SEVGİYİ ÖLDÜRME VE ONDURMA

irfan erdogan

NOT: Aşağıdaki sorunlar, sorunlar, ilişki ve duyguların özellikleriyle ilgili sunumlar sadece evli olanlar için değil, iki arkadaş dahil herkes için.

Bugün şu aşağıdakilerin hangilerini yaptın (eş kavramını aynı zamanda eşit anlamına arkadaş olarak alın)

. Eşime gönlünü alacak bir çift söz söyledim.

. Eşimi (herhangibir nedenle) öptüm.

. Eşime (herhangibir nedenle) kızdım.

. Salağa (herhangibir nedenle) haddini bildirdim

. "Ha ziktir ordan" dedim. (iyi mok yedin!)

. Benim arkadaşlarımdan bazılarını sevmiyormuş. Misafirliğe gittiğimiz bazı kişileri de. Hakettiği cevabı verdim: "Sikimdeydi sanki!" (Bu "sikimdeydi sanki" diyene boynuzlatarak karşılık veren kadınlar bu devirde eminim artmaktadır. Böylece, "sikimdeydi" diyenin sikinde olmadığını kadın bir bakıma gösterir.)

. Çocuğuma tatlı bir söz söyledim.

. Çocuğumu kucakladım, öptüm.

. Çocuğumu (herhangibir nedenle) azarladım.

. Sıpaya (herhangibir nedenle) hakettiği dersi verdim.

. Kuyruk sokumuna bir tekme çaktım. Köpek gibi kıvranmaya başladı. Bak bakalım, bir daha yapar mı yaptığını!

. Karı tutturmuş "benim de tatmin olmam lazım" diyor. Düdüklediğime sevinmiyor da!. "Benim yapmamdan sen mutlu olmalısın" dedim ve bastım karıya.

. Benim herif sadece kendi için yapıyor. Ben duvarlara tırmanıyorum. Dayanamadım artık, Mustafa'yla yattım. Şahaneydi. Yarın gene yapaca'z. Senelerdir ilk kez mutlu hissettim kendimi.

. Karı isterik mi ne! Yorgunum dedim ve uyudum.

. Herif azdı valla! Bana değer falan verdiği yok. İstediklerimin hiçbiri olmuyor. Verirmiyim, vermedim! Öğrensin!

. Saatlerce sevişmek sadece filmlerde olmazmış: Saatlerce seviştik.

. Birlikte yemek pişirdik.

. Karı yemeği bile hazırlamamış. Epey haşladım haspayı!

. Neymiş, benimle banyo yapacakmış. Kovdum banyodan.

. Yemekten sonra, birlikte biraz yürüdük.

. Gürültüyü kes diye bağırdım: Ben burda televizyon seyrediyorum, o orda tabak, kaşıkla falan kafamı sikiyor.

. Şikayet ediyordu. Susturdum.

. Oturduk gevezelik ettik ve güldük.

. Oturmuş öyle birşeyler söyleyip duruyor. Hem televizyon seyredip hem de onu dinleyemem ki.

. O konuştu, ben gazetemi okudum. Dediklerinin bir kelimesini bile hatırlamıyorum.

. Çorabımı çıkartıp attım. Nereye mi? Ne bileyim. İşte attım bir yere.

. Giyeceklerimi çıkartıp bulundukları yere koydum.

. "Ben kahveye gidiyorum" diye çıktım. Suratını ekşitti. Kızdım. "İstersen pantol giy, sen de gel" dedim. Şaşırdı aptal, ne demek istediğimi anlayamadı ki.

. Dışarı çıkıyordum. "Nereye?" demez mi! Ağzının payını verdim: "Boklu dereye" dedim. Epey güldürücü bir cevap değil mi?

. "Canım dışarı çıkmak istiyor, çıkalım mı?" diye sordum.

. Sigaramdan rahatsız olmaya başlamış. o öyle deyince, ben bir tane daha içtim. Demese içmezdim valla!

. "Sigarayı bıraksan ne iyi olurdu, bak bir sürü insan kanserden ölüyormuş" diye bana ders vermeye kalktı. "Sana ne, bu benim evim, istediğimi yaparım" dedim. Şapşalladı.

. Karının dediğine bak: Gebe kadının yanında sigara içilmezmiş. Şiş karnına bir tekme atasım geldi. Bir sigara yaktım.

. Eve geldim. Karı evde yok. Biraz sonra geldi. "Nerdesin be?" dedim. Bakkala gitmişmiş. "Benim eve geleceğim zamanı mı bekledin bakkala gitmek için" dedim ve bir güzel haşladım.

. Benim kız Pınar hastaydı. Arkadaşlar geldi. Gevezelik ettik. Çay ve sigara. Vakit çok çabuk geçiyor. Pınar öksürmeye başladı. Sigaradanmış. "Gene uydurmaya, huysuzluğa başladın" der gibi sert sert baktım. Misafirleri rahatsız ediyordu.

. Herif gene geç gelecek eve, biliyorum. Tek başımayım evde gece yarısı. Gittiği yere telefon ettim. Lafa bak "iş görüşmesiymiş." Kim yutar!. Telefonu yüzüne kapadım.

. "Sen kimsin de benim yüzüme telefonu kapatıyorsun!? Ben adamı gebertirim be!" diye başladım ve haddini bildirdim. Benim anam ağlıyor para yapmak için, kadın benim yüzüme telefonu kapatıyor. "Ben adamı öldürürüm be! Sen kimsin!" (Bu tür erkek kadını kontrol edememe öfkesiyle dolu olan ve çaresizce çareyi küfürle bağırarak arayandır. Bu adam kendini sevgisizlikle, anlayışsızlıkla, vurdumduymazlıkla, kabalıkla, yobazlıkla, seksüel bencillikle suçlayan ve ardından erkeğin ondan beklediği görev ve sorumlulukları yapmayarak rekabete girişerek intikam almaya çalışan öfkeli bir kadınla karşı karşıyadır. Hele bu kadın bir de kadın özgürlüğünü seksüel sorunlarını çözmede hoşlandığı bir başkasıyla yatma özgurlüğü olarak benimsiyorsa, o zaman intikam almada seksi de kullanır. Bu kadının bu davranışının feminizmle ve kadın özgürlüğüyle hiçbir ilişkisi yoktur. Kadın kendini haklı çıkarmak için başkasıyla seks yaparak "yobaz heriften" intikam almada feminizmi ve kadın özgürlüğünü alat olarak kullanıyor. O kadar. Feminist ve özgürluk arayan kadın evde mutsuzluk içinde didişmeyi seçip sürdürmez. Evlilik düzenini ortak mutluluk sağlayan eşitlik ortamına dönüştürmeye çalışır. Bunu yapamayacağını anladığında da öfkeyle dolu huzursuz bir düzende cebelleşerek yaşama yerine, o mutsuz düzenle bağını keser: Boşanır.)

."Dırdır edip duruyordu. Kızdım. Kapı açık, defol git" dedim. (Erkek baskıcı düzenin tutsaklık için yetiştirilmiş kadınının gidemeyeceğini bilir. Tutsaklık düzeninin kadına aşıladığı asalaklık o denli güçlüdür ki kadın gitmek istese bile gidemez: Pembe zaten gitmeyi iki senedir planlıyordu. Fakat asalaklığa alışmış bu kadın "kendine göre" birini bekleyerek kalıyordu. Birinde bulduğunu sanmıştı ama adam gidince kadının planları suya düştü. Bir başka zaman, kadın "açık denen kapıdan" habersizce gitti. fakat birkaç gün sonra birbirine kuyruk sallamaya başladılar. Kadın erkeğe "dersini verdi" böylece, şimdi beraberler. Kaç gün sürecek bu manyak balayı? Çok değil, çünkü değişen birşey yok. Egemelik mücadelesi içinde elde edilen mutluluklar zafer mutluluklarıdır ve yeni savaşlarla yenilenir.)

. Yemeği zaten ben hazırladım. Zıkkımlandı. Üstelik bir de "şunu bana getirsene" demez mi! "Ayağın var, kalk git kendin al!" dedim. Sanki herifin kölesiyim. Kadın özgürlüğü var! (Sakat bir ilişkinin sakat bir özgürlük anlayışı. Kadın özgürlüğünü kendine alet olarak kullanma.)

. "Adam bana arabanın kapısını tutmaya kalktı. Ben elsiz kolsuz, arabanın kapısını açamayacak kadar aciz değilim diye tersledim."

. Terkettim. Sonra uzun bir mektup yazdım. Dersini verdim. Ondan çocuk istemediğim için çocuğunu düşürdüğümü de anlattım. Köpek gibi kuyruğunu sallaya sallaya geldi. (Eğer terkettiğin o erkek mutluluğu mutsuzluk ve didişme onuru içinde arama yerine, mutluluğu mutlu ilişkiler kurarak ve sürdürerek sağlamaya çalışan biri olsaydı, gittiğin için sevincinden uçardı, bayram yapardı!) . Terkettim. Geldi. Özür diledi. İşte böyle, kuzu gibi ettim! (İyi bok yedin! Bir gün o herif, bıçakla senin gırtlağını kestiğinde, o zaman kuzu gibi etmenin ne olduğunu anlar, böyle bir "eşitlik, özgürlük ve rekabetci tatmin" aramanın ilişkiyi nereye götüreceğini görürsün! Sen erkeklik onuruyla hareket eden bu adamla böyle oynarken, gerçekte ateşle oynadığının farkında bile değilsin! Faşiste faşist metodlarla karşılık verdiğinde bazen "kazanırsın." Kazanırsın, kazanırsın,kazanırsın, ve birgün elinde bıçakla sana saldıran bu faşiste, geçmişteki aynı tecrübene dayanarak, gögsünü açar "vur bakalım!" diye meydan okursun, bu senin sonun olur!)

. Bağırarak birşey istiyordum. Eşim bağırdığımı hatırlattı tekrar. Utandım, sarılıp özür diledim. Bu davranışım benim çekişmelerle dolu önceki-evliliğimde oluşan "istediğini elde etmede en etken yol" alışkanlığındandı. Eşim bunu biliyor ve bu alışkanlıktan hızla kurtuluyorum. (Sadece önceki evlilikten değil büyürken evde anne ve baba arasındaki iletişim biçimiyle de kişiliğimiz yoğrulur. Huzursuz ailede büyümüş çocukların sinirliliği veya aşırı duyarlılığının en büyük nedenlerinden biri budur. En kötüsü de faşitce baskıyla istediğini elde etme yönteminin benimsenmesidir.)

. Ne biçim duygusuz bir hıyar olduğunu anlattım ve "sıkıysa bunları da yap!" dedim.

. Bana o konuda anlattıklarında haklı yanlar olduğunu gördüm. Anlayışlı davranacaktım. Fakat sonunda bana "sıkıysa..." diye meydan okuyunca, vazgeçtim. (Haklı bile olsa, bu "sıkıysa yap" diye "yapamayacağını, yapmayacağını" söyleyerek meydan okuyan kişi, genellikle bu alışkanlığını önceki tecrübelerinden almıştır. Bu tecrübelerinde "istediğini yaptırmıştır", meydan okuyuşuna arzu ettiği karşılığı görmüştür. Fakat her insan aynı değildir. Örneğin benim gibi insana meydan okursan, cevap bile vermeye gerek duymaz ve kendi kendime "ben bana mutluluk verecek arkadaş tutarım, başağrısı verecek kimse değil" der, bir daha seni hatırlamamak üzere seninle ilişkiyi keserim. Bunu da kızdığımdan veya rekabet için yapmam. Asla! Böyle davranırım, çünkü benim senin gibi adi insana ihtiyacım yoktur. Ben bu hayata bana kendi çıkarlarına hizmet etmediğim için hakaret edip meydan okuyacak kişilerle sidik yarıştırıp sapık bir mutluluk peşinde koşmak için gelmedim. Ama bu sapık peşimi bırakmazsa, ağzının payını kendimi koruyarak veririm.)

Lütfen, bu gününü yukardaki ve aklına gelen benzeri sorularla değerlendir. Nasıl hissediyorsun kendini: Mutlu? Mutsuz? insan? İnsana benzemeyen birşey (sakın hayvan sanıp hayvanlara hakaret etmeyelim lütfen)? Sevgi dolu? Sevginin içine eden? Seven ve sevilen? Seven ve sevilmeyen? Sevmeyi bilmeyen ve sevilen?

Şu son 24 saat içinde sevdiğin kişilere sevdiğini hiç ifade ettin mi? Sevdiklerine onları sevdiğini ne zaman gösterdin? Ne bekliyorsun? Ölmelerini mi? Ölünce cenazelerinde ağlayarak gösteriş yapmayı mı? Belki de onların hep seni pohpohlayıp anan gibi götünü yalamasını beklediğin için kafan bozuk? Eşine ve anana en son ne zaman insanca davrandın, eş ve anne gibi muamele ettin? Ananı "sana tavır koyduğu" için kaç kere evden kovdun? Seni karnında taşıyıp büyütene ne zaman onun senin için değerli olduğunu söyledin? Kardeşine en son ne zaman "sana ne lan!" dedin? Arayı uzatma! Babana bağırmayı ve hatta gerekirse onu dövmeyi unutma? Onun sana yaptığını, mal ve para çekişmesinde, sen de ona yap ki rahatlayasın! Kardeşini durmadan vırt zırt senin evine gelip haftalarca kalarak "evinizin huzurunu bozduğu için" kovmaktan sakın geri durma! Yaptığın surattan ve onu köpek gibi muamele edişinden anlamayacak kadar duygusuz bir herife, artık yapılacak tek şey götüne tekmeyi atmaktır. Tekmeyi at ve bunu hakettiğini de mektupla ve karı dedikodusuyla falan bildir! Çocuğun dersini anlayamamış, sana soruyor. Aritmetik problemini çöz ve çocuğa ne kadar mankafa olduğunu söyle ki akıllansın! Eve geldiğinde çocuğun senden kaçıyor mu yoksa sana yaklaşıyor ve sarılıyor falan mı? Kaçanı en son ne zaman dövdün? Birden durup duruken elini kaldırdığında çocuğun ve eşin birden niye ürküyorlar ki öyle! Böyle ürktüklerinde "niye ürküyorsunuz" diye tokatla ki anlasınlar!

Bak kendine, son yirmidört saat içinde seni sevenlere sevgini severek mi yoksa söverek ve döverek mi gösterdin? Gösterdiğin ne: Kaşığın ucuyla göz çıkarma gibi birşey mi yoksa sevgi dolu sevgi mi? Ne verdin seni sevenlere bugün: Dert mi yoksa deva mı? Kısaca, ne yaptın bugün sevdiklerini mutlu etmek için? Ne yaptın mutlu olmak için? Bak ne yaptığına ve sor kendine: Neden böyle davranıyorum? Sevgi bu mu?. Sonra, bugün sevdiklerinin sana yaptığını düşün ve aynı soruyu sor kendine:

1. Neden bana böyle davranıyor(lar)?

2. Sevgi bu mu?

Ardından, eğer gerekli duyarsan sevdiğin kişiye sor: Neden bana böyle davranıyorsun? hakediyormuyum? Neden? Sevgi bu mu? Bu nasıl sevgi? Soruna her seferinde karşılık olarak, eğer "ha siktir!" diye götüne tekmeyi yapıştırarak ve benzeri şekillerde cevap veriyorsa, en kısa zamanda yolunu bulup kendi başının çaresine kendin bakmaya başla. Bunu sakın "ders vermek" veya "öç almak" için yapma. Kendin için yap. Hiç değilse sana sevgi vermeyene sevgi verme ve bunu da belirt. Büyük çoğunluğumuz sevdiklerimize ve bizi sevenlere sanki bize bedavadan verilmiş bağışmış, hediyeymiş gibi davranırız. Sevdiğimizin kıymeti herhangi bir bağışın kıymeti gibidir: Alınır, ah! ne güzel denir ve bir köşeye atılır. Hiçbirimiz geçen güne bakıp "sevdiğim kişileri mutlu etmek için ne yaptım ve onlar beni sevindirmek için ne yaptılar?" diye sorarak, kendimizi ve sevdiklerimizi anlamaya ve ilişkilerimizde düzenlemeler yapmaya yönelik bilinçli davranışta bulunmayız. Herşeyi oluruna bırakırız. Herşey duygusal o anlık tepki ve karşı tepki içinde oluşup gider. Bu oluşumların ortaya çıkardığı duygusal birikim bir sonraki veya benzeri ilişkileri biçimlendirir. İlişki ve iletişim yapıcı olduğu sürece, bu çok iyidir. Fakat ilişki ve iletişim yıkıcıysa, o zaman bunun birikime yol açmasını durdurmak gerekir. Durdurmanın da en etken yolu: Ne yaptım? Ne yaptın? Ne yapıyoruz? sorularıyla bu birikimi engelleyecek tedbirleri ortaklaşa getirmektir. Bu da yeterince ortak sevgi ve ortak çabanın olmasını zorunlu kılar. Sevginin olması yeterli değildir.

Aşağıda özetleyeceklerim kendine ve çevresine cefa çektirmeyi kaçınılmaz görenler için değil, fakat mutluluk arayışı içinde sorunlarını çözme çabasında olanlar içindir. Sorun yaratmak isteyenler için değil. "Zaten kaybetmişim n'olacak ki" deyip, çıkmazlarında intikam ve zehir saçma peşinde olanlar için de değil. Sorunları çözerek ortak mutluluk arayan kişiler içindir.

Kendilerine ve başkalarına dırdırlarıyla veya fiziksel ve psikolojik gaddarlıklarıyla hayatı zehredenler veya "sorunu sen yarattın" diye soruna sorun yaratacak şekilde karşılık verenler, haklı olduklarını ne kadar iddia etseler de, gerçekte eşleri yüzde yüz haksız ve canavar olsa bile, bu tür davranışa hiç de hakları yoktur. Sorunu çözülemeyecek olarak algılıyorsan, sorunun içinde kendini kaybedip kendinin ve karşındakinin anasını ağlatmayı seçme kadar kafasızca ve adice bir davranış biçimi var mı acaba?. Dur biraz. Soluk al. Bırak "o bana yaptığı için ben de ona kendimce yapıyorum" diye kendini kendi çıkmazında kandırmayı. Yaptıklarına bak. O anki tepkin ötesinde gerçekte istediğin, arzuladığın ne? Bu yaptıkların ve sana yapılanlar seni gerçek arzuna (ki bu arzuyu ben mutlu bir ev düzeni kurup insanca yaşamak olarak alıyorum) götürüyor mu yoksa bataklıkta didiştikçe batan insan durumunda mı bırakıyor? Ne dayak atarak, ne surat yaparak, ne didişerek, ne küfürlerle, ne bağırmalar ve çağırmalarla, ne hakaretlerle, ne de suçlamalarla ortak bir mutluluğa erişilebilir. Bu tür davranışlarla elde edilen zafer hissi ve tek taraflı mutluluk, psikolojik bakımdan hasta birinin kendini aldatan hasta-mutluluğudur. Bu kişi bu tür hasta mutluluğu her elde edişinde gerçekte kaybettiğinin çok iyi farkındadır. Bu onu hem kendine ve hem de karşısındakine karşı öfkesini daha da artırır, düşman yapar: Bu, öfkenin ve kafasızlığın kendini destekleme, yaşatma ve dolayısıyla özlenen mutluluğun içine etme yoludur. Dur biraz!. Bekle!. Soluk al!. Hem kendine hem de karşındakine sor: Ne yapıyorum? Ne yapıyorsun? Ne yapıyoruz? Aranan mutluluğa böyle mi erişilir? Aksine bu şekilde mutluluğun içine edilmez mi? Suçlamalar ve hakaretler sevgi hislerini öldürmez mi? Dur. Bir kendine, bir bana, bir de duruma bak; Nerdeydik evlendiğimizde, şimdi nereye geldik? Ve nereye gidiyoruz? Kaybolan ve kazanılan ne? Değer mi? "Ne farkeder ki?" deyip bu gaddar kafasızlığa devam eden kişilere azıcık ara verip "yaptığım beni nereye sürüklüyor?" diye kendi kendilerine ve eşlerine sormalarını tavsiye ederim.

Evlilikte mutluluk iki kişinin yaptığı bir maçtır. Eğer bu iki kişi aynı takımda oynamayı, paslaşmayı, gol atıp attırmayı bilmez, bilmediği halde bildiğini iddia eder, "hep bana hiç sana, sendeyse de hemen bana" teraneleri okursa, ortak oyun kurma yerine, "ben kurarım oyunu sen oynarsın benim oyunumu" diye ineklik ederse, takım oyunu önerisine karşı direnirse, o takım nadiren bir maç kazanır ve o takım takım bile değildir. Topu kimseye vermeyen ve topu eşi aldığında hemen ona vermesini isteyen adi herif, sezonun başında istediğini elde edebilir. Fakat bu herif kendisini yıldız oyuncu görüp eşinin ona sürekli kılınmasını, hep vermesini, yıldızın kurduğu oyun biçiminde oynamasını umduğu, eşinin de oyuncu olduğunu iplemediği için takımın içine etmeye başlar ve bu da eşinin tepkisiyle neticelenir. Hatırlarım, ben mahallede iyi top oynayanlardandım. Fakat bencil bir inek vardı mahallede, ayağına top geldi mi kimseye vermezdi ve kaybedinceye kadar çalım atardı. Başkası da topu aldı mı "ver bana!" diye bağırır, vermezsek bozulurdu. Çoğumuz korku bokuna verirdik pasları ona. İneğe çok bozulurdum içimden, bir damla bile sevmezdim. Ama o inek, evlilik düzeninde gördüğümüz benzerleri gibi, kendi arzularını gerçekleştirdiği için mutluydu. Evlilik ortak kazanma için oynanan bir oyundur. Evlilikte, hem ana, hem baba ve hem de çocuklar yıldız oyunculardır. Bu yıldız olmayı da kurdukları adi bencillikle değil ortak oyunla kazanırlar. Bu da ancak takımdakilerin hepsinin kabul etmesi ve buna göre davranışta bulunması ile gerçekleşir. Bu da öyle kolay birşey değildir, çünkü süregelen hakim evlilik düzeni (futbol düzeni de) yıldızlık üzerine kurulmuş bir düzendir. Yıldızlar mutluluklarını sadece takımın zaman zaman elde ettiği galibiyetten elde etmezler, aynı zamanda, büyük çoğunlukla, kendilerinin takım içindeki egemen durumlarından elde ederler: Paslar hep ona gelir. İsterse pas verir, istemezse vermez. Pas vermeyene kızar. Topu kaybederse önemsemez. Fakat topu kendine vermeyip veya veremeyip de eşi kaybederse buna çok bozulur. Galip gelinirse galibiyetin kahramanı odur. Kaybedilirse takımdakiler suçlanır. Böylece, yıldız düzeni kendini korur. Bu düzende bir diğer gerçek daha var: Takımdakilerin hepsi ortak oyunu kabule yatkın olsa bile, yıldız sisteminin seyircileri bundan hoşlanmazlar. Karşı tezahürata başlarlar:

- Kılıbık!

- Erkek müsvettesi, karının kuyruğundan ayrılmıyor

- N'oldu, hanım izin vermiyor mu?"

- Herif her gece karısının götünde pireliyor.

- Karıya kılınan heriften fayda mı gelir!"

- Herif ipleri karıya kaptırmış.

- Karı kukla gibi kullanıyor herifi"

- Kadın icad oldu mertlik bozuldu.

- Hadi, bugün erkek ol da, karıyı bırak, bizle gel.

- Hoş geldin, bugün benim misafirimsin. Şimdiye kadar kadın gibi yaşadın, seni bugün erkek yapalım. Nasıl mı? rakı sofrasıyla.

- Şu Halim denilen erkek taslağına bakıp erkekliğimden utanıyorum.

- Bulaşıkları yıkadıktan sonra, hanımından izin al da, bizimle bira içmeye gel, hah hah ha!.

- Ulan "karım köylü" oldun!

Karşı tezahüratlar sayısızdır. Buna da herkes karşı duramaz. "Rakı içerek erkek olacaksam, erkek olmayım daha iyi" diyebilmek, tezahüratçıların deyimiyle, "göt ister biraz" ve benim deyimimle, eşiyle kurduğu sevgi düzenini her türlü toplumsal bağnazlığın üstünde, bu bağnazlıklara hakettiği cevabı vererek, tutmaktır.

Toplum düzenini değiştirmek zordur, örgütsel ve kitlesel girişim ister. Bu düzenin, bir bakıma minyatür yansıması olan evlilik düzenini de değiştirmek o kadar kolay değildir. Fakat kolay olan yanı, küçük bir birim olduğu için ve öncelikle bir kadın ve bir erkek arasındaki ilişkinin düzenlenmesini içerdiği için, insanca ortak mutluluk aramayı prensip olarak kabul edenler çabayla bu faşist evlilik düzenini kendi ortak mutlulukları yönünde yeniden düzenleyebilirler. Bunu başarmanın ilk şartı da birbirini seven iki kişinin veya evlilikleri kötü durumda olan eşlerin açıkça böyle bir düzen kurmak istediklerini kabul etmeleridir. Sonrası ise sebat ve karşılıklı anlayış içinde yürütülecek çaba ister. Problemli evlilikte, hem kabul etmek zorlaşır hem de sabır ve sebat tükenikliliği vardır. Bu nedenle problemli evlilikte eşlerin kesinlikle birbirinin duygularına, istemlerine ve düşüncelerine saygı göstermeleri gerektiğini, sorunların bir günde falan çözülemeyeceğini, hoşnutsuzlukların çaba ile yavaş yavaş ortadan kalkacağını birbirine söyleyip kesinlikle kabul etmeleri gerekir. Aksi taktirde, çoğunlukla duyduğumuz şikayetleri duyarız: Deniyorum, bir işe yaramıyor. Bir işe yaramıyor, çünkü ya karşılıklı karar verilerek yapılan birşey değil, ya da bir iki denemeyle netice bulamayan eski hayal kırıklığının kendini haklı çıkarması olduğu için. Çünkü denemeler yapılır ve hemen netice beklenir. Netice alınmayınca da eski suçlama düzenine dönülür. Körleşmiş hisleri, kızgınlıkları ve öfkeyi, dargınlıkları, hayal kırıklıklarını ortadan kaldırmak öyle hemence olacak kolay bir iş değildir. Çözüm ve ilişkilerin düzelmesi önce iki tarafında bu yöndeki istemine ve sonra da kesintisiz çaba ve sebata dayanır. Eğer adam "kadın kadınlığını bilmeli" diyen faşist anlayış saplantısındaysa, onun aradığı eş değil, fakat gerçekte "bana köle gerek, köle" düzenidir. Bu tür düzende de problemlerin çözümüne pek fazla alternatif yok: Ya bu dayağı yersin ve türkülerimizdeki gibi kendine dertleri zevk edinirsin, ya da kapı dışarı gidersin.

İnsanız biz. İnsanın en enteresan özelliklerinden biri de zindanlarda zincirlere vurulmuş durumda bile durumunu değiştirmeyi hayal etmekten geri durmamamasıdır: Herkes evlenirken mutlu olacağını düşünerek hareket eder. Eğer evlenince mutsuz olacağını düşünse niye evlensin ki. Fakat bir kez evlendin mi beklenmeyen başa gelebilir. Bunun sorumlusu da tek başına karşı taraf değildir. Unutma, sevgi, sevgisizlik ve evlilikte netice iki tarafın ortak danslarının ortak sonucudur.

Evlenmek sevginin yaşayacağı, güçleneceği anlamına gelmemelidir. Ne yazık ki, evlilikle geldiği hissedilen kurulu düzen eşlere bazen yanıltıcı bir güven hissi verir: Sevgiyi kazanma çabası bırakılır. Bu yapılabilecek en büyük hatalardan biridir. Sevdiğine değer verip, onmu her gün kazanma peşinde olmalısın. Bu bazen bir dakikanı bile almaz. Zor değil yani.

Yuva kişinin sevgi, arkadaşlık, hoşgörü, huzur ve anlayış bulduğu yerdir. Arkadaşlığın olmadığı ve sevginin yok olduğu bir yer yuva olmaktan çıkar. Böyle bir evde kaybolmuş düşler ve kırılmış kalpler, yiten umutlar, frastrasyonlar, deprasyonlar, saldırganlıklar, kaçışlar, gözyaşları ve sayısız uykusuz geceler at oynatır. Bunun da sorumlusu dansı bu türlü yapan iki kişidir.

Dayanışma sevginin en güzel yanlarından biridir. Dayanışmanın bittiği yerde üzüntüler ve yalnızlık ve mutsuzluklar başlar. Dayanışmanın varlığı anlayış, ilgi ve paylaşma hislerinin olduğuna işarettir. Bu da sevginin yaşadığını gösterir. Güven sevginin olduğunun bir ifadesidir. Güvenin olmadığı yerde sevgi eksiktir. Sevmek güvenmektir. Sevgiyi gebertmek istiyorsan yapacağın bir şey de güvensizlik göstermektir. Sevdiğin kişinin sözlerine, niyetlerine, arzularının ve özlemlerinin sana asla zarar getirmeyi amaçlamadığına inanmakla sevgini yüceltirsin. Güvensizlikle dolu bir beraberlik korkularla, kuşkularla, üzüntülerle, başağrılarıyla, tasalarla dolu bir yaşam tarzı getirir. Seçenek senin.

Arzu ve istemlerde uyuşmazlık ortaya çıkması kaçınılmazdır. Önemli olan bu uyuşmazlıkla ortaya çıkan durumu idare etmedir. Uyuşmazlıkları çözmenin en verimli yolu da uzlaşmadır. Karşılıklı sevgi ve arkadaşlığa dayanan evlilikte uzlaşma sevgiyi destekler ve ilişkiyi sağlıklı bir şekilde sürdürüp güçlendirir. Anlaşma, vazgeçme ve fedakarlık karşılıklı olarak sevgi içinde yürütülür. Ne zaman ve nasıl uzlaşma yapılacağını öğren. Eşinin yaptığı fedakarlığın ve uzlaşmanın da kıymetini bildiğini göster.

İnatçılık başağrısı yaratır. "Benim dediğim dedik çaldığım düdük" inadına devam edersen, sonunda ya yalnız kalırsın ya da en azından başağrılarına sebep olursun. İnatçılığı bırak uzlaşma yolları ara.Özür dilemeyi gerektiği zaman ihtimamla kullan. Affetmeyi ve affedilmeyi öğren ve bundan zevk al. Hoşgörüsüz sevgi olmaz.

Sevgilinin kıymetini bil ve bunu her fırsatta göster. Değersiz bir hediye gibi muamele etme sakın.

Evlilikten sonra kendini kapıp koyverme. Vücuduna iyi bak ve giyimine dikkat et. Paçavraya çevirme kendini.

Sevgilin senin ne annen ne de baban gibi olabilir. Ancak kendisi gibi olabilir. Onu kendisi olduğu için sev. Annenle veya babanla falan karşılaştırma saçmalığını yapma.

Sevgilinin kıymet verdiklerine kıymet ver. Sakın kızgınlık sırasında sevgilinin diplomasını falan tuvalette kağıt olarak kullanmaya kalkma. Bu kullanma sevgiyi tuvalet kağıdına dönüştürür. Kızgınlıkla intikam almak için eşinin kişiliğine ve önem verdiği şeylere hakaret etme sakın, çünkü bunları tamir edemezsin sonra. Bu da sevgiyi yaralar.

Şikayet etme yerine İstemesini bil. Sevdiğinden birşey istiyorsan veya arzuladığın, yapmak istediğin birşey varsa, sevişme ve seks dahil, bunu eşine normal bir yolla ifade et. Eşinin senin arzularını, isteklerini, beklentilerini tahmin etmesini bekleme. Bu tür beklenti çoğunlukla sakat bir beklentidir ve sorunlar doğurmaya gebedir. Şikayeti, kaçınılmazsa et. Fakat şikayeti intikam ve kafa ütüleme için kullanma, bir probleme çözüm için kullan. Hoşnutsuzluğunu ifade için kullanabilirsin. Ve amaç soruna çözüm arama olmalı, kaynana zırıltısı değil. En iyisi şikayet yerine, konuşma ve anlaşmayı öğrenmek daha faydalıdır.

Dinlemesini öğren. Ne denli kızgın olursan ol, dinlemeyi öğrenmelisin. Dinlediğini göster, zart diye eşinin sözünü kesme, bağırıyor bile olsa. İki kafadan iki ses aynı anda çıkarsa rezalet çıkar. Derdin ne: sorun çözmek mi yoksa sorun yaratmak mı?

Sahiplik diğer kişi üzerinde hak iddia eden bencil edepsizliktir. Ne sevmek ne de evlilik bir insanı diğer insana sahip yapar. Sahiplik edepsizliğini bırakıp kişiliğe hürmet eden sevgiyi öğrenmek gerek.

Mutlu evlilik için içindeki kıskançlığı yenmek ve idare etmek zorundasın. Kıskançlık akrep gibi sevgiyi sokar ve öldürür. Eğer sevdiğin kişiyi avucunun içinde tutmak istiyorsan, kaçırmaktan korkuyorsan, kontrol etmek istiyorsan en etken yol sevgi ve ilgi göstermektir. Fakat asla kölece (veya sahip gibi) bir tavırla değil!

Öfkeni ve kızgınlığını ifadeden geri durma. Fakat bunu karşındakine hakaretle öç alma yerine, öfkeni ve nedenini anlatmaya çalış. Öç alma ve hakaret, öfkeli kalkıp zararlı oturmayla sonuçlanır.

Üçüncü şahısların olumsuz ve yıkıcı etkisini yenme kendi içimizdeki bağnazlığı yenmeyle büyük ölçüde gerçekleşir. Başkasının sevgisini kendi bağnazlığımızla boğma çabalarına son vermeliyiz, niyetimiz ne denli iyi olursa olsun, kendimizi ne denli haklı görürsek görelim.

Eşinle olan problemlerin için üçüncü şahısları suçlamadan vazgeç. Seni gene kim "fitneledi," veya "kafanı gene kim doldurdu" diye saçmalama. Sorununu bu şekilde asla çözemezsin.

Eşine görev ve sorumluluklarını bilmediğini ve senin anladığın şekildekileri ona zorla kabul ettirmeye çalışmak zararlıdır. Görev ve sorumluluklar eşlerin kendi arzularıyla severek üstlendiği bir biçimde şekillenmelidir. Eşinin başına ekşimeyi bırakmak daha sağlıklıdır.

Yıkıcı rekabetten kesinlikle kaçınılmalıdır. Seven insan sidik yarıştırmaz. Seven insan ezme ve gaddarlık peşinde koşmaz. Seven insanın aklından "ders verme, cezalandırma, haddıni bildirme" gibi şeyler geçmez. Eşiyle, erkeğin hakim olduğu bir düzeni kabul edemeyip, sidik yarıştırmayı seçenlerin ve erkeğin boyun eğmemesi sonucu kendi ve yakın çevresindekilerin hayatını zehredenlerin kesinlikle kendilerine yaptıkları bu zulme son vermeleri gerek. Karşındakinin hatalı, yanlış, haksız vesaire olması, senin hayatını zehretmesi, senin kendine ve yakın çevrene zulmetmeni haklı çıkarmaz. Bırak saçmalığı, defet gitsin (veya defol git) veya kapa çeneni ve kendine kendini avutacak bir yol bul. Bir kere yaşarsın bu hayatı. Kendine ve başkalarına zehretmeye hakkın yok. Başkalarının da sana. Eğer rekabet edeceksen, sevgiyi artırmak için et, gebertmek için değil. Eger sevgi gebermişse, o zaman orda durmaya ve cebelleşmeye hiç de gerek yok. Ölünü göm ve yaşamaya devam et. Demesi kolay, çok iyi biliyorum, fakat geçer bu anlar. Önemli olan geçmişe yanmak ve acımak değil (yanarız, elimizde değil), bugüne ve yarına yönelmek ve yanılan geçmişi tekrarlamamaktır: Hiçkimseyi mutsuz etmeye hakkımız ve hiçkimsenin bizi mutsuz etmeye hakkı yoktur. Gel de bunu sen "erkeğim" diyen ve erkekliği ezilen kadını ezmek sanan erkeklikten yoksun erkeğe anlat! Gerçek erkeklik ezileni ezmeme, düşeni kadırmadır. Bu davranış da en önce evde başlar.

- Olmaz abi be! Erkek dediğin bağırır çağırır, kırar döker, rest çeker, ağzına çarpar, vurur oturtur. Susturur erkek dediğin, bakışıyla öldürür.

- Bakışa gerek yok, nefesi yeter öldürmeye.

Ya hep ya hiç çatışması yıkıcıdır. Sorunların ben-sen, ya hep ya hiç çatışmasına dönmesine asla meydan verme. Bunu da ancak karşındakinin kişiliğine, katılmasan da, düşüncesine, inancına saygı göstermekle sağlayabilirsin. "O benimkine saygı göstermiyor, ben onunkine niye göstereyim ki" demek gerçekte saygısızlığını haklı çıkarmaya çalışma saygısızlığıdır. Sen kendine düşeni yap, bunu yaptığını ifade et, zamanla ortak sevgi için kazandığını görürsün.

Zorbalığı ve kaba kuvveti isteyerek seçen kişinin tedaviye ihtiyacı vardır. Gerçekte en çok tedaviye ihtiyacı olan, böyle kişileri üreten faşist çocuk yetiştirme, eğitme ve evlilik kurumlarıdır. Böyle bir insanı idare etmek epey zordur. Böyle kişilere sözüm: Kendini tedavi ettir lütfen!: Sana yapılmak istemediğini başkalarına yapmamayı öğren. Eğer eşini kontrol etmek istiyorsan, sevgiyle baskı yap, zorbalıkla değil. Unutma tatlı dil yılanı bile deliğinden çıkarırmış. Benim bu dediğim boşuna, çünkü gerçekte, faşist metodun bu tür çocuğu ancak faşist metodla dize getirilebilir: Kadının "çekip giderim" diye tehdit etmesi ve gitmesi ve öküz ne kadar yalvarırsa yalvarsın dönmemesi, saygı duyduğu kişilerin önünde insanlığa dönüşü kabul etmesine kadar direnmesi, asla alttan almaması, rest çekmesi, ne pahasına olursa olsun seksi kabul etmemesi, Ana, baba, büyük baskısı, veya polis ve hapis korkusu gibi metodlar. Bunu yapınca eline ne geçer? Bu faşist yönteme karşı benzer yöntemle mücadele ne getirir, ne kazandırır? Gerçekte, bu tür mücadele bozuk bir evlilik düzenini koruma mücadelesidir. Korumaya değer mi? Bence değmez. Bırak bu kültürel faşisti kendi yalnızlığında çürüyüp, geberip gitsin. Ne yazık ki, kadın kültürel faşiste uyacak bir kalıba göre yetiştirildiği için, çoğunlukla erkeğin aktif faşizmi kadının pasif faşizmi ile yaşamını sürdürür gider. Kadının pasif faşizmi üzerinde egemenlik kurabilecek biri ile ilişkiye (kızı, öglü gibi) girdiğinde aktifleşir.

Çatışma yaratan taleplerini elde etmek için çalışırken, bu çaba hakaretlere, suçlamalara ve şantajlara asla dönüştürülmemelidir. Dolayısıyla kötü ve kırıcı hislerin oluşmasına meydan vermeden sonuca gitmeyi amaçlamak gerek. Aksi taktirde sağlıksız bir mücadele ve yıkıcı bir rekabet ilişki biçimi beslenir.

Eşinin zorlamaya karşı ne kadar toleranslı olduğunu öğrenip, ona göre arzularını elde etmek için eşini zorlamayı bu tolerans sınırlarını aşmadan yapmak, hoşnutsuzluklar çıkma olanağını azaltır.

Sevişme ile seks arasındaki ince farkı öğrenmeliyiz. Sevişmek sadece seks yapmak değildir. Seks sevişmenin sadece bir parçasıdır. Sevişmek sevgi içinde bütünleşmektir. Sevişmeyi ve seksi bilmek, öğrenmek, öğrenmek için çaba göstermek, çekinmemek, küsmemek, utanmamak, açık olmak, yeni ifade yolları aramak ve bulmak, sevilen ifade yollarını her fırsatta kullanmak, anlayışlı olmak, affetmesini bilmek, ilgiyi hiçbir zaman kesmemek doyumu ve sevgiyi artırır.

Sevgiline başkalarının önünde asla küçük düşürücü davranma. Sevgilinin sevdiği ve sevmediği şeylere dikkat et ve ona göre davran.

Karşındakini kendine benzetmeye uğraşma. Sevdiğini olduğu gibi, bulduğun gibi sev. Eşini kendi bencil isteklerine göre kalıba koymaya çalışırsan ve eğer direnme görürsen, hemen vazgeç. Sevdiğini önce kendi olduğu gibi sevmeyi öğren. Gerçek sevgi budur. Hiçkimse mükemmel değildir. Sen kendin dahil.

"Ben ve gene ben, ondan sonra da ben, benden sonra da ben" diyenle, kendine aşık biriyle asla evlenmeye kalkma. Mahvolursun. Mahvedersin hayatını. Eğer "ben kendimi onda görüyorum" dersen, o zaman problem yok, evlen. Görürsün!

Eğer eşin seni aldatıyorsa, asla kavga etme, bağırma, çağırma, deli divane ve perişan olduğunu gösterme, şikayet etme, tehdit etme. Çünkü bunların hiçbiri problemi çözmez, aksine durumu daha da kötüleştirir. Gününü ve geceni kendine zehretmekten başka bir netice almazsın böyle davranıştan. Önünde iki ana seçenek var: Ya bu deveyi güder, ya da bu diyardan gidersin. Deveyi gütmeye karar verirsen, hala umudun varsa ve kalacaksan, ikinci adım, eşinin neden üçüncü partiyi seçtiğini geçmiş tecrübelere bakarak ve ondan sorarak öğrenmeye çalışırsın. Eğer üçüncü kişinin rolünün sadece sofrada çerez olduğunu anlarsan, bunu çözümlemek biraz gayretle mümkündür: Kendine çeki düzen ver, eşin o üçüncü partide ne buluyorsa, onu ona vermeye çalış. Fakat eğer üçüncü kişi sofrada ana menü ise ve eşinin o kişiyle ilişkisi seks ilişkisinden çok aşk ilişkisiyse, o zaman, tekrar kendine ölü bir postu dövmenin yararını sor. Benim tavsiyem çok kısa zamanda kesin seçim yapmasını edepli bir lisanla bildirdikten sonra poposuna tekmeyi vur gitsin. Bekleme. Kendine acıma. Çıkmaz ve çaresizlik içinde bulacaksın kendini, fakat bitir işi hemen. Uzatma. Uzadıkça terketmek zorlaşır ve acılar artar. Kesinlikle intikam peşinden koşma. Son ver. Bu seçim senin bir daha yaşayamayacağın bir hayatta mutluluğa hakkın olduğu ve bu hakkı kullanma seçimidir. Bu dünyada ne erkek ne de kadın kıtlığı var. Eski devirler hızla değişiyor. Gerekirse, tek başına doğdun, tek başına yaşamayı da ögrenirsin. Eğer mutluluğu bizim türkülerde olduğu gibi dertleri kendine zevk edinmekte buluyorsan, o yönde karar verir ve kalırsın. Bu durumda, kendin için yapacağın en iyi şey, kişiliğini ve kendine saygıyı korumak, asla şikayet etmemek, iğneli laf cambazlığı bile yapmamak, hoşnutsuzluklar yaratmamak, üçüncü kişinin lafını asla ağzına almamak, bir eşya gibi kullanılmamaya dikkat etmek, sesini asla yükseltmemek gibi hayatını daha da dayanılmaz hale getirecek davranışlardan kaçınmaktır. Öyle davranışla karşılaştığında da bunun yapıcı değil yıkıcı ve gereksiz bir şey olduğunu belirterek çatışmadan kaçınmaktır. Kaçınamıyorsan alışverişe veya kısa bir yürüyüşe çıkmakdır. Asla fiziksel bir saldırıya meydan verecek davranışda bulunma. Fiziksel bir saldırı varsa, tek çözüm yolu o işi en kısa yoldan bitirmedir. Eğer "beni aldatan namussuzun hakkından gelirim, gösteririm ben ona" diyor ve düşmanca karşılaşmadan zevk alıyorsan, iyi maçlar dilerim sana. Maçı kim kazanır dersin?

Öfke ve gözyaşlarıyla dolu geçimsiz evliliğinde, eğer eşine lanetler yağdırıyor, fakat evliliği herhangibir nedenle sürdürüyorsan ve eşini sana çekmek istiyorsan, birkaç tavsiyem var: Önce, yukarda da belirttiğim gibi, kavgayı, didişmeyi, suçlamayı kesinlikle bırak. kesinlikle! Bu tür saçma davranış, kendini bu tür savunma, şikayetler ve dayaklar, şimdiye kadar huzursuzluğu artırmadan başka bir işe yaramadıysa, bundan sonra da yaramaz. Bu yöntemi tamamiyle terket. Eşine bunu sözle veya davranışlarınla ifade et. Bunu korkudan falan değil, kendi isteğinle yaptığını belirt. Sadece belirt. Tartışmaya asla ve asla girme. Eşin sana hakaret ederse veya saldırgan davranış göstermeye başlarsa, sakın onu karşılık vererek teşvik etme, kaçış yolları ara ve bul. İnsanca konuştuğu zaman insanca cevap ver. İnsanca davrandığı zaman insanca davran. Kendine acımaya son ver. Kendin ve kendi vücuduna karşı iyi davranmaya başla. Kendin kendi başına bir dünyasın. Eksikliklerine rağmen gene de sen diğer dünyalar arasında senin için en kıymetli olansın. Giyin, kendine düzen ver, kendine bakmaya başla. Mutluluk mücadelesinden asla vazgeçme, çünkü hayatın kendisi mücadeledir. Eşinin mutsuz ekseninden çıkmaya çalış. Çık o eksenden. Zorla kendini. Arkadaşlarınla, komşularınla, çocuklarınla, kendi başına gününü seni doyuracak şekilde geçirme yolları bul. Bu da zor değil. Sadece istemek yeterli. Kendine yeni meşgaleler ara. Herif para kazanıyorsa, parasını harcamadan çekinme. Seni bu bakımdan da sömürmesini engelle. Eğer sen de çalışıyor ve para kazanıyorsan, parayı kendin için harca, eşinin sonradan senin elinden alması için biriktirme. (Kendin çalışıyor ve para kazanıyorsan ne diye çekiyorsun bu derdi, anlamıyorum?) Biriktirsen bile asla söyleme. Çoğumuzun annesi bunu yapmıştır. Birçok aileler kadınların bu yöntemi sayesinde sonunda kiradan kurtulup başlarını sokacak bir ev satın alabilmiştir. Darda olsa bile, borç alsın ve ödesin. Sen kendi paranı versen bile (diyelim ki ev kirası), borç aldım de. Her gün kendini didişmeye hazırlamaktan vazgeç. Onun yerine sana huzur verecek, gününü gün edecek şeyler bul ve yap. Şaşırt seni her zaman çeşmede akan su gibi değersiz bulanları. Onlara kendine gösterdiğin kıymetle kıymetli olduğunu göster. Seni yeni halinle görenler kısa zamanda sana karşı düşünce ve hislerini değiştireceklerdir. Kendi hayatını kendin için kendin düzenlemeye başla. Başkasının seni giydirmesine, doyurmasına, idare etmesine ve mutsuz etmesine son ver. Kendi düzenini kendin kurmaya çalış. Kendine güveni ve kişiliğini bağırarak değil, sakin kafayla ve sidik yarıştırmaya girmeden yap: Öfkeni kesinlikle yenmeyi kendine öğret. Biz insanlar, çok kolayca bağıracağımız gibi, çok kolayca da susmasını biliriz. Yeter ki isteyelim. Bizi bağırtan, çoğunlukla haklı ve doğru olduğumuz, karşımızdakinin haksız ve yanlış olduğu hissidir. Bırak haklılığı ve haksızlığı: Sana ne kazandıracak ve ne kaybettirecek? Ona bak. Sidik yarıştırmalarında konu haklılık ve haksızlıkla gelen kişilik çatışmalarıdır. Kesinlikle vazgeç bu ben-sen çatışmasından. Bırak, ne hali varsa görsün, ne boku varsa yesin. Kükresin, bağırsın, çağırsın, yırtınsın, çatlasın, patlasın. Sen bu manyak eksenden çık. Eşinle seks ilişkini kesebiliyorsan kes. Bu kesmeyi şantaj veya baskı anlamına değil, kişiliğine kıymet verilmesini arzulaman anlamına kullan. Sana saygı duymayanla niye seks ilişkisine girip kendini küçülteceksin ki? Eşek bile anlar zamanla merak etme. Dışarda başkasını mı bulur? Hiç kuşkun olmasın, bunu yapsan da yapmasan da dışarda başkasını bulacak olan gene bulur. Hiç farketmez. Eşin senin kendi kendine düzen verdiğini, kendi kendine kıymet verdiğini, kendi meşgalelerinle mutlu olduğunu, didişmeden kaçtığını, onun geçimsiz ekseninden çıktığını, insanca davranış beklediğini ve bunda kararlılığını görünce hiç değilse neraklanacaktır, bu da davranışlarını değiştirmeye yönelmesinde ilk adımdır. Sana saygı ile yaklaşmayı ve davranmayı öğrenecektir. Bunu da sen kendine bakarak, kendine kıymet vererek, kendini saygıdeğer şekilde sunarak sen yapacaksın. "Ben seni seviyorum, niye sen beni sevmiyorsun" diye inleme ve saldırma saçmalığıyla değil. Bu da birkaç günde veya haftada olacak bir iş değil, epey sürebilir. Bu nedenle kararlı ve sebatlı olman gerek. Bu her gün yapacağın birşey ve asla vazgeçme.

Çoğumuzun yaptığı bir hata da durumun değişmesini zamana bırakmaktır. oluruna bırkmak. Alna ne yazılıysa o gelir. Kader bu değiştiremezsin ki! Bu gerçekte yanlış bir tutumdur. Oluruna, zaman ve kadere bırakmanın ne gieitreceğini bilemeyiz. Önce deveni sağlam kazığa bağla, sonra Allaha emanet et! Sevdiğiyle ailelerinin din veya başka bir nedenle razi olmamaları sonucu evlenememişler. Kız epey üzgün. Oğlan da. Kız çareyi zamana birakmış. Ne olursa olacak. Ne olacağını ben söyleyim: Eğer kız oğlanla oturup ne yapacaklarına kesin bir karar vermezse, hayatının değerli yıllarını boşu boşuna beklemekle harcamış olacak. Eğer oğlan da evlenme yolunda kıza baskı yapmıyorsa ve o da işi oluruna bıraktığını söylüyorsa, bu işten hayır bekleme. Büyük olasılikla, oğlan bir başkasını bulur (veya bir başkası oğlanı bulur veya oğlana bir başkasını bulurlar) ve oğlan evlenir. Eğer kızla son kez konuşurlarsa, suçu da kıza yükler ve hatta döverek kovar bile. Zamana bırakma çoğunlukjla beklenen neticeleri getirmez. Bu nedenle en iyisi, bu kısa hayatta bekleyerek acı çekme yerine, bir demlik acı çekip kısa zamanda karar vermek daha verimlidir. Huzursuz evlilikte de benzer davranışlarda bulunuruz. Eğer huzursuz ve mutsuz bir evliliğin varsa, düzelir umuduyla bekleme. Bunu bu tür evliliklerde çuğumuz yaparız. Düzelmez. Senin arzuladığın yönde kendiliğinden değişmez. Bu "düzelir" umuduyla bekleme, kendini aldatma ve avutmadır. Çalışmasını, işlemesini arzulaığın bir evlilik ve mutluluk düzeninin kndiliğinden oluşacağını boşu boşuna beklemedir. Huzursuz ve mutsuz evlilikte hep "neyse onla" idareyle veya ayrılmayla karşı karşıya kalırsın. Her karşı karşıya kalışta, tekrar, "bu sefer değişecek, değişir, bekleyim" dersen, netice gene aynı olur. Hayatta umudlarla yaşarız. umud güzeldir. fakat bazen umutların umutsuzluğunu görduğümüzde, bu umutsuz umudu ne denli zor olursa olsun bırakmamız gerekir.

Sevmek güzeldir. Sevilmek ve sevdirmek daha da güzel. Hele sevenler arasındaki sevişmenin güzelliğini anlatacak kelime yoktur. Aşkın devamı için ne aşkın ne de evliliğin olması yeterlidir. Aşkın ve evliliğin olması için, hatırlarsan epey çabaladın, gözyumdun, hoşgördün, anlayış gösterdin, bencilliği bırakıp paylaştın, anlaşmazlıkta uzlaştın, uyuşmazlıkta uyuştun, severek affettin ve affedildin. Bunların hiçbiri kendiliğinden olmadı. Bunlar ilişkilerle geldi ve sevgi dolu çabalarla çözümlenmeye çalışıldı. Birbirinizi sevmenize ve evlenmenize neden oldu. Sevmenin ve evliliğin devamı bunların devam etmesine bağlıdır. Bu da çabaların durmamasına. Aşkı her gün ekmek parası kazanır gibi kazanmak zorundayız. Bazıları bunu döverek ve dövülerek, söverek ve sövülerek, bazılarıysa severek ve sevilerek yaparlar. Seçenek senin.

Eğer biri sana kapıları kapatırsa, "aman seni seviyorum, deli oluyorum, n'olur gitme!" gibi delirmelerle kendini küçültmene gerek yok, giden gider, geri çeviremezsin. Eğer kapı yüzüne kapandıysa, aşkından geberiyor olsan bile sen de aynısını yap. Geçmişe yanmayı bırak, geleceğe bak.

En sağlıklı evlilik düzeni eşlerin birbirinin haklarına, düşüncelerine, hislerine, istediklerine, istemediklerine, sevdiklerine ve sevmediklerine arkadaşça bir tutum içinde yaklaştıkları bir düzendir. Elbette çekişmeler ve çatışmalar olacaktır, fakat çözümde tutulacak yol tek taraflı baskı yöntemlerinin uygulanması değildir. Yapıcı eleştiriye açık ve çatışmanın bazen kaçınılmaz olduğunu benimseyen ve karşılıklı anlayışı ortadan kaldırmayacak bir şekilde çatışmanın çözümlenmesinin gerektiğini kabul eden esnek bir düzen sağlamaya birlikte çaba göstermektir. Başarı da o kadar zor değildir. Yeterki istensin, yeter ki eşler kendilerini bu hisle hazırlasınlar.

Dans iki kişiyle yapılır. Eğer dans edecekseniz, birbirinize ayak uydurmayı öğrenin. Eğer dansetmeyecekseniz çekip kendi yolunuza gidin; Bırakın karşınızdakini de kendi yoluna gitsin; Bırakın kendinizin ve en yakınlarınızın günlerini zehretmeyi. Yok eğer başka çarem yok kalmam gerek diyorsan, o zaman didişmeyi bırak: Tutsaklığında onun istediği şekilde dansetmeyi öğren.

Kadın-Erkek sorunu anlayış-anlayışsızlık, suçlu-suçsuz, haklı-haksız sorunu gibi görünebilir ilk bakışta. Bu sadece bir görüntü. Kadının tutsaklığı ve bu tutsaklıkta erkeğin aldığı yer de, aynı şekilde, somut bir yaşam durumunun somut bir görüntüsüdür. Sorunu erkeğin egemenliği ve kadının tutsaklığı görünümünün sınırı içinden öteye götürmemiz gerekir. Feodal sistemin ve feodal arap kültürünün egemenliğinin yerini kapitalist sermayenin almasıyla bu tutsaklık düzeninin kalkacağını sanmak boşadır. Çünkü kapitalist-sermaye artık 18 ve 19'uncu yüzyılda yaptığını, örneğin erkeğin hakim olduğu feodal aile kültürü ve anlayışını insan hakları ideolojisiyle silip süpürmeye çalışması gibi, artık yapmamakta ve yapamamaktadır. Bu mücadele onun mücadelesi olmaktan çıkmış ve karşı-mücadele haline gelmiştir. Bugün kapitalist sermaye zorunlu olarak geçmişin kalıntılarıyla aynı yatakta yatmak, onlarla işbirliği yapmak durumundadır. Örneğin Amerika'da okullarda dua okunması ve çocuk aldırma gibi konularda kapitalist güçler feodal güçlere taviz vermekte ve onlarla çıkarbirliği yapmaktadır. Kapitalist sermaye kadınların eşitsizliğe karşı mücadelesine karşı gelip, geleneksel tutsaklığı kendi çıkarına uyduğu için desteklemektedir. Kapitalist sermayenin egemenliği altında kadınların eşitlik ve insanlıklarının benimsenmesi mücadelesinin feodal düzendekinden daha da kolay olacağını beklemek hayalperestliktir. Kapitalizmde mücadele yoğunlaşmıştır. Tek boyutluluktan çıkmıştır. Artan ve yoğunlaşan mücadeleye karşı artan ve yoğunlaşan kontrol mekanizmaları getirilmiştir. Bu da kendini koruma ve amaçlarını gerçekleştirmek isteyen her düzenden beklenecek doğal bir davranıştır.

Kadın ve erkek kendilerini belli toplumsal koşullarda bulurlar. Bu koşullar içinde yoğurulurlar. Bu nedenle kadını eziyor, anasını ağlatıyor diye erkeğe düşman olmak toplum gerçeğinde sadece görüntülere bakarak görüntülere tepki göstermeden öteye gidememektir. Bu tür tepki, birlikte eşit ve insanca yaşaması gereken, insanca rekabet ve işbirliğinde bulunan, evlilik düzeninde birbirini tamamlaması gereken kadın ve erkeği birbirine düşman zıtlar olarak ortaya koyar. Bu da pek sağlıklı anlayış tarzı değildir. Hedef gerçekte bu görünümün oluştuğu ve bu görünümü yaratıp destekleyen, bu görünümle yaşamını sürdüren sosyal düzendir. Bu düzende ezmeyi ve ezilmeyi öğrenenlerin alternatif öğreniye geçmesi gerekir. Bu düzenle değişmesi gereken erkek ve kadının yetiştirilme tarzı, düşünü ve ilişki biçimidir. Tutsaklık altında, tutsaklığa hazırlanmış, tutsaklığı kendine yaşam tarzı edinmiş kadına özgürlünün "verilmesi", ona insanca, eşit muamelenin gerektiğinin tanınması, sorunu pek az çözer. Kağıt üzerinde kalan haklar ciltlerle kütüphanelerde rafları doldurmaktadır. Yeni sorunlar bile yaratabilir: Kendi tutsaklığında kendini tutsak olarak görmeyen tutsağın psikolojisi, erkek egemenliğinden vazgeçtiğinde, bu vazgeçmeyi zayıflık veya kendinin zaferi olarak görmeye yönelmektir. Bu da tutsağın efendisi üzerinde egemenlik kurma çabasını getirir. Radikal feministlerin içindeki erkeklerden nefret eden bir kesimin mücadelesi buna benzer. Makro anlamda yanlış ağaca havlayan bu feministlerin kapitalist bir düzende kendi bireyci çıkarları için ekonomik düzende önemli koltukları tutmuş erkeklere karşı mücadelesi mikro anlamda normal karşılanmalıdır. Baskıcı ve ezici anlayış altında yetişenler demokratik ve eşitsel ilişki biçimiyle kendilerini bağdaştıramazlar. Anti-demokratik düzenin insanı için konu ya ezilirsin ya da ezersin alternatifiyle sınırlıdır. Bu anlayış düzeninde yaşayıp da ezmekten vazgeçen çoğunlukla ezilmeye mahkumdur. Bu duruma düşmemenin tek çıkar yolu, karşı tarafın bu vazgeçmenin gerçekte ne anlama geldiğini anlaması, vazgeçmeyi demokratik bir çerçeve içinde anlamaya çalışması ve buna yatkınlığıdır. Aksi taktirde, Ruhi'nin düştüğü duruma düşersin. Gerçek problem, Ruhi gibi ezmeden vazgeçtiğinde, birden bire senin üzerinde egemenlik kurmaya çalışan biriyle kendini yüzyüze bulursun. Ruhi evlilikte güç ilişkilerinde eşitçiliği kurmaya çalışırken, dediğim dedik, çaldığım düdük demeye başlayan eşiyle karşılaşınca ne yapacağını bilemedi. İlk tepkisi demokratik ilişkinin ve anlayışın ne olduğunu anlatmaya çalışmak oldu. Direnen bir bağnaza karşı, anlatarak bilinçlendirmenin fayda etmediğine bir kez daha şahit oldu. Kadınlara hak arayışında, eğer kadın kendi haklarını kendisi kendi için ve eşitsel, insanca, demokratik bir evlilik düzeni yürütmek için yapmıyorda, evdeki sidik yarışını örgütleştiriyorsa, o zaman bu hasta bir girişimdir. Bazı radikal feministlerin yöneldiği bu tutum, örneğin Amerika'da popüler bilinçte feminizmin lezbiyenlikle karıştırılmasına yardıma yönelir. Mücadele eşitsel, insancıl, demokratik bir ilişki sistemi geliştirerek hem kadının tutsaklığına hem de erkeğin durumuna son vermektir. Kadının kurtuluşuyla özgürlüğünü ve insanlığını kazanacak olan sadece kadın değil aynı zamanda erkektir.

Kadın ve erkek kendilerini doğumlarıyla belli toplumsal koşullarda bulurlar ve bu koşullar tarafından yoğurulurlar; Dolayısıyla, kadının tutsaklığı için erkeğe çamur atmanın yanlış olduğunu anlamalıyız dedik. Koşulların kurbanı erkek ve en feci şekilde kadındır. Bu gerçeğin sadece bir parçası. O kadar. Eğer insanlar kendilerini buldukları koşulların kayıtsız şartsız kurbanı olsaydı, örneğin kadınlar bugün nerdeyse, bu duruma asla gelmezlerdi. İnsanlar kendilerinin içinde bulundukları koşullara bakarlar ve ilk tepkileri, bu koşulların daha kötüye gitmemesi için koruma çabası olur. Bunu takip eden çaba ise, bu koşulları daha iyiye doğru değiştirme yönünde yapılan girişimlerdir: İnsan kendi tarihini, kendini içinde bulduğu koşullara tepki göstererek kendisi yapmaya çalışır. Bunun anlamı, kadının ve erkeğin içinde bulundukları koşullardan kendilerini kurtarmaları kendi sorumluluklarıdır. Sömürüyü, emperyalizmi, baskıyı, kadınların insanlık dışı durumunu kınamak ve suçlamalarda bulunmak yetersizdir. Suçlama bile gerçekte bir bakıma yanlış bir tutumdur. Fakat hepimiz yaparız bunu. Sorun suçlamayla çözülmez. En kötüsü, suçlama erkek ve kadın ilişkilerinde durumu çıkmaza götürmeye yardım eder. Bunun yerine durumu değiştirecek girişimlerde bulunmak ve bu girişimde kadın, kız, erkek, alevi, sunni, dinli, dinsiz, şişman, zayıf, genç, ihtiyar ayırdetmeksizin, insanca eşitsel ilişkiyi arayan ve bu yolda mücadele eden herkesle ve her örgütle dayanışmada bulunmak en verimli bir yoldur. Kadının haklarını ve özgürlüğünü de savunan erkeklerden oluşan veya kadınların sadece sekreterlik ve ayak işinde kullanıldığı ve yönetim kararlarında kadınların hiçbir etkenliği olmadığı bir örgüt kadınların haklarını ne dereceye kadar gerçekleştirebilir? Hiç veya hiçe yakın derecede. Başkaları adına başkaları tarafından mücadele sadece bu başkalarının kurduğu düzene çıkar sağlar. Bunun en somut örneği, feodal sistemi alaşağı etmede kapitalist sınıfın kendi çıkarını herkesin çıkarı olarak sunup kitleleri de yanına alması ve sonra kitleleri kendine ücretli köle yapmasıdır. Bir diğer örnek de, hepimizin şahit olduğu, kitleler tarafından yapılan bir devrimin, işçi sınıfı adına bürokratlar tarafından yürütülmesinin getirdiği sonuç olarak, Sovyet Rus imparatorluğunun egemenliğindeki bir sistemin çöküşüdür. Başkaları adına yapılan devrimler kandırmacadır. Kadının toplumda insanca eşitlik ve özgürlüğünü kazanması, bu yönde yapılan mücadelede bulunan sosyal örgütlerin yönetiminde kadınların etken söz sahibi olmalarını gerektirir. Peki, sermayenin eşlerinin, yani ekonomik kaygıları olmayan kendilerini ev işinden azat etmiş kadınların, kurduğu kadınlar cemiyetinin eşitsizlik, özgürlük ve haklar konusunda kadınların mücadelesine katkısı ne olur? Bu tür cemiyetler egemen güçlerin kadınların mücadelesini kontrol altına alma ve kendi gündemlerini ön plana getirerek yönetme rolünü oynarlar. Bu cemiyetler egemen düzenin değiştiricisi değil, pekiştiricisidirler. Kocalarının paralarıyla hüküm süren veya bir firmanın sözcülüğünü yapan bağımlı kadınlardan ezilen kadın-kitleleri için ne yapacağı beklenebilir ki? Doğum kontrolu hapları dağıtmak kadının tutsaklığını ne kadar değiştirebilir ki? Bu tür cemiyetlerle cebelleşmek de verimli değildir, çünkü egemen güçlerin istediklerinden biri de odur: Cebelleşirken gerekli girişimler ihmal edilir. En verimli yol onlardan mümkün olduğu kadar kazanç sağlamaya çalışmaktır. Onlarla sidik yarıştırmak faydalı sonuçlardan çok zararlı sonuçlar verir. Bu nedenle sidik yarıştırılacak ve yarıştırılmayacak alan ve konuları seçip ona göre girişimde bulunmak gerekir.

Eşitsel ve demokratik bir toplumda, göstergeler kadının toplumun her kesiminde, aile dahil, karar verme mekanizmasında etken bir yer aldığını göstermelidir. Göstermezse, bu toplum ne denli demokratik, eşitci, insan haklarına riayet eden bir toplum olduğunu bangır bangır bağırsa bile, gerçekte bu, gerçeklerin üzerine örtü çekmeye çalışan egemen ideolojinin çabasından başka birşey değildir. İçinde yaşadığımız toplumda da insanlar arasındaki, özellikle kadın ve erkek arasındaki, ilişkilerin karşılıklı anlayış ve hoşgörüye dayandığını hiç kimse savunamaz. Ezici ve baskıcı kültürlerin tutsaklığında biçimlendirilip yaşıyoruz. İnsanlık sözcüğü yaşanan gerçekler karşısında gülünecek bir söz. İnsanlık daha çocuk doğup çocuğa isim verilir verilmez ortadan kalkmaya başlamaktadır. Hele o çocuk bir de kız ise vay o zavallının başına geleceklere. İnsanın en güzel yanlarından biri de durumunu düzeltmek için daima mücadele yolları araması ve bulmasıdır. Kadın-erkek sorununda, dava kadının haklı davası. Kazanılanlar da kadının sürekli kişisel, örgütsel ve çok yönlü mücadelesiyle elde edilenlerdir.

Aradığın, aradığımız ne? Mutluluk değil mi? Evlilikte mutluluk olabilir mi? Elbette olur. Doğru, evlilik kurumu, çoğu toplumlarda, erkeği despot ve kadını hayatı boyu erkeğe bağımlı asalak yapar. Bu asalaklık çoğu kadının içine o denli işler ki "ayrılık yarı ölmekmiş" türkülerine başlar. Aynı şekilde, evde asalakça yaşamaya alışmış erkek de kadın gidince ne yapacağını şaşırır. Sudan çıkmış balığa döner. Ev birkaç gün içinde yaşanmayacak bir çöplük olur. Erkek köpürür, karıyı arar, sevdiğini söyler, bazen yalvarır, bazen ağlar, çoğunlukla suçu üçüncü şahıslara falan yükler. Ayrılan kadınlarsa çektikleri zulme ve kendilerini neyin beklediğini bilmelerine rağmen bu asalak yaşam tarzına dönerler. Ekonomik değeri olmayan ev-işi konumuna hapsedilen kadının erkeğin ekonomik bakımdan kanını emmeye alışkanlığı o denli kadının içine işlemiştir ki bu geri dönüşte iki ana yöntemden birini seçer: Ya didişmeleri özlemiş gibi geri gelir hemen. Ya da inat eder, taleplerde bulunur. Birinci yöntemde didişmeler hemen yeniden başlar. Çünkü (1) ne asalak kadın öfkesinden ne de köpeğe köpekçe karşılık vermekten vazgeçmiştİr. (2) Erkek de zaten vazgeçmemiştir, suç üçüncü bir kişiye yüklenmiştir. İkinci tür asalaklık oyunu burjuva kültürünün egemenliğinin yerleşmiş olduğu kentsel ortamlarda çok görülür. Asalaklığa ve evdeki asalaklığın rahatına alıştığı için, kadına çalışmak, çabalamak, dış hayatın zorluklarıyla didişmek ona çok ağır gelir. Evdeki didişmeyi daha kolay bulur. Bir süre dayanır ve sonra geri döner eve. Durm iyileşir mi? Milyonda bir. Aksine daha da kotüleşme yolunu tutar. Burjuvalaşmış kentlerde birçok kadın erkekle evlenmeden birlikte karı koca gibi yaşar. Bu durumda kadın terkettiğinde evdeki didişmeyi de istmezse ve adamı da artık sevmiyorsa, o zaman durumuna en iyi tek çare olarak erkeği yolmayı bulur. Erkek zaten buna yatkındır. Bu yatkınlığın en büyük nedeni erkeklik gururuyla gösteri yapan erkeğin "bir kadının onu terketmesi" gerçeğini kendine yedirememesidir. Bu psikoloji o denli ağır basar ki gerçekte sevmediği fakat sevdiğini sandığı kadına onu sevdiğini söyler. Bu terkedilmişlik duygusunu sevgi olarak kendi kendine yutturan erkek, kadına daha da ince ve saygılı davranmaya başlar. Kadın bu durumda erkekten istediğini elde edeceğini derinden hisseder. Adamı sevmeyen fakat ekonomik baski altında olan kadınlar adamı kullanma yolunu seçerler. Kadının kendi kirasını ödemesi ve harçlık istemesine bile gerek yoktur. Adam verir. Erkek terkedilmenin verdiği ezilme psikoloji altında, derinden öfkeli ve kızgın, yüzeyde anlayışlı ve kibar bir şekilde kadına yaklaşır, egemenliğini sağlamak için ilk önce seks arar. Terkeden kadına karşı seks iştahı açılır. Adamı sevmeyen kadın bunu hisseder. Bunu da çıkarına kullanmaya başlar. Bu tür asalaklar ta genç yaştan beri erkekler tarafından beslendikleri için asalaklıkten başka birşey bilmezler. Senelerce önceydi. Bir kızla arkadaş olmuştuk. Ay başı geliyordu ve kirasını ödemesi gerekti. New York'un tam ortasında aylığı 1500 dolara bir apartmanda kalıyordu. Bana dert yanmaya başladı. Erkek arkadaşıyla araları iyi gitmiyordu. Erkek arkadaşı bırakacağa benziyordu. Oğlanı beğeniyor ve hatta seviyordu da. Fakat evlenecek kadar da değil. Evlenecek kadar bile sevse, kendine zaman veriyordu. Şimdiye kadarki sevdiği ve tanıdığı ve beraber yaşadığı erkekler ona evlenecek kadar bir his huzurunu vermemişti. Oğlanla beraberdi, çünkü asalaklığa ve rahat ve eğlenceli hayata alışmıştı. Hafta sonlarını birlikte geçiriyorlardı. Dansa gidiyorlar, sonra eve gelip seks yapıyorlardı. Kız "çabukça birini bulmam gerek" diye yakındı. Neden dediğimde de güldü ve bana bir hesap çıkardı: Kızın aylık masrafı 2500 doların üzerindeydi. Aylık geliri ise 1000 dolar kadar. Binbeşyüz dolarlık açığı asalak gibi yapıştığı oğlan arkadaşından çıkıyordu. Gerçekte kız erkeklere davranışıyla 1500 doları hakedecek bir asalaktı. Hem güzelliği, hem inceliği ve hem de samimi ve içtenliğiyle emdiği kanı hakedenlerdendi. Kızın gerçekte yaptığı hem zevk hem de 'iş" idi. Zevkti çünkü sokaktaki orospular gibi her önüne gelenle yatmıyordu. Sevdiği ve ona insanca davranan birini bulunca ona kancayı atıyordu, ta ki o bırakıp gidinceye kadar. Sonra yenisini arama başlıyordu. Bu oyun bu tür asalağın oynadığı ve kazandığı bir oyundur. Ta ki ihtiyarlayıp hiçkimse yüzüne bakmayıncaya kadar. Oğlanın evinde asalak yaşayan bir kadının asalaklık durumu bundan daha da farklıdır. Oğlanın evine yerleşmiş asalak kadın tutsaklığın simgesidir. (her kadın asalak olarak yaşamaz, çalışıp eve katkısı ortak olan kadın çoktur. Fakat buna rağmen o kadınlarda da bağımlılık ideolojisinin getirdiği asalaklık psikolojisi hakimdir.) Bu tutsak asalak erkekle tutsaklık (karılık-kocalık) ilişkisinde bu tutsaklığın getirdiği düzenin ideolojisine boyunsunuyorsa, bu tutsaklık ilişkisinde bir uyum vardır. Her ikisi de belli bir mutluluk içinde yaşar giderler. Birçoklarımızın annesi ve babası böyledir. Eğer bu tutsaklık ilişkisinde asalak olarak yaşayan kadın kanını emdiğinin davranışlarından ve kişiliğinden hoşlanmaz ve aralarında sürtüşmeler çıkar ve sidik yarıştırmasıyla dolu çekişmeli bir ilişki ortamına girerse, şu üç şeyden biri olur: (1) Asalak kadın kanını emdiği adamı edepsizliğiyle kısa zamanda kuzu gibi eder ve yönetir ve düzen bu şekilde kurulur. (2) Asalak hem kan emmeye hem de sidik yarıştırmaya devam eder ve çekişmeli düzen çekişmeli sürer gider. terketmeler ve geri gelmeler olur. Bazen bu durum birinin diğerini boğazlamasıyla son bulur. Biri hapse ve diger de cehenneme gider. (3) İkisinden birisi terkedip gider. Kadının toplumda asalaklaştırılması ve kendini bu asalak şartlara uyarak asalaklaştırması egemen düzenin işlemesinin bir sonucudur. Bunda kadını suçlamakta hiç kimsenin hakkı yoktur. Bu asalaklığa son veren kadınları da alkışlamak gerekir. Fakat bazı kadınları adi asalaklıklarıyla yermek istiyorum: Adi asalaklık şu: Erkek çalışıyor. Kadın çalışmıyor ve "kadın özgürlüğü, kadın hakları" tantanası ediyor. Eşler arasındaki işbölümü egemen düzenin işbölümünün aynısı: Erkek para kazanıyor, eve para getiriyor, kadın da ev işi görüyor. Eşler anlaşamıyorlar. Kadın erkeğin davranışlarından, kokan ağzından, onu köpek gibi kullanmasından hoşlanmıyor. "Kadın hakları var, ben seninle eşitim, eşit haklara sahibim" diye sidik yarıştırmaya başlıyor. Buraya kadar güzel. Ama adam egemenliğinden bir santim bile vazgeçmiyor ve daha da eziyor kadını. Kadın öfkeyle ve intikam hisleriyle dolu. Aşk nerde? Aşkın içine edilmiş durumda. Adam misafirlerin önünde kadından birşey getirmesini istediğinde "senin de ayakların var, git kendin al" diyor. Adamdan intikam almak için doğru dürüst yemek pişirmiyor, sürekli şikayet ediyor. Adam anlayışsız. Kadına "ben böyleyim, burası benim evim, benim istediğim olur, parayı kazanan benim, burdan hoşlanmıyorsan kapı açık git" diye alternatif gösteriyor. Adam egemen toplumun egemen gerçeğini söylüyor. Adam düpedüz onu değiştiremeyeceğini anlatıyor. Bu durumda kadının önünde mutlu olabilmesi için iki seçenek var. Birinci ve en doğru seçenek tası tarağı toplayıp gitmektir. Neden? Çünkü kadın bu adamı sevmiyor. Adamı olduğu gibi kabul edemiyor. Sevse zaten egemenlik için güç mücadelesi sonucunda durumu olduğu gibi kabul etmeye yönelir ve kendine bu şartlar altında bir düzen kurardı. Aralarındaki egemenlik mücadelesi aşk ve sevginin olduğu bir düzen kurmaya değil, aşkın öldürülmesine neden olmuş. Artık kadının bu adamla kalmasının tek nedeni kadının asalaklığından başka birşey değildir. Sen de biliyorsun ki hem anlayış ve hem de davranış biçimi bakımından senin bu adamla aramda uçurumlar var. O zaman seni tutan ne? Senin asalaklığın. Bir ara kızıp gider bazıları. Fakat asalaklıktan uzak gerçek hayat çok farklı ve çok zor gelir asalak olarak yaşamaya alışmışa: Kan bulamaz emecek. Dönmek ister. Eğer şans eseri çevrenin sayesinde ve bıraktığı adamın kayıtsızlığı sonucu bir iş bulur ve çalışmaya başlarsa, yavaş yavaş bu asalaklıktan kurtulur ve hayatın bir başka yönünü tecrübelemeye başlar. Bu olmazsa, sidik yarışı oyunu arkadaşlarla, eşle dostla gönderilen haberlerle ve mektuplarla devam eder. Eğer evindeki asalakça kadına bağlılığından kurtulamayacak kadar derbeder biriyse ve giden tutsağın ardından yas tutuyorsa, sidik yarışı çok kısa zamanda ilerde tekrar başlatmak için bir kenara bırakılır, ve gözyaşları, affetbeni, affettim seni, ve benzeri oyunlar başlar. bazen kadın hemen vazgeçer ve gelir. Bazen kadın kendini biraz daha pahalıya satmak için direnir. Erkek yumuşar. Eve geri dönüldüğünde birkaç gün içinde ayni tas aynı hamam. Eskiye ve alışılmışa dönülür. Sidik yarışları ve boğazlamalar başlar tekrar. Bu tür asalaklık ilişkisi bence kadını küçük duruma düşüren bir ilişkidir. Kadın bu ilişki biçimiyle asalak yaşamında birgün biriyle karşılaşıp bu hıyardan kurtulacağı umuduyla didişe didişe yaşar bu adamla. Bu adamın ekmegini yerken "kendini sevecek erkek arayışına" devam eder, bu arayış çoğunlukla seks ve terkedilmeyle sonuçlanır. O adam da bir gün boğazlayıp gebertmezse kadını, kadından evvel didişmeler içinde olur gider. Kendilerini kendi elleriyle mutsuzluğa gömen iki kişidir bunlar. Her ikisinin de durumu acınacak haldedir. Fakat acımaya değmez. Kendileri böyle seçmişler. Ben sidik yarıştırması durumunda kadına (1) değiştirmeye uğraştığın fakat değiştiremediğin adamı seviyorsan, kal, fakat köleliği kabul et, ve bu kölelikte mutluluk bul. "Ben köleyim, tutsağım" de, ve sevdiğin kişiyi o neyse öyle kabul et, değiştirmeye çalışmadan vazgeç. Onun istediği ve sevdiği şeyleri sevmeye kendini alıştır. Böylece onun çerçevesi içinde onun ekseninde mutluluk bulmaya çalış. Böyle olunca ne olur? Eğer bu ta başta, sidik yarıştırması adamın ve senin iflağını sikmediyse, evlilik düzeni oturmaya yönelir. fakat didişmeler benlige hakaretler nedeniyle öfke ve intikam hisleri yarattıysa, genellikle onun istediği gibi biri olduğunda da herşey bitmiş olur. Bunu da aklından çıkarma. (2) Yok bunu yapamam diyorsan, o zaman pırını pırtını topla git. Bu ikinci şeçenek en onurlu bir seçenek. Üçüncü seçenek, yani kalıp da didişmeye devam seçeneği insanlık dışı ve adice bir seçenek. Bu seçenekle hem kendini asalaklığınla küçültüyorsun, hem mutsuzluğa mahkum ediyorsun. Hem kendi hayatını hem de karşındakinin hayatını mahvediyorsun.

Aşksız oturmuş evlilikte evde anlayış, sevgi, aşk ve uyum yerine, monoton, kuru, ruhsuz, bencil, hoşgürüsüz ve vurdumduymaz bir hava hakimdir. Evlilik kurumu ilk fırsatta bağdaş kurup çöker aşkın üzerine. Aşk üzerindeki ağırlıktan ve havasızlıktan kısa zamanda ölür gider. Aşkın yaşaması için aşkın evlilik ve evlilikle gelen herşeyden üstte tutulması gerekir. "İyi bir insan,""temiz aile çocuğu,""zengin valla, hem de nasıl,""en sonunda rahata kavuşacağım,""bu cehennemden beni kurtarsın da, üstüme evlense bile razıyım,""tam aradığım vasıflara sahip biri,""yaşı yaşıma, aşı dişime uygun biri,""namazında niyazında,""efendi" gibi ve benzeri nedenlerle evlenmek, en iyi şekliyle egemen evlilik kurumunun getirdiği oturmuş evliliği sağlayabilir. İyi oturur! Başka yolu yok: Aşık olmak gerek! O insanı insan olarak cazibeli, çekici bulup arzulamak gerek. Seksüel cazibe ve arzu olmadan asla olmaz. Ardından, ekonomik ve her türlü sorunların bu aşkın içine etmesini engellemek gelir. Kitle kültürünün tutsakları tüketim ürünlerine olan iştahlarını doyurmak için aşkı kısa zamanda boğazlarlar ve eşlerini biryana itip sahip oldukları "mallarıyla, kürkleriyle, arabalarıyla, evleriyle, şeyleriyle" sevişmeye başlarlar. Aşkın evlilik (eşler ve ilişkiler), aile ve çevre tarafından gebertilmesini istemiyorsan, aranıza pijama bile girmemeli. Uzanan eller asla itilmemeli. Diller tatlı söz söylemeli, yüzler gülmeli. Kişi sevdiğini ve sevildiğini bilip sevdiğine kıymet vermeli, ve bunu da içinde saklamamalı, göstermeli. Zamanı gelmedi mi?