YASALAR: TOPAL EŞEĞİN NALI

irfan erdogan

Yasalar çoğunlukla toplumdaki egemen güçlerin adalet anlayışının ve adalet örgütlerinin çerçevesidir. Bu çerçeve ile toplumdaki egemen düzen korunmaya çalışılır. Yasalar güç ilişkilerinin biçiminin de bir ifadesidir. Yasalarla kişilere belli haklar tanınır veya kişilerin belli hakları kısıtlanır. Diyelim ki, Türk Ceza Kanunu'nun 456. maddesine şöyle bir ekleme yaptık: Kızının ırzına geçen, karısını satan, orospuluğa sürükleyen, döven, sadece kendini düşünüp karısını sevişmede tatmin etmeyen erkeklerin hemen kafası kesilecek. (O zaman erkek kıtlığı çıkar ve karaborsaya düşerler!). Bu kanun kadının durumunu azıcık bile olsa değiştirebilir mi? Kesin bir cevap vereyim: Nah, değiştirir. Burjuva pozitivizminin bu yasal oyunu çoğunlukla ezenin işine yarar. Yasaların işlemesi için, en başta, o yasalardan faydalanacak kız ve kadınların bu yasaların kendi yaşamlarında faydalı olacağına inanması gerekir: Babanın kafası kesilince kız ve karıyı kim besleyecek? Çevreleri onlara ne diyecek? Hayatlarını nasıl düzene sokacaklar? Burjuva kandırmacalarından biri de, sorunun temelinde yatan ilişki biçimini (işlerine gelmediği için) değiştirme yerine, "bak, demokrasi ve eşitlik ve insanlık var" diye propaganda yaparak işi yasalarla çözmeye dökerler. Yasaların çalışması da (1) güç ilişkilerine ve (2) bu yasaları kullanma olanaklarına sahipliğe ve (3) üretim araçlarının kontrolüne dayandığı için, netice Hatice olur. Birçok ülkede, bizde de, kadınlara eşitlik verilmiştir. Neticesi ne? Değişmeyen üretim ilişkileri içinde, neticesi sıfır değilse bile sıfıra yakın. Amerika'da kadının ve çocuğun kılına bile dokunmak koca için kendi başına büyük dert açmak demektir. Amerika'da kadın dövülür mü? Çocuklara işkence yapılır mı? Hem de nasıl!. Peki kadını ve çocuğu koruyan kanunlara n'oldu? Hiçbirşey olmadı. Duruyor. Sen, kadın olarak kocanın çocuğuna dayak attığını nasıl polise şikayet edebilirsin?. Edemezsin, çünkü devlet senin elinden çocuğunu dövülmesi nedeniyle alır. Susup gaddarlığa sessizlikle katılarak sen de suç işlemek zorunda kalırsın. Yasa oyunu iyi numara değil mi? İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi de öyle. Bu güçlüyü insanlık dışı güç uygulamasından nadiren geri kor. Birleşmiş Milletlere Üye devletlerin uygulaması için öngörülen, örneğin Nairobi, Kadınların İlerlemesi İçin Geleceğe yönelik Stratejiler Belgesi gibi hakların hangisini Türk Devleti kullanılması için yeterli olanaklar sağladı ki? Yasa koymakla iş bitmez. Bu yasaların gerçekleşmesi için gerekli kaynakların ve olanakların da bu yasalardan faydalanacak kişi veya örgütlere sağlanması zorunludur. "Irzına geçilen kızlar ve gaddarlığa uğrayan kadınların hepsine ödül olarak büyük para dağıtılacak" dense, bak o zaman milyonlarca kız ve kadın nasıl ortaya çıkar. İstekleriyle mi çıkar? Hayır, gaddarlık yapanların zoruyla. Peki, yasalar olmasın mı? Bu soru Türkiye'de özel televizyon olup olmaması tartışması gibi tartışmalara benzer. Sen istesen de olacak, istemesen de, çünkü bu tarihsel bir gerçek. Bu, güç ilişkilerinin ve mücadelenin bir neticesidir. Güçlü kendi işine gelen yasaları koymaya çalışır, karşı mücadelede olanlar da bunu engelllemeye ve kendi çıkarlarına uyanı koymaya uğraşır. Karşı mücadeleciler başarı kazanıp, örneğin kadın haklarını tanıyan bir yasa elde ederlerse, güçlüler hemen bu yasanın kullanılma olanaklarını pratikte engelleme yollarını ve mekanizmalarını kurarlar ve olan mekanizmaları da güçlendirmeye çalışırlar. Karşı mücadelede olanlar ise kendi mekanizmalarını kurmaya çalışırlar. Bu sadece her alanda ve her seviye ve boyutta olan mücadelelerin bir bölümüdür. Her seviyede ve alanda, önemsiz ve neticesiz gibi görünse bile, mücadele şarttır. Evet, yasalar yukarda belirttiğim gibidir. Fakat bunu bilmek yasaları elde etmenin ne demek olduğunu anlamak ve bu yasalarla gelen durumla nasıl bir mücadele etmek gerektiğini gösterir. Nurdan evlendikten sonra yeni nüfus kağıdı almak için Fatih Nüfus Memurluğuna gider. Erkek memura, kadınlar için yeni çıkan kanundan faydalanarak kendi soyadını kullanmak istediğini söyler. Memur da sırıtarak, "o kanun ünlüler için. Ancak onlar kendi soyadlarını kullanabilirler" der. Memurun bu davranışı, egemen ideolojiyi benimseyen erkeğin verilen hakları hazmedememesini ve kadına verilen hakkı kadının kullanma olanağını kadının elinden almasını ifade eder. Nermin de evlendikten sonra kendi soyadını kullanmak için müracat etmiş, müracaatına cevap bile vermemişler. Nüfus kağıdını kocasının soyadına göre düzenleyip vermişler. Nermin New York'da konsolosluğa gidip kendi soyadını korumayı istediğinde, orda çalışan kadın adi bir gülümsemeyle "demek ki evliliği Amerika'da oturma izni almak için yaptın da onun için böyle istiyorsun" der. Bu kadının kendi psikolojik hastalığına göre kanunu yorumlayarak kadına verilen hakkı kullanıp kullanmamasında karar vermesi hakkını kimse ona tanımamıştır. Ama güçlünün bürokrat köleleri güçlünün çıkarlarını güçlü yararına korumak için, ve birçok devlet dairelerinde olduğu gibi rüşvetle zenginlemek için, canla başla uğraşırlar. Bizim bürokrasinin psikolojisi çok nadir görülür bir hastalığa sahiptir: Bu bürokrasiye gittiğinde bu hasta psikolojideki bürokrat senin işini kolaylaştırmak ve yapmak için çaba harcamaz, tam aksine nerde bir pürüz bulurum da zorluk çıkarırım diye yırtınır. Amaç yapmak değil, yapmamaktır. Bir pürüz bulamaz ve yapmak zorunda kalırsa kafası bozulur. Tatmin olmaz. Çay ve sigara içmeye başlar yatışmak için. İşini bırakır, onunla bununla konuşmaya da başlar. Sen beklersin. İçinden bu adi yaratığın boğazına sarılıp tavuk gibi çekip koparmak gelir. İnsanlığını muhafaza edersin. Senin beklediğini bilir. Sinirlendiğini de. Çayından bir yudum daha çeker. Büyük rahatlık hissetmeye başlar. Çaydan değil tabi. seni ezdiğinden. Bununla yetinmez, ve sana çıkışır bile. Nasıl olur da sen herşeyi böyle tamam ve eksiksiz getirebilirsin! Kendi gibi güçsüzleri güçlüler adına sanki gerçek güçlü kendisiymiş gibi ezer. Kendinin ücretli veya maaşlı köle olduğunun farkında bile değildir. Birçok polislerin taşıdığı "kanun benim" psikolojisi gibi hasta bir psikolojiyle kendi sınıfından olan insanlara gaddarlık ederler. Ne olursa olsun, yasalar egemen düzenin yasalarıdır. Egemen düzenin çıkarlarına aykırı bir yasa ise kullanılma olanakları çeşitli yollarla kısıtlanarak geçersiz yapılır.

Evlilik ve boşanmayla ilgili yasaları düzenleyenler arasında kadın varmıydı acaba? Sanmıyorum. Kadın olsa ne fark ederdi ki zaten? Hiçbirşey çünkü o kadın da erkekler gibi egemen güç ilişkilerini yüzde yüz yansıtmasa bile destekleyen yasaların formüle edilmesinde katkıda bulunurdu. Boşanmanın çeşitli kurallarla zorlaştırılması (örneğin dilenci gibi nafaka alma hakkı) gerçekte kadın düşünülerek yapılmış birşey değildir. Gerçekte, kadının özgürlüğünü elinden alan evlilik kurumu getirdiği kaidelerle bu esaret düzenini korur: Evlenirken ölünceye kadar birlikte olmaya and içildiğinde, gerçekte bu kadının ölünceye kadar kendi köleliğini kendisinin tastik etmesidir. Devletin rolü eşler arasındaki yapılan kontratı ve kontratla ilgili kuralları meşrulaştırmak ve gözetmektir. Örneğin bir kişinin boşanmadan bir başkasıyla evlenmesini engellemek gibi. Yasa önünde kadın ve erkek eşittir. Bu sadece kağıtta kalır. Çünkü toplumda eşit güçte olmayanlar, toplumun hiçbir yerinde de eşit güçte olamaz: Birçok ülkede kadını döven erkek yasalara göre epey ağır cezaya çarptırılır. Fakat yasaların olması ille ki o yasaların günlük gerçek hayatta işledikleri anlamına gelmez. Yasalar kadınları dayaktan korumada hiç denecek kadar az rol oynar. Karısını dövenlerin çok azı kadının isteğiyle hapse atılır. Hapse atılan varsa eğer, onlar da çıkar ve tekrar döver. Kadınların dayağı yiyip yatmalarının baş nedeni evlilik düzeninde ekonomik ilişkilerin oynadığı roldür. Kadınların iş bulması, iş bulsalar bile yaşamlarını bağımsız olarak sürdürebilecek miktarda ücret alabilmeleri olanağı erkeklere nazaran oldukça kısıtlıdır. Bunun yanında çocuk, sosyal ve ahlaksal baskılar ve kadına yükletilen geleneksel görev ve sorumluluklar, kadının erkeğin baskısına başkaldırmasını büyük ölçüde önler. Kadının başkaldırma olarak kullandığı yöntemlerse çoğu kez geri teper.

Yasalar boşanmada kadına erkeğin maaşından bir bölümünü vererek, erkeğin egemenliğini ve kadının acizliğini kanıtlar ve meşrulaştırırlar. Yasalar erkeğin ekonomik gücü tuttuğunu varsayar ve kadını erkeğe bağımlı olarak düşünür. Kadının boşanmada dilenci durumuna düşürülmesinin etkilerinden biri de, kadına kendi kendini ve erkeğe de kadını aşağı görmesi psikolojisini aşılamasıdır. Kadının nafaka parası bir bakıma onun esaretinin ücretidir: Çok ucuz bir ücret. Böylece düzen tasdik edilir ve haklı çıkarılır. Boşanmada kocadan çocukların bakımı için para vermeye zorlama aile kurumunda önceden hazırlanmış görev ve sorumlulukların, bu kurum çökse bile, devamını sağlar. Bu, gerçekte ekonomik güçten yoksun olan çocukları korumak amacıyla hazırlanmıştır. Fakat bazen kadınlar bunda erkekten intikam alma fırsatı bulurlar; Herifin gırtlağını bu şekilde yıllarca bırakmamaya karar verirler. Kadınların bence bu iğrenç ve acınacak durumu kendilerine verilen bu rolü benimsemeleri ve iştahla oynamalarıdır.

Burjuva düşünü tarzı --ki hemen herkeste değişen ölçülerde vardır-- kadının babasına ve kocasına tutsaklığının ortadan kalkmasına çare olarak yasalar değiştirip, yasalar koyma ardından koşar. Böylece kadının boyunsundurulması ve boyun eğmesine ve, dolaylı olarak aile kurumunun despot bir biçim almasına son vermenin yolu olarak, kadın için yasasal eşitliklerin getirilmesi gerekliliğini bütün burjuva feministler mücadelelerinde ana hedef olarak alırlar. Burjuva femistler nadiren evlilik kurumunu ve toplumsal yapıyı direk olarak ele alıp eleştirirler. Bunun yerine, erkek suçlu olarak nitelenir ve kadın erkek eşitliğinin sağlanması için yasasal değişiklikler ve yasasal yenilikler isterler. Üzerine eğilinen sorun ve konu aile ve evlilik kurumu değil, erkeğin sosyal üretim ilişkilerinde ekonomik, eğitim, öğretim, çalışma ve profesyonel alanlarda kadından çok daha imtiyazlı bir durumda olduğu ve duruma yasaların aracılığıyla son verilmesi gerektiğidir. Peki aile ilişkileri? Burjuva feministlerine göre, kadın aldığı haklarla genel çevrede eşit muamele görürse, bunun neticesi sonunda ailede de görülür. Burjuva kadın dergilerinin hemen hepsi kadınsal bireycilik, özgürlük, bağımsızlık, seksüel devrim laflarıyla kadınlara burjuva kitle kültürünü ve bu kültürün ürünlerini kakalarlar: Kadının durumuna niteliksel bir değişme sunulmaz. Geleneksel kadın "kocasının evine" kapalı, ev işleri ve çocuk bakımıyla hayatını tüketen, hisli, gözyaşı dolu, mutsuz "evdeki tutsaktır." Burjuva kitle kültürünün feminizmi ise bu kadına daha çok duygululuğu (Tv dizilerini düşün), kişisel zevki ve hırslı tüketimi getirdi: Ye, iç, eğlen! Özgürsün sen! Satın al! Onu da al! Bunu da! Bağımsızsın sen! Şunu da satın al! Pepsi kuşağı, pepsi iç! Marlboro iç Kovboy ol! Digi dap, digi dap! Kapitalist siyasal ekonomi insan ırkının yarısını, yani kadınları, üretim araçlarını (ekonomik gücü) ve üstyapıyı (siyasal gücü) kontrol eden erkeklerin tutsağı olmasını sağladı veya, eğer zaten tutsağıysa, tutsaklığı sürdürmeye devam etti: Ailenin evi kocanın evi ve kadının ise hapishanesi olarak... Kapitalist sistem ne tür yasalarla gelirse gelsin, kadının (ve erkeğin) evlilik kurumu içindeki hapisliğini daha da perçinleştirir. Daha kötüsü, kadın çalışmak zorunda kalarak, kapitalist sistemle, bir başka terröristin pençesine düşer: İşveren. Kadınının bu terrör altına girmesini de kadın özgürlüğü olarak yutturmaya çalışır. kapitalist düzen, evliliği daha da ezici bir şekilde ekonomik aranjman haline sokar: Yaşam savaşında hem kadın hem de kocası çalışmak zorunda kalırlar. Bazen öyle olur ki biri bitkin uyurken diğeri işe gider. O geldiğinde de eşi işe gitmiş olur. Aşk ve sevişme, Amerikada olduğu gibi, eğer mümkünse, hafta sonuna (ya Cuma veya Cumartesi gecesine) sıkıştırılır.

Baskıcı düzenin yasaları topal eşeğe vurulan nal gibidir: topal eşek yine seke seke gider. Faydası? Topal sekerek gider, bir agacın altına gölgeliğe çöker. Nalına bakar, "üf be, iyi mücadele verdik bunu almak için" der ve sevinçle gülümser.