İŞBÖLÜMÜ: İŞ ERKEĞİN, AŞ KADININ İŞİ

irfan erdogan

Çok şaklaban bir erkekti şişko Kemal. Evde masaya oturur, sandalyesini gıcırdatarak, "hani yemek nerde, kaçtımı?" diye şaka yollu karısını iğnelerdi. O akşam karısı çok hastaydı. Eli ayağı dökülüyordu. Fakat gene de yemeği yaptı, sofraya getirdi. Kemal zevkle tıkınırken, o da zonklayan başını tuta tuta birkaç lokma yemeye çalıştı. Yemek bitince, "sofrayı bir kaldırsak" diye çekingence söyledi. Kemal, davul gibi şişen karnını tatmin olmuş bir şekilde okşadıktan sonra, "sofrayı kuran kaldırır, de'el mi?" diye kıkırdadı. Parmağını bile oynatmadı. Kadın çaresiz sofrayı topladı. O kadının göreviydi. Kırıntıları masanın üzerinden silerken kocası kahkahalar atarak, "şimdi sıra bulaşıklarda, Yemeği yapan bulaşıkları yıkar, değil mi?" diye bir yumurta daha yumurtladı. Kadının "değil" diye cevap vererek tartışmaya başlamaya hali yoktu. Zaten öyle bir tartışmaya da girmezdi.

Bazıları için bu çok da normal bir işbölümü ve ilişki. Bazıları ise hemen şu soruları düşünürler: Bu kadın bu adamın kendini ne kadar sevdiğini sanıyor? Ne biçim çarpık sevgi ve ilişki bu? Bu, kölelik zihniyetinin kölelik ilişkisi ve sevgisi değil mi? Kölelik ve çarpıklık normal olarak tanımlanıp benimsenince, kölelik ve çarpıklık köleye bile normal olarak görünmeye başlar. Köle efendisinin kendi kölelik görevlerine karışmasına bile bozulur: Kocasına "çık mutfaktan senin yerin bura değil" diyen kadın gibi.

Sevgilisi yemek yapma hazırlığındaydı. Beraberdiler mutfakta. Hem çalışıyorlar hem de konuşuyorlardı havadan sudan. Kocası, masaya peçeteleri sererken:

- Dur, bugün ben yapayım salatayı da parmaklarını ye.

Eşi bunu "sen salata yapmayı bilmiyorsun, bak ben yapayım da gör" anlamına almadı. Zaten kocası da o anlama söylememişti. Eşinin aklından "sen ne bilirsin salata yapmayı, çekil şurdan şarlatan" demek de aklından geçmedi. Kocası ikisi için birşey yapmak istiyordu. Adamı engellemek sadece gereksiz değil, aynı zamanda yıkıcı bir davranış olurdu. Bunu düşünmedi bile:

- Yap da görelim. Eğer hoşlanmazsam hepsini sen yersin, sözmü?

- Söz.

Kocası elini yıkadı ve işe koyuldu. Kadın kocasına benim işime karışıyor, benim yaptığımı beğenmiyor gibi aşağılık duyguları ve kuruntularla dolu bir karşılık vermedi. İlişkileri böyle bir his oluşturmamıştı. Çoğu kez, salatayı o yapardı, kocası da marulu falan yıkardı veya Korkmaz gibi gözyaşlarıyla soğanı doğrardı. Eşler evlilik düzeninin faşist iş bölümünü benimsemiyor, onun yerine birlikte arkadaşlık ortamı içinde iş yapmaktan hoşlanıyorlarsa, beraberliklerinin getirdiği herşey onları mutlu edecek yönde gelişmeye açıktır. Küskünlükler, tartışmalar, kırılmalar ve hatta kavgalar bile. Arkadaşça paylaşılan sevgi ortamında esen yeller ve fırtınalar, yağan yağmurlar, kavurucu sıcak ve dondurucu soğuklar bu ilişkinin tuzu biberi olurlar.

Zühtü'nün kafası çok bozuktu. Akşama kadar işte çalışmış, canı çıkmıştı. Eve geldiğinde karısını masada oturmuş ders çalışıyor buldu. Okula gidiyordu. Bırak sofrada yemek, evde ekmek bile yoktu. Zühtü kızdı:

- Niye ekmek yok?

- Sen gelirken alsaydın ya, niye almadın?

- İşim gücüm yok da bir de ekmek almayı mı düşüneyim. Yemek de yapmamışsın. Süs eşyası mısın sen bu evde?

- Yemek yapacak birşey yoktu ki evde.

- Evde oturacağına alışverişe gitseydin ya.

- Oturmuyorum ki ders çalışıyorum.

Zühtü'nün kafası iyice bozulmuştu:

- Karıya bak, okula gidiyorum diye, eve ne ekmek alıyor ne su, ne de yemek pişiriyor. Akşama kadar canım çıkmış işde benim, bir de yemek derdiyle mi uğraşacağım. Ne biçim iş, ne biçim kadın bu. Kendimize karı değil, başbelası aldık. Bazen şeytan diyor ki, vur götüne tekmeyi at sokağa. Bu okul yüzünden tatile bile çıkamaz olduk.

Zühtü epey çıkıştıktan sonra, dışardan hazır yemek aldı yedi. Zühal Zühtü'nün duygusuzluğuna, dikkafalılığına ve bağnazlığına akıl erdiremiyordu. Kendisi hem okula gidiyordu hem de ev işlerine bakıyordu. Zühtü evle ilgili hiçbirşeye elini bile sürmüyordu. İşten gelirken bakkalda durup bir ekmek bile almak zoruna gidiyordu. "Benim işim değil, senin" diyordu. Zühtü'yü sofraya yardım edecek falan diye asla bekleme, çünkü ona göre erkek böyle şeyler yapmaz. Erkeklerin kadınlardan üstün olduğunu her seferinde vurguluyordu: Saçı uzun olanın aklı kısadır. Zühal buna da içerliyordu. Zühal'in okula gitmesini de istemiyordu. Okulu bitirip de n'olacaktı ki sanki? Aynı tas aynı hamam. Boş yere kürek sallıyordu: Sanki Zühtü onu dışarda çalıştıracak mıydı?. yemeği yapan, evi temizleyen, düzenleyen, çamaşırları yıkayıp ütüleyen ve yatağı yapan Zühaldi. Zühtüyse sofada uzanmış hem gazetesini okuyor hem de televizyon seyrediyordu. Klasik işbölümü: Erkek dışarda işte ve evde ise boşta. Kadınsa her yerde ve her zaman işte.

Kadın, polis imdat numarasını çevirmiş, telefonda canhıraş bağırıyordu: "Koşun, kocam denecek orospu çocuğu beni kesiyor." Polisler vardığında, karı kocayı birbirini yiyor buldular. Kadının suratı kan içinde, herifse sarhoş. Küfrediyorlardı birbirine. Ağız dolusu küfürler. Polis araya giriyor ve kadına soruyor: "Şikayetçi misin? Götürüp atayım mı hapse kocanı?" Kadın "Hayır" diyor. Polis biraz sert:" O zaman bize niye telefon ettin?"

- Siz gelince olay biter diye.

- Bu sarhoşla, sana dayak atan, küfreden adamla niye kalıyorsun, niye çekiyorsun? Bırak git. Erkek kıtlığı mı var?

Kadın çaresiz:

-Seviyorum. Eve ekmeği getiren o. Kirayı veren o.

Polis başka diyecek birşey bulamaz. Yatışırlar karı koca. Evlerine girerler. Polisin, geri dönerken, yanındakine dediği gerçeğin acı bir yanı: Seviyorum diyor. Ben anlayamıyorum, nasıl sevgi bu? Birbirine ana avrat küfrediyor, hakaret ediyorlar, yumruk atıyor, tekmeliyorlar. Kadın bazen "kurtarın" diye polis çağırıyor. Sonra aynı yatağa girip yatıyorlar. Sevişiyorlar da. Bu nasıl sevmek, ben anlayamıyorum. Fakat, gerçekten, gerçeğin daha da acı ve çirkin yüzünü kadın özetliyor: "Eve ekmeği getiren, kirayı ödeyen o." Bu, kadınların işbölümünde tutsak bir durumda olduğunun ve işbölümünün tutsaklığı nasıl tuttuğunun bir ifadesidir. Kadınların evde çocuklara baktığı, çalıştıklarında ise ev kirasını bile ödeyebilecek kadar ücret bile alamadıkları bir ülkede, çoğu kadının kaderi her cefaya katlanmak, para kazananın hakimiyetinde yaşamını sürdürmeye çalışmaktır.

Yıldız 45 yaşında olmasına rağmen hala güzel bir kadındı. Üç çocuğu vardı. Evlenmek için ünversiteyi ilk yılında bırakmıştı. Çoğu kızların düşlediği "zengin bir koca bulmak için üniversiteyi bitirme" çabasına gerek kalmamıştı. Kocası çalışmasına da izin vermemişti. O erkekti, bakardı karısına. Yıllar yılları kovaladı. Yıldızın kızı 20 ve oğlu 15 yaşına geldi. Birden kocasının kendi kızı yaşında biriyle ilişki kurduğu ve kızın hamile olduğunu öğrendi. Aile şok olmuştu. Yıldız çıldırmıştı. Üstelik genç kızın ailesi evlenmesi için kocasını tehdit ediyordu. Yıldız ağladı. Kahroldu. Nasıl da güvenmişti kocasına. Eğer çalışsaydı, bir işi ve emekli maaşı olurdu. Kocasıyla boşanmak zorunda kaldı. Adam öbür kızla evlendi. Yıldız başka bir eve taşınamadı. Kocasından çocuklar için bir miktar para alıyordu. Arada el işi yapıyor ve satıyordu. Kocası üç gün bu evde, beş gün genç karısının evinde kalıyordu. Fakat Yıldız kahroluyordu. Yıldız içmeye başladı. Şimdi zavallının sarhoş olmadığı gün yok gibi. Sabahtan içmeye başlıyor, yatana kadar. Annesinin bu durumuna içi yanan kızı dersini çok iyi öğrenmişti: Evlendi, fakat asla işini bırakmadı. Bunun kızlara bir ders olmasını dilerim: Eğer işin ve mesleğin varsa, ve yaptığın işten haz duyuyorsan, sakın kocan için işini falan bırakma. Eğer herhangi bir diğer nedenle bırakmak zorunda kalırsan, yeniden iş bulma kapılarını kapama, açık tutmaya çalış. Kapitalist-erkekle evdeki-erkek arasındaki fark: Her ikiside senin kanını emer, fakat kapitalist hiç değilse biraz kanlı kalasın diye ücret verir. Evdeki iş ücretsizdir ve kıymeti bilinmez. Unutma, benim yaptığım sadece bir genelleştirme: Eşlerin birbirini insanca görüp, sevgiyle davrandıkları mutlu beraberlikler de çoktur. Bu da, sürekli tekrarlayacağım gibi, iki tarafın ortak çabasıyla gerçekleşebilir.

Sosyal üretim sosyal kurumlar içinde insanlar arasında olan günlük ilişkilerle yürütülür. Bu günlük ilişkilerin şeklini saptayan, sosyal üretimde hakim olan üretim biçimidir. Bu üretim biçimi her kurumda belli ilişki biçimleri ortaya çıkarır. Bu ilişkilerle birlikte, o ilişkileri tanımlayan, haklı çıkaran ve dolayısıyla destekleyen fikirler gelir. Bu fikirler bütünü o üretim ilişkisinin ideolojisini oluşturur. Bu ideolojiler insanların bu kurumları ve bu kurumlardaki ilişki biçimlerini doğal olarak kabul edip benimsemelerini sağlar. Evlilik de sosyal bir kurumdur. Bu kurumu oluşturan kişiler (anne, baba, çocuklar gibi) arasında günlük ilişkiler vardır. Bu ilişkilerde, örneğin çocuğun babasını dinlemesi, annenin ev işlerini görmesi, babanın işte çalışıp evde yatması gibi belli biçimlerin hakim olduğunu görürüz. Bu hakim biçimler de bu kurumun, örneğin ev işlerinin ve çocuk büyütmenin kadının sorumluluğu olduğu gibi, ideolojisiyle desteklenir ve sürdürülür. Bu ideoloji kişiye, ta çocukluktan başlayarak, sadece kurum içi ilişkilerde değil, bütün sosyal yaşam ve ilişkiler içinde çeşitli şekillerde işlenir. Neticede egemen ideoloji kişinin kişiliğini, "ben'i", oluşturan bir parça olur. Kişi benliğini veya kişiliğini korurken gerçekte egemen ideolojinin getirdiği bir kurumu ve bu kurumdaki ilişkileri korumaktadır. Kişi bu kişiliğini sürdürmeyle egemen kurumu ve ideolojisini sürdürür. Örneğin erkeğin "ben'lik" onuru kadının onu "boynuzlatmasıyla" kırılır, bunu engellemek için de kadına asla özgürlük verilmemesi savunulur: Dişi köpeğe güven olmaz, çünkü senden tatmin bulamazsa, başkasından tatmin arar. Gerçekte bu, kadına vurulan tutsaklık zincirlerinin sadece bir halkasıdır ve bu halkayı haklı çıkarmadır. Feodal veya kapitalist, bugün dünyanın hemen her yerinde gördüğümüz evlilik kurumunun ideolojilerinin çerçevesini şöyle özetleyebiliriz: Erkeğin ekonomik gücü elinde tutması. Kadının işbölümü ve güç ilişkilerinde bağımlılığı. Bu bağımlılığın kendini doğal olarak göstermesi, sunması ve öyle benimsenmesi. Kadının kendi esaret zincirini kendinin en büyük özgürlüğü sanması: Evliliğin bir tür kurtuluş ve bir özleme ulaşma olarak algılanması. Evcilliğin, işbölümü ve bunun getirdiği baskıcı ve ezici ilişkilerin kadının kaderi, görevi ve doğasal ilişki biçimi olarak kabullenmesi, bu yönde yetiştirilmesi ve bu yönün doğru olan tek yol olarak kendini empoze etmesi. Hatta, bu şekilde, bu ideoloji tarafından sürekli olarak kadının ideolojik-ırzına geçilmesi. Tanrının isteği olarak da sunulup perçinleştirilmesi: Tanrı ne zamandan beri ırz düşmanları, ahlaksız ve sömürücülerle işbirliği yapmakta ki? İletişim araçlarını ellerinde tutan güçlülerin Tanrının kitaplarını yazdığından beri mi?. Çıkrıkçılar yokuşu. Ankara. Yazın sıcağı. Genç adam dükkanının önünde oturuyor. Hem tesbihini çekiyor hem de gelip geçene bakıyor. Bakmak suç değil. Normal. Gözümüzü yumacak değiliz ya, değil mi?. Herhalde Nazmiye ile yürüyordum. Tesbihli genç adam, önümüzden yürüyen genç kıza ağzının salyaları aka aka bakarken, sakalını sıvazlayıp uzun uzun "Allaaah, fesupanallah, elhamdulillah" çekti. Geçen biri de "Yuh! ayı" dedi tesbihliye. Tesbihli devam etti günlük seyrine: Adam işte bile erkeklik kadınlık ideolojinin gereğini yapıyordu: Seks objesi kadına bakıp "elhamdülillah" diyerek iç çekip hayalleniyordu.

Doğarız. Kendimizi bir aile içinde buluruz. Ailede eğitiliriz: Aile eğitimi, en başta, evlilik kurumunu sürdürme eğitimidir. Bu aile eğitimi kendi benliğimizi ve kişiliğimizi biçimlendiren bizi sosyal hayata (örneğin evlilik kurumu ve ilişkilerinin nasıl olacağına) hazırlayan temel eğitimdir. Bu eğitimle biz sadece kişiliğimizin önemli bir bölümünü kazanmayız, aynı zamanda, sosyal düzenin ve o düzenin evlilik kurumu gibi parçalarının ideolojisini kendimize mal ederek, düzeni sürdüren düzenin yetiştirdiği bir parça oluruz: Bu parçanın adı "ben'dir." Okula başlarız. Eğitiliriz: Bu eğitim toplumdaki egemen güçlerin kurduğu sistemi destekleyip sürdürme eğitimidir. Bu eğitimle, örneğin millet ve milliyetçilik, vatan ve vatana karşı görev ve sorumluluklarımız, demokrasi, "yaşasın biz!" ve "kahrolsun düşmanlarımız!" gibi siyasal ideolojiler benliğimize katılır. Okul ideolojisi bir meslek edinerek rahat yaşama olanağını elde etme, fırsat eşitliği safsatası, ideolojisidir. Okul, ideolojilerin ideal olarak benliğimize yerleştiği en önemli yerdir. Ben'in ideali gerçekte sadece o ben'in taşımadığı, fakat aynı ideolojiyle yetişen hemen her ben'in taşıdığı idealdir: Örneğin işçi sınıfı çocuklarının astsubay, polis veya pilot olma ideali gibi. Özellikle kapitalist kitle üretiminde, standartlaştırılmış ideolojilerin standartlaştırılmış idealleridir bu. Okulda egemen sınıfların ideolojileriyle yıkandıktan sonra, okul biter. Geldiğimiz sınıfın ve gittiğimiz okulun ve aldığımız eğitimin özelliğine göre, ya açıkta kalırız, ya çalışmaya başlarız, ya da babamızın sermayesinin yönetiminde yer alırız. Bu arada erkeksek evleniriz de. Kızsak, okul nedeniyle yaşımız geçtiği için koca bulmakta zorluk çekeriz, evde bile kalırız. Ev kurarız. Çocuklarımız olur. Yaşlanır. Ölürüz.

Doğarız. Kendimizi bir aile içinde buluruz. Bazılarımız zengin, bazılarımız fakir. Gece olmazsa, gündüzün; kötü olmazsa, iyinin; ve fakir olmazsa, zenginin kadrini nasıl bileceğiz ki? Fakirlerin fakirliği zenginlerin zenginliğinden falan da değildir. Böyle birşey olur mu? Alın yazısıdır! Bazılarımızın sadece babası çalışır ve annesi evdedir. Bazılarımızın hem annesi hem de babası çalışır. Bazılarımızın hep annesi çalışır ve babası kahvede sürter. Eve geldiğinde de karısını döver. Bazılarımız ekmeği zor bulur yemeğe. Bazılarımız ekmeği miğde şişkinliği yapıyor diye yemez bile. Bazılarımız araba içinde gider gelir. Bazılarımız anne kucağında otobüs kuyruğunda, kuyrukta beklemeyi öğrenir. Kader! Bazılarımızın anasını durmadan haşlar babası. Bazılarımızın babası ve annesi birlikte yapar işi ve aşı. Bazılarımız kavga, gürültü, gaddarlık ve gözyaşları içinde büyür. Bazılarımız sevgi, anlayış ve hoşgörü ortamında. Hissederek, görerek ve tecrübeleyerek büyürüz böylece. Gördüğümüz ve öğrendiğimizi, eğer kendimizi farklı bir biçimde kendimize ve çevremize karşı mücadelerle yeniden biçimlendirmedikse, biz de yaşamımızda ve ilişkilerimizde aynen uygularız. Böylece "ben", kurumlar ve kurumların ideolojileri hep birlikte beraberce yaşamlarını sürdürür giderler: Çok yaşa padişahım!. Sen de yaşa.

Doğarız. Kendimizi bir aile çevresinde, o çevreyi çevreleyen bir toplumda buluruz. Herkes toplumda belli bir "yerdedir." Yapacağı veya yapabileceği iş, kişinin toplumda nerde ve nasıl bir yer tuttuğuna bağlıdır. Yani "ne olabileceği" nerde ve hangi şartlarda doğup büyüdüğüyle büyük ölçüde belirlenir. Kır kesiminde, iş bölümü kesin çizgilerle ayrılmıştır: Erkek ya iştedir, ya tarlada, ya kahvede, ya da, hiçbir yerde bulunamıyorsa, herhangibir mağarada bir eşşek veya köpekle yatıyordur. Kadın ya evde, ya çarşıda, ya bağda, bahçede, tarlada, ya da komşudadır. Erkekle kadın nadiren dışarda beraberdir. Beraberlik ancak akşamları, eğer herif tavlayı bırakıp gelirse, veya gecedir. Erkek-kadın beraberliğinde hakim olan faktör evlilik kurumunun üretim yapmak için (=çocuk yapmak ve büyütmek) desteklenmesidir. Eşler arasında arkadaşlık ve dostluk kuracak ve sürdürecek bir ortam yoktur: Erkek erkekle, kadın kadınladır. Erkek ve kadınların egemen kültür tarafından çizilmiş ve belirlenmiş roller içinde yer almaları istenir. Herkes kendi yerinde alışılagelen rolünü oynar.

Şehirsel kesimde durum pek de farklı değildir. Farkı sadece kendilerini içinde buldukları koşullara göre ayarlamalarıdır. İşçi sınıfı kırsal geleneklerin büyük kısmını şehirsel yaşamlarında uygulamaya devam eder. Çoğunlukla adam ya iştedir, ya da evde. Bazen de birahanede, maçta, kahvede. Kadınsa ya evde, ya çarşıda, bazen de komşudadır. Köy kesiminde olduğu gibi, burda da eşler arasındaki iletişim çoğunlukla görev ve sorumluluklarla ilgili işlerin yapılması çerçevesinde döner. Bunun dışında herkes kendi hoşlandığı şeyle meşgul olur. Televizyon seyretme yoluyla televizyonla yapılan sembolik iletişim eşle yapılandan çok daha fazla ve doyurucu gelir. Bu çerçeve içinde veya dışında birbirleriyle arkadaşça ve dostça iletişim çok azdır. Çocuklarla yapılan iletişimde bile ağırlık görev ve sorumluluklardır:

- Ödevini yaptın mı?

- Elini yıkadın mı?

- Dişini fırçaladın mı?

- Dersine gene çalışmıyorsun. Karnende bir zayıf görürsem, halin dumandır.

- Bırak o televizyonu da git annene yardım et. İş görmeyi öğrenmezsen, seni alan iki gün sonra götüne tekmeyi vurup sokağa atar.

- Annenle sofrayı hazırla/topla bakalım.

- Benim kızımın elinden her iş gelir. Cevriye'nin sıpaları kadına gına getirtiyorlar. Ne bir iş biliyorlar ne de kimseye saygıları var.

- Kerim'in o kızdan çekeceği var. Inim inim inletecek onu.

Kurulu bir düzen içindeki işbölümü, belli güç kaynakları, bu kaynaklara sahiplik ve bu kaynakların kullanımı çerçevesinde yürür. Eğer eve parayı getiren sadece erkekse, iş erkeğe aittir. Eğer kadın bir mesleğe sahip değilse, kadının ekonomik anlamda karşılıksız işi ev işi olur. Ev işi erkeğin işinden çoğu kez daha da kapsamlı ve yüklüdür. Fakat ev işi erkek tarafından küçümsenir, aşağılanır. Aşağılık işleri kadınlar yapar: Ev işi erkeğin işi değildir. Bu iş bölümü sosyal düzenin ve bu kişilerin sınıf özelliklerinin bir neticesi olarak ortaya çıkar. Çoğunlukla eşler arasındaki bu katı işbölümü işçi sınıfının üstüne çıkıldığında kırılmaya başlar. En üst sınıfa çıkıldığında kadın ekonomik güç nedeniyle kendini ev işinden azad eder. Hizmetçisi vardır. Kadının sosyal faaliyetleri vardır (kendi gibi diğer kadınlarla poker falan oynamak, kocasını aldatmak, tiyatroya gitmek, moda ve defilelere katılmak, ve kendini ve köpeğini kuaföre götürmek gibi) ve onlarla geçirir gününü.

İşbölümü düzen içindeki yaşam şartlarının ortaya çıkardığı ve belirlediği bir oluşumdur. Bu oluşumu belli anlayış ve ilişki tarzları besler ve böylece kendinin kalıcılığını sağlamaya çalışır. İşbölümüyle gelen anlayış, ilişki sistemi ve ideoloji, insanların beyninde sanki değişmez evrensel ve doğasal gerçekmiş gibi kendini yerleştirir. İnsan "saçı uzun olanın aklı kısa olur" dediğinde, bir iş bölümünün bu iş bölümünü haklı çıkarmak için getirdiği bir anlayışın kendinden geçerek konuştuğunun farkında bile değildir. Kendisi kendi fikirlerini ifade ediyor hayalindedir. Gerçekte ifade edilen kendisidir. Evrensel ve doğasal bir gerçeği dile getirdiğini sanır, dolayısıyla savunur. Bu anlayış tarzı da ancak buna karşıtlıkla veya kişi kendini bu anlayışı desteklemeyen farklı işbölümü ve üretim ilişkisi şartlarında ve ortamında bulduğu zaman farklılaşır:

......

Kocası ölüyor. İş bölümünde ekmek parası kazanan birden bire yok oluyor. Kendini sosyal iş bölümünde kendinin almaması gereken bir yeri almak zorunluluğu ortaya çıkıyor. O zaman mücadele etmek zorunda, çünkü kaçınılamaz bir durum. Bu durum, egemen ilişkilerin getirdiği tutum ve bağnazlıkların hiç değilse bastırılmasını ve giderek değiştirilmesini ortaya çıkarır. Vehime teyze bağnazlığa karşı mücadeleyi bağnazın dil uzatamayacağı bir alana, yani dine, kendini vererek verdi. Dedikodu kurumunun ağzını egemen kültürün bir diğer egemen kurumuyla büyük ölçüde kapattı. En önemlisi, dini bütün Vehime teyze zorunlu olarak çalışan kadınlara ne dil uzatır ne de dil uzattırır. Çünkü ne ve nasıl olduğunu bilir o.

Üretim ilişkilerinin yarattığı ve kadının toplumda tuttuğu yeri pekiştiren ideolojik mekanizmalardan biri de, kıza ve kadına gerçekte köpek kadar bile değer vermeyen Arap kültürünün, örneğin Selçuklular ve Osmanlılarla birlikte, Anadolu'da egemen olmasıdır. Herif erkek çocuğu olmasını ister, kız sanki utanç onun için. Kız doğurduğu için kadını suçlar. Erkek çocuk doğuruncaya kadar da kadını köpek gibi kullanır. Oğlan çocuğu onun soyunu ve soyadını devam ettirecek gücü temsil eder. Kız çocuğu kendi neslini değil, başkasının neslini devam ettirecek tohum ekilen bir tarla gibidir. Hemen her erkek oğlan çocuğu ister.

........

Kadının ülkemizdeki bu günkü durumunu, büyük ölçüde, bin yıla yakın bir zamandan beri Arap kültürünün anlayış biçimi çerçevelemiştir. Kızın verilmesi, kadının evinde ve dışarıda giyim ve davranışı, erkekle olan iletişiminde ve ilişkisinde ikinci dereceden insan olması gibi kültürel anlayış ve pratikler bunları taşıyan kadın ve erkeğe sanki doğal ve evrensel bir gerçek gibi kendini sunar ve benimsetir. Bu doğallık ve evrensellik nedeniyle, örneğin erkekle kadın arasındaki günlük iletişim ve ilişki tarzı demokratik, eşitsel ve insancıllıktan epey uzaktır. Tam aksine anti-demokratik, baskıya ve çoğu kez kadını ezici olan tek taraflı görev ve sorumluluklara dayanan bir iletişim tarzıdır. Bu tarzın en bağnaz şeklinde, kadın kunuşulursa konuşur ve sorunca cevap verir. Kadının erkeğe soru sormaya veya soruşturmaya hiçbir hakkı yoktur. Eşi kocasına ne zaman "Nereye gidiyorsun?" diye sorsa, kocası da "hamama" diye cevap verirdi. Bunun anlamı çok açık: Sana ne, ben istediğim yere giderim. İletişim tek yönlü yukarıdan (erkekten) aşağı (kadına) doğrudur. İletişimin ve o ilişkinin biçimine karar veren erkektir. Kadın sadece iletinin alıcısıdır ve iletinin dürtülediği ve işaret ettiği yönde karşılık vermekle yükümlüdür. Bu kadının görevidir. Kadın erkeğini takip etmek sorumluluğunu taşır: Örneğin, dışarda bir kaç adım geriden izlemesi gibi. Evde evin erkeğine evin kadını hizmet etmekle yükümlüdür. Bu hizmet ev işlerinden çocuk doğurma ve yetiştirmeye ve kocasının seks ihtiyacını gidermeye kadar geniş bir alanı kapsar.

Kadın mücadele içinde, ya öyle yetiştiği için, aile ve toplum baskısına boyun eğerek kendine sunulanı kadının gerçeği olarak benimser ve davranışlarıyla kendi esaretini savunur. Ya da başka türlü yetiştiği için, eğer üzerinde herhangibir nedenle baskılar olursa, kendini bu biçime zorlayan düzene karşı mücadeleye girer. Bu seçim genellikle kişinin aile yapısı, sosyal sınıfı ve yakın çevresiyle büyük ölçüde bağlantılıdır. Vehime teyzenin torunlarının kapanmama olanağı çok azdır, çünkü Vehime teyze böyle ister ve böyle olamasını garanti etmek için sürekli girişimlerden asla geri durmaz. Bu koşul altında çocuğun hayat görüşü bu koşulların getirdikleriyle biçimlenir. Eğer değişim gelirse bu da ancak sonradan kendini alternatif koşullarla yüzyüze bulduğunda, onları gördüğünde ve değerlendirdiğinde, olabilir. Bu da ancak aile ve çevreye karşı mücadeleyi göze alarak gerçekleşebilir. İnsanca özgürlüğünü ilan etmek o kadar da kolay birşey değildir. Kızlar aileden bağımsızlıklarını ancak aşık olup evlenip sevdiğiyle ev kurduklarında kazanacakları hayaliyle yaşarlar. Kızların kaçmak istediği ana, baba, kardeş, akraba, komşu baskısıdır. Gerçekte, geleneksel kültürün egemenliğinde kızın kendini hazırladığı ve ailenin hazırladığı, bir esaretten kurtulup (ana, baba) diğer bir esarete (koca, kaynana) geçmedir. Oğlan ise, nasıl ki kız anasının geleneğini sürdürüyorsa, o da babasının geleneğini sürdürmeye hazırlanır. Kız çocuğu ailenin tutsağıdır ve kocasını tutsağı olması için yetiştirilir. O da kendi kızını kendini yetiştirdikleri şekilde hazırlamaya yönelir, eğer koşullar ve o değişmediyse. Oğlan çocuğu ise ailenin babadan sonraki erkeği, babanın olmadığı yerde öten horozudur. Onun öttüğü kümeste tavuklar huşuyla secdeye varır. Oğlan çocuğu babası gibi tutsağa sahip olmak için yetiştirilir. O da karısını ve kızını tutsak ve oğlunu da kendi egemenliğini sürdürecek mirascı olarak görür. Bu hazırlık ta küçük yaşta, örneğin oynanan oyuncakların ve oyunların özelliğiyle başlar. Egemen ideolojilerin yayıcısı televizyon çocuk programları, reklamı yapılan ve satılan ürünler de bunu hem destekler hem de kendi ekonomik çıkarları için sömürürler. Erkeklerin ve kızların oyuncakları ve oynadıkları oyunlar onları hayata hazırlama ve bilinçlerini biçimlendirme bakımlarından oldukça farklı görevler görürler: Kızı anneliğe, boyunsunmaya, aşırı hisliliğe, zayıflığa, pasifliğe ve erkeğe bağımlı olmaya hazırlarlar. Oğlanı ise "erkekçe" davranış ve düşünceye, vurdumduymazlığa, güçlülüğe, kabalığa, istediğini "kadın gibi ağlayarak" değil kaba kuvvetle almaya, çalışıp para kazanmaya, kavgaya ve gaddarlığa hazırlarlar. Oyuncaklar ve oyunlar egemen ideolojilerin yayılması ve benimsenmesinde çok büyük rol oynarlar. Erkek çocuğunun Barby bebeğiyle oynaması, onu giydirmesi, saçını taraması, veya minyatür sofra takımlarıyla sofrayı hazırlaması ve toplaması düşünülemez, bu erkekliğe yakışmaz, erkeklik işareti değildir, kadınsallık veya eşcinsellik işaretidir. Böyle bir yönelim kazara olursa bu hemen engellenir: Erkeğin böyle kadınlaşmasına asla müsade edilmez. Aynı şekilde, kızın da erkekleştirilmesi durdurulur. Bizim mahalledeki "erkek gibi" denen kız evlenecek erkek bulamıyor, çünkü erkek gibi kıza kim bakar. Geleneksel erkekler açık sözlü ve istediğini çekinmeden söyleyen kızdan hoşlanmaz ve gerçekte kendi egemenliklerine aykırı geldiği için korkarlar. Kalıplaşmış iş bölümü oyuncak ve oyunlarla çocukların bilinçlerine doğal bir gerçekmiş gibi işlenir. Baba beşik sallamaz. annenin işi o. Babalar beşiktekiyle biraz oynarlar, sonra bıkarlar. Eğer beşikteki çok zırıltı yapar ve uykusunun içine ederse, babanın tepkisi "sıpanın zırıltısını kesmediği için" eşini dövmeden beşiği tekmelemeye kadar gider. "Sustur çocuğunu" diyerek beşiğe veya salıncağa saldıran canavarlar çoktur.

Ideolojinin en belirgin ve etken şekilde kendini biçimlendirdiği ve sunduğu bir araç da dildir. Karı, avrat, kaynana, eş, kaltak, dırdır, bekaret, çile, cefa, dert ve dedikodu gibi kavramlarla birlikte gelen, sadece bir ilişkinin ifadesi değil, o ilişkinin biçiminin evrenselliği ve korunmasıdır. Örneğin avrat\karı ve eş kavramları birbirinden farklı iki erkek ve iki kadın imajını ve iki farklı ilişki biçimini ifade eder. Karı veya avrat lafını benimseyip kullanan erkekle, eş kavramını benimseyip kullanan erkek arasındaki fark, anlayış ve ilişki biçimi farkıdır.

Evdeki iş bölümünde baskı aracı olarak dayak atma hakkı babanın, dayak yeme de kadınındır; Babanınki bağırma, anneninki susmadır; Erkek tohum eker, kadın tohumu taşır, çocuk yapar ve yetiştirir. Erkek ister kadın yapar. Kadın isteyemez, eğer isterse, "yüzgöz oluyor" diye azarlanır. Erkek dışarda karı kız peşinden koşmaya kendinde hak bulur. Fakat kadının bunda asla hakkı yoktur:

- Fesubhanallah, kadın erkek peşinden mi koşacak birde? Düşünülemiyecek bir şey!

- Nah, düşünülemiyecek bir şey. Kocasını boynuzlatanların sayısının azaldığını mı sanıyorsun?

Erkek iştedir, kadınsa (çalışsa bile) evde. Erkek televizyonunun başında, kadın mutfakta. Erkek üstte, kadın altta. Kadın kocasına cilve yapamaz. Sevgisini, arzusunu ve seks istemini gösteremez: Öyle şey olur mu? Cilve, seksilik, sevişme istemek, sevişmede aktif rol almaya çalışmak kadına ve kadınlığa yakışmaz:

- Ulan karı, bunları o biçim kadınlar var ya, işte onlar yapar. Kudurma! Ağzına çarparım valla! Doğru dürüst kadın gibi yat altımda! Yan gel uyu, beni rahat bırak. Karıya bak! Cilve yapıyor bana. Ulan, cilveyi kaltaklar yapar!.

Kadının seksle ilgili işbölümünde işi, ya namusuyla oturmak, ya altta ya da yan gelip yatmaktır. Erkeğinki de horoz gibi ötmek ve canı istediğinde de tavuğun üstüne çıkmaktır.

Geleneksel aile kültürü ve ilişkisi, ucuz işgücü arayan kapitalist sermaye tarafından sömürülür. Sermaye bu sömürmede iki yüzlü bir tavır takınır: Bir yandan aileye ve aile değerlerine bağlılığı, (vatan, millet ve din kavramlarını da katarak), savunurken, diğer yandan geleneksel ailede kadının erkeğe tutsaklığını erkeğin elinden çekip almaya ve kadını sermayeye ücretli-tutsak yapmaya çalışır. Her iki çabasında da belli ölçüde başarılı olur. Egemenliği erkeğin elinden çekip alamadığı işçi sınıfı çevrelerinde ise, kadın üzerindeki egemenliğe evdışı alın teri hırsızlığıyla ortak olur: Kadını evde erkek, ev dışında ise sermaye sömürür. Böylece kapitalist toplumun genellikle yüzde ellisini oluşturan kadınları da sermayenin kontrolundaki üretime katar. Bu yolla hem ücretlerin artmasını engeller hem de kendisi için az ücretle çalıştıracağı, ikinci sınıf muamelesi çekilen bir işçi kitlesi yaratır. Örneğin, demokrasi, eşitlik ve insan hakları şampiyonluğu taslayan Amerika'da bile, ayni işi yapan kadınlar ve erkeklere aynı ücret verilmez. Kadın erkeğe oranla yüzde kırk az ücret almaktadır. Yani aynı işi yaptıklarında erkeğin yaptığı her dolar karşılığında kadın 60 cent yapmaktadır. Peki insan haklarına, eşitliğe ve demokrasiye n'oldu? Haklar mücadele ile alınır. Kimse payından isteyerek vazgeçmez. Kadının içinde bulunduğu işbölümünün getirdiği koşulları ve düşünce tarzını değiştirmede bir tek seçeneği var: Mücadele. Mücadelesiz ne kapitalist sermaye, ne bu sermayeyi kontrol eden sınıf ve ne de bu sömürünün evdeki minyatür yansıması değiştirilebilir. Sermaye memnun, evde göbek yapan koca memnun, niye değiştirsinler ki?

......

Bizim gibi toplumlarda hunharca ezilen kızlar ve kadınların kendilerini, benimsedikleri esaret ideolojisi nedeniyle, hem kendi esaretinden, hem de egemen üretim biçimi ve ilişkileri nedeniyle, sermayenin ve erkeğin esaretinden kurtarması epey mücadele gerektirir. Kadınların dün nerde olduklarına ve bugün nereye ulaştıklarına bakarsak, bu mücadelelerinde başarıya ulaşmakta olduklarını görürüz. Fakat daha işin başlangıcındalar. Gidilecek ve erişilecek mesafeleler çok uzun. Kadınların mücadelesi sadece kendilerini değil, aynı zamanda erkekleri de değiştirmektedir. Değişen erkek, kadını artık kendi gibi bir insan olarak görüp anlamaya ve kıymet vermeye başlar. Eski erkek oğlu erkekler yavaş yavaş insan erkeğe, ve eski ezilmiş ve ezilmişliğini kendinin kaderi ve hayatın doğal gerçeği sanan kadınsa, erkeği için kadın olma yerine, kendi için ve erkeğiyle kadın olmaya dönüşmektedir. Dediğim gibi yol daha çok uzun.