BİRİNİ O OLDUĞU İÇİN SEVME

irfan erdogan

Sevgide üzerinde tartıştığım ve eleştirdiğim her unsur her sevgide kaçınılmaz olarak farklı oranlarda vardır. Fakat sevginin biçimini ve geleceğini tayin eden, bu unsurlardan hangisinin bu sevgide egemen olduğudur. En güzel, en sağlıklı, en insanca ve ortak mutluluğun erişilebileceği sevgi sevgilini kendin için sevdiğin kadar ve hatta ondan çok daha fazla, o olduğu için, olduğu gibi kabul edip sevmedir. Bu unsurun diğer unsurları aştığı bir sevgi en güzel sevgidir.

Popüler müzikte nadiren geleneksel klişelerin dışında ve yeni modaların (=Batının popüler müziği) zarıltısı ötesinde anlamlı ürünler bulmak zordur. Bazen bir iki anlamlı söz geçtiğini duyarsın. Bunlardan biri de bir müzikte duyduğum "seni sen olduğun için çok, çok seviyorum" nakaratıdır. Bu nakarat sevgi tanımına alışılagelen egemen putlaştırma veya ağlama ve sızlama nakaratlarının desteklediği ilişki tarzına taban tabana zıd bir anlayış getirir. "Seni sen olduğun için seviyorum" demek, baskıcı egemen kültürün içinde hem zordur, hem de böyle kadın ve erkeğe çok nadir rastlanır. Böyle kişi bulunsa bile, sen onu o olduğu için sevmezsen veya sevmeyi beceremezsen, o sevginin içine edersin.

Kişiyi olduğu gibi sevme sevmenin en başta gelen koşuludur. Bu olduğu gibi sevmeyi fiziki görünüşle, güzellik ve yakışıklılıkla karıştırmamak gerekir. Sevdiğini olduğu gibi sevme, sevdiğinin görünüşünden, giyiminden, saçının rengi ve biçiminden, gözlerinin güzelliğinden öte, sevdiğinin anlayış, düşünü ve davranış biçimini sevme, takdir etme ve kendinden farklılığını kabul ederek saygı duymadır. Eğer farklılık çatışma yaratacak bir nitelikte ise, kişiyi olduğu gibi sevme soyut bir düşünüyü somut bir sevgiye değişmemedir. Eğer farklılık çatışma çıkaracak somut bir davranışa neden olabilecek nitelikteyse, o zaman sevdiğini olduğu gibi sevmek demek uyuşmaya ve uzlaşmaya hazır olmak ve uyuşmadan haz duymak demektir. Sevdiğini olduğu gibi sevme inatçılık diye nitelediğimiz "dediğim dedik, çaldığım düdük" bencilliğinin kırılmasının ifadesidir. Tek bir sesin değil iki sesin, tek bir arzu ve beklentinin değil iki kişinin istek ve umutlarının olduğunun benimsenmesinin ifadesidir. Bu tür sevgide ortaya çıkan istek ve arzu uyumsuzluğunda çare kavga, gürültü, bağırıp çağırma ve baskı yolu ile değil, konuşup anlaşma yoluyla bulunur. Sevdiğini olduğu gibi sevme "rabbena, hep bana" diyen ben'in biz anlayışını benimsemesi, ben ve sen'i biz içinde kaynaştırmasıdır. Biz'i ben ile özdeştirmedir ve gerektiğinde ben'in üzerinde tutmadır. Ben ile sen arasında sürekli köprüler kurmadır ve kuruldukça mutluluk duymadır. Sevdiğini kendine benzetme çabası değildir. Sevdiğinle olan benzerliklerden olduğu kadar farklılıklardan da olumlu bir şekilde hislenmedir. Farklılıkları görüp kızgınlık veya öfke hisleriyle dolma değil.

"Seni seviyorum" dediğimizde çıkış noktası ben, hedef sen ve dönüş ben'dir. Ben sana bakıyorum, sende benim arzuladıklarımı, özlediklerimi görüyorum veya gördüğümü sanıyorum, bana benzediğin için seni seviyorum: Çıkış ve varış ve bitiş noktası ben'im. Burda, sevilenin varlığı varış için bir araçtır (sevilen nesne). Doğal olarak, sonradan iki kişinin birbirine tümüyle benzeme olasılığının olmadığı, iki kişinin farklı olduğu anlaşılınca, "seni seviyorum" diyen istediğini bulamadığından yakınmaya başlar. Bu hayal kırıklığının temel nedeni, seni "ben" için sevmem ve dolayısıyla tek taraflı beklentilerimi elde etme çabamda bana senin engel olmandır: Arzularına erişme hissinin "sen" tarafından kösteklenmesidir. Karşıdaki kişinin hisleri ve düşünceleri, ben tarafından, ben için, ben'in çerçevesine uyup uymadığına göre değerlendirilir. Uyuyorsa, "ben" için hiçbir problem yoktur, herşey tıkırında görünür. Uymuyorsa, "ben" bu uyumsuzluktan rahatsız olur ve sen'i uymaya davet eder veya uyması için baskı yollarına başvurur. Ben'in aradığı sen'in ben'in çerçevesi içine kendini uydurması, ayarlaması, huzursuzluk falan çıkarmaması, huysuzluk yapmaması istenir. Bu tür düşünceyle tek taraflı arzuların gerçekleşmesi üzerine kurulu bir ilişki ortamı ve düzeni sağlanmaya çalışılır. Eğer karşı taraf buna boyunsunarsa, bu düzen kurulur ve çoğunlukla tıkır tıkır işlemeye başlar. Düzenin temel taşı ben'dir. Biz bile ben'e göre tanımlanır. Sen ben'in içinde erir gider, kişiliği büyük ölçüde silinir. Sen'in arzuları ancak benin arzularına uyunca meşruluk ve geçerlilik kazanır. Aksi taktirde ben düzeni tarafından gayri-meşru ilan edilir. Hiç değilse çatışmadan kaçınmak, huzursuzluk yaratmamak için, sen bu arzudan ya vazgeçer ya da arzusunu ben'in istediği biçimde yeniden düzenler.

"Seni sen olduğun için seviyorum" dendiğinde durum oldukça farklıdır. Ben, seni ben'e uygun olduğu gerekçesiyle değil, fakat, daha çok, seni "sen" olduğun için seviyor. Bu tür sevgi diğer kişinin kişiliğini, kendine özgü istem ve zevklerini, düşünce ve davranışlarını, korkularını, sevgilerini, nefretlerini, sevdiklerini, sevmediklerini tanıyan, onlara (katılmasa bile) kıymet veren ve saygı duyan bir sevgidir. Bu sevgide aranan tek taraflı arzuların gerçekleşmesi değil, paylaşmadır. Tanımlamalar ben etrafında değil, biz etrafında döner. Eksen bizdir, benden çok. Şeyler ben'e değil biz'e yöneliktir. Ben ile sen arasında benle sen'in birleştiği bir biz düzeni kurulur. Bu düzende hakimiyet ne ben ne de sen'in elindedir. Hakimiyet biz'dedir. Ben ve sen biz'in içine kendilerini kendi istemleriyle ayarlamaya ve uydurmaya çalışırlar. Ayarlamayı talep eden ne ben ne de sen fakat biz'dir. Çabalar nedenler üzerinde değil çözümler üzerinde toplanır. Gözler diğerinin çözümde ne yapacağı ve çözüme ne katkıda bulunacağı arzusuyla birbiri üzerine dikilmez. Aranan uzlaşmadır, ayrılan veya ayrı olan uçları birleştirmedir. İstemler "o benim için ne yapacak" veya "ben onun için ne yapacağım" kaygısından çok "ne yapacağız" ekseni etrafında döner.

Elbette "seni sen olduğun için seviyorum" demek, biz ortamını ve düzenini kurmada yeterli bir faktör değildir. Bu kolayca sömürü ve baskıcı bir düzene dönüşebilir. Böyle bir biz ortamının yaratılabilmesi ve düzeninin inşa edilebilmesi için sen'in de karşısındakini o olduğu için sevmesi gerekir. Bu durumda bile, bu tür sevgi problemsiz bir beraberliğin garantisi değildir. Sadece böyle bir beraberliğe zemin döşer ve olasılığını sağlamada ön şartı oluşturur. Bu tür sevgi düzeni bu atılan zemin üzerinde hergün inşa edilir. Bu tür sevgi, her güzel şey gibi, her gün kazanılması gereken ve her gün kazanılan sevgidir. İnşa hiçbir zaman tamamlanmış olarak kabul edilmez, sürekli yapmayı gerektirir. Bu da, eşlerin çabalarını kesintisiz sürdürmekle sağlanabilir.

Bu tür sevginin bir diğer özelliği de, ne ben'in sen, ne de sen'in ben içinde kaybolması, erimesi, yokolması, benzeşmesi istenir veya aranır. Ben ve sen arasında benzeşmeler çoğalabilir. Fakat bu oluşum, bu tür sevgi ilişkisinin baskısız doğal sonuçlarından biridir. Ben ile sen'in sevgilerini ve yaşamlarını paylaştıkları, birlikte kurdukları anlaşma ve yaşama düzeni "biz" düzenidir. Ben ve sen bu düzen içinde birbiriyle ilişkide bulunurlar. Birlikte bu biz'i oluştururlar. Dolayısıyla bu tür sevgide biz düzeni birbiriyle taban tabana zıd, çelişkili öğeleri bile içerebilir ve içereceği ben ve sen tarafından beklenir ve olağan karşılanır.

Eğer biri seni sevdiğini söylüyorsa, ne demek istiyor? Ne için seviyor seni? Bir eşya gibi kullanmak için mi? Bunu da biraz dikkatle anlarsın: Hep kendinden, kendi hislerinden, kendi arzularından bahseder. Senden bahsederken de "şöyle olmalısın, böyle yapmalısın, şunu yapmamalısın, şöyle giyinmelisin, böyle davranmalısın" diye sende eksik bulduğu veya beğenmediği yanları terketmeni ve onun istediği biçimde olmanı ister. Niyeti iyi bile olsa, seni değiştirmeye çalışan biri seni sen olduğun için sevmiyor demektir. Seni kendisi için seviyor ve kendi isteklerine göre biçimlendirmeyi, süslemeyi planlıyor. Sen gerçekte onun gözünde onun hazırladğı kapıdan sığmayan, sahip olmak istediği, fakat kırpılman, yontulman, cilalanman gereken eşyasın. Onun mutluluğu senin onun arzuladığı şekle girmenle sağlanabilir ancak. Direnirsen mutsuzluk yolunda atacağın en büyük adımı atmış olursun; Ya onun istediği kalıba girersin, ya bitirmen gerekir, ya da çekişmelerle, kavgalarla, kinle ve nefretle dolu bir hayat sürersin. Eğer direnmez, herşeyi arzuyla kabul edersen, kırpılır, yontulur, cilalanırsın. İş orda bitmez. Kırpıla yontula bir gün bakarsın sadece bir tozsun evde: Kıymetsiz, kişiliksiz bir toz parçası. Onun arzuları, beklentileri ve istekleri önde gelir. Sen kendini ona göre ayarlamak zorundasın herzaman. Sen ondan senin arzularına göre hiçbir ayarlama yapmasını bekleyemezsin, çünkü onun buna ihtiyacı yoktur: O çalışır, didinir, anlar, bilir, görür, yapar.

Çoğumuz "seviyorum" diye başta birçok şeye gözümüzü yumarız. Gerçekte, evlenmeden önce davranışlara yakından bakmak gerek: Yoldaki, lokantadaki, evdeki, arkadaşlarıyla, ailesiyle ve ailenle beraberkenki davanışları gibi. Patronuna ses çıkaramadığı için sokak kedisinden acıyı çıkaran cinsten mi? Başkalarının önünde sana kıymet veriyor mu? Senin arkadaşlarına, onun katılmak istemediği veya hoşlanmadığı arzularına ve isteklerine anlayış içinde mi yaklaşıyor, yoksa onları ezmeye mi uğraşıyor? Birşeyi senden elde edemezse, sana kızıyor mu? Ne yapıyor?: Ne tür baskı yöntemleri kullanıyor: Ezici mi, totaliteryan mı, kırıcı mı, saygısız mı yoksa demokratik mi? Anlaşma ve hoşgörülülük mü arıyor yoksa yenmek ve kazanmak için rekabete mi giriyor? Nasıl ve ne zaman mutluluk hissediyor: Sadece kendi arzularının gerçekleşmesinde mi? Kendi arzularına senin boyun eğdiğinde mi? Çatışan çelişkili istemleriniz olursa, hep senin mi vazgeçmeni istiyor? Sen vazgeçtikçe kazanma hissiyle dört köşe falan mı oluyor? Yoksa seni öpüp verdiği değeri ifadeye mi çalışıyor? Kendisi de bazen senin için kendi istemlerinden vazgeçme gereğini duyuyor mu? Duyarsa bunu zevkle mi yoksa surat asarak mı yapıyor? Senin arkadaşlarından bazılarını sevmediğini söyleyip onlarla ilişkini kesmeni istiyor mu? Kendi evlerinde kardeşlerine, annesine, babasına nasıl davranıyor: Sevgi saygı mı yoksa vurdumduymazlık, hırçınlık, tartışma, hır gür mü? Sofrayı kaldırma veya hazırlamada annesine yardıma teşebbüs ediyor mu? Örneğin bir bardak suyu veya kendisinin kolayca alabileceği bir isteğini kendi mi yapıyor yoksa annesine veya küçük kardeşine mi yaptırıyor? Şeylerin ayağına getirilmesini mi istiyor? Paylaşmaya yanaşıyor mu? Yoksa "benim ki benim, senin ki de benim" mi diyor? Başkalarının olanı elde etmekten haz mı duyuyor? Hep "ah, şöyle olsam, ah, böyle olsam" diye özlemler içinde mi? Çok hırslı ve iddiacı mı: Seninle sidik yarışına girer mi? En çok hürmet ettiği, gıpta ettiği insanlar kim, ne çeşit insanlar? En önemlisi seninle arkadaş mı, yoldaş mı yoksa sana malı gibi mi bakıyor? Seninle olmaktan haz duyuyor mu? Sevdiği ve sevdiğin yerlere birlikte gitmek istiyor mu? Hoşlandığı diğer kişilerle, arkadaşlarıyla bir olduğunda senin de orda olmanı istiyor mu? Seni çanta mı yoksa bir sevgili gibi mi yanında taşıyor? Başkalarının önünde seni eleştiriyor mu? Sen konuşurken dinliyor mu, yoksa çoğu kez sadece kendine mi önem veriyor? Tartışırken, kızgınken sana kendini ifade fırsatı veriyor mu, yoksa susturmaya çalışıyor veya sözünü yarıda kesiyor mu? Seni çok iyi bildiğini iddia edip senin dediğinin aksini iddia ediyor mu? Seni hiç senden iyi bildiğini söyledi mi? Sana yapman veya yapmaman gereken şeyleri senin iyiliğin veya onun arzusu olduğu veya doğru gördüğü için açıkça sana empoze etmeye çalışıyor mu? Sana ve arzularına onun arzularına uymasa bile saygı gösteriyor mu? Kendisinin yanlış olduğunu anladığı anda seni kırdığı için özür diliyor mu? Özür dilemek onuruna mı gidiyor yoksa? Hep o mu karar vermek istiyor ortak şeylere yoksa seni de dinliyor mu? Senden fikir soruyor mu, istediklerinin ne olduğunu öğrenmeye çalışıyor mu? Başkalarına gösterdiğin ilgiden kıskançlık duyuyor mu veya bu nedenle seni yeriyor veya baskı yapıyor mu? Kısaca, seni sen olduğun için mi seviyor, yoksa kendisi için, kendisine uydurabileceği, arzu ettiği kalıba sokabileceği için mi?

Evlenmeden önce nadiren sevdiğimizi iyi tanımaya çalışırız. Evlilik öncesi ilişkilerde gördüğün, kişinin her günkü hali değildir, o kişinin olabileceği en sevimli ve en iyi halidir: Ondan fazlasını asla umma. Kişinin normal halini ancak başka durumlarda başka insanlarla olan ilişkisinde görürsün. En normal halinden biri seninle seviştikten sonraki halidir: Bak, sana hala aynı ilgiyi duyuyor mu, aynı sevgiyi gösteriyor mu? Sevgi ifadelerinde artma mı var yoksa azalma mı? Kişiyi iyi tanımak sadece doğru karar vermene yardım eder. Bu da mutluluğun garantisi değildir. Mutluluk yolunda en büyük adım seni sen olduğun için seven ve senin de onu o olduğu için sevdiğin birine rastlamaktır. Bu da samanlıkta iğne aramaya benzer. Eğer rastlantıyla böyle biriyle karşılaşırsan, şahane birşey. Gerisini birlikte kurarsınız.