yol açar. Erkekler kendilerine "veren' kızların neden verdiğini bu adi kültürel gözlükle değil, kendi ve kızın yaklaşımına ve bu yaklaşımda olanlara bakarak değerlendirmeye başladığı zaman ilişkilerin ve hislerin de biçiminin değiştiğini görürüz. Erkeğe verilen bu yobaz kültür erkeği o denli aşağılık duruma düşürür ki erkek bu durumunu "namusluluk, faziletlilik, haklılık, doğruluk" olarak nitelemesinin gerçekte en büyük adiliklerden biri olduğunun farkında bile değildir. Erkek kendine verilen güveni kötüye kullanır ve bu kullanıştan sonrada kullanmaya izin vereni suçlar. Erkek nişanlanır. Nişanlısının evine öyle kolayca istediği zaman girip çıkamaz. Bu kültürsel gelenek bilinir. Bu gelenek aile namusu ve ahlakını tanımlar. Yani böyle birşeye izin veren aile "iyi aile" değildir. Bu adi anlayışla eğitilmiş bir erkek insanca anlayışla dolu bir ailenin kızıyla nişanlanırsa ne olur? Aile onun nişanlısının evine gelmesine, istediği zaman gelip gitmesine, onu sevdikleri ve ona güvendikleri ve onu insan olarak gördükeri için izin verirler. Birbirini seven iki gencin birbiriyle olma arzusunu hoşgörüyle karşılarlar. Ama yobaz toplumun öküzü erkek ailenin bu anlayışını kendine verilen ahlaksız kültürün ahlaksız ahlakıyla yorumlar. Bu yorumu da sonradan öfkelendiği zaman karısına hakaret etmek için kullanır. Karısının annesini orospulukla bile suçlar. Bu öküzün ahlaksızlığı sadece bu yorum değildir. Bu, bu ahlaksızlığın birinci katıdır. Bir diğer katı daha vardır: Bu ahlaksız kültürün ahlaksızlığı aynı zamanda kendini ahlaklı satarken gerçekte ahlaksızlığı yapıp sonra da bu yaptığı ahlaksızlığı yapılan tarafa yükleyerek haklı çıkarma ve meşrulaştırmadır. Eğer sen ahlaklıysan, o zaman neden ahlaksızlık olarak nitelediğin ahlaksızlığı yapıyorsun? Küçücük kızın ırzına geçiliyor, sonra da "kuyruk salladığı için" diyerek suç ırzına geçilene yükleniyor. Evi soyup soğana çeviriyorsun, sonra da "evin kapısı açıktı" diyerek soyulanı kapıyı açık bırakmakla suçluyorsun. "Kapı açıktı" diye illeki hırsızlık mı yapmak gerekir? Sana güvenenlerin güvenini kötüye kullandıktan sonra onların güvenini suçlamak kadar bir ahlaksızlık var mıdır? Adi kültürün erkeğinin burda yaptığı şey, kendi ahlaksızlığını haklı göstermek ve meşrulaştırmaktır.

- Zara dönelim. Zar "kızın başkasıyla önceden oynaşmadığının, namusunun, ahlakının ölçüsü" olarak alınır.

- Evet. Nasıl bileceksin ki? Ancak konudan komşudan, etraftan ve en önemlisi de zarın yırtılmış olup olmamasından öğrenebilirsin.

- Peki kıza sorsalar ya?

- Sen bir malın "ben kötüyüm" dediğini duydun mu hiç? Sadece kötü olduğu açık seçik bilinen ve gizleme olanağını yitirmiş olan mal "ben kötüyüm, ama beni bu yola düşürdüler" der. Bunu derken de gerçekte "ben iyiyim" demek ister.

- Hoşlandığı bir erkeğin kıza dokunmasına karşı kızların tepkisi ne olur?

- Yaptıranlar genellikle hoşlanır, bazıları ise erkek istediği için erkeğini düşünerek hoşlanmasa bile yapar.

- Peki böyle şeyler yapıldığını duyan kızların reaksiyonu ne olur?

- Uzanılamıyan üzüme koruk deme misali, yani kendileri yapamadıkları için, kıskançlık duygularıyla, egemen anlayışın sözcülüğünü yaparak o kızları ahlaksızlıkla ve orospulukla nitelerler. Tabi birgün kendileri bir erkeği sevip yaptıklarında bu düşünceleri değişir ve aynı şey kendileri için söylenir. Birçok kız da bu yapılanı iğrenç bulur. Bazıları ise kızın bu yolla erkek tarafından kullanıldığını söyleyerek kendilerini teselli ederler.

"Genç kızlığımda kız olarak bir erkeğe sunulmanın iğrençliğini hissetmeme rağmen, maalesef bu duyguyu yıkamamış ve kız olarak evlenmiştim. Seksi tatmaya çok meraklı 22 yaşında bir kız olarak evlenmeden önce kocamla birlikte olmuştum. Sekse dair ondan çok şeyler öğrenmiştim. Fakat yıllarca süren beraberliğimizde, değil orgazm olmak zevk bile alamamıştım. Başta, doktor bana normal olduğumu ve biraz zaman tanımamı söylemişti. Fakat zaman içinde hiçbirşey değişmedi. Artık seks yapmak istemiyor, o yakışıklı kocamdan iğreniyordum. Üç buçuk yıl sonra, sonunda, birgün seksin zevkini tattım. Bu bir aldatma değildi. Hakkım olanı tatmıştım. Ben bir insandım. Ve anlamıştım ki kocam kendi eksikliğini ve açığını kapatmak için orgazm olmamamdan dolayı beni suçlamıştı. Bunu keşfetmiştim artık. Seksin bütün bir günün, bir beraberliğin ürünü olduğunu anlamıştım. Sadece yatakta başlayıp erkeğin hayvani davranışlarının tatmini olmadığını da. Kendimde evlilikten önce neden bu cesareti bulamadığımı hala sorarım. Hep kocamın, kendisini modern erkek olarak tanıtıp, bana da kız olmasaydın seninle evlenmezdim dediği aklıma gelir. Neyine güvenip böyle söylemişti acaba? Hiç deneyimsiz bir kızla evlenen erkeğin evlendiği kadını suçlaması, tamamen kendi açığını kapamak için olduğunu öğrendim artık. Yirmi iki yaşıma kadar kendimi bir erkek için kız olarak saklamam yaklaşık beş buçuk yılıma mal oldu. Hayatımın 6 yılı derin yaralar bırakarak uçtu."

Nilay'ın bu yakınması Türk kadının tecrübeleri sonucu bekaret anlayışını gittikçe soruşturduklarını gösterir. Bekaret ortadan kalkınca fazilet ve namus perdeleri düşer, ve erkek ve kadın ilişkileri gerçekçiliğe biraz daha yaklaşır.

Sabahat'e aynı köyden Kenan aşık oldu. Gerçekte, birbirlerine çocukluktan aşıktılar. Evleri karşılıklıydı. Kenan'ın annesi babası ölmüştü, Kenan yalnız başına yaşıyordu. Sabahat geceleri yattığı odanın kapısını kitleyip pencereden Kenan'ın evine kaçıyordu ve sevişiyorlardı. Bu sevişmelerden birinde, kazara Kenan Sabahat'in içine girdi. Dehşete kapıldılar. Hemen kan aradılar. Fakat birşey bulamadılar. Şaşırmışlardı. Aynı şey tekrar olduğunda, baktılar ki kanadığı falan yok, çok sevindiler. Bayram ettiler. Normal seks ilişkisine başladılar. Herhalde, Sabahat'in kızlık zarı epey derindeydi ve bu nedenle yırtılmamıştı. Derindeydi ne demek, kuyu mu bu? Belki de Kenan'ınki kürdan gibi birşeydi. Ne bileyim ben, yırtılmamış işte. Yırtılmaz, yırtılmaz. Olur ya. Evlendikleri gece gelip çattığında, ne yapacakları konusu içlerine dert oldu. Düğün bitip herkes dağıldıktan sonra, damat ve gelin zifaf odasına girdiler. Dışarda ihtiyar bir kadın merakla kanlı çarşafı bekliyordu. Odada ise iki genç ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Epey uğraştıktan sonra zarı yırtmayı becerdiler. ikisi de derin bir "ooooh!" çekti. Üzerlerinden korkunç bir yük ve korku kalkmıştı. Sevindiler. Kanlı çarşafı dışarda bekleyen ihtiyar aldı ve neticede bütün köy kızın sağlam olduğunu öğrenip rahatça uykuya daldı.

Kezban köyden şehre gelin gelmişti. Gerdek gecesi kapıda bekleyen kimse yoktu. Fakat ertesi gün damadın annesi ve ablaları merakla gelip gelinlerine ne olduğunu sordular. Gelin de safça yorgun olduklarından hiçbirşey yapmadıklarını söyledi. İkinci gece, yorgunluk falan yok tabi. Fakat gelin seksten çok korkuyor ve utanıyor. Bunu eşine söylüyor. Eşi de anlayışla "ne zaman istersen, o zaman yaparız" diye cevap veriyor. Bu yaklaşık bir hafta sürüyor. Damadın ailesi telaşa kapılıyor. Oğullarının seks problemi olduğu ve geline birşey yapamadığı kanısına kapılıyorlar. Çare olarak oğullarını hocaya götürüp okutmayı ve muska yazdırmayı düşünüyorlar. Bu arada da aile oğlanı çekiştirmeye başlıyor. Çünkü oğlan aile için yüz karası oluyordu: Bu ne biçim erkek, bir kızı beceremedi. Başımıza dert olacak. Bu durumu bilen Kezban'ın kuzeni imdada yetişti. Kezban'a akıl verdi:

- Sen aptal mısın, kızım? Neden onlara birşey olmadığını söyledin. Üzülüp durma. Yarın tekrar geldiklerinde, onlara bu gece yaptığınızı söyle ki hem onlar rahatlasın hem de sen. Böylece, başının etini yemeyi de bırakırlar.

Kezban da kuzeninin dediğin yaptı ve kurtuldu.

Bekaret fikri ve ahlakı havadan düşüp gelmemiştir, yüce bir güç de buna karar vermez. Gerçekde toplum biçimi ve bu biçimdeki üretim ilişkilerinin özelliğinde kadın ve erkeğin aldığı yer ve bu yerde ikisi arasındaki ilişkiyle belirlenir ve desteklenir ve bu ahlaksal davranış ve düşünü biçimi olarak yansır ve gelenekler, görenekler, alışkanlıklar ve evrensel gerçekler diye insanların beynine yerleşir. Bu yansımalardan en önemli biri de bekaret anlayışı ve ilişkisidir. Bekaret anlayışını toplumdaki ilişki biçiminin getirdiği gerçeği ve bunun değişebileceği red edilir, veya değişim namussuzluk ve ahlaksızlık olarak nitelenir.

Erkek ve kadında bekaret taban tabana zıd bir şekilde yorumlanır ve anlaşılır. Bekaret kadının sahip olduğu, evleninceye kadar canla başla koruduğu ve evlendiğinde kocasına verebileceği en değerli bir emtia olarak benimsenir. Bu el değmemiş ve kullanılmamış mala sadece eveleneceği erkeğin sahip olma hakkı olduğu işlenir ve buna karşılık olarak da kızlar evlendikleri erkekten yanlış-umudlar bekler.

Kadının bekareti ile ilgili anlayış erkeğin bekaretine gelince değişir. Erkeğin bekaretiyle fazilet arasında bir ilişki kurulmaz. Evlilik öncesi erkeğe bulduğunu düzme hakkı verilmiştir. Bu gerçekde normal karşılanır. Fakat kadın için bu asla sözkonusu olamaz: Asla, Namussuzluk!. Bu tür ilişkide ve anlayışta, erkek kullanıcı olarak, tüketen olarak, alıcı olarak, ve kadın da kullanılan, tüketilen, veren olarak ortaya çıkar. Bu nedenle, erkeklerin, kadınların aksine, kullanılmış mal olma gibi ciddi bir sorunu yoktur. Aksine çok kullanıcılara gıptayla bakılır. Her erkeğin hayali sayısız türde tüketimdir. Bu hayal büyük çoğunlukla evlilik sırasında da sürer.

Kızın bekareti onun en önemli faziletidir. Bu malın kullanılması bu faziletin kaybedilmesini ortaya çıkarır. Bu kaybetme evlilik öncesi veya evlilik ile olabilir. İki türlü kaybetme vardır: Birincisi evlilikle olan ve toplumca tasvip edilendir. İkincisi ise toplumca tasvip edilmeyen ve kızın başına büyük dertler açandır. Tutsaklığın bu bekaret anlayışı o denli etken bir şekilde kızların beynine çakılır ki, egemen düzenin kızlar üzerine kurduğu bu terrörist baskı kendini kızlara "evliliğin kutsallığı ve önemi" olarak kılık değiştirip benimsetir. Severler ve evlenmek için nişanlanırlar. Zifaf gecesi gelinceye kadar, bazen nişanlılık epey uzun sürer, gençler yapmadıklarını bırakmazlar. Bu nişanlılık süresi içinde iki sevgili arasındaki mücadele bekareti bozma ve bekareti koruma mücadelesidir. Zavallı kız kendini tutmak ve faziletini korumak için kendi kendine ve sevgilisine karşı büyük bir mücadele verir. Kız için evlilik öncesi seksle bekaretini yitirme evliliğin kutsallığını bozmadır ve zifaf gecesinin önemini ortadan kaldırır. Bunu yapmakla kız manevi bir değeri çiğnemiş olur. Bu nedenle kızın üzerinde bekaretini koruması için büyük bir baskı vardır. Kız kendini kız olarak bildiğinden beri hem merak, hem heyecan ve hem de korkuyla "o geceyi" hayaller. O gece hakkında hikayeler dinler. Kendini senelerce "o gece için" tutar ve hazırlar. Eğer kızlığı o geceden önce giderse büyük bir hayal kırıklığına ve pişmanlığa uğrayabilir. Fakat kızlar aşık olurlarsa ve erkek ısrar ederse bekaretlerini genellikle sevdiklerine evlenmeden önce vermek zorunda kalırlar. Bekaretini kaybedişten zifaf gecesine kadar olan zaman içinde kız, eğer normal bir seks ilişkisi kurdularsa, hem seksin heyecanını ve hazzını hem de manevi değerin yitirilmesi suçluluğunu derinden duyar.

En kötü ve acınacak durumda olan kız ise, zifaf gecesinde yüzünü kızartan, utanç verici birşeyi yapmak zorunda kalır: Soyunmak. O zavallı kızın hissettiklerini anlatmak imkansız birşey. Düşün bir erkekle evlendiriliyorsun. Belki de hoşlandığın bir erkek bu evlendiğin. Belki sen istedin evlenmeyi. Fakat o geceye kadar evleneceğin insanın belki sadece tuttun bir kaç kez. Belki de tutmadın. Kendini bir odada buluyorsun. Evlendiniz. Bu zifaf gecesi, hadi soyun. Soyun demesi kolay. Fakat soyunmak?. Sen kız kardeşinin önünde bile soyunmaktan utanmışsındır. Senin annen bile babanın önünde asla soyunmamış. Sen küçücük yaştan beri "kapat şu çocuğun poposunu, erkek var etrafta" gibi laflarla büyümüşsün. Gel bir de bu erkeğin önünde soyun. Soyunamazsın. Fakat soyunmalısın. Soyunmak ve yatmak sana en büyük bir işkence gibi gelir. Erkeğin ilk dokunuşuyla donar vücudun. Titrersin. "Ne olacak şimdi" diye merak ve terrörle beklersin. Ne olacak şimdi? İşte bu soruya "olacak olduktan sonraki dolduğun hisle" vereceğin cevap senin seks ve evlilik yaşamının nasıl olacağını büyük ölçüde saptar. Eğer hoşuna gittiyse ve zevk aldıysan bunun senin hayatına ve bu evliliğine getireceği sonuçlar hoşlanmama ve zevk almamanın getirdiği sonuçlardan tamamiyle farklıdır.

Kızlara ta kendilerini bildiklerinden beri bekaretlerini korumaları, kendilerini tutmaları işlenir ve bekaretin ne denli önemli bir şey olduğu anlatılır. Kız hem fiziksel acı duyacağı hem de bekaretinin kaybetmenin getireceği sonuçların korkusuyla erkeğe "vermez" ve bekaretini kaybetmek istemez. Kız savaşır kendiyle bekaretini korumak için. Erkeklerle ilişkiden kaçar. Bazıları seksi iğrenç bile bulmaya başlar. Hatta bazıları seksi erkekler tarafından kullanılma olarak nitelemeye yönelirler. Bazıları ise senelerin verdiği kendini tutma ve vermemenin psikolojisinin etkisiyle, evlendikleri gece bile vermekten kaçınırlar, çekinirler, korkarlar, ve hatta "vermezler." Nimet'in evlendiği gece başına gelen buna en güzel bir örnektir:

- Ben bekaretimi korumak ve kaybetmemek için o kadar şartlandırılmıştım ki, evlendikten sonra on gün eşimle yatmaya razı olmadım. Sonra doktora gittik ve bu iş halloldu.

- Peki eşin ve ailesi ne düşündü?

- Tabi kocamın ilk aklına gelen benim bakire olmadığım idi. Doktor ona kendimi tuttuğumu söyledi ve bakire olduğumu ispatlamak için kızlık zarımı bile gösterdi. Rahatlamam için de iğne yaptı.

Bekaretin bu büyük önemi, evliliği kadın için ebedi bağımlılık olarak çerçeveler. Kadın için evlilik hem mutluluk ve hem de seks ilişkisine başlamak için en önde gelen hedef olur.

Aşk kadın için diğer kişiye kendini verme ve erkeğin de verileni alma arzusudur. Bu alışverişte çakışan arzular kendini sonsuz aşk olarak idealleştirir. Bu idealleştirme nedeniyle, kişilerin birbirini oldukları gibi (örneğin kişiliklerini ve beklentilerini) tanıma olanağı büyük ölçüde sınırlanır. Gerçek tanıma evlilik sonrasında gelir. Bu görücüyle veya aşık olarak evlenmede de pek önemli bir fark göstermez. Evlilik sonrasında, gerçek tanımada, eğer tesadüfen anlaşabilecek iki kişiyseler evliliğin sürdürülmesi için gerekli ana taşlar kısa zamanda konur ve zaman geçtikçe bunun üzerine eklemeler yapılır. Eğer değilse, evlilik cehennem olmaya başlar; Sevgisiz, umutsuz, acılı, baskıcı, gözyaşılı ve umutların tekrar tekrar umutsuzlukla bittiği ilişkiler gerçeğiyle güreşirler her gün. Evlilik iki insan, iki sevgili, iki arkadaş yerine, görevlerin ve sorumlulukların olduğu ve bunların (arzuyla veya arzusuzca) yerine getirildiği çatışmalarla dolu karı-koca ilişkisine döner.

Bekareti alan erkek muradına erer. Ardından baskıcı düzen ve eğemenliği tutup sürdürme başlar. Bekaretini veren kadın elindeki en büyük kozunu kaybeder ve değersiz bir emtia olarak kullanılmaya başlar. İstisnalara, ancak gerçekte birbirini insan ve sevgili olarak görmeyi becerenlerde rastlarız. Evlilikden kısa bir süre sonra çoğu kadının tecrübelediği şey hayal kırıklığıdır: Evlilikden önceki o heyecan, ilgi ve sevginin kaybolduğunu hisseder. Bu ilk hayal kırıklığını yenip, beklentilerini yeniden düzenleyebilenler evliliğin başarısında önemli bir adımı atmış olurlar.