Bir zenci bir zencidir. Sadece belli koşullar altında köle olur.

Pamuk eğiren makine pamuk eğirme içindir. Sadece belli

 koşullarda sermaye olur.                                                                                                                                                                                                                           (Marks, Wage-labor and Capital)

 

 

 

Ayni şekilde, zincirine vurulanın köleliği tutsaklık koşulları altında belli anlamlar taşır, belli faaliyetleri destekler ve belli sonuçlara gebedir. Bu koşullar egemenliğini yitirdiğinde veya biçim değiştirdiğinde, anlamlandırma, faaliyetler ve sonuçlar da biçim değiştirir. Bu da elbette kendiliğinden olmaz: Sosyal değişim ve devrimlerin parçası olarak oluşur ve gelişir.

 

 

Örgütlenmiş mücadeleler olmaksızın, kapitalizmin köleleri tutsaklık altındaki eski kölelerin sahip olduğu ev, yiyecek ve giyecek güvenliğinden bile yoksun bir şekilde, ücret\maaş köleliğinin en yoksullaştırılmış biçimini yaşamaya mahkum edilirler.

 


SUNUŞ

 

            "Dünyanın Çarpık Düzeni: Uluslararası İletişim" kitabımı (1995)  J. J. Rousseau'nun şu sözüyle bitirmiştim: "Kişinin kendi zincirlerinin ne olduğunu bilmesi, bu zincirleri çiçeklerle süslemesinden daha iyidir". Bu kitap zincirleri hem köle, hem de efendileri tarafından çiçeklerle süsleme, bu süslemenin anlamları, süslemenin getirdikleri ve götürdükleri, süslemenin özgürlük mücadelesinde aldığı yer üzerinde durarak, insanlık durumuyla ilgili bir başka tarihsel gerçeği aydınlatmak için yazılmıştır: Kölelinin zincirine vuruluşu ve mücadele bilinci.

            Kitap, insanlığın yaşadığı kölelik durumlarını basit bir masallaştırmanın ötesine giderek insanlığı ve insanı anlamaya yardım edecek bir biçimde anlamlandırmaya çalışır: Yaşanan dünyada egemen olan ve kendini insanlık düzeni olarak satan; insanlığı küçülten; yaşam kavgası adına insanları birbirine düşüren; insanlar arası ilişkileri ve değeri satın almaya ve paraya indirgeyen; işine geldiğinde güler yüzlü, gelmediğinde acımasızlığı doğallaştırıp uygulayan; baskıcı, despot ve akıl almayacak derecede sömürgen; her iyiyi kendine mal eden, her kötüyü kendi dışında sayan; hatta bilgisizliğin temsilcisi  liderleri bilge ve insanlığın dostu olarak sunan; Makyavelci-hipokrasinin egemen olduğu  toplum sistemlerine olan karşıtlığı dile getirir. İnsanlığı bu tür sistemlerin cenderesinden kurtarmaya yönelik insanlık mücadelesine katkıda bulunmayı amaçlar.

            Bu kitap, kesinlikle geçmişin ve bugünün ücretli\maaşlı kölelerini (işçileri, memurları, köylüleri, öğretmenleri, kısaca ekmek parasını kazanmak için toplumun zenginliklerini ve kaynaklarını ele geçirenlerin sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal kurum ve örgütlerinde çalışmak zorunda bırakılmışları) suçlamak için yazılmamıştır. Böyle bir sonuç asla çıkarılmamalıdır. Çünkü halkın, kitlelerin, işçi veya ezilen sınıfların ne ve kim olduklarını siyasal-ideolojik yanılgıya veya idealizme saplanarak değil, ne ve kim olduklarına tarihsel ilişkiler içindeki gerçeklere bakarak değerlendirmek zorunludur.

            Kölenin zincirine vuruluşunu anlatırken gerçeğin sadece bir yanına, egemen yanına eğiliyorum. Bunun anlamı zincirine vurulma durumunun, zincirinden kurtulma ve insanlığını ilan etme olanağının olmadığı asla değildir. Tam aksine, zincirin ağırlığı zincirden kurtulma çabasını daha da yoğunlaştırır. Dünyanın bugünkü durumunun sorumlusu sadece sömürüyü yapanlar ve sömürüye katılanlar değil, aynı zamanda gidişi değiştirmeye çalışanlardır. Bunu, karşı‑mücadelenin başarısı veya başarısızlığı olarak niteleyebiliriz. Fakat bence düne dünü romantikleştirmeden bakarsak, bugün elde ettiğimiz iyi yanları dün ve bugün birçok insanın canlarıyla, kalemleriyle, grevleriyle ve çeşitli direnmeleriyle sağlanmış olduğunu görürüz. Bu insanlar toplumların insanlık arayan itici güçleridir. Toplumların gelişmesinin sağlayıcıları bu insanlardır.

            Kapitalizmin çıkar peşinde koşması, serbest teşebbüs ideolojisi, kapitalistin hırsı ve doymak bilmezliği toplumların değişiminde itici güç olarak sunulur. Bunlar kapitalizmin kendini evrenleştirmesi ve yaptıklarını haklı ve meşru çıkarması girişimleridir. Kapitalistin çıkarı toplum çıkarının yararından çok zararı yönünde olmuştur. Kapitalizm sadece geniş kitlelerin değil fiziki çevremizin, soluduğumuz havanın, içtiğimiz suyun, yediğimiz yiyeceklerin zehirlenmesine ve insanların sayısız hastalıklara kapılıp hayatlarının bir de bu bakımdan zehrolmasına neden olmaktadır. 

            Eğer bugünkü  dünyada  zincire vuruluş, zinciri demokrasi, özgürlük, fırsat eşitliği, vatan ve millete hizmet olarak sunulması ve bunun sayısız kılıflarda her gün ifade edilmesi gittikçe çeşitleniyor ve artıyorsa, bunun en önde gelen anlamlarından biri de, egemen güçlerin, zincirden kurtulma çabalarına karşı, zincirin artan ağırlığını gül demetinin ağırlığı olarak sunan ideolojik karşı-tepkisidir. Örneğin kemerleri sıkma, vatan için fedakarlığa katlanma, enflasyonu yenmek için ücret artışları yerine kamu zenginliklerini kapitalistin cebine aktarma, çok çalışma, simit satarak zengin olma, kısa yoldan köşeyi dönme için aklını ve becerini kullanma gibi ideolojik sunumlar gerçekte eşitsizliğin, köleliğin, sömürünün ve soygunun egemen olduğu üretim ilişkilerinin meşrulaştırılması girişimleridir. Hele vatanın bütünlüğünün korunması için ülkelerin içinde yapılan katliamlar sermayenin dükkan olarak kullandığı bir yerin (vatanın) dükkan olarak kalması  için ne denli yollara başvurmaktan kaçınmadığını gösterir.

            Kitapta anlatım ve konuya yaklaşımımı egemen yöntemin kronolojik anlatımından uzak tuttum. Kronolojik anlatım, güzel hoş da, eskiyle yeniyi sunar ve karşılaştırırken, değişimi değerlendirirken, eskinin ilkelliği ve geriliği, yeninin modernliği ve ileriliğini vurgulayarak, bugünün ilişkiler biçimini "en mükemmel, en gelişmiş, en iyi olarak" sunup meşrulaştırır. Benim sunumumda ve değerlendirmemde ne yeninin ne de eskinin savunmasını bulacaksınız. Tam aksine, yeninin insanlık, demokrasi, özgürlük olarak sunulan yapısal ilişkiler düzeninin, eskisinden çok daha fazla köleleştirici, insanlıktan uzaklaştırıcı, sömürgen, baskıcı, cani ve potansiyel caniler yetiştirici ve besleyici olduğunun ifadelerini bulacaksınız.

            Kitapta tarihi kronolojik silsileler içinde anlamlandırma yerine, ilişkiler biçiminin ifadelerinin çeşitli zaman ve yerlerdeki ortak veya karşılaştırmalı  sunumlarını bulacaksınız. Ancak böylece hem bir dönemin veya yerin genel kölelik sistemindeki özel durumu anlaşılmış olur, hem de kendimizi yerleştirildiğimiz (veya kendi elimizle kendimizi yerleştirdiğimizi sandığımız) yerden, bu yerin gerçekleştirdiği görevlerin karakterini anlayarak doğru değerlendirmeye yönelebiliriz.

            Bu kitapta,  yoksulun ve yoksulluğun nedeninin yoksul ve yoksulluğun kendisi olmadığı (bireyin tümüyle kendisinin suçlu ve yerleştirildiği konumun evrensel bağımsız değişken olmadığı), örgütlü yapılar ve faaliyetler biçiminin insan üstü ve ötesi güce sahipliği görünümünün sahteliği, değişimin insan faaliyetleriyle örgütsel yapı ve ilişkilerdeki değişimlerle gerçekleştiğini, egemen yapıyı korumak için yapıyı günlük etkenlikler içinde yeniden gözden geçirme yerine direnen insanları bu yapıya zorlayan girişimlerin yarattığı çarpık durumlar ve bu durumların özellikleri, getirdikleri ve götürdüklerini tartıştım. İnsanın barınak\sığınak, yiyecek ve giyecek gereksinimini karşılamayışı koşullarıyla, genel insan etkinliklerini sermayenin çıkarlarının gerçekleştirilmesi fonksiyonu içine indirgeyen sosyo-ekonomik örgütlenme biçimleri arasındaki ilişkiye eğilerek, örgütlenme biçiminin değişmesinin zorunluluğunu vurguladım. Bu vurgulamaya gerekçe de, insanın insanca yaşam gereğinin ve insanlığın bugünü ve geleceğinin, bir azınlığın bu gerekten insanı yoksun eden gaspçı çıkarından önce geldiği görüşüdür.

            Ele aldığım sorunda etkenler birbiriyle yakından ilişkili ve iç içe olduğu için, bazen tekrar duygusu verebilir. Fakat anlatılana yakından bakılırsa, işlenenin tekrar olmadığı, aksine karmaşık ve iç içe ilişkiler içinde önemli bir boyutun açıklandığı görülür.

Hem pozitivist hem de Marksist bilimde bilim adamı bir konuyu sunumda duygusal dil kullanımında uzak durur, çünkü duygusallık bilimsel nesnellikten uzaklaşmayı ve öznelliği heceler. Bilimde duygusal dil kullanmak bilime yakışmaz. Nesnel, duygusallıktan uzak ve ağır başlı olmak gerekir. Bence, bilimin nesnellik taslayışı ve nesnel-dili öznelliğin nesnelleştirilmesinde kullanılan kılıfın örülmesinde atılan dikişlerden biridir. Bilim, örgütlü toplumsallık içinde yaşayan insanın bir parçası olarak kesinlikle nesnel olamaz. Bilimin tarafsızlık ve ağır başlılığının ifadelerini, örneğin, nükleer silahlarda, işkence aletlerinde, kimyasal silahlarda en oturaklı ve duygusallıktan uzak bir şekilde görmekteyiz. Bu kitabın yazarı bilim adamının gerektiğinde duygusal ifadeler kullandığını göreceksiniz ve bu kullanım kesinlikle anlatılan gerçeğin gerçekten uzaklaştığını değil, gerçeğe daha da yakınlaştığını anlatır. Bilim adamının (adamı kadını da içine alan insan anlamına kullanıyorum), özellikle sosyal bilimcinin nesnellik ve nesnel dil perdesi ardına gizlenip kendini ideolojik öznelliğinde nesnelleştirmesine son vermesi gerekir. Bu son veriş,  bilimsel girişimlerin ideolojiden arınmış olduğuyla desteklenen “bilim adamının zincirine vuruluşundan” kurtulmasına doğru atılan önemli adımlardan biri olur. 

Kitabı bölümlere ve alt bölümlere ayırmam kendi keyfi seçeneğimin bir sonucudur. Herhangi bir bilimsel reçeteyi izleyen sürekliliği anlatmaz. 

            Gelelim bu kitabın hazırlanmasında emeği geçenlere: Önce kendime teşekkür edeyim de Özlem çatlasın. Özlem de kim? Özlem "önce bana yardım et, sonra bilgisayarda oyun oyna" diyerekten şantajla, yanlış yazdığım birkaç bin tanecik harfi ve cümleyi düzelterek sayemde bilgisayarı öğrenen yeğenimdir. Gence bedavadan meslek öğretiyorum, kadrimi bilmiyor! Nankör!. Kuran'ı Kerim'i bilem okuttum, gene de "ödülüm ne?" diye soruyor. Cenneti vaat ettim yutmadı elektronik çağın çocuğu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi araştırma görevlisi Çiler Keleş birkaç gününü tümüyle kitabın taslağını okumaya ayırdığı ve çok faydalı eleştirilerle geldiği için çok teşekkür ederim. 

             Eğer bu kitapla, kendimizi ve yaşadığımız dünyayı insanı ve çevreyi haksızca sömürmek amacıyla değil de insanca ortak yaşam sağlamak amacıyla anlamada en küçük bir katkıda bulunduysam, bu benim için bir mutluluktur.

 İrfan Erdoğan

New York, Haziran 1995